Sayfalar

30 Mayıs 2017 Salı

AYDIN DAĞLARI’NDA EREN BABALARIN İZİNDE(5)



TİRE ALİ BABA ALTI-ESKİ BOYNUYOĞUN YOLU
25 Mayıs 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Sıcak bir günde Tire’deydik bu kez. Tire’nin Ödemiş çıkışında yer alan Boynuyoğun köyüne; şimdiki Tire-Ödemiş asfaltının üst düzleminden ulaşan benzersiz güzellikte bir parkurda yürüdük. Hava sıcak olduğundan dolayı kendimizi fazla yormadan, biraz da çiçektir böcektir diyerek; avarelik tadında bir yürüyüştü bizimkisi. Yine de güzeldi doğrusu. İşte hikâyesi…

 
Boynuyoğun yolunda baharın renk cümbüşü; beyaz papatyalar, gelincikler ve krizantemler bir arada...


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC) 
Tire’ye doğru

Sabah erkenden 7.30 civarında İzmir’den ayrıldık. Kahvaltı molası için uğrak noktamız, bu yöne yaptığımız seyahatlerin çoğunda olduğu gibi yine Belevi oldu. Köy meydanındaki kahvehanede içtiğimiz sabah çorbaları ve çaylar eşliğinde tatlı bir serinlikte kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrası Belevi’den Tire yönüne doğru hareket ettik. Biraz sonra, Belevi çıkışında İlkçağ’ın Pegasus; günümüzün Belevi Gölü’nün kıyısında Tire-Selçuk karayolunu genişletmek için yapılan hafriyat çalışmalarıyla karşılaştık. Bildiğimiz kadarıyla yakın geçmişte yazları gölü kurutan pamukçuların tacizinden kurtarılarak doğal sit alanı ilan edilen Belevi Gölü, uzun süredir buralara uğrayan kuş sürüleri için önemli bir sulak alan işlevi görmekteydi. Özellikle kıyıya yakın, sazlarla kaplı alanlar kuşların yumurtlama ve yuva yapmaları için ideal bölgelerdi. Ancak, bu özel koruma alanı da birçok yerde olduğu gibi yine ülkedeki inşaat seferberliğinin tacizine uğramıştı ne yazık ki. Mevcut Tire asfaltının kıyısından başlayan ve büyük olasılıkla kuşlara yuva olan sazlıkların üstüne yüzlerce ton toprak boşaltılmış ve göl çok gerilere çekilmek zorunda bırakılmıştı şimdi. Doğada sanki tek başınaymış gibi anlamsız bir pervasızlık içinde kıvranan zavallı insanoğlunun bu hallerine hayıflanarak Tire’ye doğru devam ettik.

 
Öksürük Dede Mevkii'nde kuşburnu ya da yaban gülleri

Tire’deki dostlarımızla buluştuktan sonra onların belirlediği rota çerçevesinde saat 10.30 gibi Ödemiş yönüne doğru hareket ettik. Tire Asri Mezarlığı’nı geçtikten sonra yeni kurulmuş, ancak şu anda çalışmayan bir su fabrikasının yanındaki toprak yoldan içerilere girerek arabamızı zeytinlikler altına bıraktık. Gördüğümüz manzaradan bu bölgenin Tireli şarapçıların demlenme noktası olduğu anlaşılıyordu. Daha fazla oyalanmadan ve güncele takılıp kalmadan, her iki yanı çalılarla kaplı toprak bir yoldan geçmiş zaman yolculuklarından birine daha çıktık.

 
Gezginler, Boynuyoğun yolunda...

Boynuyoğun yolunda eren babaların izinde

Boynuyoğun köyünden eşekler üstünde köylüler gelip geçerdi bu yoldan yüzlerce yıldır Tire’ye doğru. Salı günleri Tire pazarında soluklanırlar, alacaklarını alır, satacaklarını satar; yine bu yolu takiben Boynuyoğun ve ötesine doğru aynı yoldan geri dönerlerdi. Küçük çeşmelerle donanmış çınarlar altındaki konfor alanları, sıcak yaz günlerinde yolcuların soluklanma mekânları olsa gerekti. Biz de yürüyüşümüz sırasında öyle yaptık; biteviye akan soğuk sularından içtik ve neredeyse üstümüzdeki göğü örten dev çınarları saygıyla seyrettik.

 
o çınarlardan biri...

Hava sıcaktı, ama yürüdüğümüz yol, asırlık çınarların koyu gölgesinde rastladığımız eski kır çeşmelerinin başında; kısa molalarla renklendi zamanla. Çınarlar, onlara dolanmış sarmaşıklar, aralarında baş vermiş berbat kokuları ve baştan çıkarıcı renkleriyle yılan yastıkları, kocaman patlak birer göz gibi bize bakan son papatyalar, sağımızdaki tepeliklere doğru yükselen arazinin kıyısını kırmızıya boyamış gelincikler bu konforlu anın tanıkları gibiydiler. Yüzlerce yıldır burulmuş gövdeleriyle zamana karşı direnç kazanan bilge zeytin ağaçlarının yanından geçtik. Biraz ilerde; yürüdüğümüz yol düzleminden biraz aşağılarda yer alan bir kara servi dikkat çekiciydi.

 
Yolun başında patlak gözlü papatyalar

 
Aslan dişinin güzelliği

 
Göz alabildiğine zeytinlikler...

 
Yılan yastığı çiçekte; kendi güzel, kokusu berbat...

 
Gezginler, yol üstündeki bir tulumbanın başında...

Kara servi, bir eren babanın habercisiydi sanki. Yanına yaklaştığımızda mesele anlaşıldı. Yörede Öksürük Dede olarak da bilinen; ama modern zamanlarda dikilmiş bir mezar taşından edindiğimiz bilgiye göre Saka Baba olarak nam salan bu dede, servi ile birlikte düşünüldüğünde yine göç hikâyeleriyle ilintili bir Türkmen önderini temsil ediyor gibiydi. Tire ile ilgili birçok yazımızda belirttiğimiz üzere; Batı Anadolu’ya yönelen Türkmen akınlarına önderlik eden bu ulu kişilerin Aydın Dağları’nın kuytu köşelerinde, Küçük Menderes Havzası’nın bilinmez mekânlarında saklı hatıraları bugün dahi yöre halkının belleğinde yaşamaktadır. Dağların yüksek zirvelerine çekilmiş Yörüklerin mahya şenlikleri, bugün dahi bu büyük hatıranın yılın belli zamanlarında nasıl büyük bir kutsiyet içinde anımsandığını gösteren bir koca delil gibidir.

 
Saka Baba'nın başındaki kara servi

13.yy.da Bizans’ın çöküşü sürecinde kolonizatör dervişlerin önce Batı Anadolu’da, daha sonraki yüzyıllarda ise buralardan hareketle Rumeli’de giriştikleri benzersiz kampanyada; bir yandan beraberinde getirdikleri insan sevgisi ve tolerans temeline dayanan Alevi-Bektaşi düşüncesinin bu topraklarda tutunmasına ve henüz askeri ve siyasi bir güç olarak ortalıkta görünmeyen Osmanlı’nın buralara gelişinden önce bir anlamda yerel halkın yumuşatılarak bu yeni gücün egemenliğine hazırlanmasını sağlamışlardı.

 
Ali Baba Türbesi
(Fotoğraf: İF; Eylül-2011)

Aydın Dağları’nın kuzey etekleri boyunca kimi yok olmuş, kimi halen yaşayan kadim yerleşimlerin kenarında köşesinde; bazen yoğun makilikler arasında bulduğumuz bu eren baba mezarları bu eski hikâyelerin bugüne erişmiş tanığı gibidirler. Elbette; o yaşanan hikâyeler, bugüne farklı katmanlar halinde evrilmiş olsa da; yine de eren babaların engin düşün dünyasında yer bulmuş mücadelelerinin derin hatıraları, her zaman bu halkın hafızasında yer bulmayı sürdürecektir.

 
Tire şehir merkezinde bulunan Alihan Baba Türbesi
(Fotoğraf: İF; Aralık-2015)

Peşrefli köyünde Tokat Mevkii diye bilinen yerde; bir ulu servinin dibinde yüzlerce yıldır yatan Pir Veli Beşe(1), Boyunyoğun köyünün altındaki kır kahvesinin dibindeki ulu çınarla özdeşleştirilen ve buradan gittiği Rumeli’nde adıyla anılan bir tekkesi ve mezarı bulunan Kızıl Deli Sultan(2), Tire’nin batı girişinde Hisarlık köyü altındaki Balım Sultan(3), şehrin içindeki Alamadan Dede, Alihan Baba ve Beniayıran Dede, Tire Ödemiş yolunun üzerindeki bir sekide kara serviler içinde yatan Ali Baba bu eren babaların bugüne ulaşan izlerinden bazılarıdır. Bütün bunlara bugünkü su kaynaklarıyla zengin, benzersiz bir coğrafyada yer alan Eğridere Vadisi’nin içerlerindeki Eğridere köyünün mezarlığında çalılar içinde kaybolmuş bir eski mezarda yatan Seyyit İsmail’i de eklemek yerinde olur.(4) Onun namı babasından ve dedesinden ötürüdür; rivayet odur ki; Seyit İsmail’in dedesi İsrail Bey’in (Şeyh Bedrettin’in babası) İran’ın içlerinden başladığı ve bir zaviye kurarak büyük yolculuğunu sonlandırdığı yer, Tire civarındaki bu köy olmalıdır. Şeyh Bedrettin’in torunu Hafız Halil’in yazdığı Menakıbname’de yer alan şu satırlar bazı kaynaklara göre bu coğrafyayı işaret etmektedir:

 
Tire Eğridere köyü mezarlığı
(Fotoğraf: İF; Kasım-2006)

“Vefat itdü Şeyh’in ogulı dahi
İsmail Beg dirler ana iy sahi
Künyesin Seyyid Beşe dirler anın
Atamdır ben fkıyr Hafız Halil’in

Menderes suyu katındadır mezar
Karye içindeki ismidir Nizar
Defnidüp anı Nizar’ın Hazreti
Börklü Mustafa’yı gönderdi biti
Gelüben bizi aluban gitdiler
Girü Börklü Mustafa’yı iltdiler
İki kız kardaşıla olduk yetim”(5)

 
Eğridere sokaklarında... 
(Fotoğraf: İF; Kasım-2006)
 
Bugünkü rotamızda ilk uğramız Saka Baba’nın mezarı oldu. Saka Baba, herhalde bu yöredeki sulak coğrafyadan olsa gerek; bu isimle adlandırılmış olmalıydı. Belki de böylesine su yönünden zengin bir coğrafyayı yurt edinmekle, kendisinden sonra bu topraklarda yaşayan takipçileri ona bu sanı uygun görmüşlerdi. Halk arasındaki diğer adı olan Öksürük Dede ise; rivayete göre yakındaki çeşmeden her derde deva suyunu içen yolcunun boğazındaki öksürüğü dahi geçirdiği ile ilgili olmasıydı. Mevkii olarak da bulunduğumuz yere Öksürük Dede Mevkii denmekteydi.

 
Saka Baba'nın; kara servinin dibinde yer alan mezarı

 
Saka Baba için yazılmış kitabe

Saka Baba’nın bugünkü Türkçe ile ifade edilen kitabesinin bulunduğu mezarın yanında bir başka mezar daha vardı; biz onun Saka Baba’nın mezarı olabileceğini düşündük. Çünkü o mezar, tam servinin dibinde; bir sıra taş ile sınırları belirgin ve başında sarık şeklinde eski bir mermer mezar taşına sahipti. Ama sonuçta kara servinin dibinde iki mezar vardı. Birisinin kitabesi yoktu; diğerinde ise Bektaşiliğin sembolü olan on iki köşeli yıldızın altında şu ifadeler vardı:

“Hü Dost
Bendeyi Ali Aba,
Taçsız Saka Baba
Gelen şifa bula
Ruhu revanın
Şadı handan ola”

 
Kara servinin dibindeki diğer mezar

 
Mezarın tarihi hakkında fikir veren kara servinin muazzam gövdesi
 
 
Yabani hanımelleri

Kara servinin biraz ilerisindeki dere yatağının iki yakasını sarmış yaban güllerinin (kuşburnu); insanı ele geçiren kokusunun hafif sarhoşluğu içinde, bizim de “yürüyen ruhumuz huzur bulmuştu” sanki. Saygıyla ve huzurla ayrıldık Saka Baba’nın başından…

 
Kuşburnu çiçekleri

  
Bu da yakından...

 
Yakındaki bir çeşme

 
Ulu çınarın dibindeki o çeşme

 
Çeşmenin haznesi ve aynasındaki mezar taşı

 
 Mezar taşına yakından bakış

Biraz ileride yol kıyısındaki yabani hanım ellerinin çiçeklerinden kokladık. Sağımızda solumuzda; yol kıyısındaki mor renkli kadın aynalarının, emek ürünü taşlarla döşeli güzelim bir bahçe duvarının yanından geçtik. Bir süre sonra yol bizi, dev bir çınarın dibindeki taşın oyulmasıyla elde edilmiş geniş bir hazneye usul usul akmakta olan güzelim bir çeşmenin yanına taşıdı. Hava sıcaktı ve bundan iyi bir soluklanma anı olamazdı. Suyun sesini dinleyip, çeşmenin çınar ağacının köklerine yaslanmış aynası arasında sıkışıp kalmış eski bir mezar taşının üstündeki Hicri 1215 tarihini okuduk. Tabii ki; bu mezar taşının çeşme ile ilgisi yoktu; başka bir yerden taşınarak buraya getirilmiş olmalıydı. Ama onun da ayrı bir hikâyesi vardı mutlaka; bizim bilmediğimiz…

 
Yol boyunca mor renkli kadın aynaları

 
Boynuyoğun yolunda emek ürünü seki duvarları

 
Yaşlı bir zeytin ağacı

Boynuyoğun köyünün ilk evlerine yaklaşmıştık. Yönümüzü sırtta yer alan Ali Baba Tekkesi’ne doğru çevirdik. Yağmur ormanlarını andıran sıklıktaki bir floranın içinden ve koyu gölgeden ilerleyerek düzgün bir patikadan sırta doğru ağır ağır tırmanmaya başladık. Yükseldikçe arkamızda bıraktığımız bereketli Küçük Menderes Ovası, zeytin ağaçlarının arasından belirmeye başladı. Ağaçlarının altı sürülmüş, budamaları zamanında yapılmış düzgün ve bakımlı bir zeytinliğin içinden geçen patikayı takip ettik. Bir süre sonra patika, bir bayırın kıyısı boyunca Tire’ye doğru yöneldi. Kendimize uzaktan görünen Ali Baba’nın kara servilerini kerteriz alarak bayırın kıyısını bırakmadan yürümeye devam ettik. Sağımız solumuz sapsarı çiçekleriyle kantaronlarla kaplıydı. Gezginlerin iştahı buralarda fazlasıyla açıldı. Yanlarında getirdikleri çuvalı coşkun kantaronlarla doldurdular. Bir süre sonra Ali Baba Tekkesi’nin tam üstüne gelmiştik. Kısa bir patikadan avlunun giriş kapısına ulaştık.

 
Boynuyoğun'a doğru yürüdüğümüz yol

 
Yabani kirazlar

 
Boynuyoğun yolunun güzelliği

 
Çınarlarla kaplı bir başka konfor alanına doğru ilerlerken...

 
ve çınarlar...

Ali Baba Tekkesi

Tireli araştırmacı-yazar Munis Armağan’ın Anadolu’nun Gizli Tarihi Horasaniler isimli kitabında verdiği bilgiye göre; Ali Baba’nın ilk zaviyesi, bugünkü Gökçen kasabasında kurulmuş. Daha sonraları; hangi nedenle olduğu bilinmemekle birlikte, bugünkü yerine Hacıköy Mevkii’ne taşınmış. Hacıköy de şimdi artık varlığı ortadan kalkmış; kayıp köylerden biri olsa gerek. Bu sırtlarda, Hacıköy, Börülceköy gibi kayıp köylerden söz ediliyor bugün.

 
Ali Baba yolunda kantaronlar...

 
Gezgin, kantaron hasadında...

 
Çınarların gölgesinde...

Ali Baba’nın ilk yerleştiği yer olan Fota (şimdiki Gökçen) sırtlarında öğleden sonraki kekik toplama seansında eski bir duvar kalıntısına rastladık. 1 metreye yaklaşan kalınlığıyla ve geniş bir düzlüğün çevresinde izlenebilen diğer duvar parçalarıyla birlikte bütün gördüklerimiz, burada Türkmenlerin bu topraklara nüfuz edişi öncesinde önemli bir yerleşimin izlerinin bulunduğu fikrini akla getiriyor. Peşrefli yakınlarındaki Küçük Kale ve Büyük Kale kalıntıları; Küçük Kale’nin bulunduğu tepenin en üst noktasında yer alan ve ana kayaya oyulmuş basamaklar bu bölge ile ilgili önemli bilgiler sunuyor bize. Peşrefli köyünün daracık sokaklarında dolaşırken evlerin duvarlarında rastladığımız nazarlık misali mermer antikiteler de bu düşünceyi güçlendiriyor.

  
Gökçen üstünde kayalara oyulmuş merdivenler
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008) 

 
Peşrefli'de  bir evin duvarından...
(Fotoğraf: İF; Nisan-2007)

 
Bir başka evin duvarından detay...
(Fotoğraf: İF;Nisan-2007)

 
Peşrefli Kalesi'ndeki taşa oyulmuş basamaklar
(Fotoğraf: İF; Kasım-2007)

 
Gökçen yakınlarında  2008 yılında bir tarlada gördüğümüz; ancak şimdi yok olan; üzerinde frizleriyle bir mimari parça
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)

 
Gökçen Mezarlığı yakınlarındaki eski bir duvar kalıntısı

 
Gökçen Mezarlığı
 (Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)

 
Mezarlık ve duvarın bulunduğu zeytinlik 
 
İşte bu düşüncelerden hareketle; hetorodoks bir derviş görünümüyle Fota civarına gelen Ali Baba’nın henüz bu bölgede bir beylik oluşumu öncesinde yerli ahali arasında Türklerin egemenliğine yönelik; yumuşatıcı bir kolonizatör derviş rolü oynamış olabileceği söylenebilir.

 
Ali Baba'nın kara servileri

Munis Armağan, Ali Baba’yı Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi’ne dayandırarak babası Bahaeddin Sultan üzerinden Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendiriyor. Babası Bahaeddin Sultan’ın Hacı Bektaş-ı Veli ile birlikte Horasan’dan geldiğini; göreve çağrıldığında ise, Akşehir’den hemen Hacı Bektaş-ı Veli’nin yanına ulaştığını; görev sonrasında yeniden Akşehir’e döndüğünü aktarıyor.

 
Ali Baba'nın Türbesi

 
Ali Baba'nın türbesinin taç kapıyı andıran girişi 

Yine Munis Armağan’ın aktarımlarında; yazımızda daha önceden söz ettiğimiz Öksürük Dede ya da Saka Baba’nın bir ulu servinin dibinde yer alan mezarının Ali Baba Zaviyesi’nin vakıf arazileri içinde yer aldığı belirtiliyor. Ayrıca; Tire Yeğenli köyünde de Ali Baba’nın bir başka zaviyesinden söz ediliyor.

 
Ali Baba'nın Türbesi

“1835 (H.1251) tarihli bir belgede “Nezareti Evkaf-ı Humayun-u mülhak gullesi beynel evlat iktisama meşrut Aydın Sancağı dâhilinde Medine-i Tire’ye tabi Yiğenlü karyesinde vaki Bahaeddin oğlu Ahi Baba Zaviyesi’nin zaviyedar ve vakfının derecede müsavi…” ifadeleriyle zaviye kaydı verilirken, diğer taraftan; “Nezareti Evkaf’-ı Humayun-u mülükhaneye mülhak evkaftan Tire kazasının Yiğenlü karyesinde vaki Bahaeddin oğlu Ali Baba vakfından Aktaş Çiftliği demekle maruf mezranın…” ifadesiyle başlayan 1903 (H.1321) tarihli çiftlik kayıtlarına da değinmektedir.”(6)

 
Gezginler, Ali Baba Türbesi'nin avlusunda...

 
Hasan Balım Baba ve eşi Naciye Hanım'ın hatırasına yaptırılan avludaki çeşme

 
Avludaki ocaklar

 
Ali Baba Türbesi'nin avlusundan bir başka köşe

 
Gezginler, Ali Baba Türbesi'nin avlusunda yer alan kır kahvehanesinde..
 
Özetlersek; Horasan erenlerinden Ali Baba ismiyle tanınmış bir dervişin 13.yy. sonlarında Fata civarına gelip yerleştiği, orada bir zaviye kurduğu; daha sonra zaviyenin bilinmeyen bir nedenle bugünkü Hacıköy Mevkii’nde yer alan bir sekiye taşındığı; yörede bir Ahi önderi olarak bilindiği; bugün bir belirsizlik olsa da zaviyenin çevresinde yer alan geniş vakıf arazilerinin gelirleri sayesinde de günümüze dek sağlam bir şekilde korunup kollandığı anlaşılmaktadır. Tabii ki bugün için Ali Baba Zaviyesi’nden ve vakıflarından bir haber almak mümkün görünmüyor. Uzun zamanlar; kendisi ve eşi de burada gömülü bulunan Hasan Balım Baba tarafından yürütülen Ali Baba Türbesi’nin bakım faaliyetleri, bugün için gönüllülük temelinde yürüyor. Özel mülkiyet arazisi olan türbenin oturduğu alan ve çevresindeki binaların hepsi, Tire’de müteahhitlik yapan bir iş adamı tarafından satın alınmış. Umarız; bu girişimlerin tümü, tarihin derinliklerinden günümüze ulaşabilmiş bu değerli hatıranın yaşaması ve geleceği açısından hayırlı olur.

 
Ali Baba'nın ulu kara servisi

 
Yakınlardaki bir bilge zeytin ağacı

 
Geometrinin mükemmelliği; Tire yöresinde bu bitkiye yemlik diyorlar.

Ali Baba Tekkesi’nden ayrıldıktan sonra Kireli Altı’ndaki yol üstü kahvehanesine uğradık. Gecikmiş de olsak yemek için ideal bir mekândı burası. Yemek sonrasında yol kıyısındaki dut ağaçlarını ziyaret etmeden olmazdı. Yüksek dallara kolayca ulaşmak için konulmuş bir merdivenden de yararlanarak leziz dutlarından tattık bu kutsal ağacın. Ne güzel bir geleneğimizdi bizim; gelen geçen yesin diye yol kıyısına dut ağacı dikmişlerdi atalar. Yüzlerce yıllık bu güzelim dut ağaçları, böyle büyümüştü umarsızca her yerde.

 
Dut yeme telaşındayız.

 Yılan yastığının (Tire'de yılan bıçağı da deniyor) estetiği

Kireli Altı’ndaki kahvehaneden ayrıldıktan sonra, uğrak noktamız Gökçen Mezarlığı yakınlarındaki alçak tepeler oldu. Yazının üst bölümlerinde sözünü ettiğimiz Ali Baba’nın zaviyesini ilk kurduğu yer buralarda olmalıydı. Buraya geliş amaçlarımızdan bir diğeri de kışlık kekik ihtiyacımızı karşılamaktı. Gökçen’in arkasındaki tepelere doğru yürüdük. İki tepe arasındaki tatlı bir eğimle yükselen vadi tabanında ilerlerken sağda solda gördüğümüz mimari parçalar, bu bölgenin geçmişinde saklı zenginliğe işaret eder gibiydi. Ama zaviyeye ait somut bir izi yüzeyde görmek mümkün olmadı. Etkin maddesi thymol ile zenginleşmiş güzelim kekikleri toplayıp, mezarlığın kıyısında bıraktığımız arabanın başına döndük.

 
Gökçen üstündeki tepelerden biri
 (Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)

 
Duvar parçaları
 (Fotoğraf: İF; Mayıs-2008)

 
Ali Baba Zaviyesi'nin ilk kurulduğu Gökçen yakınlarında rastladığımız mermerden bir kiriş parçası

 
Gezginler, kekik hasadından dönerken...

 
Gökçen üstünden Küçük Menderes Ovası'nın renkleri

 
Gezginler, dönüş yolunda...

Günün sonuna yaklaşmıştık. Kısmen eren babaların, kısmen coşkun doğanın peşinde yürümüş, bir anlamda bu vatanın tapusu niteliğindeki; yüzlerce yıl önce bu toprağı yurt edinmiş atalarımızın kabirleri çevresinde anlamlı bir gün geçirmiştik. İçilen yorgunluk kahvelerinin eşliğinde günün kritiğinin yapıldığı Çınaraltı sohbetleriyle sonlandı gün Tire’de. Artık İzmir’e dönme vaktiydi; Tireli dostlarla vedalaşarak eski Kral Yolu’nu takiben Belevi’ye doğru hareket ettik.

 
Tire Çınaraltı'nda içilen yorgunluk kahveleri eşliğinde günün değerlendirmesi

Dipnotlar
(5)   Menakıbname; Hafız Halil’den aktaran Munis Armağan; Tire’den Darağacına; Şeyh Bedrettin; Bilkar Matbaacılık, Temmuz-2004; sayfa:123-124
(6)  Munis Armağan, Ege’nin Gizli Tarihi Horasaniler, Tüze Yayıncılık, 2001-Ankara; sayfa: 146-147
(7)   Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında gezi sırasında MYC/İF tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC