Sayfalar

10 Ağustos 2017 Perşembe

KARAMANLI COĞRAFYASINDA…(6)



TETİS DENİZİ’NDE ARDIÇLARIN İZİNDE…

30 Nisan 2017
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Güneye doğru indikçe, Orta Anadolu’nun yükseklerinde bir yerde jeolojik zamanların derinliklerinde kalan Tetis Denizi’nin günümüze uzanan izlerine rastlarsınız. Dağ başlarında; sürülmüş tarlalardaki pulluk izlerinin ardından toprağın üstünde ve altında kalan deniz kabuklusu fosilinin binlercesi, size milyonlarca yıl önceki yaşamın bu topraklardaki şifrelerini sunar. Bu 2000 metrenin üstündeki tarihi karşılaşmanın binlerce yıllık sessiz tanığı ise, Türklerin kadim geçmişinde de yer bulan kutsal bir ağaçtır; ardıç ağacı… Bugün Karaman’ın güneyine doğru jeolojik zamanlardan Tersiyer’e doğru Alp Sistemi’nin yükselişine bağlı olarak; denizin derinliklerinden yeryüzüne doğru baş veren Anadolu yarımadasının oluşum tarihinde önemli bir bileşen olan Orta Toroslar’ın üzerlerinde onların izini sürdük. Her yönüyle saygı uyandıran bir karşılaşmaydı bizimkisi. İşte hikâyesi…

 
Ağıl Ardıcı

Ardıç ağacı ve Türk Kültürü’ndeki yeri

İrene Melikoff’un Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe isimli kitabında Bektaşilik geleneğinde Hacı Bektaş’ın Velâyetnamesi’nde sözü edilen kerametlere dayanılarak ardıç ağacından ve onun çevresinde gerçekleştirilen ritüellerden söz edilmektedir. Hacı Bektaş ve onun çevresinde toplanmış abdalları, bugünkü Hacıbektaş ilçesinin 15 kilometre güneyinde yer alan ve volkanik bir oluşum olan 1670 metre yüksekliğindeki Hırka Dağı’na çıkarak ardıç ağaçlarının dibinde otururlar; orada ateş yakıp ateşin çevresinde dönerek; bir tür sema ayini gerçekleştirirler ve kendilerinden geçerlermiş. Hatta rivayet odur ki; Hırka Dağı’nın ismi de bu törensel seanslardan kalmadır. Hacı Bektaş, yine böyle bir gün sema ayini sırasında hırkasını ateşe atarak kendinden geçmiş ve buradan esinlenerek dağa o gün bugündür Hırka Dağı denilmiş.

 
Tetis Denizi'nden bugüne kalan...

Orta Asya’nın steplerinde binlerce yıllık bir yaşam geleneğinin izlerini Anadolu’ya taşıyan büyük göçün önderleri, bu topraklarda soluklandılar. İslam uygarlığı ile ilk karşılaşmalarından beri evrilerek günümüze dek kimliklerini bir şekilde bugüne taşıyabilen bu kadim uygarlığın (Türkleri ve akraba halkların tümünü kast ediyoruz) en ileri unsurları, bize o destansı zamanların içinden günümüze doğru uzanan değerli bir kültürel miras bıraktılar.

İşte; ardıç ağacı da bizim bu kadim geçmişimizden gelen bir bilgiyi taşımaktadır. Yine İrene Melikoff’a kulak verelim:

“Ardıç, başta gelen bir Şaman ağacıdır. Tanrıların ve perilerin ağacı olmasından dolayı kutsaldır. Juniperus exselsa ya da juniperus macro poda adı verilen değişik bir çeşidine dağ yükseltilerinde, yüksek rakımlarda ve kozalak türü bölgelerinde rastlanan bu bitki, kışları yapraklarını korur. Ardıç dumanının, uyuşturucu, ağulu (toxique) bir etkisi vardır. Şaman inançlı cemiyetlerde; ardıçtan, İranlıların “soma”ları, haşhaş ya da “kutsal mantar” (amanita musaria) gibi gerçek dışı görüntüler elde etmede yararlanılır ve yüksek tepelerde yakılarak kullanılır. Yanarken kalın bir duman – insanlarla doğa üstü alem arasında bir iletişim aracı olabilecek- kokusu çok güçlü bir duman yükselir. Böylece göğü yere bağlayan evrensel yapıda bir bağlantı direği oluşur.

 
Ebruli gezginleri, Ağıl Ardıcı'nı çevrelerken... 

Toplantılardan önce Şaman, ardıç sapı ya da ardıç tohumu çiğner. Bu onun duruma uymasına yardımcı olur. Şamanın kendini aşması, çoğu kez kokulu gazların çıkmasıyla başlar. Kendini aşma, ardıçsız olmaz. Ateşi onu kendini aşışa (trans hali) hazırlar. Sema, etkiyi uzatır. Müzik, uyum sağlamaya yardımcı olur. Yükselen kalın duman, yeri göğü bağlar ve kendini aşma onlarsız olmayacağı için, doğaüstü varlıkların yeryüzüne inmesini sağlar.

Ardıç, şamanın etkilenme gücünü bilemeye yaramaktadır. Ateş, sema ve müziğin yarattığı esrime (kendinden geçiş hali) ile şaman, olağanüstü bir güce ulaşır; ateşe söz geçirir, bir merkezin çevresinde edimleri bir kuşun uçuşunu andıran dönüşleri, büyü etkisiyle uçtuğu yanılmasına yol açar.

 
Taşkent-Balcılar'ın üstünde ardıç ağaçları

Günümüzde de ardıç, Elmalı bölgesi Tahtacılarında kutsanmış ağaç olarak görülmektedir. Kutsal ateş inanışıyla birleşen ardıç, başlı başına bir kutsama öğesidir ve dallarına adak ya da kesilmiş saç telleri bağlanır.

Hacı Bektaş’ın ardıç dalları ile yapraklarından elde edilen tütsünün kendini aşma durumuna girmede bir araç olarak kullanıldığı yüksek dağlık bir bölgeden, bu ağacın ya da ağaçsıların (ardıç çalıları kast ediliyor olmalı-İF) kutsal sayıldıkları bir yöreden gelmiş olduğunu düşündüren bütün bu öğeleri Velâyetname’de görmekteyiz.


Hırka Dağı toplantılarında, Hacı Bektaş, “görünmez varlıklar”, Gayb erenleri –İslam tasavvufunda mana dünyasını ellerinde tutan ve sayıları hiç değişmeyen kırk’lar- ile buluşmaktadır ki; bu “görünmez varlıklar”a Orta Asya’da; Şamancı görenekleri bırakmamış cemiyetlerde bugün de rastlanmaktadır. Öte dünyadan gelen bu görünmeyen varlıklarla buluşmaları sırasında Hacı Bektaş, zamanı durdurur. Görüşmeler, mekânın ve kutsal olamayan vaktin dışında, öncesiz ve sonrasız zaman içerisinde olur.”(1)

 
Ağıl Ardıcı'nın göğe uzanan dalları

Ardıç ağacı, neslinin devamlılığı için yine kendi ismiyle anılan bir başka canlıya; ardıç kuşuna ihtiyaç duyar. Tohumlarını toprağa bırakan ardıç ağacının bu eylemi, üremesi için ne yazık ki yeterli değildir. Bunun için ardıç kuşunun bu tohumları yemesi, sindirim sisteminde tohumların kabuklarının parçalanarak tohumdan ayrılması ve en sonunda kabuğu sıyrılan tohumun dışkılanarak toprağa karışması gerekir. İşte ardıç tohumunun çimlenmesi, ardıç kuşunun sindirim sistemindeki bu benzersiz yolculuğu sonrasında gerçekleşir. Toprakta zorlukla hayat bulan; zor çimlenen ve oldukça yavaş büyüyen ardıç ağacı, bu zahmetli yolculuğu boyunca doğanın bütün yıpratıcılığına karşın direnç kazanır. Gövdesi buruldukça burulur. Yüksek dağların çıplak yamaçlarında, ıssız koyaklarda gün gelir zamanın ve her şeyin tanığı olur. İşte o ardıç ağacıdır ve onlardan iki tanesi Konya il sınırları içinde Orta Toroslar’ın saklı köşelerindedir hala.

 
Ağıl Ardıcı'nın yere doğru uzanan dalları

Yağcı Ardıcı

Konya’nın Hadim ilçesine 16 km kadar uzaklıkta; Göksu Vadisi’ne yakın konumdaki Yağcı köyünün yakınlarında bulunan bu anıt ardıç ağacına ulaşmak için köyün girişinde yer alan ve güneye doğru tatlı bir meyille yükselen toprak yola girerek yaklaşık 2 km kadar ilerlemek gerekiyor. Güneye doğru bir tepenin ardında; tahta çitlerle koruma altına alınmış bu saygı değer ardıç, zaten tepeyi aştıktan sonra ilk düzlükte kendini hemen fark ettiriyor. Bin yılı aşkın bir yaşam deneyimini hücrelerinde taşıyan ardıç ağacı ile ilgili olarak, önünde yer alan tanıtım levhasında; 24 Mayıs 1995 tarihinde Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 2270 no.lu kararına göre tabii anıt olarak tescil edildiği ve yaşının 1000 yıl üzeri olarak tahmin edildiği belirtiliyor. Levhada ayrıca ardıç ağacı ile ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor:

 
Yağcı Ardıcı

·        Ardıç ağacı yabanidir, tohumdan üretilmezler, kolaylıkla çoğaltılamazlar. Ağacın üremesi bir başka türe bağlıdır. Ardıç tohumları yere dökülür, ancak diğer ağaçlar gibi yere düşen tohumlar ağaca dönüşemezler. Ardıç ağacının tohumları, bir ardıç kuşu tarafından yenmedikçe çimlenme gerçekleşmez. Ardıç kuşu dışkısı ile birlikte toprağa karışan tohumlar kolayca çimlenir ve ağaç fidanı haline gelir.

 
Yağcı Ardıcı'nın muhteşem gövdesi

·   Ardıç meyvesine tarih boyunca çok değer verilmiştir. Çünkü bünyesinde birçok şifayı barındırmaktadır. Orta Çağ’da Avrupa’nın birçok yerinde veba çok tehlikeli ve öldürücü bir hastalıktı. Bu zamanlarda insanlar ardıç meyvesini çok fazla tüketerek kendilerine şifa aramıştır.

·       Yine Orta Çağ’da ardıç cadılardan korunmak için evlerin çevresine ekilirdi.

·  Ardıcın insanları hastalıklardan koruduğuna inanılmıştır. Bu inanç, Orta Çağ’dan günümüze kadar gelmiştir. Bu yüzden özellikle Avrupa’da bazı konutların etrafı ve bahçeler, hastalıklardan korunmak için ardıç ağaçlarıyla kaplanır.

 
Yağcı Ardıcı; ana gövde 

·         Ardıçlar, servigiller (Cupressaceae) familyasından Juniperus cinsine aittir.

·         Ardıç ağaçları kışları yapraklarını dökmez ve sürekli yeşil kalır.

·         İğne yapraklı ağaç türlerindendir.

·   Ardıç ağaçları, ömrü uzun olan ağaç türlerindendir. Yaklaşık olarak 1000-2000 yıl yaşadığı bilinmektedir. Hayatları boyunca tarihsel olaylara tanık olurlar.(2)

 
Yağcı Ardıcı 

Yakınlarındaki köyün isminden kaynaklandığını düşündüğümüz nedenlerle Yağcı Ardıcı olarak anılan bu ulu anıt ağaç, karşımızda o kadar mükemmel ve dirençli bir görüntü sergiliyordu ki ona saygı duymamak imkânsızdı. Yüzlerce yıl doğanın bütün yıpratıcılığına karşın dimdik ayakta kalabilmiş, ama üzerinde bu saygıdeğer yaşam mücadelesinden derin izleri barındıran değerli ağacı dakikalarca seyrettik. Dal budak salmış ana gövdenin çevresine doğru uzanan kalın dalları, burularak ve kalın lifler halinde ayrışacakmış hissini vererek göğe doğru yükselmişti yıllardır. Çevresi çitlerle çevrilerek koruma altına alınmış olması sevindiriciydi. Konargöçer Türkmenlerin dağlardaki yaşamına tanıklık eden, onların inanç dünyalarında belli bir yere sahip bu kadim ağaçlardan birine dokunmak, onun gölgesinde dolaşmak ne büyük bir ayrıcalıktı bizim için. Yüksek dağların yamaçlarında ve ulaşılması pek de kolay olmayan bir coğrafyada onları arayıp bulmak bize de nasip olmuştu. Şimdi hedefimizde Yağcı Ardıcı’ndan daha da yaşlı bir başka anıt ardıç ağacı vardı; Ağıl Ardıcı… Onu da görmek üzere rotamızı Hadim ve Taşkent’ten ötede bulunan Balcılar Kasabası’na çevirdik. Göksu’nun bir kolu olan Hadim Çayı’nın aktığı derin vadinin dibinde yer alan Balcılar’ın arkasında bir yerdeydi Ağıl Ardıcı. Ama nerede?

 
Yağcı Ardıcı'nın dalları

Göksu Vadisi’nde; Yerköprü Şelalesi

Göksu Irmağı, Geyik ve Haydar Dağları’ndan doğarak gelen iki ana kolun (Hadim Göksuyu ve Ermenek Göksuyu) Taşeli yaylalarının suları ile beslenerek çoğaldığı Mut civarında birleşmesiyle oluşur. Suçatı olarak anılan bu noktadan itibaren Göksu olarak anılan akarsu, taşıdığı binlerce yıllık alüvyonlu toprakla oluşturduğu Silifke Ovası’nı kat ederek geniş bir deltayla ulaştığı Akdeniz’e dökülür. Irmağın yaklaşık uzunluğu 250 km kadardır.

 
Göksu Hadim Yerköprü Şelalesi

Göksu ırmağının iki ana kolundan biri olan Hadim Göksuyu, ilk kaynaklarını Taşkent ilçesinin batısındaki kalkerli yaylalardan alır, Değirmendere adı ile akar, bir düdene batar, daha ileride yine yüze çıkar, Gökdere adı ile derin vadisi içinde akar. Bu çevrede birçok karstik gür kaynakları ve dereleri alarak büyür, bir çay görünüşüne bürünür. Buralarda yine dibe dalar, kısa bir mesafeden sonra yine yüzeye çıkar, yeni aldığı kaynaklarla büyümeyi sürdürür, yatağı boyunca yer yer yine dibe dala çıka; çok dar ve derin vadilerden, boğazlardan geçer ve Ermenek Göksuyu ile birleşir. Bu birleşme yerine halk arasında Suçatı ismi verilmektedir. Buraya kadar Hadım Göksuyu’nun uzunluğu 180 km, beslenme alanı 4400 km2, ortalama akımı saniyede 40-50 m3, en çok akımı 240 m3, en az akımı 20 m3, seviyesi 200 cm olarak verilmektedir.

 
Hadim Göksuyu

Göksu ırmağının öteki büyük kolu, Ermenek Göksuyu adı ilen anılır. Geyik Dağları’ndan beslenen bu suyun asıl kaynağı Söbüçimen yaylalarındaki Eğrigöl’dür. Bu göl, bu bölgedeki kalker arazinin karstik göllerindendir. Bu gölün suları dibe sızar, 3 km kadar güneyde yüze çıkar, Orhan Deresi adı ile akar; yolu boyunda gür kaynaklarla beslenir, derin, sarp yamaçlı boğazlara girer, çağlayanlar yaparak Suçatı’da Göksu’ya karışır. Başlangıç yerinden buraya kadar uzunluğu 170 km, beslenme alanı 3500 km2, ortalama akımı saniyede 50-60 m3, en çok akımı 450 m3, en az akımı 15 m3 dolarak verilmektedir. Bu iki ana kol birleştikten sona akarsu, tam bir ırmak görünüşü alır, yaz aylarında bile geçit vermez, birçok yerinde karşıdan karşıya ancak kayıkla geçilebilir. Buradan başlayarak artık Göksu adını alır. Irmağın buradan denize kadar olan uzunluğu 90 km kadardır. Burada da ırmak yer yer boğazlardan geçer, genişlemiş yerlerde de akar, yeni dereleri alır, büyükçe deltasını geçerek Silifke önlerinden Akdeniz’in maviliklerine karışır.(3)

 
Hadim Yerköprü Şelalesi; Hadim Göksuyu düdene girerken...

Geyik Dağları’nın yüksek yaylalarına sarmadan önce bizi Hadim çayının aktığı vadisinde bekleyen sürpriz Yerköprü Şelalesi idi. Yemyeşil bir vaha görünümü arz eden; kavaklarla kaplı bahçe sınırlarının arasından derin bir vadinin dibine doğru inen yol, sürmekte olan çevre düzenlemesi çalışmaları nedeniyle tatsızdı. Ama esas berbat manzara, aşağıda; suyun aktığı en aşağıdaydı.

Karasu'nun Hadim Göksuyu'na karıştığı an

Hadim ilçe merkezine 23 km uzaklıkta bulunan Yerköprü Şelalesi, Hadim Göksuyu’nun bir düdene girerek kaybolduğu bir noktada yer alıyor. Ama onu esas ilginç kılan bu anda onun sularına yaklaşık 25 metre kadar yukarıdan dökülerek karışan Karasu çayının bir şelale oluşturması. Bu jeolojik harikanın ortaya çıkardığı manzara ise benzersiz… Suyun, yukarılardan su taneciklerinden oluşan bulutsu görünümü ile aşağıya düşüşünü seyretmek epey keyifliydi doğrusu. Ama bunu bozan en önemli unsur, ne yazık ki yine içinde yaşadığı doğaya acımasız bir hoyratlık telaşındaki insanoğlu idi… Hafta sonu mangal ateşlerinin dumanına karışmış ve daha önceki piknikçi atıklarının dibinde doruk yapmış anlaşılmaz bir keyfin(!) temsilcileri, içinde yaşadıkları doğayı kirletmenin pervasız bir kaygısızlığı içindeydiler. Ama kendilerine nasıl bir son hazırladıklarının ise asla farkında olmaksızın…

 
Hadim yolunda bir başka şelaleye uzaktan bakış...

 Hadim Göksuyu Vadisi

Daha fazla duramazdık buralarda; yolumuzu Hadim’e doğru çevirdik.

Hadim ve Taşkent

Geyik Dağları’nın yüksek yamaçlarından Hadim Göksuyu’nun aktığı derin vadilere doğru bakan bu iki kasabadan ilki Hadim’e girdiğimizde kasabanın tüm sokaklarını kaplamış bir düğün yemeğinin manzaraları karşıladı bizleri. Evlenen belediye başkanının yakını olunca, düğünün Hadim’in sınırlarını çoktan aşan ihtişamı ayrıca konuşulmayı hak edecekti. Ülkenin önemli politik şahsiyetlerinin de yer aldığı düğün yemeğine katılmak bize de nasip oldu. Ardıçlar ve Göksu peşinde sürüp giden yolculuğumuz sırasında yemek yemeğe fırsat da bulamamıştık. Düğün yemeği, Hızır gibi yetişti imdadımıza. Son derece örgütlü yemeğin konuklarına gösterilen ilgi, bizi fazlasıyla mutlu etti; düğün çorbası, etli pilav, salata, zerde ve irmik helvasından oluşan düğün yemeğinden sonraki sınırsız çaylarla devam eden şölenle kendimize gelmiştik. Genç çifte mutluluk dileğiyle; Hadim’deki sokakları ele geçiren düğün kalabalığının içinden vedalaşarak ayrıldık.

  
Hadim Göksuyu

 Hadim Göksuyu'nun aktığı hırçın topoprafya

 
Hadim düğününün çelenkleri

 
Düğün yemeğinden; Hadim...

 
Ebruli gezginleri, düğün yemeği öncesinde...

Hadim’deki yemeğin rüzgârı 1620 metre rakımlı Taşkent’e kadar ulaşmıştı bile. Yol üstündeki kalabalıklar bunun delili gibiydi sanki. Kasabanın içinden geçerken gözümüze çarpan birkaç bıçakçı dükkânı ise, bıçak imalatı ile tanınmış bir yöreden geçmekte olduğumuzu anımsattı bizlere. Ama asıl etkileyici olan; vadinin derinliklerine doğru bakan ve bir üzüm salkımı gibi yarın başına doğru konumlanmış Taşkent evlerinin görünümüydü. Hele ki dönüş yolunda bir çay molası verdiğimiz yarın başındaki; kasabanın en pitoresk manzarasına sahip kahvehanesinde içtiğimiz çayların keyfi benzersizdi. Bu arada Taşkent’i kuzeyden kuşatan kalkerli tepelerden doğan Hadim Göksuyu’nun kollarından biri, kasabanın çıkışında yer alan bir hidroelektrik santralını besledikten sonra, karayoluna paralel seyreden vadinin derinliklerine doğru köpüre köpüre kaybolup gidiyordu.

 
Taşkent İlçesi

 
Taşkent yaylalarından gelerek köpüre köpüre vadiye doğru akan Hadim Göksuyu'nun kollarından biri

 
Yarın başındaki Taşkent evleri ve vadiye doğru akan su

 
Taşkent sokaklarında...

 
Kanyona doğru bakan Taşkent evleri

 
Hidroelektrik santralından fışkırarak vadiye boşalan suyun akışı-Taşkent

Bizim yolumuz ise, bu suyolunun ötesinde yer alan ve Ağıl Ardıcı’na yüzyıllardır ev sahipliği yapan Balcılar kasabası idi.

Ağıl Ardıcı

Hadim Göksuyu’nun aktığı derin vadiye paralel ilerlerken Balcılar kasabasına doğru hafif meyilli arazide yayla evlerine rastladık. Taş ve ahşabın birlikte kullanıldığı hoş görünümlü sivil mimari örneği bu güzelim evlerin pencereyi andıran odacıklarında üst üste istiflenmiş durumda kara kovanlar dikkatimizi çekti. Evlere beş-altı basamaklı tahta merdivenlerle yandan giriliyor; bodrum ve üst kat olmak üzere iki kattan oluşuyorlardı. Bir kısmının boşluğa açılan üst kat kapıları, evlerin şimdiki durumları ile ilk halleri arasında bir farklılaşma olduğu düşüncesini aklımıza getirdi. Belki de hepsi boştu ya da sadece depo olarak kullanılıyordu. Ama sonuçta Balcılar’a doğru seyrederken yayladaki bu mütevazı kır evleri oldukça sevimli geldi bize.

  
Ağıl Ardıcı

 
Balcılar yolunda rastladığımız yayla evlerine bir örnek

Eski ismi Alata olan Balcılar kasabası, yaklaşık 1700 metre yükseklikte kurulu; sırtını Orta Toroslar’a yaslanmış kışları oldukça sert geçen bir böyle bir topografyada yaşam zorlu olsa gerek. Yörede kışın yoğun kar yağışı olduğu için evlerin çoğunun çatıları saçla kaplanmış. Buralara gelmemizin nedeni; 2000 yaşındaki Ağıl Ardıcı’na ulaşmak için kasabanın arkasındaki tepelere doğru kıvrım kıvrım ilerleyen bir toprak yolu izlemek gerekiyor. Zaman zaman zorlanarak ilerlesek de; tepeyi aştığımızda bizi karşılayan Toroslar’ın hala karlı tepeleri ve önümüzdeki düzlüklere saçılmış durumda karşımıza çıkan yaşlı ardıç ağaçları yorgunluğumuzu unutturuyor.

 
 Ağıl Ardıcı'nın gövdesi

 
Ağıl Ardıcı

Ama bizi esas heyecanlandıran uzaktan vakur dolu duruşu ile diğer ardıçlardan hemen ayrılan Ağıl Ardıcı… Daha önceden gördüğümüz Yağcı Ardıcı gibi çevresi çitlerle çevrilerek koruma alınmış koca ağaç için ne dense azdır. Görkemli görünüşü, ona saygıyla dokunuşumuz; gövdesindeki binbir kıvrımla güçlenerek göğe doğru yükselişi; çevresinde oluşturduğu geniş gölgeliği ile yazın onun altına sığınan sürülere barınak olma özelliğinden olsa gerek; halk arasında Ağıl Ardıcı adı verilmesi; bütün bunlar bu benzersiz tabii anıtın ilk bakıştaki dikkatimizi çeken yönleri.

 
Ardıç ve Toroslar

 
Bu da bir başka açıdan...

Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından ardıcın önüne konulan tanıtım levhasında ise ağaca dair şu bilgiler yer alıyor:

Türü: Kokulu Ardıç; Juniperus foetidissima
Yaşı: 2000
Çapı: 3,6 metre
Çevresi: 11,3 metre
Boyu: 12 metre

 
Ağıl Ardıcı'nın önündeyiz.

 
Ebegümeci çiçeklerini andıran güzelim yayla çiçekleri

Ağıl Ardıcı’nın bulunduğu yaylada yer alan sürülmüş tarlalarda ise yüzeye çıkmış halde deniz kabuklularının fosilleri dikkat çekiyor. Tetis Denizi’nin ortadan kayboluşundan milyonlarca yıl sonrasında; Anadolu Platosu’nda yüzeye vuran izleri sanki gördüklerimiz. Yakınlardaki bir çeşmeden doya doya içtiğimiz buz gibi yayla suyu, karşımızda Toroslar’ın karlı tepeleri; Ağıl Ardıcı ile geçirdiğimiz sessiz zamanlar; birazdan hepsi birer anıya dönüşecekler. Anıt ardıç ağacı ise 2000 metreye varan ıssız tepelerde yaşam mücadelesini ve zamanın tanıklığını sürdürecek. Ne gam…

(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar
(1)    Irene Melikoff, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe, Cumhuriyet Kitapları, Eylül-1998; sayfa: 127-128-129
(2)   Bilgiler, Yağcı Ardıcı önünde yer alan tanıtım levhasından alınmıştır.
(4)  Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

2 yorum:

  1. Emeğinize sağlık olsun kardeşlerim.

    YanıtlaSil
  2. güzel olmuş, elinize sağlık. aynı güzergahta 2000'li yılların başında ben de dolaşmıştım: http://seydiogullari.blogcu.com/yerkopru-selalesi-suyun-mimarligi/6316157

    YanıtlaSil