Sayfalar

7 Ocak 2018 Pazar

DİRYANDA'DAN AYRANCILAR'A



ÜÇPINAR ya da DİRYANDA

4 Ocak 2018
İbrahim Fidanoğlu

Torbalı’ya doğru çocukluğumdan beri hatırladığım ilk şeydir göğe doğru uzayıp giden o radyo verici antenleri… Kuşadası’na yaptığımız yaz gezilerinde ta uzaklardan görünen ve sanki o yerlerin bir alâmetifarikası gibi yolcularına göz kırpan antenler, şimdi belki bu teknolojik dünyada ve göğe doğru fışkıran yüzlerce blok apartmanın arasında pek de dikkat çekecek durumda değiller. Ama ben yine de o çocuk gözlerimle hep o antenleri ararım Torbalı’ya doğru; Ayrancılar yolunda… Bir de ileriki yıllarda ayırdına vardığım; çok eskilere dair bir başka hikâyenin izlerini… O, Diryanda’nın (Dryanda ya da Trianda) suyla gelen ve şimdilerde üstü artık bir daha açılmamak üzere apartmanlarla örtülmüş biraz da hüzünlü bir hikâyesidir. O an ise; Diryanda’nın bittiği andır.

 
Suyun Başı; eski Diryanda; şimdi bir mesire alanı...

Bugün İzmir-Aydın karayolu üzerinde Torbalı ilçe merkezine yaklaşık 15 km kadar uzaklıkta bir mahalle konumundaki yerleşimin adıdır Ayrancılar… Son yıllarda gelişen emlak hareketleriyle neredeyse 30.000 kişilik koskoca bir kasabaya dönüşen bu mahalle, 2009 yılına kadar bir belediyelikti. Köy irisi bir yerleşimden bugünkü şehir görünümüne evrilişi elbette ki oldukça dramatik bir süreci işaret ediyor. Tarihsel arka planındaki zengin su kaynaklarından beslenen tarımsal imkânlarıyla yüzyıllar boyu verimli Torbalı Ovası’nın bir parçasını oluşturmuş bulunan Ayrancılar, özellikle 1980’lerden beri son derece hızlı bir şekilde sanayileşen ve buna koşut olarak yüzlerce apartman bloğunun sivrildiği bir beton şehir görünümüne bürünüvermiş. Bu modern “cangıl”da bizim aradığımız ne peki? Ayrancılar şehir merkezine doğru sapıldığında hafif eğimli bir yoldan kuzeye doğru yaklaşık 2 km kadar gidilirse eğer, bizim aradığımız hikâyenin mekânına kısa zamanda ulaşılacaktır. Orası hafta sonları akın akın mangalcıların rağbet ettiği; son yıllarda Torbalı Belediyesi’nin bir restorasyon hamlesine maruz kalarak; eski mütevazı halinden oldukça uzaklaşmış bulunan Ayrancılar Piknik Alanı ya da en son Suyun Başı diye adlandırılan mesire alanıdır.

 
Diryanda çayı

Burada halkın Büyük Su dediği; suyun dinlenerek aktığı Nif Dağı’ndan doğarak gelen bir çay var. Eskiden ismi Diryanda ya da Trianda imiş. Halkın Büyük Su, Baş Değirmen ve Küçük Su diye adlandırdığı Üç Pınar, tarihten gelen ismini de açıklıyor aslında; o da Trianda olmalı. Roma döneminde bu çayın çevresindeki bir imar hareketini gösteren işaretler var hala çevrede. Osmanlı Döneminde burada eskiden bir değirmen varmış. Sahibi Yorgo Fotiyandis isimli bir Rum yurttaşı imiş. 1940’lı yıllarda Devlet Su İşleri’nin açtığı kanallarla beslenen bu tesis, sulama amaçlı olarak kullanılmaya başlanmış. Tarihi kaynaklarda; M.Ö. 14.yy.da Hitit Kralı II. Murşili’in Arzawa Ülkesi’ne (yaklaşık olarak bugünkü Ege Bölgesi) askeri bir sefer düzenlediği ve bu sefer esnasında Torbalı’ya ve bu suyun başına uğradığı belirtiliyor.

 
Diryanda'nın bugünkü başkalaşmış hali

 
Bir zamanlar buralarda karacalar mı dolaşmıştı? 

Prof. Dr. Muhabat Kütükoğlu’nun İzmir Büyük Şehir Belediyesi Kitapları arasında yayınlanan XV ve XVI. Asırlarda İzmir Kazası isimli eserindeki 1467 tarihli bir tahrire göre, İzmir kazasının güneyinde yer alan köylerden sadece Mesavlı (Çakaltepe), Kesri (Özdere), Emirdoğan, Dryanda ve Çapar (Çapak) bulunuyordu. Bunlardan Mesavlı ve Kesri Cumaovası’na, Çapar ve Emirdoğan ise Dryanda (bugünkü Ayrancılar) nahiyesine bağlıydı. O dönemin iki nahiye merkezi, Dryanda ve Cumaovası idi. Dryanda, şimdiki İzmir – Torbalı yolunun solunda kalan bölgeydi. Sağında kalan bölge ise Cumaovası (şimdiki adıyla Menderes ilçesi) diye adlandırılıyordu. Daha sonraki yıllarda ise eski Kolophon yerleşiminin yakınlarında kurulu Değirmendere nahiye merkezi olacaktı.

 
Hitit Kralı II. Murşili'nin kuşattığı Arzawa Krallığı'nın önemli yerleşimlerinden Puranda'nın bulunduğu Bademgediği Kalesi
(Şubat-2013)

İzmir ve çevresi için hayati derecede önemli su kaynaklarını barındıran Nif Dağı’ndan beslenen Diryanda’ya tarihte uğrayanlar arasında en dikkati çekenlerden biri Hitit Kralı II. Murşili… Bugün için Ayrancılar’ın hemen yakınında ve İzmir-Aydın Otoyolu kıyısında yer alan Bademgediği Kalesi(1), yıllarca Metropolis Antik Kenti’ni kazan Prof. Dr. Recep Meriç’e göre II. Murşili’nin saldırdığı Arzawa Krallığı’nın önemli yerleşimi Puranda’dan başka bir yer değildir. Arzawa’nın başkenti Apasas’dan (yani Ephesos) sonraki en önemli yerleşimlerinden biri olan Puranda’ya su sağlayan en önemli kaynaklar da Diryanda’da yani bugünkü Ayrancılar’da bulunmaktaydı.

 
Bademgediği Kalesi; güneye bakış
(Şubat-2013)

II. Hattuşili döneminde (İ.Ö. 1400-1380) zayıflayan Hitit Devleti’nin bu güç kaybından Arzawa Krallığı yararlanır ve en parlak dönemini yaşar. Prof. Dr. Ersin Döğer’in İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında bu dönemdeki gelişen olaylar şu şekilde aktarılmaktadır:

“Bir Arzawa ordusu Alçak Ülke’yi (Batı Anadolu-İF) geçip Hatti Ülkesi’ne (Anadolu Platosu-İF) girer ve sınırını Hitit Devleti aleyhine genişletir. Bu saldırının başında muhtemelen, Mısır Kralı III. Amenophis ile mektuplaşan ve firavuna kızını veren Kral Tarhundaradus olmalıdır. Bu ilişkiler Mısır’da bulunmuş ve Arzawa Mektupları olarak bilinen çivi yazılı tabletlerde ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.

 
Bademgediği Kalesi'nde yaklaşık 10 yıl kadar sürdürülen kazılardan günümüze kalan...
(Şubat-2013)

Büyük Hitit İmparatorluğu’nun kurucusu Şuppililuma I’in henüz prensliği sırasında ve ardından tahta geçtiğinde (İ.Ö. 1380-1340) Hititler yeniden harekete geçerek daha önce kaybetmiş oldukları Alçak Ülke’yi geri alırlar ve Arzawa Krallığı’nın yeniden vasal konumuna getirirler. Şuppililuma I’in oğlu Kral II. Murşili (İ.Ö. 1339-1306) ise tüm Arzawa Krallığı’nı işgal eder ve ortadan kaldırır. Arzawa Krallığı ile bizzat Murşili komutasındaki Hitit ordusunun Arzawa’nın kalbinde yaptığı savaşlar, başkent Apasas’ın ele geçirilmesi, Arzawa Kralı yaşlı Uhhazitis’in denizdeki bir adaya sığınması ve ölümü, Murşili’nin önünden Arinnanda Dağı’na (bugünkü Dilek Yarımadası’ndaki Samson Dağı-İF) ve Puranda Kalesi’ne(2) sığınanların geri getirilmesi Murşili’nin Yıllıkları’nda canlı bir şekilde tasvir edilmektedir. Aslında savaş, Murşili’nin iktidarının üçüncü yılında Hitit ordusunun Arzawa ile işbirliği yapan Milawanda’yı (Miletos) ele geçirip yağma ve tahrip etmesi ile başlamaktadır. Arzawa Krallığı’nın fethi, kralın oğullarının direnişleri nedeniyle kolay olmamış, Murşili ve Hitit ordusu en azından iki yıl Batı Anadolu’da oyalanmıştır. Buna rağmen II. Murşili sonunda Arzawa Krallığı’nı ve konfederasyonunu ortadan kaldırmış, topraklarını daha önce konfederasyonun üyeleri olan ve son anda Hititler’e katılan Mira, Seha Nehri Ülkesi ve Hapalla beylikleri arasında paylaştırmıştır.”(3)

 
Bademgediği Kalesi; açmalardan biri...
(Şubat-2013)

 
Bademgediği'nde kaosa doğru...
(Şubat-2013)

Puranda’yı ihtiyatla bugünkü Ayrancılar yakınlarındaki Bademgediği Kalesi olarak tanımlayan ve Ana Tanrıça Meter’in Kenti; Metropolis kazılarının uzun yıllar yürütücüsü Prof. Dr. Recep Meriç ise, Puranda’nın kuşatılmasını ve gelişen olayları aşağıdaki şekilde aktarmaktadır:

“Hitit yazılı kaynaklarından bildiğimize göre, II. Murşili, İ.Ö. 1315 yılında başkenti Apasas (klasik Ephesos) olan Arzawa Krallığı’nın bir başka kenti Puranda’ya saldırır ve su yolunu keser. Surla çevrili kenti, Arzawa Kralı’nın oğlu Prens Tapalazunavli savunmaktadır. Murşili kenti kuşatır, halkı aç ve susuz bırakır. Sonunda Tapalazunavli tek başına kaçmayı başarır, ama bütün Puranda halkı tutsak alınarak Hitit başkenti Hattuşaş’a götürülür.

 
Hitit Kralı II. Murşili, Diryanda'ya uğradı mı?

Hitit yazılı kaynaklarında şaşırtıcı denecek kadar ayrıntılı bir biçimde anlatılan Puranda kuşatması, bize Bademgediği Tepesi’nin, yeri şimdiye kadar bulunamamış bu Arzawa kenti olabileceğini düşündürtmektedir. Çok stratejik bir konuma sahip olan Bademgediği Tepesi, 750 metreyi bulan güçlü bir sur duvarıyla çevrilidir. Murşili’nin kestiği su yolunun izleri tepenin doğu yamaçlarında izlenebilmektedir. Su bugün de çok zengin olan Ayrancılar’daki kaynaklardan geliyordu.
Metropolis yöresinde, surlarla çevrili müreffeh bir kent, ilk kez Geç Tunç Çağı’nda Arzawa Krallığı’na bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bunda en büyük etken, yörenin verimli toprakları ve ticaret yolu üstünde bulunan stratejik konumu olmuştur. Bu özellikler küçük bir yer değişimiyle Metropolis’in bulunduğu tepe üzerinde Demir Çağı’ndan başlayarak devam edecektir.”(4)

 
Diryanda suyu; suyun başında...

Arzawa Krallığı’nın II. Murşili tarafından ortadan kaldırılması sonrasında bölgenin yeni hâkimi olarak İ.Ö. 13. ve 12. yy.larda Mira Beyliği ortaya çıkar. Mira Beyliği, II. Murşili’nin Batı Anadolu’da Arzawa Krallığı’nın ortadan kaldırılması sonrasında oluşturduğu üç bağlı beylikten birisidir. Bugünkü Milas’a dek uzanan Kuwaliya topraklarının da katılmasıyla ismi Mira-Kuwaliya Krallığı olarak anılır. Güneybatıda Bafa Gölü civarında; Beşparmaklar’a doğru tırmanan yılan gibi bir yolla ulaşılan Sakarkaya’daki Kral Kupanta Kurinta’nın mührünün bulunduğu bir sınır taşıyla belirlenen bu beyliğin güney sınırı; Bafa Gölü’nü doğu yönünden sınırlayan Beşparmak Dağları’dır. Kuzey sınırı ise, yine Ayrancılar’a oldukça yakın bir konumda; Torbalı-Kemalpaşa arasındaki Karabel Geçidi’nde yer alan ve halk arasında Hitit Baba Kabartması olarak da bilinen Karabel Hitit Savaşçısı Kabartmasıdır. Bu da beyliğin Bozdağlar tarafından sınırlanan kuzey sınırını işaretlemektedir.

 
Karabel Hitit Baba Kabartması; kabartmanın yanında yer alan Luvi dilindeki yazıda Mira Kralı Targasnawa'nın adı çözümlenmiş.
(Kasım-2014)

 
2007 yılında Karakuyu'da bulunan Karabel Hitit Savaşçısı benzeri Hitit kabartması; ama çoğu eksik halde ve şimdi İzmir Müzesi'nde...
(kaynak:https://www.hittitemonuments.com/torbali/index-t.htm)

Ayrancılar, Metropolis Ana Tanrıça Kenti’nin sırtını dayadığı; onun kutsal dağı Gallesion’a (Alaman Dağı) uzaktan göz kırpar sanki. Bu dağ, Bizans Döneminde ise Ortodoks keşişleri barındıran bir dizi manastırın yuvalandığı bir saklı mekân gibidir. Bu manastırlardan en önemlisi ise; hiç şüphesiz bugün Keçi Kalesi(5) olarak bilinen ve Ephesos-Sardes-Smyrna geçişini de kontrol etme yeteneğine sahip Lazarus Manastırı olmalıdır.(6)

 
Keçi Kalesi
(Nisan-2011)

 
Bafa Manastırlarını andıran Keçi Kalesi'nin içinden bir görünüm
(Nisan-2011)

Aynı konuda Prof. Dr. Recep Meriç’in aktarımına göre ise;

“Bizans Döneminde yazılı kayıtlarda, Metropolis’in sırtını dayadığı Gallesion Dağı’nda, büyük imparatorluk manastırlarının varlığından söz edilir. Ancak günümüze kadar bu manastırların hiçbirinin yeri belirlenememiştir. Efes ile Metropolis arasında, sütunlar üzerinde kırk bir yıl yaşayan ve 1054 yılında ölen Aziz Lazarus’un Gallesion Dağı’nda yaşadığı sütunların dikili olduğu yerlere üç manastır yapılmıştır. Kırk altı keşişin bulunduğu bu manastırlara imparatorluğun birçok yerinden hacılar, müritler gelmiştir.


Gallesion Dağı'nın arka dünyası
(Ocak-2012)

Gallesion Dağı, büyük manastırların bulunduğu bir yer olarak bilinir. Zengin bir kitaplığı olduğu, hatta Gallesionlu keşişlerin kopya ettikleri kutsal kitaplardan bazılarının günümüze ulaştığı bilinmektedir. Bölgenin Aydınoğulları tarafından ele geçirilmesinden sonra keşişler buradan kaçmış, manastırlar yağmalanmıştır.”(7)

 
Keçi Kalesi'ne çıkan döşeme yol
(Nisan-2011)

 
Keçi Kalesi ya da belki de Lazarus Manastırı
(Nisan-2011)

Bizans Döneminde bir piskoposluk merkezine dönüşen Metropolis kenti ve çevredeki manastırlar, yaklaşan Türkmen akınlarını savuşturmak adına giderek kaleleşmiş, bu bölgede Keçi Kalesi gibi gözetleme kaleleri yardımıyla da savunmasını güçlendirmiştir. Ama bütün bu uğraşılar da ir sonuç vermemiş; 13. ve 14.yy.lardan itibaren Türkmenler kısa sürede Batı Anadolu’nun ve özelinde bölgenin yeni egemenleri haline gelmişlerdir.

 
Keçi Kalesi'nden Belevi yönünde Küçük Menderes Ovası'na ve Belevi Gölü'ne (İlkçağ'da Pegasus Gölü) bakış; Türkmen akınlarına karşı bir gözetleme noktası
(Nisan-2013)

Osmanlı Döneminde Diryanda’da bir Rum yurttaş tarafından işletilen Baş Değirmen’in varlığından da anlaşılıyor ki; bölgede oldukça önemli bir Rum nüfusundan söz edilebilir. Bunun alt yapısının Bizans’a dek uzanan Gallesion Dağı merkezli manastırlar dünyasının uhrevi hayatına ne kadar dayandığını söylemek ise, bugün oldukça zordur. Ancak yine de bu olasılığı göz ardı etmemek yerinde olacaktır.

  
13.yy.dan itibaren bu toprakları yurt edinen Türkmenlerin torunları; Mehmet Ali Amca ve eşine Gallesion'da rastladık.
(Ocak-2012) 

Meraklısına bu konudaki değerli yaklaşımlardan birini ise, Yunan araştırmacısı Dr. Georgios Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni-1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi isimli kitabında sunmaktadır:

“13.ve 14.yüzyıllarda Türk boylarının akınları devam etmekte ve Bizans toplulukları adalara ve İstanbul’a göç etmektedirler. O dönemde İzmir koyağı, yani Kaistros (Küçük Menderes) Irmağı koyağı, Türkmenlerin elindeydi; İzmir ise 1333’te; İbn Batuta’nın yazdığına göre, bir yıkıntılar kentiydi. 1390’da Philadelpheia’nın (Alaşehir) düşüşü ve kıyıların Osmanlıların eline geçişi, İzmir bölgesindeki Ortodoks nüfusun daha da azalmasına yol açtı. Bu bölge, önceki dört yüzyıl içinde sürekli savaşlar ve Bizans’ın kötü yönetimi yüzünden zaten boşalmış bulunuyordu.
İzmir bölgesine kitlesel Rum göçü, 19.yüzyılda 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra gerçekleşti. Tanzimat’ın empoze ettiği reformlar, sultanlık düzeninin zihniyet değiştirmesinden değil de, Batı Kapitalizminin sızmasıyla ortaya çıkan yeni ekonomik gerçeklerden ileri geliyordu.”(8)

 
Çapak köy meydanında bir mermer sütun kaidesi
(Nisan-2008)

 
Çapak köyü; bir başka mermer sütun kaidesi daha...
(Nisan-2008)

Her ne kadar bugün bir rekreasyon alanına dönüşmüş olsa da Diryanda suyunun çevresinde bir zamanlar Roma ve Bizans Dönemi çiftlik evlerinden izler vardı şüphesiz. Ayrancılar’ın hemen doğu sırtlarında yer alan Çapak köyünün meydanında rastladığımız mermer sütun kaideleri kırsaldaki İlkçağ yerleşimlerinin izlerine işaret ediyor yine de. Biraz ötede Karabel’e doğru son yıllardaki verimli kazılarla elde edilen bilgiler ışığında Vişneli köyü yakınlarındaki manastır izleri ve Nif’in zirvesine doğru daha yukarılardaki kaleler de bu bölgedeki diğer yakın yerleşmeleri bize haber veriyor.

 
Ayrancılar; Suyun Başı piknik alanı; Diryanda, Küçük Menderes'e doğru akarken...

 
Nif Dağı'ndan gelen su, bugün böyle dökülüyor Diryanda'nın yatağına...

Yukarılarda da sözünü ettiğimiz gibi neredeyse kasaba irisi bir şehre dönüşmüş bulunan Ayrancılar’da kaotik bir hayatın ortasındaki beton siteler arasında; tarihin derinliklerinde kalmış bu iklimi hissedebilmek neredeyse imkânsız artık. Ama hayal kurmayı da engelleyecek değiller ya bu adamlar… Biz de onu yaptık bu yazı boyunca; Diryanda’nın Nif Dağı’ndan süzülüp gelen tertemiz sularının zerrecikleri arasında dolaşırken ve akarken sessizce Kaystros Ovası’ndaki düzlüklere doğru…

Dipnotlar:
(1)     Bademgediği Kalesi (ya da Puranda) için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/03/burgazovada-ilkcag-kaleleri-tulum.html
(2)    Arkeoloji dünyasında; Puranda’nın, Arinnanda Dağı’nın (Samson Dağı) işaretlediği konumdan da kaynaklanan nedenlerle bugünkü Güllübahçe yakınlarındaki Priene kenti olabileceği yönünde de yaklaşımlar bulunmaktadır. Ersin Döğer Hoca’nın anlatımı bu yaklaşımı hatırlatmaktadır.
(3)    Prof. Dr. Ersin Döğer, İzmir’in Smyrna’sı; İletişim Yayınları; 1.Baskı-2006, İstanbul; sayfa: 42
(4)    Metropolis Ana Tanrıça Kenti; Prof. Dr. Recep Meriç; MESEDER, 2003; sayfa: 31-33
(6)    Rahmetli Hocamız Arkeolog Şükrü Tül’e göre…
(7)     Prof. Dr. Recep Meriç; a.g.e.; sayfa: 76 ve 79
(8)    Dr. Georgios Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni-1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi, Yunancadan çeviren: İbram Onsunoğlu; Belge Yayınları, 1.Baskı-Şubat 2003; sayfa: 79-80
(9)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

1 yorum: