YANYA SAVUNMASI ve BUGÜNKÜ YANYA
(BÖLÜM-2)
12-19 Eylül 2012
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Yanya’yı merkezine aldığımız yazılara devam ediyoruz. İlk bölümde ağırlıklı
olarak Tepedelenli Ali Paşa’nın bir
modern tiran gibi Yanya merkezli
Balkanlar coğrafyasında Manastır ve Selanik’ten Arnavutluk’a, Epir’den Tesalya ve Mora’ya kadar uzanan geniş bir alanda tesis ettiği iktidar
yıllarından söz etmiştik. Hırs, entrika ve zorbalıkla geçen bir hayat, Yanya’da Pamvotis Gölü’nün ortasındaki bir adada; Ali Paşa’nın yazlık evinde hazin bir şekilde son bulmuştu. Paşanın
başı İstanbul’a giderken, gövdesi ise Yanya
Kalesi’ndeki şanı ile pek de yakışmayacak şekilde bir demir örgünün ardında
sonsuzluk uykusuna yatacaktı. Ancak ne yazık ki, yorgan gitmiş; ama Yanya’da kavga bitmemişti. Aynı döneme
denk düşen ve İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından sistematik bir şekilde
desteklenerek büyütülen Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlık süreci,
belki de Ali Paşa’nın yaşamının
sonlarına doğru verdiği destekle de ivmelenerek yetkinlik kazanmıştı. Ta ki;
1913 Mart’ın da II. Balkan Savaşı sırasında Yanya
Savunması’nın meşhur komutanı Esat
Paşa tarafından şehrin Veliaht Prens
Konstantin’e teslimine kadar…
Ali Paşa'nın ve iki oğlunun Yanya Kalesi'ndeki sarayları; 1820 yılına ait, İngiliz gezgini Thomas Hughes tarafından çizilen gravür
( http://tr.travelogues.gr/item.php?view=44974)
İşte 1912 Ekim’inden 1913 Mart’ına kadar devam eden bu acılı günlerde
Yanya’da Fransız Konsolosu olarak görev yapmakta olan M. Dussap’ın eşi Guy
Chantepleure’nin Yanya Savunması
sırasında tuttuğu günlüklerden oluşan ve dilimizi de çevrilen Kuşatılmış Kent Yanya(1) isimli kitapta savaş sırasında Yanya sokaklarına ve şehirdeki hayata
yansıyan izleriyle ilgili ibretlik tanıklıklar anlatılmaktadır. Yazar,
kitaptaki anlatım tarzından da anlaşıldığı üzere, her ne kadar Yunan yanlısı
olsa da; günlükler, edebi bir dille yazılmış ve çağının Yanya’sını betimleyen ustaca anlatımlarla zenginleştirilmiştir.
Özellikle gerek teçhizat ve gerekse asker sayısı bakımından; Batı’dan aldığı
büyük destekle, Osmanlı Ordusu’ndan en azından donanım açısından çok daha güçlü
bir konuma gelen Yunan Ordusu’nun bitirici darbeyi vurduğu Mart 1913’de; şehre
yönelik saldırılar sonrasında, Yanya’nın
tüm sokaklarına sinmiş yenilmişlik duygusunun ve çaresizliğinin anlatıldığı
bölümler son derece çarpıcıdır.
Yanya Kalesi'nde şimdi; göle nazır bir köşede ne bir ses, ne bir haber verirler.
Kuşatılmış Kent Yanya
Yazarın 1913 Sonbaharında; Yanya
kırlarında ve şehirde yaptığı gezintilerden izlenimler:
“Yanya’yı Yunan hududundan
sadece kuş uçuşu yirmi beş ya da otuz kilometre ayırır. Kederli yükseltileri
göle hâkim Mitchikeli Tepelerinin
ötesinde, en yüksek, en muhteşem zirve Pindus’tur…
Akşam karanlığı çöktüğünde, doğu tepeleri pembeliğe, sonra da morluğa boyanır.
Batıdakiler, neredeyse siyah gibi bir mor renge bürünürken opal rengi bir fon
kararmış şekillerin konturlarını sertleştirir, netleştirir gibi yapar… Ve tatlı
bir serinlikle, akşamın sükûneti her şeyin üstüne çöker… Buraları beklerken,
yağmur altındaki kent, ne kadar da hüzünlü! Gri bir kefen, Pindus’un tepelerini örtmüş. Bulutların ağır örtüsü Yanya’yı ve gölünü, dağların ve
tepelerin oluşturduğu kutuya kapatmış.(2)
Pindus'un tepelerinden birinden Yanya'ya ve Pamvotis Gölü'ne bakış
(Kaynak: https://www.travelioannina.com)
Güneş batarken, tüccarlar ve “kahveciler” iş yerlerini kapatmakla
yükümlü. İki saat sonra kentte dolaşmak kesinlikle yasak… Sadece özel izinli
kişiler sokağa çıkabilir. Onlar da oldukça az.
Saat yediden itibaren, Yanya
kimsenin yaşamadığı ölü bir kenttir. O ne boşluk, ne sessizliktir! Evlerden
dışarıya hiçbir ses sızmaz. Pencereler karadır. Hayatı temsil eden ışığın içeri
girmesine izin verilmesinden sanki korkulmakta… Arada bir, her zamankinden daha
az aydınlatılmış sokaklarda düdük sesleri duyuluyor. Devriyeler geziyor. Ayak
sesleri tuhaf şekilde çınlıyor. Bir köpeğin havlaması şaşırtıyor. Gayriihtiyari
sesler alçaltılıyor. İç karartıcı ve neredeyse eğlenceli bir durum.”(3)
Yanya Kalesi'ne bakış; 1832 yılı-Gezginler Robert Walsh ve Thomas Allom gravürü
(http://tr.travelogues.gr/item.php?view=38949)
Yanya’da 1912 Ekim-Kasım ayları; hava “kurşun” gibi ağır. Ekim ayının
başları; redifler ani olarak silah altına alınıyor. Yunanistan, Osmanlı
Devleti’ne karşı savaş ilan ediyor. Yunan kuvvetlerinin amacı, Yanya’yı çeviren
dağları aşarak kuşatmak ve onu çaresiz bırakarak teslime zorlamak… Türkler, bu
kuşatmayı yarmak amacıyla zaman zaman saldırılarda bulunarak iyi teçhiz edilmiş
Yunan kuvvetlerini püskürtüyor. Gelgitler şeklinde seyreden saldırılar ve ricat
birbiri ardına ekleniyor. Karadağlılar, Sırplar ve Bulgarlarla savaşarak gelen
ve Manastır’dan güneye kaydırılan yorgun Türk birlikleri, şehrin çevresindeki
çadırlarda bekleyişte.
Yanya'da bir camide Türk esirler bekleyişte...
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
“Türkler yeniden saldırıya geçtiler. (7
Kasım 1912) İleriye doğru yeni bir yürüyüş; iki gün savaş, sonra, yeniden
ricat.
İtaatsiz, şedit, kurnaz, her tür disipline isyankâr ve katkıları olan
mağlubiyet nedeniyle cesaretini kaybetmiş Arnavutlar, çevreye dağılıyorlar,
köyleri yağmalıyorlar, yakıyorlar. Her yerden aşırılıklarına dair haberler
geliyor… Arnavutlar, birliklerinden kaçacaklar ve sürüler halinde Yanya’ya girecekler.
Halk (Yunanlar kast ediliyor. İF) dehşet içinde… Çok kimse-imkânı
olanlar- mesken değiştirerek konsoloslukların yakınına taşınıyor. İlk uyarıda
bu geleneksel sığınaklar kendini kaybetmiş yığınlarca işgal edilecek. Bu arada,
herkes giysiler dâhil evlerdeki en değerli eşyalarını mahzenlerinin dibine
saklıyor. Bu iş tamamlandığında kapıların önüne duvar örülüyor.”(4)
Yanya-1854
(Kaynak: http://tr.travelogues.gr)
Yanya’yı çeviren tepelerin üstündeki mevzilerde üstlenmiş Osmanlı
kuvvetlerine yönelik saldırılar gün be gün artıyor. Taraflar, 10 Kasım 1912’de Yanya’nın yaklaşık 30 km kadar uzağında
çarpışıyorlar. Şehir içindeki olağanüstü koşullar her yerde kendini
hissettiriyor. Yanyalı Yunanlardan bazıları işledikleri ihanet suçlamalarıyla (Türk
ordusunun konumlanması ve savaş planları ile ilgili istihbarat bilgilerini
düşmana vermek) Divanı Harp tarafından mahkûm edilerek sokaktaki ağaçlara ibret
olsun diye asılıyorlar. Türkler, yakınlardaki Pentepigadia’yı terk etmiş durumdalar. Yunanlar, Yanya savunma hatlarının birkaç
kilometre uzağında kamp kuruyorlar. Arnavut askerler arasında disiplinsizlik ve
firar artıyor. Yakalananlar kurşuna diziliyorlar. Kuşatılmış şehirde mahrumiyet
giderek derinleşiyor. Fırınlarda beyaz ekmek yok; gıcırdayan ve kumu andıran
mısır ekmeği bulunuyor ancak. Şehre posta ulaşmıyor artık.
Yanya sokaklarında Türk esirleri kafilelerle geçerken...
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
Savaşın sürdüğü tepelere doğru diplomatik dokunulmazlıklarla desteklenen
bir keşif gezintisi anı… Merakla Yunanların zaferi kovalanıyor:
“Yol yükseliyor. Pindus’un
zirveleri, doğrudan ışık altında sert bir parlamayla, uzaktaki kararsız
buharlardan net olarak sınırlarını ayırıyor…Gölü sol tarafımızda bırakıyoruz.
Diğer tarafta gene her biçimde, her yükseklikte tepeler ve dağlar… Sanki Yanya
çevresinde dağlar sayıyla değil ve kederli krallıkları ebedi.
Yanya civarında Pindus'un en acımasız uçurumu; Vikos Kanyonu
(Kaynak:https://www.travelioannina.com/natural-beauty)
Ama işte bir kamp, çadırlar, barakalar, Kızılay’ın bayrağı… Burası
Osmanlı cankurtaranlarının kampı... Burada bazı yaralılar tedavi ediliyor, Yanya’ya nakledilmelerine imkân
olmayanların ilk bakımları yapılıyor.
Şimdi Yanya’yı savunan beş
devden en korkulanı, en iyi silahlandırılmış olanı, Türk ordusunun ümidi olduğu
söylenen ele geçirilemez dağ Bizani- Bizani’nin sarp eteğinin yakınından
geçiyoruz… Biraz ileriden, ama her taraftan dağlar, tepeler devamlı olarak bizi
sarıyor. Farklı yükseklikte dorukların dizildiği sol tarafta, uzun çıplak bir
zirvenin hâkim olduğu geniş bir amfitiyatronun dibinde, Esat Paşa’nın Rovigliasto Han’ın
kare binasını çevreleyen kampı.
Yanya Savunması'nda önemli bir yere sahip Bizani Kalesi'nin Alman Goltz Paşa tarafından planlanan tahkimatı
(https://www.travelioannina.com/historical_locations)
Sesli kayalardan yuvarlanan, dar vadileri dolduran, katılaşmış
atmosferde uzaklara dağılan korkunun, katliamın, ölümün habercisi kızgın
sesleri, birkaç kilometre ötede cereyan eden savaşın gürültüsünden bizi ayıran,
sadece birkaç tepeydi sanki.”(5)
Yanya şehir meydanında Yunan bayrakları
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
Yunan kuvvetlerinin Dryscos ve
Condrovraki tepelerini ele
geçirmelerinden sonra Gastritza’daki
Türk savunmasına karşı yönelen büyük saldırı geri püskürtülür. Boğaz boğaza bir
çarpışmadan sonra Yunan kuvvetleri geri çekilirler. Yunan birlikleri içinde
İtalyan Garibaldi’nin 1500
civarındaki gerillasının bulunduğu, Türk savunma mevzileri üstünde uçan Fransız
yapımı keşif ve bombardıman uçaklarının varlığının yazar tarafından açıklıkla
ifade edilmiş olması, Batı’nın bu savaşta Yunanistan’ın yanında nasıl saf tuttuğunu
da belgelemektedir.(6)
Nisan 1913 itibariyle 2.Balkan Savaşı'nda işgal edilmiş Osmanlı toprakları
(Kaynak: internet ortamı)
Aşağıdaki satırlarda; savaşın izlerinin peşinden Yanya çevresindeki tepeleri dolaşan Fransız misyonunun içindeki
yazarın eşsiz bir Yanya betimlemesini
bulacaksınız:
“Batı yamaçlarına hâkim konumda bulunduğumuz Dryscos Tepeleri, yarıklar ve çukurlarla, uçurumlar ve pürüzlü
yüzeylerle, derelerin çizdiği Barcomadi
Ovası’na iniyor. Onun ötesinde, her tarafta, dağlar ve tepeler…
Yanya çevresinde yarıklar ve uçurumlarla betimlenen hırçın topografya; Vikos Kanyonu
(Kaynak:https://www.travelioannina.com/natural-beauty)
Karşımızda, iki devasa ucuyla uzunlamasına Dodoni Tepesi’ne hâkim Tomaros’un
ardında, birazdan güneş batacak ve kırmızı gökyüzü alev alev yanıyor.
Bizani Kalesi; arkada Pinduslar
(https://www.travelioannina.com/historical_locations)
Yansımalar serpiliyor. Ayaklarımızın altında, gölün aydınlık aynası,
kararmaya başlayan vadinin çukurundan tatlı bir pembelikle ayrılıyor. Ve, suya
doğru ilerlerken, büyük altın meşaleleri andıran minarelerin pembe bir zafer,
yarı saydam buğu, ışıklı toz içinde su yüzüne çıktığı Yanya, bir efsane kenti
ya da peri kızı masalı misali, pembe ve altın yaldızlı, gerçek dışı ve muhteşem
görünüyor… Dolambaçlı yollar, sarmaşığın örttüğü çöken duvarlar, kurumuş
kireçten kaba sıvalı evler, siyahımsı kiremitli fakir damlar nerede? Saraylar
düşlüyorum, mermerlerin parlak opaklığını, kıymetli taşların göz kamaştıran
saydamlığını, emayelerin ve mozaiklerin çok renkliliğini, işlenmiş taşın en
değerli mucizelerini, yabancı ve saygın bir mimariyi, bütün ihtişamları, bütün
lütufları, Doğu’nun bütün çiçeklerini. Ejderlerin kızı, başta korku salan Bizani olmak üzere beş kara devin
koruduğu mutlu gölün kıyısında uyuyan deniz kızı, uzakta ve alaca karanlık
içinde, ulaşılmaz bir serap güzelliğinde Yanya.”(7)
Mutlu gölün kıyısında uyuyan deniz kızı; Yanya
(https://www.travelioannina.com)
Bir gelgit şeklinde ilerleyen savaş, taraflar için ne kadar yıpratıcı da
olsa o acımasız sona doğru sürüklenmekte. Aralık ortalarında Yunan birlikleri Pista’yı ele geçirirler. Bir süreliğine Esat Paşa’nın sahadaki harekât merkezi
olarak işlev gören Rovigliasto,
Yunanlar tarafından işgal edilir. Yunan birlikleri, artık korkunç Bizani’nin çevresindeki tepelerde
görünmeye başlarlar. Çarpışmaların sesleri Yanya’dan
duyulmaktadır. Yanya’ya sürekli yeni Türk
takviye birlikleri gelmektedir.
Beyaz bayrak çekilmiş; teslim olan Türk siperlerinden biri
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
“Cuma günü yeni takviyeler geldi. Anadoluluların taburları… Ama
Manastır’dan gelen bu askerler için merhaleler çok uzun, yemekler çok seyrekti.
Ne kadar da yorgundular! Kente girerken bazıları ayakta zor duruyordu. Lahana
yaprağı artıklarını çamurdan çıkarıp iştahla yiyenler olduğunu gördük… Zavallı
Asyalı askerler! Soru sorulduğunda, en genç olanlarının yüzünde hüzünlü bir
safiyet tebessümü beliriyor. Oraya neden sevk edildiklerini, neden oraya
geldiklerini, neden her yerde savaş olduğunu bilmiyormuş gibiler. Teslimiyet
içindeki büyük çocuklara benziyorlar… Ve arslanlar gibi dövüşüyorlar. Olaylardan
habersiz gözleri ölümün doğrudan yüzüne bakıyor. Sırplarla, Karadağlılarla
savaştılar. Mücadeleden, geri çekilmeyen yorgun düşmüş, mideleri hiçbir zaman
doymamış haldeyken, Yunanla savaşmaya gönderildiler.”(8)
Yanya Savunması'nın Başkumandanı Mehmet Esat (Bülkat) Paşa
(Kaynak: internet ortamı)
Yanya Savunması’nın kumandanı Mehmet Esat Paşa
(1862-1952) da Yanyalıdır aslında. Yanya
Belediye Başkanı Mehmet Emin Efendi’nin
oğlu olan Esat (Bülkat) Paşa’nın
kardeşi Kaçi Vehip Paşa da Yanya Savunması’nda Yanya Kalesi’nin kumandanı olarak görev alır. Fransız yazarın her
ikisi ile ilgili izlenimleri de ilginçtir.
Esat Paşa ve Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı'nda...
(Kaynak: internet ortamı)
Bizani’deki karargâhında Esat Paşa
tarafından ağırlanışları esnasında;
“Size bakıyorum: Hareketlerinize, duruşunuza, kendini teşhir etmeyen ve
güçlü kişilere has, inceden inceye hissedilen ölçülü ve derin otoritenize.
Davranışlarınız, kalıbınız zarafeten yitirdiğinizi gurur olarak kazandı. Açık
renk gözleriniz biraz dalgın, yaşlanmış bir adamın biraz melankolik ve sevimli
yürek temizliğiyle gülümsüyorsunuz ve birden, bu erken ihtiyarlık,
gülümsemenizdeki bu melankoli, bu iç yorgunluğu, bakışınızdaki tarif edilemez
“uzaklık”, bana garip bir şekilde etkili görünüyor.”(9)
Yanyalı Esat Paşa
(Kaynak: internet ortamı)
Yanya Kalesi’nde Vehip Paşa tarafından kabul edilişleri sırasındaki
ilgili izlenimleri ise şöyle;
“Biraz yeşile çalan gri gözlerinin, bakışlarının içine dönermiş gibi
yaparak ya da saklayarak değişikliğe uğrayan sırayla aydınlattığı ya da
kararttığı yüzünü koyu renk bir sakal çerçeveliyor. Yüzünün kemik yapısı geniş,
güçlü... Gülümsediğinde dudakları hafifçe yukarı kıvrılıyor ve çok beyaz ve
güçlü dişlerini ortaya çıkartıyor. Bu savaş adamı yüzü, bana anlaşılmaz ve biz
Batılılarca anlaşılması mümkün olmayan bir ruhun gizemiymiş gibi geliyor.
Yanya Savunması'na ağabeyi Esat Paşa ile birlikte katılan Vehip Paşa
(Kaynak: internet ortamı)
Vehip Bey’e savaşın tahmini süresi hakkında fikrini sorduğumuzda şöyle
diyor:
-Bilmiyorum… General Sabuncaki (Yunan Komutanı) olsaydım, geri
püskürtüldükten sonra tekrar gelirdim… Ama General Sabuncaki geri gelirse,
tekrar püskürtürüz… Ve böyle sürer… Sonsuza dek!”(10)
Yanya Kalesi'nde Türk şehitleri
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
19 Ocak 1913; savaş başlayalı 3 ay olmuş durumda. Yanya, yorgun ve aç… Yaralı ve ölüler kent merkezindeki hastanelere
ve mezarlıklara taşınıyor. Yanya’nın
mezarlıkları dolmuş durumda. Artık çevredeki tepelerin eteklerine doğru
genişliyor mezarlıklar.
Savaşın sonuna doğru yaklaşılırken neredeyse göğüs göğüse süren
çarpışmaların ve siperlerin ardındaki insani korku ve duyguların durumu aşağı
satırlarda saklı:
Yanya'da Türk esirleri
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
“Bazı noktalarda, Türkler ve Yunanlar, aralarında uçurumla ayrılmış iki
tepenin üstünde, kuş uçuşu elli ya da iki yüz metre mesafedeler. Ele
geçirdikleri bir tepenin dik duvarlarının arkasına saklanmış olanlar, uçurumun
diğer yakasından tüfek atışları gelmeden kıpırdayamıyorlar… En küçük harekette,
en küçük seste; ava çıkmış gibi ateş ediliyor. Sayısız ölü uçurumun dibinde yatıyor…
Onları gömmeyi reddediyorlar… Aralarında yaralılar da olabilir mi?
Bazen karşılıklı selamlaşılıyor, alay ediliyor, şarkılar söyleniyor ya
da –çünkü apansız tehlikeye katlanıldığı, farklı kamplara rağmen birlikte
görevlerin tamamlandığı saatleri yakınlaştırıyor- basit hediyeler değiş tokuş
ediliyor. Türkler tütün, Yunanlar beyaz ekmek veriyorlar.”(11)
Yanya ve Pinduslar
(Kaynak: http://tr.travelogues.gr)
Yunan birliklerinin Yanya’yı
kuşatma koşulları giderek ağırlaşıyor. Kentte yakıt yok. Kent karanlığa
gömülmüş durumda. Yazar, yaklaşmakta olan kentin teslimi arifesinde, şehirde
yaptığı bir gezinti sırasındaki gözlemlerini aktarıyor:
“Dün şehirde gezerken gördüğüm ne kadar dokunaklıydı. Her yerde sefalet,
hastalık, ızdırap, ölüm.
Dolma toprağın yola taştığı mezarlığın yanından geçerken, çukurlar
kazılmakta… Açık çukurların yanına yere konmuş tabutlar var… Askerlerin
taşıdığı başka tabutlar hüzün verici çukurlara indiriliyor… Şehir çirkin ve
pis… Her yeri kaplayan bir çamur, devamlı askeri birliklerin ve ağır mühimmat
ve yiyecek arabalarının geçişi nedeniyle çökmüş yolu kirletiyor. Koyu renkli
ahşap kepenkler dar dükkânları sıkı sıkıya kapatıyor. Evler de kapalı ve sanki
yastalar. Dışarıda sadece askerler görünüyor… Kahverengi üniformalar; ezilmiş,
yırtılmış, kirli, ne şekli kalmış ne rengi…”(12)
Yanya Kalucani mahallesinde Yanya'ya giren Yunan taburunun yürüyüş kolu
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)
Bu koşullarda devam eden savaşı bitirmek üzere Yunan Veliaht Prens Konstantin’in temsilcisi olan bir
Yunan parlamenteri, Başkumandan Esat Paşa’nın
karargâhına giderek ondan kenti teslim etmesini isteyen bir mektubu iletir. Esat Paşa’nın yanıtı ise, hükümetten bu
yönde bir emir gelmedikçe kentin teslim edilmeyeceği doğrultusundadır. Mart
ayının başlarında Yanya’nın
çevresindeki tepelerde direnen Türk hatlarına karşı Yunanlar, yeniden büyük bir
saldırı başlatırlar. Rapsista, Manoliassa ve Bizani tepeleri arka arkaya düşer. Esat Paşa, acilen Yanya’nın
merkezine dönmüş durumdadır. Her tarafta bir kargaşa ve dağınıklık havası hâkimdir.
Yanya-1890
(Kaynak: http://tr.travelogues.gr)
6 Mart 1913’de Yunan öncü birliklerinin komutanı General Soutzos, Yanya’yı
teslim almak üzere şehre girer. Daha önceden anlaşıldığı gibi Yunan
kuvvetlerine karşı herhangi bir direniş olmaz. Fransız konsolosunun eşi olan
yazarın yerli Yunan ahalinin coşkulu ruh halini de yansıtan o andaki
izlenimleri şöyledir:
Yanya topografyası
(https://www.travelioannina.com/historical-info)
“Saat ona doğru kentten arabayla geçtik… Bütün evler şimdiden Helen
mavisiyle döşenmişti… Yunanistan Kralı ve Bakan Venizelos’un resimlerini
taşıyan madalyalar, mavi beyaz emaye broşlar bayram giysilerini süslüyordu… Bir
gün önce ortaya çıkarılan –gizlice dikilmiş bayraklar, kokartlar, sembolik
şeyler- hayret verici biçimde, en korkunç cezaları hiçe sayarak Büyük Gün için
hazırlanan bütün bu eşyalar gizlendikleri bu yerden çıkarılmıştı. Bütün
meydanlar, bütün sokaklar, bütün balkonlar, kalabalık halk kitleleriyle
doluydu. “Zito”lar, çanların zafer şarkılarıyla parıltılarını birleştirmeyi
sürdürüyorlardı.”(12)
Esat Paşa'nın Yanya'yı Prens Konstantin'e teslim edişinin Yunanlar tarafından bir afişle yorumlanışı
(kaynak: internet ortamı)
Kendisinin de sıkı bir Yunan taraftarı olduğunu açıkça dillendiren
yazarın ve Yanyalı Yunanların bu sevinci, 8
Mart 1913 günü Veliaht Prens
Konstantin’in; şehri Esat Paşa’dan
teslim almak üzere kente girişi sırasında doruğa tırmanır. Bizim için acı olan,
1431’de Padişah II. Murat döneminde Osmanlı topraklarına katılan Yanya’nın 8 Mart 1913’de yabancı gözlemcilerin cesurca ve kahramanca
sözcükleriyle niteledikleri tarihi Yanya
Savunması’nın sonunda Anadolulu neferlerin sefalet, açlık ve yenilmişlik
duygusu içinde uğradığı haksızlıktır. Yaşanan ne kahramanca bir savunmaydı; ama
sonuç olarak yenilmiştik. Orduya siyasetin girdiği, ikiliklerin,
çekememezliklerin yaşandığı; emperyalist Batı’nın parsel parsel Osmanlı
topraklarını paylaştığı ya da paylaşmanın arifesinde olduğu zamanlardır o
yıllar. Balkan Savaşı’nda kaybedilen Rumeli, arkasından bir imparatorluğun
çöküşüne yol açacak Birinci Dünya Savaşı’nın da habercisi gibidir. Nitekim bir
yıl sonra bu coğrafyada bütün haritalar yeniden çizilmek üzere bir büyük savaşa
girilecektir; Birinci Dünya Savaşı’na.
Bugünkü Yanya; Pamvotis Gölü ve karşıda Yanya şehri
(kaynak: https://www.travelioannina.com)
Bugünkü Yanya
1431 yılında Osmanlı topraklarına katılan, yaklaşık 500 yıl Osmanlı
yönetiminde kalan, Roma’yı Asia (Asya) Eyaleti’ne bağlayan Via Egnatia rotası üzerinde bulunan Epir’in kalbi Yanya,
bugün farklı kültürlerin bir potada eridiği kozmopolit bir yaşamın mirasını
bağrında taşımakta. Çevresi dev kireç taşı dağ kütleleri ile çevrilmiş; bu
açıdan doğal bir savunma olanağına sahip kent, geçmiş zamanın çalkantılı
günlerini ardında bırakmış; mavi-yeşil bazen de gri tonlara bürünmüş Pamvotis Gölü’nün kıyısında oldukça
sakin bir yaşam mekânı olarak dikkat çekiyor. Göle nazır bir tepenin üstünde
konumlanmış şehir, göle doğru giderek alçalıyor.
Yanya iskelesi ve Pamvotis Gölü
Pamvotis Gölü'nde adaya doğru tekneyle ilerlerken Yanya sahiline bakış
100.000’i aşkın nüfusuyla modern Yunanistan’ın önde gelen kentlerinden
biri olan Yanya’da eski şehrin
izlerini görmek adına Belediye Binası’nın karşısındaki Osmanlı Dönemi’nden
kalma Saat Kulesi’nden başlayacak bir
yürüyüş, Pamvotis Gölü’nün kıyısında
ve Yanya Kalesi’nin duvarlarının
önünde sona erecektir. 18.yy.a dek uzanan değerli tarihi yapıların yer aldığı
bu cadde, Eski Şehrin ana akslarından birini oluşturur. Ana caddeye açılan her
geçit bir sürpriz demektir; gümüş ya da altın takı satan mücevher dükkânları,
baston v.b. ahşap işlemeciliği üzerine Yanya işi el sanatları ürünlerini sergileyen
hediyelik eşya mağazaları, daracık yaya yolları; bar ve kafeteryalar bunların
bazılarıdır.
Yukarı şehirden Pamvotis Gölü'ne doğru...
Yanya; çarşı ve meydan
(kaynak: https://www.travelioannina.com)
Kentte yaklaşık 20.000 civarındaki öğrencisi ile büyük ölçekli
sayılabilecek Yanya Üniversitesi’nin
varlığı nedeniyle şehrin merkezindeki ve göl kıyısında yer alan kafeteryalarda
üniversiteli gençlerin yoğunluğunu fark etmemek mümkün değildir. Bisikletle
gezenler ya da bize denk geldiği üzere Yanya
Maratonu’na katılmak için sahilde hazırlık koşusu yapan gençlerin varlığı,
dingin kentin renklerindendir.
Yanya sahilinde genç koşucular
Yanya Çarşısı'ndan araç trafiğine kapalı sokalardan biri
(kaynak: https://www.travelioannina.com)
Yaklaşık 500 yıl Yanya’yı
elinde bulunduran Osmanlı’nın kentteki mirasının önemli bir bölümü göl
kıyısındaki bir sekide yükselen Yanya
Kalesi’nde; kale içindeki sivil mimari örneği Türk evlerinde ve Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa
dönemine denk düşen Pamvotis Gölü’ndeki
adada yoğunlaşmış durumdadır.
Yanya rıhtımındayız; Pamvotis kıyısında...
Yanya Çarşısı
(kaynak: https://www.travelioannina.com)
Yanya Kalesi, aslında kendinden önceki
dönemlerde de kentin savunmasında önemli bir rol üstlenmiş; göle hâkim konumda
eski bir Bizans Kalesi’nin kalıntıları üstüne oturmuş durumdadır. Kalenin hangi
kapısından girerseniz girin; kale içine ulaştığınızda, kentin telaşını yansıtan
sesleri arkanızda bırakmışsınız demektir. Daracık sokaklar, sokakların iki
yanında zaman zaman rastladığınız iki katlı, bazen cumbalı eski Türk evleri,
şimdi Bizans Eserleri Müzesi olarak
işlev görev Ali Paşa’nın kentteki
sarayından kalan binalar, bir sinagog,
hemen önünde onun başsız gövdesinin gömülü olduğu Fethiye Camisi, burçlar ve kaleyi çepçevre saran sur duvarları,
17.yy.da yine kentin o dönemki yöneticisi Aslan
Paşa tarafından yaptırılmış olan Aslan
Paşa Camisi, medrese ve diğer yapı kalıntıları kale içinde en dikkat çekici
unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
Şimdi Bizans Eserleri Müzesi; Ali Paşa'nın sarayından kalan...
Tepedelenli Ali Paşa'nın mezarı
Yanya kale içi; çınarlar ve Pamvotis Gölü'ne bakış
Kale içindeki Ali Paşa’nın sarayı olarak bilinen yapı, Fransız İhtilali’nden sonra inşa edilmiş. Saray, Ali Paşa zamanında iki katlı ve çok odalı
bir yapıya sahipmiş. Uzun yıllar kentin idari yönetiminin merkezi olarak işlev
gören bina, 1870 yılında geçirdiği bir yangın sonrasında tahrip olmuş. Bugün
saraydan geriye fazla bir şey kalmasa da şimdi Bizans Eserleri Müzesi olarak kullanılan yapı, sarayın yıkıntıları
üstüne askeri hastane olarak inşa edilmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında
bombalanan kale içindeki yapılar bu saldırılardan da büyük zarar görmüşler.
Yanya kale içinde eski Türk evleri
Bizans Eserleri Müzesi; Hz. İsa'yı betimleyen bir ikona örneği
Bizans Eserleri Müzesi; Aya Yorgi'nin ejderhayı öldürüşü
Bizans Eserleri Müzesi, Aslan Paşa Camisi’nin içinde yer alan Yanya Etnografya Müzesi ile birlikte kale içindeki iki müzeden biri
olarak dikkat çekiyor. 1995 yılında Ali
Paşa’nın saray binasının alt katında yedi salondan oluşan bir yapıda
düzenlenerek ziyaret açılan müzede Erken Hıristiyanlık döneminden Bizans
sonrası dönemlere kadar geniş bir zaman diliminde; farklı yerlerden ve
kazılardan elde edilen buluntular sergileniyor. Bunların içinde paralar,
seramik kaplar, Hıristiyanlık tarihine ve Hz. İsa’nın yaşamına dair çok sayıda
ikona, kiliselerin sütunları, yazıtlar, el yazması İnciller yer alıyor.
Bir Bizans sütun başlığı
Kale içinde yer alan Yanya'nın ilk İslam ibadethanesi; Fethiye Camisi
Yanya kale içinden bir başka görünüm; en arkada Aslan Paşa Camisi'nin minaresi
Kalenin içinde ve eteklerinde çok
sayıda asırlık çınar ağacı dikkat çekiyor. Bu çınarların yaşları dikkate
alındığında, Osmanlı Dönemi’nden kaldığı şüphesiz… Dolayısıyla Yanya’daki Osmanlı kültür mirası
listesine, güzle birlikte sararan altın sarısı yapraklarıyla göz alıcı bu
değerli çınar ağaçlarını da katmak gerek.
Yanya Kalesi'nin kapılarından biri
Yanya Kalesi; Ali Paşa'nın mezarı, arkada ise saray yapıları-1836; Robert Walsh gravürü
(http://tr.travelogues.gr/item.php?view=38965)
Yanya Kalesi'nin kapısının üstünde yer alan aslan rölyefi
Yanya Kalesi girişinin önden görünüşü
Yanya'yı kale içinden ayıran surlar
İç kaledeki Osmanlı mirası
eserlerden bir diğeri ise Yanya’daki
Osmanlı Dönemi’nin ilk ibadethanesi olarak bilinen ve adını da Yanya’nın fethinden alan Fethiye
Camisi… İç kalenin en doğusunda ve en yüksek noktasında yer alan ve ilk
kez 1431'de mescit olarak minaresiz inşa edilen cami, 1795'te Tepedelenli Ali Paşa'nın isteği üzerine
bugünkü şeklini almış. Rivayet odur ki; Fethiye
Camisi, gelenek üzere kendisinden önceki bir Bizans kilisesinin üzerine
inşa edilmiş. Bugün caminin son cemaat yerinin hemen önünde ise, Tepedelenli Ali Paşa’nın demir
ferforjeler içine hapsedilmiş mezarı yer alıyor. Pamvotis Gölü’nün ortasındaki adada bulunan yazlık evinde 1822
yılında öldürüldükten sonra, kesilen başının Babıali’ye gönderilmesi nedeniyle; Ali Paşa’nın başsız kalan gövdesi yine de yalnız değil. Geçen
bölümde ölümüne neden olduğunu belirttiğimiz ilk eşi Ümmü Gülsüm Hatun’un yanında yatıyor Tepedelenli Ali Paşa…
Yanya kale içinde; Anadolu'da sıkça rastlanılan bir evin altından geçiş yolu
Aslan Paşa Camisi'nin mihrabı
Aslan Paşa Camisi; minber
Medrese hücreleri
Aslan Paşa Camisi'nin içinden mukarnas geçişler
Kale içinde yer alan diğer bir
Osmanlı eseri de Aslan Paşa Camisi… Aslan
Paşa Camisi, kentte 1600-1612 yılları arasında yöneticilik yapan Aslan Paşa zamanında yaptırılmış.
Kaynaklara göre Fethiye Camisi gibi; İlahiyatçı Yahya (St. Jean) adına ithaf edilmiş, yine eski bir Bizans kilisesinin
üstüne yapıldığı belirtiyorlar. Aslan
Paşa Külliyesi, zamanında önemli bir dini eğitim merkezi işlevi görmüş.
Bunu nereden anlıyoruz; caminin hemen alt düzlemindeki medrese yapılarından…
Caminin yakınlarında Aslan Paşa’nın türbesi,
hamam, kütüphane ve zamanında mutfak ve aşevi olarak kullanıldığı düşünülen
başka yapılar da mevcut.
Aslan Paşa Camisi
Aslan Paşa Camisi'nin avlusu; sağ yanda medrese ve kütüphane; önde güllelerden bir yığın...
Aslan Paşa Camisi'nde yer alan Etnografya Müzesi'nden; dönemin kadın kıyafetlerine örnekler; gümüş kemer göz alıcı...
Cam şekerlik ve porselen tabaklar
Sedef işlemeli mobilyalar; bir divan ve sehpa örneği
Kılıçlar ve yatağanlar
Bir erkek kıyafeti
Sedef kakmalı eşsiz bir sandık
Bir cam vazo
Küçük bir halı örneği
Müze olarak düzenlenen Aslan Paşa Camisi'nin içinden bir görünüm
Bugün Aslan Paşa Camisi’nin içinde Yanya Belediyesi’nin Etnografya
Müzesi yer alıyor. Müzede; Yanya’da
birlikte yaşayan Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi toplumlarının 18-20 yy.lardaki
yaşamını ve sosyal ilişkilerini yansıtan objeler sergileniyor. Bunların
içerisinde; Yanya’nın önemli
ailelerinin müzeye bağışladığı porselen tabaklar, metal mutfak eşyaları,
takılar, farklı sosyal grupların giysileri, Osmanlı Dönemi’nden kalma silahlar
ve giysiler, kiliselere ait gümüş eşyalar, papaz cüppeleri, İnciller, eski
sinagogdan kalma Yahudi koleksiyonları, Ali
Paşa döneminden kalma mobilyalar, bronz objeler ve dini içerikli kitaplar
yer alıyor.
Yanya Yahudileri'ne ait bir Torah muhafazası
Yanya Etnografya Müzesi'nde yer alan dönemin ateşli silahlarına örnekler
Yanya Kalesi'nden Pamvotis'e bakış
Yanya’da; bugüne ulaşabilmiş bir üçüncü cami de Yanya’nın Litharitsia Tepesi’nin
güney tarafında bulunuyor. Güneydoğu eteklerine doğru yukarı şehrin geliştiği
bu platonun üstünde yer alan kare planlı ve tek kubbeli caminin yakınlarında
bir medrese ve Tepedelenli Ali Paşa’nın
oğlu Veli Paşa’ya ait saray yapıları
yer almaktaymış. Zamanında önemli bir dini eğitim merkezi olarak düşünülmüş
medrese binası, bugün Yanya Belediyesi’nin Ulusal
Direniş Müzesi olarak kullanılıyor.
Veli Paşa Külliyesi; Litharitsi-Yanya
(kaynak:https://www.travelioannina.com)
Veli Paşa Camisi
(kaynak:https://www.travelioannina.com)
Veli Paşa Külliyesi; medrese, şimdi Yanya Ulusal Direniş Müzesi
(kaynak:https://www.travelioannina.com)
Yanya’nın bir başka değerli köşesi ise, kıyısında yer aldığı Pamvotis Gölü ve ortasındaki ada… Bazı
kaynaklarda Ali Paşa tarafından göle
atılarak boğdurulan Kira Frosini ile
birlikte anılan; ama çoğu kaynakta ise “ismi
olmayan ada” olarak belirtilen bu adada şimdi müze haline getirilmiş olan Tepedelenli Ali Paşa’nın yazlık evi ve
Bizans Dönemi’nden kalma birkaç manastır bulunuyor. Bunlardan en bilinenleri
ilk bölümde anlattığımız gibi Ali Paşa’nın
hayatıyla da kesişen Pandeleimon
Manastırı… Adadaki 7 adet manastırdan en büyükleri ise kurucu ailelerin
ismi ile anılan Stratigopoulos ve Philanthropinos... Ada bu özelliği ile
Yunanistan’da Athos Dağı ve Meteora’dan sonra en çok manastır
barındıran mekân olarak da öne çıkıyor.
Pamvotis Gölü
Tekneden Yanya Kalesi'ne bakış; Aslan Paşa Camisi...
Adaya giderken sazlıkların yanından geçtik.
Pamvotis'in isimsiz adası; Ali Paşa'nın yazlık mekanı
Pamvotis kıyısında çınarlı kahve
Adaya yanaşırken...
Yanya İskelesi’nden kalkan teknelerle pastoral bir yolculuk eşliğinde yaklaşık 10-15
dakika içinde adaya ulaşmak mümkün. Zamanında Ali Paşa’nın da kürek sefalarına sahne olmuş bu benzersiz
güzellikteki gölün dalgalarını usul usul yararak ve birçok canlıya yaşam mekânı
olmuş gölün içindeki sazlıkların yanından geçerek adanın küçük iskelesine
yanaşıyoruz. Her yanında asırlık çınar ağaçlarıyla kaplı iskele meydanı ve Ali Paşa’nın yazlık evinin avlusu son
derece göz alıcı… İskele meydanında sahil boyunca adanın vazgeçilmezi yılan
balığı sunan kır lokantaları ve kafeteryalar mevcut.
Köyün içinden bir görünüm
Adada çarşı
Ali Paşa'nın yazlık evinin avlusuna girerken; arkada 700 yaşındaki çınar...
Avludan bir görünüm
Tepedelenli Ali Paşa'nın şimdi müze olarak düzenlenen yazlık evi
Her yere yürüyerek ulaşmanın bahtiyarlığı içinde adanın küçük çarşısının
içinden geçerek Ali Paşa’nın yazlık evine ulaşmak mümkün. Ali Paşa 1822 yılında
öldürüldükten sonra; herhalde bir yangınla harap hale gelen iki katlı bina,
Yunan yöneticiler tarafından restore edilerek zamanın ruhunu yansıtan bir müzeye
dönüştürülmüş. Yaklaşık 700 yıllık gösterişli bir çınar ağacının bulunduğu
avluya açılan girişten geçerek trabzanlı bir merdivenle çıkılan iki katlı
yazlık eve ulaşıyoruz. Zamanında yeri göğü titreten Tepedelenli Ali Paşa’nın bu efsunlu mekânına eriştiğinizde, bu
havayı teneffüs etmek bir ayrıcalık gibi geliyor insana…
Ada sahillerinde...
Ali Paşa'nın yazlık evinden bir köşe
Dönemin giysilerinden; bir tür gocuk...
Evin içinde Ali Paşa’nın yaşadığı döneme ait porselen tabaklar, bakır ve gümüş
işlemeli ev eşyaları, kemerler, elbiseler, takılar v.b. etnografik malzemeler,
duvarlarda Yunan Bağımsızlık Savaşı’ndan anları yansıtan ve savaşın önderlerini
betimleyen resimler, Ali Paşa ve
ikinci karısı Kira Vasiliki’nin
tabloları sergileniyor. Silahlara özel bir ilgisi olan Ali Paşa'nın özel gümüş işlemeli tüfeği müzenin en çok ilgi çeken objelerinden.
Ali Paşa'ya hediye edilen 1804 yapımı
silah ince el işçiliği ile dikkat çekiyor. O döneme ait el yapımı, gümüş
işlemeli silahlar ve kılıçlar, hançerler de müzede sergilenen objeler arasında…
Müzede sergilenen eşyalara örnekler
Ali Paşa'nın yazlık evinin tavanındaki kurşun delikleri
Evin altındaki bir tonoz tünel
Evin tavanında yer alan kurşun deliklerinin ise, Ali Paşa’nın öldürüldüğü ana ait izler olduğu söyleniyor. Ne kadar
doğrudur bilinmez, ama harap haldeki binanın restorasyonunda bu ayrıntının
gözden kaçırılmadan genel “fotoğrafın” içine dâhil edilmiş olması da; bir
değerli ayrıntı olarak öne çıkıyor.
Avludaki muazzam çınar...
Yeniden göl kıyısındaki iskele meydanına doğru inerken...
Çarşıda alışveriş mekanları
Bir döneme damgasını vurmuş; ne olursa olsun Yanya’nın bugünkü geldiği noktada onun da katkısının ve emeklerinin
göz ardı edilemeyeceği bu karizmatik adamın fırtınalı yaşamının geçtiği
mekânlardan birini daha ardımızda bırakarak iskelede yer alan lokantalardan
birine doğru yürüyoruz.
Sokak aralarından sahile doğru...
Bir şirin adalı sokak daha...
Birazdan Yanya'ya döneceğiz.
Birazdan yeniden tekneye binip kısa bir yolculuktan sonra Yanya’ya döneceğiz. Her yerde sonbaharın
döktüğü çınar yaprakları… Altın sarısı güzelim çınar yaprakları;
yaşanmışlıkların delili, geçmişin üstüne çekilen sünger… Osmanlı’nın mirası bu
kentte saklı… 1924 yılında Küçük Asya
Felaketi sonrasında gerçekleştirilen Nüfus
Mübadelesi sırasında buradan Anadolu’ya göçen Türk ailelerin torunları,
şimdi Anadolu’nun hangi köşelerine dağıldılar acaba? Ya onların karşılığında
Anadolu’nun dört bir yanından buralara gelenler… Savaşlar ve göçler, unutulmaz
hatıralar bırakıyor geride; çoğu da acı… Ama çaresiz yaşanıyor acılar ve bugün
de yaşanmakta başka halkların yüreğinde yeniden…
Pamvotis Gölü'nün mavi hali...
(kaynak:https://www.travelioannina.com)
Bu gece Yanya’da Yukarı Şehir’de geceliyoruz. Yanya Futbol Kulübü’nün (İoannina FC) bu gece Selanik takımı PAOK ile ligde maçı var.
Bıçkın PAOK’lu ve Yanyalı taraftarlar otelin de bulunduğu sokağın köşesinde
karşı karşıya geliyorlar aniden… İki taraftar kalabalığı arasında hafiften bir ağız
dalaşı; trafiğe yansıyan kaos, taksi düdükleri v.s… Birazdan her şey duruluyor
ve kalabalıklar, bağrış çağrış içinde; Yanya’nın
merkezindeki barlara ve kafeteryalara doğru akıyor. Bizim ise yorucu bir günün
ardından dinlenmemiz gerek. Buna rağmen gecelerin Yanya’sına da bakmak kaygısıyla biz de taraftarların ardından
atıyoruz kendimize sokaklara… Bazen kaybolsak da, nasıl olsa bütün yollar göle
çıkar Yanya’da… Kaygısızlığın
kucağında son durak; bir pastanede Yanya
tatlılarının tadına bakmak…
Otelden sokağa bakış
ve Yanya rıhtımı
Yarın rotamız; 20.yy.ın başındaki meşhur Yunan tefecisi ve Birinci Dünya
Savaşı’nda Osmanlı’nın elindeki Ege adalarını bombalayan Averof zırhlısını Yunan Ordusu’na hediye eden adam; Averof’un yurdu ve Yanya’nın damı; Mestovo’ya
doğru… 1200 metrelerde Pinduslar’ın
zirvesine konumlanmış bu Ulah köyü, bizim için hangi güzelliklerini saklıyor
acaba? Şu kadarını söyleyelim şimdiden; gitmeye ve görmeye değer bir yerdir Mestovo…
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1)
Guy Chantepleure, Kuşatılmış Kent Yanya; Çeviren: Fazıl Bülent Kocamemi, Bilge Kültür Sanat
Yayın; 1. Basım; Mart-2010
(2)
Yanya’nın çevresinde
doğal bir savunma hattı oluşturan ve 5 büyük dev olarak adlandırılan tepeler
kast ediliyor. Mitchikeli, Bizani, Dodani,
Dryscos ve Condrovraki tepeleri bunlardan bazılarının isimleri.
(3)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:14-16
(4)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:18-19
(5)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:38-40
(6)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:40 ve 46
(7)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:50
(8)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:54-55
(9)
Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:59
(10)Guy Chantepleure,
a.g.e., sayfa:64
(11) Guy
Chantepleure, a.g.e.,
sayfa:84
(12) Guy
Chantepleure, a.g.e.,
sayfa:110
(13) Yazıda belirtilenler dışında tüm fotoğraflar gezi
sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC