Sayfalar

25 Aralık 2016 Pazar

KEMALPAŞA YİĞİTLER VADİSİ’NDE; POMAK KÖYLERİNDE…



KAMBERLER’DEN KURUDERE’YE
8 Aralık 2016
İbrahim Fidanoğlu

Yiğitler Deresi, Bozdağlar silsilesi içinde yer alan Ören Tepe ile Dededağı arasındaki yer yer kanyona dönüşen derin bir vadide güneyden kuzeye doğru akar. Baharda coşan, köpüren tertemiz Yiğitler Deresi, ovaya doğru dinginleşir, yatağı genişler ve Yiğitler köyünün aşağılarında önce Nif Çayı’na, daha sonra ise birlikte Gediz Irmağı’na karışarak Menemen’den ötede, Maltepe önlerinde; Ege Denizi’nde sonlanacak ve türlü kimyasal atıkla kirletilmiş yolculuğunu sürdürür. Yiğitler Deresi’nin derin yatağında çınarlar, kirazlıklar, yukarılara doğru vadinin iki yamacında meşelikler ve kızılçamlar zengin bitki örtüsünü oluşturur. Sonbaharın benzersiz güzellikleriyle kaplı bu vadiden yukarıya Bayındır yönüne doğru yükselirken, Kamberler köyü yol sapağında vadi ikiye çatallanır; sağa doğru Kamberler köyüne ayrılan yol, yolcusunu; yaklaşık 700 metre yüksekliğindeki Kamberler Yaylası’na, sola doğru ayrılan yol ise, vadinin diğer kolu boyunca Yeni Kurudere köyüne ve arkasındaki Alankıyı Yaylası’na ulaştırır. Alankıyı, yazın kavurucu sıcakların etkisi altındaki Bayındırlıların, kurtuluşu aradığı serin köşelerden biri olarak bilinir. Kısacası, Alankıyı, Bayındır’ın yaylağıdır.

 
Kamberler Yaylası

 
Yiğitler Vadisi ve Yeni Kurudere köyü

 
Yiğitler Vadisi ve deresi
(Fotoğraf: İF; Ocak-2004)

 
Yiğitler deresi üzerindeki tek kemerli köprü
(Fotoğraf: İF; Ocak-2004

Yiğitler Vadisi’nin bir diğer özelliği ise Kemalpaşa’nın Pomak köylerinden ikisinin bu yörede yer almasıdır. Bugün yürüyüş güzergâhımızın iki ucunda yer alan Kamberler ve Yeni Kurudere köyleridir bunlar. Çevredeki diğer Pomak köyleri ise, Armutlu Vadisi’nde yer alan Bayramlı, Bayındır’a doğru Çınardibi ya da Kavakalanı, Kemalpaşa’nın karşısında Spil’in eteklerinde Beşpınar’dır. Bugünkü yürüyüşümüzü biraz doğa, biraz da Pomak hikâyelerinden oluşturduk.

 
Sabah ayazında; Kamberler köyünün sessiz sokaklarında...

 
Kamberler köyünde terk edilmişlik ruhunun ele geçirdiği bir eski evin avlusu; en arkada Ören Tepe 

Pomaklar, 1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi diye bilinir) ve onu takip eden Balkan Savaşları sonrasında Balkanlar’daki yeni statünün ortaya çıkışı ile birlikte Anadolu’ya yönelen bu topraklardaki Müslüman halkların kaderini paylaşan bir başka Slav kökenli Balkan halkıdır. Bugün Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk ve Türkiye sınırları içinde yaşamlarını sürdüren Pomaklar, neredeyse 100 sene öncesinin Bulgarcasının ağırlıkta olduğu, belki bugünkü Bulgarlarla bile zor anlaşabilecekleri bir dil konuşurlar. Dillerinde Türkçe ve Yunanca sözcükler de yer almaktadır. Yaklaşık yüz yıldır Anadolu’da yaşamakta oluşlarına rağmen yine de kendi kültürlerini; dillerini ve geleneklerini bugüne taşıyabilmişlerdir. Bu da Anadolu toprağının bir güzelliği ve kültürünün çeşitliliği adına bir kazanım olarak görülmelidir. Pomaklar için; günümüz Balkan devletlerinden Bulgaristan ve Yunanistan, kendi ulusal kökleriyle ilişki kursalar da, bütün ileri sürülen bu tür milliyetçi savlar onları açıklamaya yetmez. Ama Pomaklar için feda edilemeyecek bir şey varsa, o da Müslüman kimlikleridir ve belki de etnik kimliklerinden dahi önde gelmektedir. Bu gerçek bile Balkanlar’ın alt üst olduğu o yıllarda Pomakların niye bu topraklara savrulduklarını daha iyi açıklayacaktır.

 
Kamberler köyünde bir ara sokak

 
Kamberler köyü; zamana direnen eski bir ev

Pomakların Müslümanlığı kabul ediş sürecinde ise, Boşnaklara benzer bir yolu izlediklerine dair yaklaşımlar bulunmaktadır. Osmanlıların Balkanlar’a geçiş sürecinde; Ortodoks ve Katoliklerin baskısı altında kalan ve kendilerini Bogomil diye tanımlayan Boşnaklar ve Pomaklar, kendi kimliklerini korumak adına Müslümanlığı kabul etmiş olmalılar. Daha sonraki süreçte Osmanlı Devleti’ne sadık birer halk olarak öne çıkan Boşnaklar ve Pomaklar, 20 yüzyılın başlangıcında Balkanlar’daki ayaklanmalar ve etnik-dini arındırma süreçleri içinde Anadolu’yu yurt belleyerek Balkan Türkleriyle birlikte bu topraklara göç etmişler. Bütün katlanılan bu acıların hatırası, belki de hala Kemalpaşa’nın arka dünyasındaki Kamberler ve Çınardibi Yaylaları’nda hayatlarını sürdüren Pomakların torunlarının hafızasında yaşıyor. Kim bilir?

 
Kamberler köy meydanı; solda mezarlık; arkada kırağı yağmış tepeler

 
Sabahın erken saatlerinde Kamberler sokaklarında ışık oyunları

 
Kamberler köyünden Ören Tepe'ye bakış

Sabahleyin erken saatlerde Kamberler köy meydanına ulaştığımızda, hava sıcaklığı 1 derece civarındaydı. Karşı dağları, gece kırağı vurmuştu; kızılçamlarla ve meşelerle kaplı tepeler bembeyazdı. Köy meydanında kimseleri göremeyince, kahvehaneye uğrayalım dedik. Aklımızdaki düşünce; daha önceki gelişlerimizden hatırladığımız Rahmi Amca’yla karşılaşmaktı. Kapıdan içeri girince, köylülerin çoğunun ortadaki sobanın çevresindeki masalarda öbeklendiğini gördük. Rahmi Amca da cama yakın masalardan birinde oturuyordu. Kendimizi tanıtınca hatırladı ve masaya buyur etti. Bir yandan yudumladığımız sıcacık çaylar, bir yandan Rahmi Amca’nın muhabbeti; zaman nasıl geçti anlayamadık.

 
Kamberler köyü

 
Kamberler çıkışında yalnız bir servi ve ardında kırağı yağmış tepeler

 
Kamberler sırtlarındayız.

Rahmi Amca’nın anlatımına göre; Bulgaristan’ın Rodoplar bölgesinden buralara ilk göç edenler, geldikleri yerlere benzemeleri nedeniyle Kemalpaşa’nın arkasında yer alan bu yaylalara yerleşmişler. Yiğitler Vadisi’nin tertemiz havası, yemyeşil ormanlarıyla kaplı tepeleri onları buralara çekmiş. Önce beş on ev kurmuşlar yaylada. Dağlar hep meşe ormanlarıyla kaplıymış. O zaman Kamberler ve Kurudere’deki Pomakların en iyi bildikleri iş, bu meşelerden elde ettikleri kömürü ve meşe odununu son derece zor koşullarda İzmir’e indirmekmiş. O yıllarda Yiğitler Vadisi; son derece zorlu, dere ise oldukça hırçın akarmış. Meşe odunlarıyla yüklü beygirlerin sırtında; derin Yiğitler Kanyonu boyunca daracık patikalardan ovaya doğru yapılan tehlikeli yolculuklar, kuşaklar boyunca anlatıla gelmiş. Bu destansı hatıralar, bugün bile Kamberler köy kahvehanesinde sohbetimize konu olmakta.

 
Arkamızda Kamberler; Kurudere yolundayız.

 
Yaşlı kızılçamların ardından beyaz örtüsüyle Ören Tepe'ye bakış

 
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC) 

Yiğitler’i vadi boyunca Pomak köylerine bağlayan yollar, 1960’lı yılların başında açılmış. Köylülerin anlatımına göre; yolun açılmasında, köylüler kazma kürekleriyle bizzat çalışmışlar. Bilindiği üzere; İzmir’de dağ yollarının birçoğu İzmir’in Cumhuriyet dönemindeki ilk valilerinden rahmetli Kazım Dirik zamanında açılmıştır. Kazım Dirik, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bu bayındırlık eserlerini taçlandırmak ve imece usulüyle yöre halkının desteği de alınarak yürütülen bu çalışmaları onurlandırmak amacıyla, açılan yol güzergâhlarına bir de çeşme yaptırtmıştır. İşte bu çeşmelere Yiğitler-Bayındır rotasında hiç rastlanılmaması, köylülerin de tanıklığıyla örtüşen bir biçimde; bu yolun çok daha sonraları açıldığını gösteriyor.

 
Kurudere yolunda rastladığımız ilk çeşme

 
Gezginler, Kurudere yolunda...

 
Kamberler Yaylası'nın batısında yükselen tepeler

Kamberler köyü kahvehanesinden Rahmi Amca’nın Kurudere’ye ulaşan orman yolu tarifini aldıktan sonra köyün meydanından doğuya doğru ilerleyerek, yerel malzeme kullanılarak yapılmış eski evlerin arasından yürüdük. Kayrak taşlar burada o kadar yaygın bir yapı malzemesi ki, bazen evlerin çatılarında bile çatı örtüsü olarak kullanılıyor. Sabah ayazı nedeniyle köyün sokaklarında kimsecikler yoktu. Hafif meyille yükselen köy yolu, bizi sonunda Yeni Kurudere’ye giden orman yoluna ulaştırdı. Geceden kalma kırağı, karşı tepelerde bembeyaz görüntüsüyle uzaktan kar etkisi yaratıyordu. Güneşin erişemediği gölgelik alanlar ise daha soğuktu.

 
Orman yolunda rastladığımız kızılçam kütükleri

 
Kesim sahasındaki yamaçlarda dizili haldeki kesim ürünü kompartımanlar

 
Yol kıyısındaki bir diğeri...

Uzun süre Kamberler Vadisi boyunca kuzeye doğru yürüdük. Yolda kesim alanlarının içinden geçtik. Kesilmiş odun kütüklerinin bazıları, yamaçlardan aşağıya doğru kompartımanlar şeklinde dizilmişti. Hava güneşli, ancak sıcaklık oldukça düşüktü. Gün boyunca sıcaklık, 5 dereceden yukarı çıkmadı. Kamberler Vadisi, biz yükseldikçe derinleşti. Yürüdüğümüz orman yolunun altında da dere yatağına paralel ilerleyen başka yollar yer alıyordu. Yola bırakılmış kalın kızılçam kütükleri vardı. Bir süre sonra sağımızdaki yamaçta; çınar ağaçlarıyla kaplı hoş bir alana geldik. Burada birden fazla çeşme vardı; ama şu anda sadece birisi faaldi. Çevredeki pastoral görüntü ise, oldukça etkileyiciydi. Altımızdaki vadinin ötesinde; Kamberler köyü, güneşin üstüne vuran ışıklarıyla pırıl pırıl parlamaktaydı.

 
Gezginler, Kamberler sırtlarında...

 
Çınarlar, çeşmeler ve bir kütükten yapılmış su yalağı

 
Gezginler, huzurun ortasında...

 
Kamberler'den Kurudere yönüne; güneye döndüğümüz düzlük

Çeşmenin suyundan içtik; sularımızı tazeledik. Yolumuza devam ettik. Vadinin üst kodlarında kıvrılarak ilerleyen yol, sonunda bizi Kamberler’den Yiğitler’e doğru ulaşan iki vadi kolunun birleşim noktasında; vadi tabanına doğru bir gemi pruvası gibi sert bir şekilde alçalan bir düzlüğe ulaştırdı. Amacımız Yeni Kurudere köyüne doğru yürümekti. İki köyün arası, haritadan hesapladığımız kadarıyla yaklaşık 9 km.lik bir uzaklığa karşılık geliyordu. Bu nedenle bu düzlükten güneye doğru neredeyse 180 derecelik bir dönüş yaparak Kurudere köyüne doğru yöneldik. Her taraf yine kızılçamlar ve meşeliklerle kaplıydı. Güneye döndükten sonra sol yanımızda Yiğitler Deresi ve onun üstünde yükselen yaklaşık 1400 metre yüksekliğindeki Dededağı uzanıyordu. Birkaç yıl önce Sarılar köyünden ulaştığımız Ovacık Yaylası’ndan Dededağı üzerinde yer alan bir eren babanın; Çaldede’nin mezarına kadar tırmanmıştık.(1) Sert ve rüzgârlı bir havada tepedeki yangın kulesinin sundurmasının altına sığınarak yemek yemiş ve o noktadan Kurudere köyüne bakmıştık. Bu defa ise; tam ona karşısındaydık. Meşelerin kahverengisi, kızılçamların yeşiline karışmıştı tepelerde. Bu güzel peyzaj, Kurudere’ye kadar yol boyunca sürdü gitti.

 
Yiğitler Vadisi ve karşı yamaçlar

 
Gezgin, Kurudere'ye doğru dönüş noktasında...

 
Kurudere yolundaki yerel kayaç tabakaları

Güneye doğru döndükten sonra sol yanımızda yükselen sırttaki kayaçlarda; köylerde yapı malzemesi olarak da kullanılan tabakaları gözlemleme fırsatımız oldu. Orman yolunun açılması sırasında ortaya çıkan bu kayaç tabakaları, sanki kahverengi peynir kayalıkları gibiydi. Son derece kolay ufalanabilir, birbirinden tabakalar halinde ayrılabilen bu yapılar, Kurudere yolunda en ilginç manzaralardan birini oluşturmaktaydı.

 
Kurudere orman yolu

 
Kayaçlardaki tabiatın dili

 
Yiğitler Vadisi'nin üst düzlemindeki Kurudere orman yolundan Kemalpaşa Ovası'na doğru bakış

 
Ovacık Yaylası'nın üstünde yer alan Dededağı 

Kurudere’ye yaklaşmıştık. Ancak, bulunduğumuz kod oldukça yüksekti. Vadiye inen solumuzdaki bayır ise, oldukça dik ve sık kızılçamlarla kaplıydı. Bu sıralarda, yol boyunca bırakılmış bir dizi arı kovanının yanından geçtik. Artık Kurudere yönüne dönme zamanımız gelmişti. Altımızda tatlı bir eğimle alçalan kirazlığı görünce, hemen toprak yoldan ayrılıp Kurudere yönüne doğru inmeye başladık. Bir süre sonra kiraz tarlasının içinden geçerek ulaştığımız bir patika, bizi Yeni Kurudere’den Bayındır yönündeki Balcılar köyüne giden asfalt yolla buluşturdu. Bu noktadan itibaren Kurudere’ye yaklaşık 1,5 km kadar yolumuz kalmıştı. Yol kenarındaki bir çeşmeden yeniden sularımızı tazeledik ve kısa sürede köye ulaştık.

 
Kurudere orman yolu boyunca arı kovanları

 
Bizi Kurudere-Balcılar asfaltına ulaştıran orman içi patika

 
Kurudere-Balcılar yolu üzerindeki çeşme; suyu tatlıydı.  

Kurudere’nin üstünden geçen köyün çevre yolunu takiben, camiye yakın bir yerden köyün meydanı sayılabilecek kahvehanelerin bulunduğu alana doğru yürüdük. Kamberler’den beri 9 km kadar yürümüş ve oldukça yorulmuştuk. Şimdi dinlenme ve yemek molası zamanıydı. Kahvehanelerden birinin bahçesindeki bir masaya attık kendimizi. Yaklaşık yarım saatlik bir moladan sonra yeniden Kamberler’e doğru hareket ettik.

 
Yeni Kurudere'ye bu noktadan girdik.

 
Yeni Kurudere köy kahvehanelerinden birindeki takdir edilesi hassasiyet

 
Yeni Kurudere köy kahvehanesindeyiz.

 
Yeni Kurudere-Balcılar asfaltı 

Balcılar asfaltı üzerindeki çeşmenin yakınlarından kestirme olsun diye saptığımız patika yol, bir süre sonra bir tarla kıyısında son buldu. Bundan sonrası sert bir eğimle yükselen ve kızılçamlarla kaplı dik bir sırttı. Zigzaglar çizerek ve zaman zaman soluklanarak çalıştığımız bu tırmanışımız 1 saate yakın sürdü. Tekrar geldiğimiz orman yolu düzlemine ulaştığımızda epey yorulmuştuk. Tepede bir süre dinlendikten sonra, kuzeye doğru yeniden yürüyüşe geçtik.

 
Gezginlerin sık kızılçamlar ve dik bayırla imtihanı

 
Kızılçamların arasından Dededağı'na bakış

 
Dönüş yolunda Kurudere köyüne bakış

 
Kurudere-Kamberler dönüşünde sonbaharın renkleri

 
Akşam güneşiyle önümüze düşen kızılçamların gölgeleri

 
Kamberler köyü girişindeki bir evin avlusu

Bu kez geldiğimiz güzergâhtan sapmadan, yine yaklaşık 3 saatlik bir yürüyüş sonrasında Kamberler’in ilk evlerine ulaştık. Akşam, Kamberler Yaylası’nın üstüne çökmekteydi. Hava, yine sabah ilk geldiğimizdeki gibi 1 derece civarındaydı. Sobalarda yanan odun ateşinin dumanı, köyün evlerinin bacasından usul usul göğe yükselirken, sessiz sokaklardan yine köyün kahvehanesinin bulunduğu meydana doğru yöneldik. Gün boyu yaklaşık 6 saat sürekli yürümüştük; yorulmuştuk ama sonuçta iyi bir iş yapmış; Kemalpaşa’nın Pomak köylerinin çevresindeki vadilerde; Sonbahar manzaraları eşliğinde gün boyu dolaşmıştık. Beyaz tenli, renkli gözlü ve Türkçeyi kendilerine has bir Balkan şivesiyle konuşan bu güzel insanlarla sohbet etmek ise, günün ayrı bir rengiydi doğrusu. Vakit tamamdı; şimdi gitmek zamanıydı İzmir’e.

Dipnotlar
(1)       Ovacık Yaylası-Dededağ-Çaldede yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/11/kemalpasa-ovacik-yaylasi-dededag.html
(2)      Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

18 Aralık 2016 Pazar

MENDERES’İN HAMAMLARI



KELER HAMAMLARI, KARAKOÇ KAPLICALARI VE KÜNER

2 Aralık 2016
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugün Menderes’in sınırları içinde kalan iki eski hamam kalıntısıyla eski köylerin çevresinde dolaştık. Keler Hamamları, Karakoç Kaplıcaları, Eski Orhanlı köyü ve Menderes-Gümüldür kavşağından biraz içeride yer alan Küner köyü uğradığımız noktalardı. Sabahın erken saatlerinde ulaştığımız Şaşal köyü yakınlarındaki Deli Ömer sapağında araziye terk edilmiş onlarca köpek karşıladı bizi. Tahtalı baraj gölü kıyısındaki Keler köyünün adıyla anılan Keler Hamamları’na, Keler köyünü geçtikten sonra sağa doğru; Deli Ömer mahallesine ayrılan bir asfalt yolu takiben ulaşılıyor. Yoldan yaklaşık 3 km kadar ilerledikten sonra, önce köpek barınağına doğru sağa bir bozuk asfalt sapağını geride bıraktık. Yol boyunca karşılaştığımız onlarca perişan ve tüyleri dökülmüş ev köpeğinin terk edilmiş halleri hüzün vericiydi. Son yıllarda doğada sıkça karşılaştığımız manzaralardandır; geçici bir heves uğruna evlere alınan bu köpekler, daha sonra bakılamayıp doğanın acımasız koşullarına ne yazık ki terk edilmekte; bu koşullarda yaşamaya alışkın olmayan hayvancıklar kısa sürede hastalık kapıp perişan hale düşmekteler. Deli Ömer yolunda da bunlardan bol miktarda mevcut…

 Keler Hamamları önündeki ulu çınar

Keler Hamamları lokasyonu
(Google Earth'de çizilmiştir; by MYC)


Keler Hamamları rotası 1.5 km
(Google Earth'de çizilmiştir; by MYC)

Yoğun köpek dalgasını ardımızda bıraktıktan sonra, karşımıza çıkan demir köprüden kuzey yönündeki patikaya girdik. Arabayı uygun bir düzlükte bıraktıktan sonra, soldaki patikayı izleyerek sık kızılçamların arasında yürümeye başladık. Yaklaşık 1 km kadar yürüdükten sonra Çubuklu Dağı’nın eteklerindeki Keler Hamamları’nın bulunduğu düzlüğe ulaşmıştık. Yaklaşık 9 yıl kadar önce Ebruli gezginleriyle birlikte Şükrü Tül Hoca’nın liderliğinde bu bölgeye bir kez daha gelmiştik. O günlerde Keler Hamamları’nın üstünde bulunan sekide bir takım kulübeler ve bir çiftlik görüntüsü mevcuttu. Bu durum hamamlar açısından da tehdit teşkil ediyordu. Bu kez karşılaştığımız manzara sevindiriciydi. Çünkü o derme çatma gecekondular ve çiftlik yapılarının hepsi yıkılmış ve alan boşaltılmıştı. Sadece hamamlardan daha aşağı konumda yer alan bir iki bağ evi bulunmaktaydı.

 
Keler Hamamları'na yaklaşırken...

Keler Hamamları

Keler Hamamları, Çubuklu Dağı’nın eteklerinde yer alan kayalıkların altından gelen bir sıcak su kaynağından besleniyor. Bu doğal sıcak su kaynağının varlığı, Erken Roma Dönemi’nden itibaren (İ.Ö. 3.yy. civarı) bu bölgede bir hamam oluşumuna yol açmış. Hamamlar iki gruptan oluşuyor. Çubuklu Dağı’nı ve hamamları karşınıza aldığınızda solda yer alan hamam yapısı günümüze daha iyi ulaşabilmiş durumda. Ana kayanın içine geniş bir tonoz şeklinde bir boşluğun açılmasıyla oluşturulmuş soldaki hamam, sıcaklık (caldarium), ılıklık (tepidarium) ve soyunma ve kabul salonu diyebileceğimiz giriş ve karşılama (probalaneion) bölümlerinden oluşuyor. Özellikle dikdörtgen şeklindeki büyük bir havuzun yer aldığı sıcaklık bölümü bugün bile faal durumda diyebiliriz. Çünkü yukarıdaki kayalıkların içinden gelen sıcak su tonozun dibindeki bir menfezden havuza doğru dökülüyor. Bugün havuza dökülen su 30-35 derece civarında bir sıcaklığa sahip. Havuzun içinde balıklar ve su kaplumbağaları üremiş. Bunları fotoğraflama şansımız oldu.

 
Merdivenlerden inerken karşımıza gelen konumda; batıda yer alan odacıklar

 
Keler Hamamı; sıcaklık bölümündeki havuz

 
Soldaki hamam grubu içinde yer alan ve kabul salonu ya da soğukluk olarak adlandırdığımız galerinin girişi

 
Ana kayaya oyulmuş, hamama inen merdivenler

Sıcaklık ile giriş bölümü arasında yer alan ve her iki bölüme geçiş olanağı sağlayan kubbeli ve dairesel mekân ise olasılıkla zamanında ılıklık olarak işlev görüyordu. Bugün sıcaklık ve ön salona göre daha küçük boyutlarda olan ılıklığın içinde dairesel planlı oturma sekileri yer alıyor.

 
Merdivenlerle inilen soldaki hamam grubunun en sağında yer alan kabul salonu

  
Ilıklık bölümüne geçiş; en arkada sıcaklık bölümünün kapı girişi

 
Ilıklık bölümü ve yandaki dairesel oturma sekisi
(Fotoğraf: İF; Şubat-2007)

 
 Ilıklık bölümünün kubbeli tavanı; ortasında bir delik var. 
(Fotoğraf: İF; Şubat-2007)

Roma Hamamları, yıkanma işlevinin yanı sıra toplumsal iletişimin geliştirildiği mekânlar olarak da işlev gördüler. Aynı zamanda Roma uygarlığının ve vergi toplama mekanizmasının sembolü olan hamam yapılarına çeşmelerle birlikte; imparatorluk sınırları içinde kırsalda yer alan en ücra yerlerde dahi rastlamak mümkün. Dağ başında belli bir insan topluluğunu iskân ederek; onların en gerekli ihtiyacı olan suyu getirip; çeşme ve hamam gibi konfor alanlarını oluşturmak ve daha sonra kırsaldaki yerleşimlerden vergi toplamak, Roma’nın geliştirdiği zekice bir yaklaşım olmalıdır.

 
Soğukluk ya da kabul salonu bölümünden dışarı doğru bakış; bu bölümde havuz yok.

 
Gezgin, hamamın sıcaklık bölümünde...

 
Sıcaklık bölümüne gelen sıcak suyun döküldüğü yer; su hala akıyor ve ılık...

“Devlete ait hamamlar çok büyüktü ve halk ücret ödemezdi. İmparatorluk hamamlarına “Thermae” denilirdi ve imparatorun gücünü gösterdiği için büyük ve mimari açıdan mükemmel yapılardı. İmparatorluk hamamları, kent dışındaki arazilerde inşa edilir ve içinde kütüphane, oyun alanları ve çevresinde gezinti bahçeleri olurdu. Küçük hamamlara kadınlar sabah, erkekler de öğleden sonra giderdi. İmparatorluk hamamlarında kadın ve erkekler için ayrı giriş kapıları ve bölmeler olurdu. Zenginler hamama kölelerini getirip banyo sırasında hizmet ettirdiği için büyük hamamlarda, kölelerin de bir giriş kapısı olurdu. Hamamın girişindeki soyunma odasında, elbiselerin bırakıldığı nişler vardı. Soyunma odasından soğuk odaya (frigidarium) geçilip soğuk su havuzuna girildikten sonra ılık odaya (tepidarium) geçilip terlenir ve masaj yaptırılırdı. Ardından sıcak odada (caldarium) sıcak suyla banyo yapılır ve soğuk odaya dönülüp masaj yaptırılırdı.(1)


İngiltere'nin Bath kentindeki Roma Hamamları
(Kaynak: Wikipedia)

 
Bu da Keler Hamamları
 
Tipik bir Roma hamamında sıcaklık (caldarium), ılıklık (tepidarium) ve soğukluk (frigidarium) bölümleri bulunmaktaydı. Bunların yanı sıra; masaj salonu (haleipderion), ön salon (probalaneion), soyunma odası (apodyterium) gibi bölümler de Roma hamamlarının diğer bileşenlerini oluşturmaktaydı.

 
Keler Hamamı; Sıcaklık bölümündeki suyun ilk döküldüğü küçük havuz ve kenarındaki arıklar; duvardaki izler; zamanında mermer kaplamaların yer aldığı seviyeyi işaret ediyor.

 
Gezgin, havuzun çevresindeki oturma sekileri boyunca ilerleyen arıkları işaret ediyor. 

Keler Hamamları’nın en karakteristik yanı, hiç şüphesiz bütün yapının kayalara oyularak elde edilmiş olması… Sıcak su, Çubuklu Dağı’nın eteklerindeki kayaların derinliklerine doğru açılan bir gerizden temin ediliyor. Su buradan sıcaklık bölümünün üstündeki bir havuzda biriktirilerek buradan ana havuza yönlendiriliyor. Sıcaklık bölümünde yer alan ana havuzun çevresinde oturmak için sekiler bırakılmış. Bu sekilere oturan kişilerin arkalarından geçen sıcak suyu bir maşrapayla alabilmeleri için, suyun havuza döküldüğü noktadan itibaren ana kayaya oyulmuş arıklar bulunuyor. Arıklar aracılığıyla bütün mekânı dolaşan su, sonunda havuzun ön planında yer alan iki odacıktan geçerek yine ana kayanın oyulmasıyla elde edilmiş bulunan bir tahliye kanalına boşalıyor. Prof. Dr. Recep Meriç’in Şaşal Ilıcası olarak adlandırdığı Keler Hamamları ile ilgili olarak, 1986 yılında yayınlanan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın IV. Araştırma Sonuçları Raporu’nda şu bilgiler yer alıyor:

 
Hamamın çıkışında yer alan odacıklar

 
 Bu odalardan birinin duvarında yer alan karşılıklı delikler

 
Tahliye kanalının bulunduğu noktadan havuza bakış

 
Hamamda kullanılan suyun tahliye edildiği ve ana kayaya oyularak açılmış tahliye kanalı 

 
Suyun büyük havuza döküldüğü yer  

Şaşal köyünün güneybatısındaki Çubuklu Dağı’nın güney eteklerinde tamamen kayalara oyularak yapılmış büyük bir ılıca ünitesi, bu tür yapıların mimarisi ve kullanılışı hakkında faydalı bilgiler vermektedir: Şaşal Ilıcası batı kısımda oldukça büyük, üzeri tonozlu havuz, ortada kubbeli yıkanma mekânı, doğuda ise dar uzun tonozlu bir yıkanma mekânından oluşmaktadır. Her üç mekân birbirine dar geçitlerle bağlıdır. Çubuklu Dağı’nın yukarılarından tüneli andıran bir kanal ile getirilen sıcak su, (I) ve (II) no.lu mekânların (dikdörtgen planlı iki tonoz alan kast ediliyor-İF) havuzlarında birikmekte, daha sonra duvar kenarlarındaki küçük kanallar yardımıyla bütün mekânları dolaşarak IV ve V no.lu mekânların (tahliye kanalına açılan odacıklar kast ediliyor-İF) önünden geçen büyük tahliye kanalına boşalmaktadır. Ünitenin en ilginç özelliklerinden birisi (I) no.lu mekândaki büyük havuzun fıskiye sistemiyle doldurulmuş olmasıdır. Muhtemelen Roma Erken İmparatorluk Çağı’nda yapılmış ve günümüzde zaman zaman kullanılan Şaşal Ilıcası korunması gereken ender örneklerden birisidir.”(2)

 
Gezgin, Keler Hamamı'nın merdivenlerinde...

 
Çubuklu Dağı ve altında sıcak suyun geldiği kanalın yer aldığı kayalıklar

 
Suyun havuza aktığı menfezin ağzı

 
Hamamın üst düzlemindeki kayalıkların üzerindeyiz. 
 
Hamam yapısının doğusunda yer alan iki adet tonoz bölme ise, batıda yer alan hamam grubuna göre çok daha küçük hacimli görünüyor. Bu bölmelerin ne amaçla kullanılmış olabileceğine dair kesin bir yargıda bulunmak zor gibi. Çünkü yeryüzünde bir havuz ya da tonoz boşluğunda çepeçevre ilerleyen diğer hamamdakine benzer arıklar da mevcut değil. Bütün bunlar, batıda yer alan hamam grubundan farklı bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu akla getiriyor. Batıdaki hamam grubuyla doğudaki iki tonozlu yapının ortasında; daha sonraki zamanlarda yapılmış, sıcak suyun biriktirildiği bir havuz mevcut. Tabii ki; batıdaki hamam grubuna inen ve ana kayaya oyulmuş merdivenin başındaki gösterişli çınar ağacını da anmadan geçmemeliyiz. Hamamdaki havuzun suyu, 9 yıl önceki ziyaretimize göre daha temiz gibi göründü. O zaman suyun içinde katı maddeler ve yoğun bir yosun oluşumu vardı. Bu gelişimizde; havuzun suyu içindeki balıkları ve su kaplumbağalarını seçebilecek berraklıkta idi.


 
Hamamın sıcaklık bölümünde yer alan havuzun içindeki su kaplumbağası

 
ve balıklar

 
Keler Hamamları'nın doğusunda yer alan grup

 
Bu galeriler, batıda yer alan hamam grubuna göre daha farklıydı. Havuz ve benzeri bir oluşuma rastlamadık.

 
Galerilerden birinin içi; toprak dolgu ile tamamen kapanmış durumda... 

 
Gezgin, suyun sıcaklığını kontrol ediyor. 

Keler Hamamları’nı ve üst düzleminde kayalıklar arasında yer alan menfez ve küçük havuzlarını dolaştıktan sonra bölgeden ayrıldık. Şükrü Tül Hoca’nın ifadesine göre; Antik Çağ’ın gezgini Manisalı Pausanias’ın övdüğü ve hep deniz kıyısında diye tanımladığı İyonya ılıcaları içinde bir hamam mimarisi veren en ilginç örneklerden biriydi Keler Hamamları.

 
Şükrü Tül Hoca ve Ebruli gezginleri; Şubat-2007'de Keler Hamamları'nda...
(Fotoğraf: İF; Şubat-2007) 

 
Gezginler, ulu çınarın altında...

Yeniden ormanın içinden 1 km kadar yürüyüp arabaya ulaştık. Dönüş yolunda Deli Ömer - Gümüldür yolu kavşağında karşılaştığımız Şevket Amca’yı Deli Ömer’e bırakmak üzere geri döndük. Gözlerinde katarakt rahatsızlığı bulunan Şevket Amca, köpeklerden şikâyetçiydi. Onların saldırmasından korkarak Deli Ömer’e giden yaklaşık 4 km.lik yolu yürüyerek gitmekten çekinmişti. Deli Ömer’e giderken köyün kuruluşuna dair bildiklerini aktardı. Şevket Amca’ya göre; Deli Ömer, buralara Çubuklu Dağı’nın arka yüzünde yer alan Kuyucak tarafından gelmiş ve bu toprakları kendine yurt edinmiş. Çok öfkeli ve güçlü bir adam olan Deli Ömer, topraklarına kimseyi sokmayarak çevresinde nam salmış. Bu şekilde çevresinde “deli” lakabıyla tanınır olmuş. O bu dünyadan göçüp gittikten sonra ise, bu yörede 10-15 haneden oluşan bir küçük köy ortaya çıkmış. Şimdi köyün çevresinde bir takım çiftlikler ve bir de özel sektöre ait su şişeleme tesisi mevcut. Şevket Amca ile köyün girişindeki çeşme başında vedalaşıp ayrıldık ve yeniden Gümüldür sapağına doğru hareket ettik.

 
Keler Hamamları'nın önündeki düzlükten güneye bakış

Küner köyü ya da Oroanna Antik Kenti

Menderes-Gümüldür yolu üzerinde; Değirmendere kavşağının karşı yönündeki yola girilerek ulaşılan Küner köyü, bugün son yıllardaki almış olduğu göçler nedeniyle neredeyse Menderes ilçe merkezi ile birleşmiş durumdadır. İsmini çevresindeki fıstık çamlarının tohumları “künar”dan aldığını düşündüğümüz Küner’i bizim için ilginç kılan, köyün güney sırtında yer alan Karatepe’deki bir teras yerleşimidir. Prof. Dr. Recep Meriç tarafından Oroanna olarak işaretlenen yerleşim yeri hakkında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1985 yılına ait kazı ve yüzey araştırmalarıyla ilgili olarak hazırlanan IV. Araştırma Sonuçları Raporu’nda şu bilgiler verilmektedir:

 
Karatepe'nin etek uçlarını yalayarak dolaşan Şaşal Deresi

 
Karatepe'nin kuzey yamacından Küner köyüne bakış

 
Şaşal Deresi'nin yatağından Karatepe'nin görünümü 

Küner köyünün güneyindeki Karatepe’nin üstünde ve güneye bakan yamaçlarında tespit edilen antik yerleşme (krş. N. Tuna, III. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 1985, s.215 v.d.) teras yerleşmesi tipinde olup, teraslar yer yer belli olmaktadır. Küçük bir dere ve kaynak kenarındaki bu yerleşimin etrafı muhtemelen bir duvarla çevriliydi. Küçük bir antik kente ait olabilecek sur duvarları kısmen izlenebilmekte, yüzeyde toplanan seramik ise İ.Ö. 5. yüzyıl ile İ.S. 1. yüzyıl arasına tarihlenebilmektedir. Bu küçük İyonya kentinin İ.Ö. 2. yüzyıla ait bir Delos yazıtında adı geçen (bkz. L. Robert, BCH 1946 s. 512) ve Teos ile Kolophon arasında olması gereken şimdiye kadar yeri tespit edilmemiş Oroanna kenti olabileceğini düşünmekteyiz.”(3)

 
Şaşal Deresi ve hemen kıyısından yükselen sarp kayalıklar

 
Dere yatağından görülen; doğu yönündeki mağara ağzı 

Kent varsayımları ile ilgili olarak dikkate değer noktalardan biri de kentin ismi… Her ne kadar İyonya bölgesindeki bir yerleşim olarak tanımlansa da Oroanna ismi Helen dilinde değil. Anadolulu bir yerli dile ait olması olasılığı ise oldukça kuvvetli gibi.

 
Karatepe'nin Şaşal Deresi'ne bakan yamacında dikkatimizi çeken nişli kaya ve düzgün teraslar

 
Aynı kayanın önden görünüşü 

Küner köyünün içinden geçilerek ulaşılan Karatepe, yumuşak bir eğimle ova düzleminden yükselir. Son yıllarda kilit taşlarla kaplanan yol, sizi tepeye kadar götürür. Burası köydeki gençler için bir seyir tepesi ve kaçamak alanıdır. Bunu nereden anlıyoruz; bir su deposunun da yer aldığı tepenin kuzey yüzüne doğru atılan yüzlerce plastik ve metal şişeden… Tepeye ulaşıldığında ziyaretçiyi, tırmanılan Karatepe’nin güneydeki son derece dik yamacı karşılar. Bu yamacın eteklerini yalayarak dolaşan Şaşal Çayı, son derece sarp kayalıklar arasından açtığı yatağında kuzeybatıdan güneydoğuya doğru bir yay çizerek akar. Çayın yatağında kıyılara doğru sazlar, kamçıyı andıran bataklık bitkileri, zakkumlar oldukça sıklaşır. Karatepe’nin güney yamacında ise yer yer teraslar şeklinde sur parçalarının temelleri olabilecek basamaklar seçilir. Tepenin bu yüzü oldukça sarp ve kayalıktır. İZSU’nun tepedeki deposundan taşan su, yamaçlardan aşağı; dere yatağına doğru bir tahliye borusu ile boşalmaktadır.

 
Karatepe'nin kuzeye bakan yamaçlarındaki ziyaretçilerin bıraktığı çöplüğün fotoğrafıdır.

 
Şaşal Deresi

  
Vadinin kuzeybatı ucu 

Arkeolog Şükrü Tül’e göre; 1999 yılında Karatepe’nin üstüne yapılan su deposu ve çamlık nedeniyle bölgede yer alan arkeolojik katmanlar alt üst olmuştur.(4)

Bizim ziyaretimiz sırasında; yakında yağan yağmurlarla beslenen Şaşal Deresi’nin rengi kırmızıya yakındı. Bunu erozyona bağladık. Dere yatağına indiğimizde doğu yönünde kayalıkların arasında bir mağara ağzı dikkat çekiciydi. Ancak, su kıyısında yoğun bitki örtüsü ve bataklık nedeniyle ayrıntılı inceleme yapmamız mümkün olmadı. Sonuç olarak; Oroanna’ya dair Karatepe’nin güneye bakan sarp yamaçlarındaki teraslardan başka pek de bir şey göremeden köyden ayrıldık.

 
Karatepe'den Şaşal Deresi'nin görünümü
(Fotoğraf: İF; Şubat-2007) 

 
Şaşal Deresi'nin kıyısındaki bitki örtüsü

Hedefimiz, Yeni Orhanlı-Ürkmez yolu üzerindeki yine günümüze Roma Döneminden kaldığı söylenen Karakoç Kaplıcaları idi. Ancak, yol üstündeki şimdiye kadar bir türlü uğramaya fırsat bulamadığımız tepedeki Eski Orhanlı köyüne ait yol levhasını görünce, onu da ihmal etmeyelim dedik ve yol çatısından yaklaşık 4 km kadar uzaklıktaki köye çıktık.

Eski Orhanlı köyü

Aslında Orhanlı köyü dersek daha doğru olacak galiba; çünkü köyün ilk kurulduğu yer yukarısı… 1970’li yıllarda tarımsal faaliyetlerin ovada gelişmesine paralel olarak dağdaki köyün sakinleri giderek ovadaki yerleşime kaymış. Eski Orhanlı’da halk, daha çok küçükbaş hayvancılıkla geçiniyor; özellikle de keçi… Sarp ve kayalık bir topografyası olan köyün bulunduğu tepeden Ürkmez önlerindeki denizi görmek mümkün. Kızılçamlar içinde güzel bir doğaya sahip köyün bozulmamış bir kültürü ve dokusu var. Biz onları bir de köyde kurdukları zeybek ekibi ile Türkiye birincisi oldukları halk oyunları yarışmasından hatırlıyoruz. Eski Orhanlı köyünün batısından Karakoç Deresi akıyor denize doğru. Karakoç Deresi’ne Kavakdere köyünden itibaren ise, Kavakdere adı veriliyor haritalarda. Kavakdere’nin önü, Beyler köyü yakınlarında bir bentle kesilmiş ve ardında sulama amaçlı bir baraj gölü oluşturulmuş. 2002 yılında devreye alınan Kavakdere Barajı’nın kıyısından ilerleyen yol, Eski Orhanlı köyünden Kavakdere’ye; oradan da Ürkmez’e ve Seferihisar’a ulaştırıyor yolcusunu. Baraj gölünün kıyısındaki izlerden, bu yıl yağışların son derece az olması nedeniyle baraj gölünün seviyesinin oldukça düşük olduğu anlaşılıyor.

 
Kavakdere baraj gölü

 
Eski Orhanlı köyü

Orhanlı Köyü Derneği’nin web sitesinde Eski Orhanlı köyünün keçi yetiştiriciliğine uygunluk şartları şu şekilde dile getiriliyor:

Bu köyde yaşayan insanlar daha çok küçükbaş hayvancılığı ile uğraşmaktadır. Özellikle de keçicilik… Zaten köyün topografyası ve yöneyi bunu açıkça göstermektedir. Güneşin ilk ışıklarını alan, yüksek, eğimli ve kayalık bir bölgedir. Kışları keçi ağıllarının tabanında su birikmemesi, gübrenin çamur olmadan su ile yıkanması, bölgenin kayalık olması ve eğimiyle alakalıdır. Güneşin ilk ışıkları da ıslanan ağılı kurutur.”(5)

 
Eski Orhanlı köyünün girişindeki mezarlığı

 
Eski Orhanlı'dan ovaya bakış

Eski Orhanlı’ya ovadan ulaşan yol, bir ring gibi köyü bir baştan bir başa dolaşıyor. Kızılçamlar arasından ulaştığımız köyün girişinde, bizi köyün geçmişini temsil eden ve çok eski mezar taşlarıyla kaplı mezarlığı karşılıyor. Bayır aşağı, hafif eğimli bir yamaçta kurulmuş olan mezarlığın tertemiz hali, takdirlerimizi hak ediyor. Köyün üstünden Çatalkaya kütlesinin arkasına doğru dolanan asfaltı takip ederek, neredeyse 400 metrelere kadar yükseliyoruz. Köyün kurulu olduğu yerin yüksekliği ise 300 metre civarında… Karşımızdaki ufuk çizgisinde, Ege’nin mavi suları görünüyor uzaktan. Her ne kadar havadaki yüksek basınç nedeniyle görüş mesafesi çok iyi olmasa da tabii ki fotoğraflıyoruz. Asfalt yol, bir keçi çiftliğinde son buluyor; bundan sonrasında, dağa doğru ilerleyen bir toprak yolla ulaşılan küçük bir mahalle ve daha ötesinde Çatalkaya dünyası var. Onlar da başka sefere deyip köye geri dönüyoruz.

 
Eski Orhanlı'nın hemen altından Ege Denizi'ne bakış

Köyün kuşaktan kuşağa aktardığı köklü kültürü, bu kültürü yaşatma çabasındaki samimiyeti, insanlığın doğayla barışık geliştirdiği geleneksel tarım yöntemlerine bağlılığı dikkat çekici düzeyde. Bu da; her şeyin hızla tüketildiği bir küresel kültürle doğanın ve insanlığın esir edilmeye çalışıldığı çağımızda, elbette ki öne çıkarılması ve takdir edilmesi gereken bir davranış sistematiği. Bu nedenle Orhanlı köyünü aklımızın bir köşesine not ederek ve yine Orhanlı köyünde; yerel yönetim, köylüler ve birtakım doğa dostu sivil toplum kuruluşlarının ortak çabasıyla köyde tesis edilen Seferihisar Doğa Okulu’nun tanıtım sayfasında yer alan şu satırlarla köyden ayrılıyoruz:

 
Eski Orhanlı köyü

Doğa, iyiliğe dayalı ilişkiler okuludur. Seferihisar Doğa Okulu, bu öğretide birleşen pek çok farklı kişinin başlattığı ve sürdürdüğü bir imecedir.

Yaşadığımız çağda öğrenme sürecimiz yaşamın diğer anlarından, önceki toplumların söz ve eylemle taşınan tecrübelerinden ve doğadaki diğer varlıklardan kopmuş, belki de koparılmıştır. Oysa bilgi yalnızca cümlelere, kitaplara, sınıflara veya internete hapsedilemez. Bilgi yeryüzünün üzerinde gezinen bulutlar, dağlardan denizlere akan nehirler veya vücudumuzu dolaşan kan damlaları gibi hareketlidir. Çoğalır, savrulur ve yeniden birleşir. Parçalamaz. Bilgi, yaşamın tüm şekillerini birbirine bağlar.”(6)

 
Eski Orhanlı'nın yemyeşil doğası

 
Eski Orhanlı'nın üstünden devam eden yoldan denize doğru bakış

Doğayla insanın uyum içindeki yaşamı, ancak bu kadar açık ve güzel ifade edilebilir. Böyle bir yaşam, insanın; doğayla birlikte ve onun içindeki tüm varlıklarla uyumlu bir şekilde yaşamasına yol açacak; sonuç olarak, bu da insanoğlunu daha erdemli ve mutlu kılacaktır.

Karakoç Kaplıcaları:

Karakoç Kaplıcaları, bugün Menderes ılıcalarına ayırdığımız günümüzün son uğrağı oldu. Kaplıca, Kavakdere köyü ile Ürkmez arasında; Seferihisar’a 1 km uzaklıkta ve Karakoç Deresi’nin üst düzlemindeki bir ana kayanın hemen altında yer alıyor. Roma İmparatorluk Dönemi’ne tarihlenen kaplıcalar, içinde kayaya oyulmuş havuzları bulunan iki adet hamamdan oluşuyor. Havuzlar yaklaşık 4 m2 alana sahip; kıyısında ise banyo yapmaya gelenlerin oturması için ana kayaya oyularak şekillendirilmiş oturma sekileri bulunuyor. Ayrıca her iki hamamın yan duvarlarında ana kayaya oyulmuş nişler yer alıyor. Bölgede 1988 yılında yürütülen yüzey araştırmaları sırasında elde edilen bulguları rapor eden Prof. Dr. Recep Meriç, kaplıcalarla ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1989 yılında yayınlanan VII. Araştırma Sonuçları Raporu’nda şu gözlemlerini aktarıyor:

 
Karakoç Hamamları

 
Hamamın havuzlarından biri

 
Hamamın ana kayaya oyulmuş duvarları 

Doğanbey ve Ürkmez arasında çok sayıda sıcak su kaynakları bulunması nedeniyle yörede antik çağlara ait termal tesislere rastlanmaktadır, Bunlardan başlıcaları; Karaköse, Cuma ve Karakoç Ilıcalarıdır. Karakoç Ilıcası’nda iyi korunmuş bir hamam yapısı dikkati çekmektedir. Dikdörtgen plana sahip yapı batıda bir apsis ile sınırlanmaktadır. Güneybatı köşesinde apsise dayalı işlevini henüz anlamadığımız yuvarlak bir bölüm, güneydoğu köşesinde ise kare planlı, ana yapı ile bağlantılı ek bir bölüm görülmektedir. Yapının iç kısmında yarım yuvarlak ve dikdörtgen planlı, kemer ya da yarım kubbe örtülü nişler bulunmaktadır. Duvarlar tonozu taşıyan silmelere kadar korunmuş olup, alt sıradakileri daha büyük olan kesme taş bloklarla yapılmıştır. Yapının doğusunda palestraya (üstü açık avlu) ait olabilecek monolitik (yekpare) dört köşe sütunlar ve büyük blok taşlarla yapılmış kemerli kapı bölümü sazlıklar arasında belli olmaktadır. Roma İmparatorluk Çağı’na ait Karakoç Ilıcası ve çevresinde yapılacak çalışmalarla, bir antik kaplıca tesisinin nasıl çalıştığı iyice saptanabilecek, belki de geliştirilecek projelerle kaplıca eski işlevine kavuşabilecektir.”(7)

 
Hamamlardan diğeri

  
Suyun içindeki minerallerin yüzlerce yıllık birikimiyle havuzun formatı değişmiş.

 
Hamamın genel görünümü

 
Mineral birikimine yakından bakış

 
Hamamın giriş kapısı 

 
Hamamın üstündeki kayalık zeminin görünüşü

 
Önde Roma hamamı, arkada viranelik haline gelmiş olan Karakoç kaplıcalarının konaklama tesisleri 

Kaplıca alanında, bir asma kilitle güvence altına alınmış bir mezbelelik korunmakta… Ayrıca sahipsiz köpeklerden buralarda da birkaç tane var ve çok açlar. Kaplıcanın konaklama binaları yıkık dökük durumda. Anlaşıldığı kadarıyla kaplıca şu anda işletmeye kapalı görünüyor. Ama giriş kapısında zorlukla okunan levhada kaplıca alanında uyulması gereken bütün kurallar ise bir bir yazılmış. Ama ne gam; ortalık pislik içinde yine… Bir akşam vakti; Karakoç Kaplıcaları’ndan bizi uğurlayan köpek havlamaları eşliğinde ayrılıyoruz artık. Hedefimizde Sığacık Limanı’nda içilecek yorgunluk çayları var. Zengin içerikli ve bol yer değiştirmeli bir gün geçirdik bugün de. Yürüyüşümüz toplamda 5 km kadar olsa da; gördüklerimiz bize yeter. Serinleyen akşam havasında Teos’un ruhunun ayaklandığı bir andayız şimdi kıyıda. İçimizi ısıtacak ve günü sonlandıracak olan; tavşan kanı bir bardak sıcacık çaydır Sığacık’ta…

Dipnotlar
(1)       Prof. Dr. Ural Akbulut; Roma Hamamları; arınma ve sosyalleşme mekânları; bkz. http://www.uralakbulut.com.tr/wp-content/uploads/2015/01/ROMA-HAMAMLARI-ARINMA-VE-SOSYLLE%C5%9EME-MEKANLARI-19-OCAK-2014.pdf
(2)      Prof. Dr. Recep Meriç, 1985 yılı İzmir ve Manisa İlleri Yüzey Araştırması; T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı IV. Araştırma Sonuçları Raporu; Ankara-26-30 Mayıs 1986; sayfa:302; bkz. http://www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/arastirmalar/04_arastirma.pdf
(3)      Prof. Dr. Recep Meriç, a.g.m.; sayfa:301-302
(4)     Arkeolog Şükrü TÜL; Keler Hamamları ve Küner gezisi için Ebruli Turizm tarafından hazırlanan el notu; Şubat-2007
(5)      Orhanlı köyü hakkında bkz. http://orhanlikoyu.tumblr.com/
(6)     Seferihisar Doğa Okulu için bkz. http://orhanlikoyu.tumblr.com/dogaokulu
(7)      Prof. Dr. Recep Meriç, 1988 yılı İzmir ve Manisa İlleri Yüzey Araştırması; T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı VII. Araştırma Sonuçları Raporu; Antalya-18-23 Mayıs 1989; sayfa:362-366; bkz. http://www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/arastirmalar/07_arastirma.pdf
(8)     Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında İF/MYC tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC