MANAZAN MAĞARALARI VE TAŞKALE TAHIL AMBARLARI
1 Mayıs 2017
İbrahim Fidanoğlu
Manazan Mağaraları
Karaman’ın doğusunda; İbrala (Yeşildere)
Vadisi’ne paralel bir şekilde ilerleyen karayolunun kıyısında bir duvar
gibi yükselen killi kireç taşından kayalıkların üzerinde bir sürü mağara ağzı
karşılar sizi. Erken Bizans Dönemi’ne tarihlenen ve Kapadokya’daki yer altı
şehirlerini andıran görünümdeki bu yerleşime dair ilk izlenim şaşırtıcıdır
elbette. Mağaraların içindeki sıcaklık ve nemin belli bir düzeyde korunması,
insanların buraları yaşam mekânı olarak seçmesine neden olmuş olmalı. Bir diğer
neden ise Erken Hıristiyanlık dönemindeki güvenlik endişesi gibi görünüyor.
Aynı refleksle Kapadokya’daki Hıristiyanların da yer altı şehirlerinde
yaşamlarını sürdürdükleri bilinen bir gerçek. 6-7. yüzyıllara dek uzanan bir tarihi
geçmişe sahip mağara şehir, birbirlerine bacalar ve dar koridorlarla bağlanan 5
katlı bir yapıda oluşturulmuş. Her katın ortasında büyük galeriler ve bu
galerilere açılan küçük odacıklar yer alıyor. Genellikle ilk iki katta şapel ve
kaya mezarlarına rastlanmış. Mağaraların iç ikliminin bozunmayı önleyici nem ve
sıcaklık özellikleri nedeniyle, kaya mezarlarından birinde; üzerinde
elbisesiyle bulunan son derece iyi korunmuş bir kız cesedi, bugün Karaman Müzesi’nde sergileniyor.(1)
Manazan Mağaraları'na tırmanırken; önde ören yerinin her şeyi Mustafa Bey...
Manazan florasından örnekler; bir tür ada çayı
Yaşam mekanı olarak kullanılırken mağaralarının ön cepheleri kapalıydı; zaman içinde tahrip oldu.
Manazan Mağaraları ve ahşap yol
Ebruli gezginleri, Manazan mağraları yolunda; aşağıda İbrala Vadisi...
Manazan Mağaraları’nın fahri ören yeri bekçisi Mustafa Bey, bizi karanlık ve dar
bacalardan geçirerek yukarıdaki galerilere çıkardı. Ören yerinin ilk girişine
ahşaptan güzel bir yol yapılmış. Bu yolun bitiminde mağaraların bulunduğu
düzleme ulaşan düzgün bir merdiven yer alıyor. Bundan sonrası biraz maceralı;
karanlıkta ve daracık koridorlarda fener ışığında ilerlemek pek de kolay
olmuyor. En güzeli; buraya gelirken, başa takılan mağaracı lambalarından
edinmek… Üst katlara çıkmak için kat bağlantılarını sağlayan bacaların içine
demir merdivenler yapılmış. Bunlara tırmanırken en üst noktada başı duvara
çarpmamak ayrı bir beceri gerektiriyor. Bütün bu aşamaları geçtikten sonra, o
katın geniş sahanlığına ve ona açılan odacıklara ulaşılabiliyor. Bunlardan
bazıları mezar, bazıları da şapel görünümünde…
Manazan Mağaraları'nın önündeki yürüyüş platformu ve mağaraların konumu...
Manazan mağaralarından biri; iz bırakmayı ne de severiz ya(!)
Üst katlara çıkan koridorlardan biri; kayaya oyulmuş merdivenler...
Manazan'da bir odanın ön cephesinden İbrala Vadisi'ne bakarken...
Bir mağara odasının içi
İbrala Vadisi'nin Manazan'dan görünümü
Manazan florasından örnekler; mor renkte bir gelincik türü
Manazan'ın her şeyi; Mustafa Bey
Manazan Mağaraları’nın çevresindeki jeolojik ortam, daha önceki Taşkent-Balcılar yakınlarındaki Ağıl
Ardıcı çevresinde rastladığımız gibi çok sayıda deniz kabuklusunun fosilini
de barındırıyor. Bu da yine milyonlarca yıl önceki jeolojik dönemlerde
kaybolmuş Tetis Denizi’ni akla
getiriyor. Gerek killi kireç taşından kayalara oyulmuş mağaralar, gerekse
buralardaki Hıristiyanlık tarihi ile ilgili geçmiş ve bölgenin jeolojik
özellikleri açısından Manazan’ın en
kısa zamanda adam akıllı bir korumaya alınmasına ihtiyacı var. Hem bölgede
turizmle yaratılacak katma değer, hem de ülkenin sahip olduğu tarihi ve doğal
kültür varlıklarının talan edilmemesi açısından…
Manazan Mağaraları; ikinci kattan bakış...
Bir mağara içinde rastladığımız Helen alfabesi ile yazılmış grafitiler
Manazan mağaraları; ön cephe...
Bir kısmı yıkılmış bir tavan detayı; üst kata uzanan baca ayrıntısına dikkat...
Bir başka mağaradan görünüm; bir şapel belki de...
Manazan şapellerinden birinin girişi
İbrala Vadisi ve karayolu
Manazan'dan İbrala'ya bakış...
Manazan fosilleri
Manazan jeolojisi
Manazan'dan Taşkale'ye giderken bu boğazdan geçtik.
Taşkale Tahıl Ambarları
Taşkale, Manazan gibi İbrala Deresi’nin aktığı dar vadinin hemen kıyısındaki bir başka kayalığın
dibinde kurulmuş, oldukça eski bir yerleşimdir. Burası da; Manazan’dan hemen sonra, aynı jeolojik özelliklere sahip bir
topografyada yer alır. Killi kireç taşından oluşan ve onların üzerinde volkanik
tüf tabakalarıyla kaplı kayalıklara kat kat oyulmuş mağaralarda Erken Bizans Dönemi’ne dek uzanan yaşam
izleri, daha sonraki zamanlarda buraların özellikle tahıl ambarları olarak
kullanıldığını gösteriyor. Kayalara oyulmuş nişlere basılarak tırmanılan
yukarılardaki mağaralara konulan ürünlerin, buralarda yıllarca bozunmadan
kaldığı söyleniliyor. Bunu da sağlayan yegâne faktör, killi kireç taşından
oluşan mağaraların bu bileşiminin sıcaklık ve nem açısından sağladığı benzersiz
koşullar… İnsan eliyle oyulmuş yaklaşık 250 civarı ambar-mağaradan söz
ediliyor. Ambarlar, tek ya da iki odalı şekilde oluşturulmuş. Ambarlarda
saklanan ürünün taşınması ise zincirli makara sistemleriyle
gerçekleştiriliyormuş.
Taşkale tahıl ambarları
Mağaralarda saklanan ürünü taşımak için kullanılan makara sistemleri
Taşkale tahıl ambarlarının her bir odacığında kapılar var. Birinde ise Atatürk'ün soy bilgileri...
İbrala Vadisi'nin kıyısında yer alan Taşkale Kasabası
Bugün mağaraların önünden geçilerek ulaşılan kasabanın evleri ve
sokakları ise, vadinin daha aşağılarındaki yamaçlara saçılmış durumda. Erken Hıristiyanlık Dönemi’nden beri
kullanılan Taşkale tahıl ambarlarının
içinde bir de cami yer alıyor. Caminin Bizans
Dönemi’nde bir şapel olarak ana kayaya oyulduğu, daha sonradan camiye
dönüştürüldüğüne dair bilgiler mevcut. Ancak bu dönüşümün ne zaman
gerçekleştiğine dair bir kayda rastlanmamış.
Ana kayaya oyulmuş eski bir çeşme
Taşkale tahıl ambarları; bir başka açıdan...
Taşkale mağaraları içinde yer alan caminin merdivenleri
Camiye çıkan ahşap merdivenler
Taşkale Camisi'nin içinden; kadınlar mahfili
Caminin mihrabı
Caminin minberi
Taşkale’nin eski ismi ise Kızıllar… Kızıllar ismi konar-göçer Türkmen
aşiretleriyle ilişkilendiriliyor. Yapılan araştırmalarda; Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün anne ve babasının köklerinin de bu coğrafyaya dayandığı;
annesi Zübeyde Hanım’ın Konyarlar, babası Ali Rıza Bey’in ise Kocacık
Yörüklerinden olduğu belirtiliyor.(2)
Biz de Taşkale’nin tahıl ambarlarını
ziyaret ettiğimizde; bu mağaralardan birinin ağzına yerleştirilmiş bir Atatürk
resmi ve altında yer alan şu ifadelerle karşılaştık:
Taşkale'de Atatürk'ün soy kökeni hakkında bilgilerin yer aldığı resimli pano
“Atatürk’ün ata dedesi Kızıl Hafız
Ahmet Efendi, Miladi 1466’da padişah fermanı ile Taşkale-Kızıllar’dan Rumeli (Ohri’nin
Çupa köyüne) Evlad-ı Fatihan olarak buradan
göçtü.”
Taşkale sokaklarında...
Taşkale tahıl ambarları
Bu göçün Karamanoğulları’nın Osmanoğulları ile Anadolu’da
giriştikleri güç mücadelesinde yenilerek tarih sahnesinden çekilmeleri ve
Osmanlılar’ın Anadolu’nun ortasındaki bu çıbanbaşını yok ettikten sonra yöre
halkını dağıtarak, Rumeli’ne sürgüne göndermelerinden kaynaklandığını bir
önceki yazımızda anlatmıştık. Asıl ilginç olan ise; sürülenlerin torunlarının
Osmanlı Devleti’nin çöküşünde topluma kurtuluş umudu oluşları ve Anadolu’daki
işgalcilere karşı bağımsızlık mücadelesinde önderlik rolüne soyunuşlarıdır. Ne
mutlu bize; ne mutlu kurtuluş ve kuruluş vizyonunu işaret eden o büyük
insanlara…
Ereğli'de Rüstem Paşa Kervansarayı ve Ulu Cami
(Kaynak: Ereğli Belediyesi Web Sitesi)
Ereğli Tren İstasyonu
Ulukışla yolundan
Adana’ya inerken
Dönüş yolumuzun üzerinde Adana’ya
doğru Niğde’nin Ulukışla kasabası vardı. Oraya ulaşmadan önce; Ereğli’nin içinde bir dostumuzun özenle hazırlanmış etli pide
daveti nedeniyle bir süre eğlendik. Eski istasyon binası, Kanuni’nin sadrazamlarından Rüstem
Paşa’nın yaptırttığı Rüstem Paşa
Kervansarayı ve Ulu Cami o kısa
arada dikkatimizi çeken yapılardandı. Ancak kentin merkezinde yer alan cami ve
kervansaray civarı, restorasyon çalışmaları nedeniyle oldukça karışıktı; bu
nedenle gezemedik ve pide ziyafeti sonrası karlı zirveleriyle gösterişli Bolkarlar’ın eteklerini yalayarak doğuya;
Ulukışla’ya doğru hareket ettik.
Ulukışla'da Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı
Başı karlı Bolkarlar;
dağcıların mabedi Medetsiz Tepesi ile
taçlandırılmış Orta Toroslar’ın bu
önemli sıradağlar kütlesi, Gülek
(Kilikya) Boğazı’ndan güneye doğru
inerken bize de eşlik etti; Issus Seferi’ne
doğru ilerleyen Büyük İskender gibi.
Ama öncesinde adını Öküz Mehmet Paşa’nın
16.yy.da yaptırttığı kervansaraydan alan Ulukışla
vardı; on yıllar önce buralardan geçen bir şaire (Faruk Nafiz Çamlıbel) ilham kaynağı olmuş bu hanı görmeden
edemezdik; restorasyondan yeni çıkmış kervansaray, henüz tam olarak ziyarete
açılmamış olsa bile...
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı; iç avlu
Aklımızda o mısralar, tozlu yollarında yürürken Ulukışla’nın; kapısından usulca içeri girdik Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın; şimdi karşımızda işte o “Han Duvarları”;
Han Duvarları
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
….
Faruk Nafiz Çamlıbel
Öküz Mehmet Paşa Külliyesi'nden; Kışla Camisi
Öküz Mehmet Paşa, Osmanlı padişahı I.Ahmet’in
kızı Gevher Hatun ile evlenerek
saraya damat olmuş, babasının öküz nalbantlığı mesleğinden ötürü olsa gerek “öküz” lakabıyla anılmış; Mısır Valiliği
görevinde bulunmuş, 16-17. yüzyıllarda Osmanlı’yı sarsan Celali isyanlarının bastırılmasında Kuyucu Murat Paşa’ya destek olmuş ve 17.yy.da iki kez sadrazamlık
yapmış; döneminin önemli devlet adamlarından biri olarak dikkat çekiyor. Aile
kökeninin Ulukışla olması
ihtimalinden yola çıkılarak mevcut kervansarayın Ulukışla’ya yapılmış olabileceğini belirtiyor kaynaklar.(3) Ama Anadolu
topraklarında bir tane daha var Öküz
Mehmet Paşa kervansaraylarından; o da Ege Denizi kıyısında, Kuşadası’nda.
Arasta
Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı
Öküz Mehmet Paşa’nın 1615 yılında çıktığı İran
Seferi sırasında Ulukışla’da
konaklamak için kışlak olmadığını görünce, sefer sonrasında bu külliyeyi yaptırttığı
söyleniyor. Külliye kuzeyden güneye; tren yolu hattına doğru tatlı bir eğimle
alçalan bir topografyada yükseliyor. Külliye, güneydoğu ucunda Kışla Camisi, onun hemen yanında hamam; kompleksin güneyinde; doğu-batı
eksenli ve üstü kapalı bir sokak görünümündeki arasta, onun kuzeyinde han
ve avlusu; doğu ve batısında revaklar, kuzeyinde ise hücre ve eyvanlardan oluşan konaklama mekânlarına sahip bir yapı
görünümünde… Yakın zamanda restorasyonu tamamlanan arastanın dükkânlarına yerel
esnaf daha yeni yeni yerleşmeye durmuş gibi…
Şadırvan
Arasta’nın güneyinden geçen caddenin hemen altında ise, Ulukışla’nın tarihi istasyon binası yer alıyor. Şimdi sarı badanalı
bu tarihi yapı, 1.Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar tarafından işgale uğrayan Adana’dan bölgeye gelen bir heyetin Kuvayı Milliye’nin yerel temsilcileri
tarafından bir güç gösterisi sonrasında; Ulukışla
istasyonundan geri çevrilerek yeniden Adana’ya
gönderildiğine dair anlatılarla hatırlanıyor.
Ulukışla İstasyonu
Pozantı; Şeker
Pınarı’nda
Gülek Boğazı’ndan aşağılara doğru inerken önümüzü Şeker Pınarı kesti. Köpüre köpüre Seyhan Barajı’na doğru akan Çakıt
Suyu’nun üstündeki tek kemerli Akköprü
ya da diğer ismiyle Şeker Pınarı Köprüsü
defalarca geçirmiş olduğu restorasyonlar sonucu aslına ne kadar benziyordu
bilinmez, ama yine de yol kıyısındaki suya doğru teraslar halinde alçalan çay
bahçelerinden bakıldığında, görünümü hiç de fena değildi. Yol kıyısındaki
tesislerin hemen yanından kaynayan suya lezzeti itibariyle Şeker Pınarı ismi verilmiş olmalı. Bir firmanın dolum tesislerinin
de bulunduğu kaynağın yakınlarındaki yol üstü konaklama tesisleri her zamanki
gibi kalabalıktı. Fazla durmadan Adana’ya
doğru inmeye devam ettik.
Akköprü ya da Şeker Pınarı Köprüsü
Toroslar'ın kucağında Şeker Pınarı
Toroslar, boğaz, otoyol ve Şeker Pınarı konaklama tesisleri
Adana’da son armağan;
Ulu Cami
Adana’ya akşamüstü girdik; ona rağmen hava sıcaklığı 30 derece civarındaydı.
Adana, baharı pas geçip yaza atlamıştı sanki. Adana sokaklarında fıstıklı
lokumdu, pestildi, kebaptı derken; bir telaş içinde oradan oraya koşturdu
İzmirliler… Akşama kalkacak uçağa yetişme telaşında; günün son armağanı,
bazıları için bulunmaz bir fırsattı. O da mimarisinde Memluk izlerini saklayan;
Ramazanoğulları’ndan kalma Ulu Cami oldu.
Adana Ulu Cami minaresi
Caminin içinden avluya bakış
Adana Ulu Cami, Anadolu Selçuklu Devleti’nin
Moğol saldırıları sonrasındaki çöküş sürecinde; bölgede ortaya çıkan ve
çoğunlukla Mısır’da hüküm süren ve çoğunlukla Memluklular’ın nüfuzu altında hareket eden Ramazanoğulları döneminden kalma bir cami olarak biliniyor. Cami
inşaatına 1508 yılında Ramazanoğlu Halil
Bey zamanında başlanılmış; ancak onun ömrü camiyi tamamlamaya yetmemiş. Cami,
Ramazanoğlu Piri Mehmet Paşa
tarafından 1541 yılında bitirilmiş. Cami ile birlikte çevresinde yer alan Halil Bey Mescidi, medrese, selamlık, Çarşı Hamamı, Gön Hanı, imaret ve arasta bir külliyeyi oluşturmuşlar. Bu
yapılardan imaret, Çarşı Hamamı’nın kadınlar kısmı ile Gön Hanı (kapısı
dışında) bugüne ulaşamamış; selamlık olarak bilinen yapının ise bir kısmı harap
bir şekilde günümüze erişebilmiş. Ulu
Cami ile içinde bulunan caminin banisi Ramazanoğlu
Halil Bey’in gömülü olduğu türbe, medrese ve diğer yapılar orijinal
özelliklerini günümüze dek koruyabilmişler.
Caminin hariminin sivri kemerli ve mukarnas süslemeli üç giriş kapısı
Ulu Cami; mihrap
Ulu Cami; minber
Cami ve mimarisi ile ilgili olarak İslam
Ansiklopedisi’nde şu bilgiler yer alıyor:
“Taş, tuğla ve yer yer her ikisinin birlikte kullanıldığı Ulu Cami; asıl cami, türbe ve caminin
batısındaki dikdörtgen planlı eski bölüm olmak üzere üç kısımdan meydana
gelmektedir. Asıl caminin sade başlıklı bir sıra sütunla kıbleye paralel iki
nefe bölünmüş harimine kuzeydeki avludan açılan sivri kemerli üç kapıyla
girilmektedir. Siyah-beyaz taşlarla alternatif örülen kemerler birer sıra
mukarnas, geometrik süsleme friziyle süslenmiştir. Mihrap önü yüksek bir kasnak
üzerine oturan kurşun kaplı soğanvari bir kubbeyle, diğer yerler çapraz
tonozlarla örtülmüştür. Harimin batısında Ramazanoğulları
beylerinin namaz kılmasına mahsus olduğu tahmin edilen; caminin bünyesine dâhil
bir bölümle doğusunda içinde üç sanduka bulunan, mihrabın önündeki kubbenin tam
bir benzeriyle örtülü türbe yer almaktadır. Sandukalar ve bu üç mekân duvarları
1,30 m. seviyesine kadar XVI-XVII. yüzyıl çinileriyle kaplanmıştır. Mihrap,
çinilerden başka minberle birlikte Zengî ve Memluk geleneğini yansıtan renkli
taş kakmalarla ayrıca tezyin edilmiştir.
Ulu Cami; revaklar
Ulu Cami; kubbe
Ulu Cami; son cemaat yeri
Avlunun batı tarafında sade başlıklı sütunların taşıdığı, oluklu kiremit
kaplı kubbelerle örtülü bir sıra, kuzey tarafında ise iki sıra halinde revaklar
bulunmaktadır. Halil Bey tarafından
konulan H.914 (M.1509) tarihli kitabenin yer aldığı doğu taç kapısının
siyah-beyaz taş işçiliği ve dikine gelişmiş şekliyle Memluk üslûbunu yansıtır. Onun yanında, üzeri dilimli sağır
kemerler ve düğümlü düz kuşaklarla süslenmiş sekizgen gövdeli, şerefesinin üstü
sakıflı(4) minare vardır.
Avlunun batısında vakfiyesinde dârülkurrâ(5) olarak zikredilen,
beş kapalı mekânla bir dehlizden meydana gelen üçüncü bir kısım daha
bulunmaktadır. Bu kısımla batı kapısı H.948 (M.1541) yılında Ramazanoğlu Pirî Mehmet Paşa tarafından
yaptırılmışsa da; onun hemen gerisindeki kasnağında bir ejder motifi görülen,
içten ve dıştan mukarnaslı konik çatının daha önceki bir yapıdan kaldığı
sanılmaktadır. Asıl caminin aksine tuğlanın daha çok kullanıldığı bu kısmın
kuzey cephesindeki dilimli ikiz kemer, Suriye ve Mısır tesirinin etkili olduğu
bir döneme işaret etmekte, mukarnaslı sivri çatı ise Bağdat’ta Sitti Zübeyde Türbesi’ni andırmaktadır.
Adana Ulu Cami, plan itibariyle Artuklu geleneğini devam ettirmesinin
yanında; renkli taş süslemeleri ve yüksek kasnaklı sivri kubbeleriyle Memluk, dilimli kemerleriyle Zengî üslûbunu uyumlu bir terkiple
bünyesinde toplayan, çinileriyle de Osmanlı etkilerini yansıtan bir yapıdır.”(6)
Ulu Cami; Arap mimarisinden izler taşıyan üstü sakıflı minaresi
Bir akşam vakti Adana'da; Tepebağ'da yürürken...
Tepebağ'da bir "abbara"
Adana'nın çarşısında...
Tepebağ'da bir saz evi
Ve Adana'nın meşhur "Küçük Saat"i; gerçekten çok küçükmüş.
Karamanlı coğrafyasında tarihsel derinliklerini de
gözeterek yürüttüğümüz bir gezi denemesi, bir Adana akşamında sona ermekteydi.
Çatalhöyük’den; Hitit izlerine; Belh’den Konya’ya uzanan bir yaşam çizgisini
evrensel tebliğlerle dolu bir insanlık mirasına dönüştüren büyük İslam düşünürü
Mevlana’ya; Anadolu’nun yitik halklarından Ortodoks Karamanlılara dek; Anadolu
Selçuklu Devleti’nin çöküşü sonrasında; Osmanoğulları ile Karamanoğulları’nın
güç mücadelesi ekseninde filizlenen kozmopolit bir coğrafyanın izlerini sürmeye
çalıştık; gerçekte ve yazılarda… Bitecek gibi değildi coğrafyanın genişliği ve
tarihin derinliği. Ama tadı damağımızda; izi dimağımızda kaldı…
Dipnotlar
(1) Karaman Müzesi’nde sergilenen Manazan kızı ile ilgili olarak bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2017/08/karamanli-cografyasinda7.html
(4) sakıf: Camilerde son cemaat yerinin dışında yer alan ve cemaatın hava
koşullarından korunmasına yardımcı ek bölüm
(5) dârülkurrâ: Kur’an öğretilen ve hafız
yetiştirilen mekteplerin, kıraat eğitimi yapılan medrese veya bölümlerin genel
adı. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi)
(6) Adana Ulu Cami hk.da; İslam Ansiklopedisi-Adana Ulu Cami maddesi; yazan: Nusret ÇAM; bkz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c42/c420055.pdf
(7) Fotoğraflar, yazıda
belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC