Müşteba’nın anısına(1)
20 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Her yıl sıkça uğradığımız ve neredeyse yürümediğimiz dağı ve vadisini
bırakmadığımız Tire coğrafyasına bu yıl uğramak kısmet olmamıştı. Ama
yakınlarda kaybettiğimiz Tireli bir dostumuzun aziz hatırasına bir selam
göndermek adına; bu hafta Tire’de bir rota belirledik ve Kaplan Deresi çevresinde gelişen bir yürüyüş gerçekleştirdik.
Kaplan sırtlarından ovaya doğru bakış
Kuzey Afrika’dan gelip ülkemizin semalarını teslim almış sıcak havanın
etkisiyle, bugünlerde 30 dereceye varan oldukça sıcak günler yaşıyoruz. Elbette
mevsimlerin ayarı kaçtı son yıllarda, ama bu yıl hepsinden bir garipti. Baharın
gelişine dair her şey en az bir ay öne çekildi. Örneğin normal olarak Mayıs
ayının son günlerinde çiçek açan iğdeleri bugün Tire sırtlarında çiçek açmış
olarak bulduk. Yine Mayıs ayında çiçek açan tespih ağaçlarının çiçekleri de her
tarafı benzersiz kokularıyla her tarafı ele geçirmiş durumda…
Kaplan köyü ve Tire'nin Güme'den görünüşü
İşte böyle bir atmosferde Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın erken
gelen baharla coşmuş florasına kaptırdık gittik doğrusu. Ahmet Yol Deresi diye adlandırılan ve Kaplan köyünün altına denk gelen vadiden başlayan yürüyüşümüz, Mersinli Dere ve Kaplan Deresi üzerinden Kaplan
köyüne, oradan Kaplan sırtlarında yer alan Gelin
Kayası’na ulaştı. Tırmanışın sonlandığı bu noktadan itibaren, rotamızı Hisarlık köyüne doğru inen vadilere
çevirdik. Yeşilin binbir tonu ve nebatın farklı renklerdeki dünyasına
yaptığımız bu yolculuk, en sonunda Hisarlık
köyü ve Balım Sultan Türbesi
üzerinden, arabayı bıraktığımız Ahmet Yol
Deresi’nin ucunda son buldu. İşte hikâyesi…
Kaplan'da yaban gülleri yada kuşburnu çiçekleri (rosacanina)
Ahmet Yol Deresi ve
Mersinli Dere Vadileri
Tire’nin sırtını
dayadığı Güme Dağı’nın bereketini, İlkçağ’da
Tanrıça Artemis’in toprakları olarak tanımlanan Küçük Menderes Ovası’na doğru onlarca
dere taşır. Sardeis’ten Ephesos’a uzanan Kral Yolu boyunca bu
derelerin bereketi, bu topraklarda filizlenen binlerce yıllık uygarlığın
teminatı gibidir. İşte Kaplan Deresi
de bu derelerden birisidir ve Kaplan
yada eskilerin bildiği ismiyle Arpacılar
köyü düzleminden Yavukluoğlu Külliyesi’nin de bulunduğu vadi boyunca
ovaya doğru akar. Kaplan Deresi,
aşağılara doğru birkaç kola ayrılır. Yavukluoğlu
Külliyesi’nin bulunduğu dere yatağı Beyler
Deresi, daha batıdaki; tam Kaplan’ın altına denk gelen konumdaki iki vadi
ise sırayla Ahmet Yol Deresi ve Mersinli Dere ismiyle anılmaktadır.
Ahmet Yol Deresi Vadisi
Sabah 8’de İzmir’den
yola çıktık. Tire’ye vardığımızda bizi Bayındırlı Ahmet’in kahvehanesinde
mükellef bir kahvaltı sofrası ve Tireli dostlarımız Hasan Hoca ile Ahmet Tamer
beklemekteydi. Bu davet reddedilemezdi. Datça usulü sütle yapılan ve bir tür
pişi olan “küllürçe”ler, kıymalı
börekler, erik ve kızılcık reçelleri, Datça balı ve Tire’nin meşhur çamur
peyniri fazlasıyla davetkârdı.
Urgancıoğlu Çeşmesi
Kahvaltı sonrasında
Tire’nin çıkışından Selçuk yönüne doğru hareket ettik. Yuvalı sapağından önceki
ilk yola girdik. Tarlalar ve zeytinlikler arasından ilerleyen dar asfalt yol,
bizi önce beyaz badanalı büyük bir çeşmeye (Urgancıoğlu
Çeşmesi) daha sonra da yürüyüşümüzün başlangıç noktası olan Ahmet Yol Deresi’nin ucunda yer alan ve
suyu akmayan bir başka çeşmeye (Hacı Jet
İbrahim Çeşmesi) ulaştırdı. Başında güzel bir çınar ağacının yer aldığı bu
ikinci çeşmenin suyu ne yazık ki akmıyordu. Arabayı bu noktaya bıraktık ve
çeşmenin biraz ötesindeki Ahmet Yol Deresi’nin yatağının paralelindeki
patikadan yukarı doğru yürümeye başladık.
Yürüyüşe başladığımız nokta; Hacı Jet İbrahim Çeşmesi ve başındaki çınar ağacı
Tireli dostumuz Ahmet
Tamer’in bu bölgede çocukluğuna dair hatıralar saklıydı. Bir yandan baharla
coşan Tire’nin kendine özgü bitki örtüsünün tadını çıkarırken, bir yandan da
onun çocukluk günlerine dair o hikâyeleri dinledik. Güme Dağı’ndan Yahşibey Ovası’na (Küçük
Menderes Ovası’nın Tire’nin hemen batısına denk düşen bölümüne Tire’de verilen
yerel isim)
doğru bu dere yatakları aracılığıyla taşınan bereket o kadar yoğundu ki sanki
binbir türlü nebatla temsil edilen bu çılgın tabiat sanki yeşil bir denize
dönmüştü önümüzde.
Ahmet Yol Deresi
Osman Çavuş'un bahçesi ve girişindeki yaşlı melengeç ağacı
Hasan Hoca, böyle
zamanlarda tabiatla birlikte coşar da coşar; bizi her bir bitkinin fotoğrafını
kaydetmeye teşvik eder. Bugün de farklı olmadı. Bir yandan Ahmet Tamer’in
hikâyeleri, diğer yandan Hasan Hoca’nın sıkı botanikçi yaklaşımlarıyla yoğun
bir gündem oluşmaya başlamıştı bile. Biraz ileride yerel malzemeden kayrak
taşlarıyla örülmüş yüksek bir duvarla yürüdüğümüz patikadan ayrılan büyük bir
arazinin sınırları uzanıyordu. Bu Tireli Kurtuluş Savaşı Gazisi Osman Çavuş’un yıllarca harcadığı
çabayla yarattığı cennetten bugüne kalanların yer aldığı bir bahçeydi. Bahçenin
kapısından içeri girerken dikkatimizi çeken hafif eğimli sekide; sarıpapatyalar
ve gelincikler koyun koyuna yatmaktaydılar. Görülmeye değer bir peyzajdı
doğrusu.
Sarı papatyalar ve gelincikler koyun koyuna...
Bahçedeki beş basamakla ulaşılan fırın
Bahçede bizi sürekli
havlayan küçük bir köpek karşıladı. Dostça değildi davranışı; ama bağlıydı.
Bahçede uzun yıllar boyunca harcanan değerli emeklerle ortaya çıkarılmış
bayındır bir manzara vardı. Hemen girişte beş basamakla ulaşılan ve taşlarla
örülmüş güzel bir fırın, biraz daha ilerde yine taştan bir evin önünde uzanan
verandası ve en arkada büyük bir havuz bulunmaktaydı.
Evin önündeki seki ve bahçenin bir bölümünün görünümü
Yazın sıcak günlerinde evin yanındaki bu melengeç gölgesinde oturmanın keyfini Ahmet Tamer anlattı bize.
Bahçede dolaşırken Ahmet
Tamer, çocukluk günlerinin geçtiği bu bahçede o günlere dair şunları anlattı:
“Osman Çavuş, Galiçya ve Irak Cephesi’nde Birinci Dünya Savaşı’na
katılmış bir Osmanlı neferidir. Irak cephesinde İngilizlere esir düşen Osman Çavuş, buradan kurtulduktan
sonraki muharebelerden birinde kolundan ciddi bir şekilde yaralanır. Kolunu
kaybetme tehlikesiyle yüz yüze kalan bu kahraman askeri, Almanlar köpek
kemiğinden yaptıkları bir protezle iyileştirirler. Kolu o kadar iyi olur ve
işlevsel hale gelir ki, daha sonraki zamanlarda bahçesindeki zeytin
ağaçlarından topladığı çuval çuval zeytini çevresindeki delikanlılar
kaldıramaz, ama o bir kavrayışta havalandırıp beygirin sırtına vuruverir.”
Osman Çavuş'un bahçesindeki havuz
Savaşlarla yorulan bir
nesil, son savaşını Anadolu’yu düşman çizmesinden kurtarmak için yapar. Osman Çavuş da bu neslin kahraman bir
temsilcisidir mutlaka. Burada yine Ahmet Tamer’e kulak verelim:
“Kurtuluş Savaşı
sonrasında muzaffer bir gazi olarak memleketi Tire’ye dönen Osman Çavuş, çiftçilikle uğraşmaya
başlar. Kurtuluş Savaşı gazilerine istiklal madalyası verildiği günlerdir.
Önceleri; Osman Çavuş, “Biz, bu
savaşları madalya almak için değil, bu vatanı düşmanlardan kurtarmak için
yaptık” der. Daha sonra ise, çocuklarının ve çevresindekilerin de teşvikiyle
madalyasını almak için Ankara’ya gider. Ancak, başvurduğu yerde Osman Çavuş’un ismini listede
bulamazlar. Bu duruma içerleyen Osman
Çavuş, bu kez madalya konusunu bir onur meselesi yapar. Tam o sırada savaş
yıllarında cephede komutanı olan bir subayla karşılaşırlar. Sarmaş dolaş olur
iki eski siper yoldaşı… Osman Çavuş,
durumu eski komutanına anlatır; komutan hayret içinde kalır ve şöyle der: “Eğer
sen bu madalyayı alamazsan kimse hak etmez onu.” Kısa sürede problem çözümlenir
ve listedeki hata düzeltilerek, Osman
Çavuş’a hak ettiği istiklal madalyası teslim edilir.”
kum haşhaşı |
Zehirli şablalar |
Gezginler yol ayrımında; Ahmet Yol Deresi mi, Mersinli Dere mi?
Osman Çavuş’un bahçesinden biraz hüzün yüklü, biraz da
gıptayla ayrılırken kendimizi bir yol ayrımında bulduk. Sağdaki kol Ahmet Yol Deresi Vadisi’ne, soldaki kol
ise Mersinli Dere Vadisi’ne
gidiyordu. Ahmet Yol Deresi Vadisi’nde
salık köpekler olduğu bilgisini o taraftan gelen ve pek de konuksever bir tavır
içinde olmayan bir arazi sahibinden öğrenince, şansımızı daha fazla zorlamadık
ve Mersinli Dere Vadisi’ne doğru
ilerledik.
Adı üstünde bu vadi
mersinliydi ve gerçekten görülmeye değer; asırlık sözcüğünün bile hafif kaldığı
yüzlerce yıllık mersin ağaçlarını bağrında yaşatmaktaydı. Büyük olasılıkla
beylikler döneminden kalma çok eski bir çeşmenin arkasında yer alan mersin
çalılarının dev bir ağaca dönüşmüş hallerini görünce hayretler içinde kaldık.
Yoğun gölgeli alanda, yılların kazandırdığı ağırbaşlılıkla dipdiri mersinler,
baharla birlikte usul usul, filizi yeşil ve taptaze sürgünlerini
vermekteydiler. Saygıyla eğildik yanlarında.
saçkıran otları |
çan çiçekleri |
Mersinli Dere'den bir görünüm
Mersinlerin yakınındaki eski çeşme
Mersin "ağaç"ları
Biraz daha ilerleyince dere yatağının kıyısına konumlanmış bir mürver kolonisi karşıladı bizi. Bir duvar gibi sarmıştı patikanın bir yanını. Bembeyaz birer şemsiyeyi andıran kocaman çiçekleriyle görülmeye değerdiler. Hemen karşılarındaki tüylü ve tüysüz nakıl kolonileri, turuncu ve lacivert renkli farekulakları, saçkırana iyi geldiğinden dolayı yörede saçkıran otu ismiyle anılan yeşil otsu bitkiler ve sapsarı çiçekleriyle katırtırnakları Kaplan havalisinin kendine has bitki örtüsünü oluşturmaktaydı.
Tüylü nakıllar |
Tüysüz nakıllar |
ayı fındıkları |
Hepsi bu kadar mıydı? Tabii ki değil. Yükseldikçe bitki örtüsü iyice çeşitlendi ve bugünkü yürüyüş gündemimiz bir botanik uygulamasına dönüştü. Az ilerde çok hafif bir parfümü andıran ve baş aşağıya doğru sarkan bembeyaz çiçekleriyle ayı fındıkları, mor renkli çiçekleriyle deve dikenleri, yabani karanfiller, eflatun ve beyaz renkli çan çiçekleri, ak yıldızlar, bir duvarın dibinden yükselip her yeri saran henüz tüysü tomurcuklarıyla çiçeğe durmuş eşek dalaganları (ısırgan otları) biz de varız der gibiydiler.
Gezginler, tartışıyor; fare kulağı mı, mine çiçeği mi?
mavisi ve turuncusu gezginin elinde...
Kaplan’a doğru yamaçlara
tırmandıkça sarı çiçekleriyle zehirli şablalar, turuncu-kırmızı çiçekleriyle
kum haşhaşları, pespembe yaban gülleri (kuşburnu),
eğrelti otları, pembe bayır gülleri ya da Girit ladenleri, Ahmet Tamer’in çocukluğundan
çiçeklerinin şıngırtılı sesleriyle hatırladığı kuş ekmekleri, sarı kantaronlar kesti
önümüzü; hepsi karşıcı…
Hatmiler tomurcukta |
İsmini bilemedik. |
sarı kantaronlar |
Top diken |
Kaplan'a doğru tırmanıştayız
Kurbağanın keyfi
Kaplan köyüne doğru; ovaya bakış
Kaplan vadilerinde kestanelerin feryadı
uyuz otu |
yemlik çiçekte... |
Bayır güllerinin pembesi |
ismini bilemedik |
fiy ailesinden... |
Gezginler, Kaplan yolunda; arayışta...
Vadinin aşağılarına
doğru bahçelerinde çalışan köylülerin sesleri yankılanıyordu. Kaplan’dan
aşağıya doğru ayrılan bir başka toprak yolun başındaki çeşmenin akan suyunun
sesi, aşağıda çürümüş kestane gövdelerine inen hızar seslerine karışıyordu.
Hazin bir durumdu doğrusu.
Kaplan'ın vadileri, o kadar yeşildi ki...
beyaz çan çiçekleri |
Kaplan girişinde kaba kekikler
Kaplan ya da Arpacılar köyü
Kaplan’a, aşağıdan; dere yatağından ulaşmıştık. Kayrak taşlardan yapılmış eski bir evin yıkık duvarlarının kıyısında kaba kekikler, limonsu kokularıyla melisa otları, kocaman papatyalar ve radikalar karşıladı bizi. Köyün camisinin hemen altındaydık. Köyün ilk evlerinden birinin bahçesinden sarkan Avustralya dutunun meyveleri yeni yeni kızarıyordu. Bahçe kapısında rastladığımız evin sahibesi, büyük bir incelikle; olgunlaşan meyvelerden hepimize ikram etti. Teşekkür edip vedalaştık ve Kaplan’ın merkezine doğru yürüdük.
Kaplan’a, aşağıdan; dere yatağından ulaşmıştık. Kayrak taşlardan yapılmış eski bir evin yıkık duvarlarının kıyısında kaba kekikler, limonsu kokularıyla melisa otları, kocaman papatyalar ve radikalar karşıladı bizi. Köyün camisinin hemen altındaydık. Köyün ilk evlerinden birinin bahçesinden sarkan Avustralya dutunun meyveleri yeni yeni kızarıyordu. Bahçe kapısında rastladığımız evin sahibesi, büyük bir incelikle; olgunlaşan meyvelerden hepimize ikram etti. Teşekkür edip vedalaştık ve Kaplan’ın merkezine doğru yürüdük.
Kaplan'da bir horoz kaçışı
Kaplan "sakin"lerinden... |
Kaplan'a girerken bir yıkık duvar
|
Vadinin dibinden yaklaşık 500 metrelere yükselmiş, bu sıcak havada epey
yorulmuştuk. Köyün tadilat nedeniyle kapalı olan kahvehanesinin çınar
gölgesindeki bahçesinde uzun bir süre dinlendik. Bu soluklanma anı bize iyi
gelmişti doğrusu, su ihtiyacımızı da karşılayınca yürümek için gücümüzü
toparlamış sayılırdık. Kaplan köyünün üst düzleminde ve yaklaşık 650 metrelerde
yer alan Gelin Kayası’na doğru tırmanmak
amacıyla yeniden yola rahvan olduk.
Kaplan'ın geleneksel evlerinden biri
Gezginler, Kaplan'a girerken...
Kaplan köyünün sokaklarından biri
Bir başka evin kayrak taşlarla örülmüş duvarı
Kaplan köyü, son yıllarda gerek Tire’den ve gerekse İzmir’den
gelen konuklarıyla, bir çekim merkezi haline dönüşmüş durumda. Hafta sonlarında
köyde yer alan birkaç kır lokantasının da neden olduğu bu hareketlilik,
köylüler için ürünlerini satma adına bir fırsat da yaratmakta. Ayrıca hali
vakti yerinde olan Tireliler, son yıllarda köy içinde satın aldıkları
arazilerde büyük boyutlarda kır konakları yaptırdılar. Bunların iyi mi kötü mü
olduğu konusunda kararsızız açıkçası. Kayrak taşlardan yapılmış eski köy
evlerinin yanında, malikâne benzeri oldukça gösterişli bu evlerin, köyün
geleneksel dokusuyla çok da uyumlu olduğu pek söylenemez. Bundan sonrasını siz
anlayıverin gari…
Kaplan köyü camisi
Kaplan köyünde,bir evin bahçesinde mis gibi kokan Isparta gülleri |
Şakayık
Kuşburnu ya da yaban gülleri; meyvesi ve çiçeği bir arada...
Kaplan sırtlarında yabani menekşeler
Gelin Kayası yolundan Tire'ye bakış
Gelin Kayası’ndan Hisarlık’a doğru; vadiler
boyunca
Gelin Kayası, Kaplan’ın üstündek bir yarın başında, boşluğa
doğru bir gemi pruvası gibi uzanan Tire’nin sembol kayalıklarından biridir.
Üzerine çıkıp göz alabildiğine uzanan Yahşibey
Ovası’na baktığınızda sanki bir şahin gibi kanat çırpıp boşluğa doğru
süzülesiniz gelir. Tirelilerin, ovayı seyrederek bir şeyler yeme içme
noktasıdır aynı zamanda. Ne yazık ki, bunu çevredeki yoğun piknik atığı ve
kırık bira şişelerinden anlayabilirsiniz. Kadim bir uygarlık merkezi olan Tire’ye
ve Tirelilere hiç yakıştıramadığımız bu davranışı kimler yapıyor; doğrusu çok
merak ediyoruz?
yabani bezelyeler
Akyıldızlar
Gelin Kayası civarında rastladık; bir tür orkide mi?
rezeneler çiçekte...
Gelin Kayası
Gelin Kayası’nda yukarıdaki nedenlerden ötürü fazla
oyalanmadık. Kayaların üstünde rüzgâr da oldukça sert esiyordu. Asfaltı takip
ederek altımızdaki vadiye doğru inmek için uygun bir patika kolladık. Biraz
sonra dağdan gelen küçük bir dereciğin aşağılara doğru aktığı vadinin başında,
bahçelere giden bir sürü toprak yol çıktı karşımıza. Amacımız bu noktadan
itibaren vadiye girmek ve vadinin güneybatı yakasından ilerleyerek Hisarlık köyüne ulaşmaktı. Dereden gelen
suyun ve rüzgârın sesi birbirine karışıyordu. Biraz ileride kendimize en uygun
bulduğumuz toprak yola saparak asfalt yoldan ayrıldık.
Gelin Kayası civarından Hisarlık vadilerine ve ovaya bakış
Vadinin yamaçlarında
büyük uğraşlarla açılmış kirazlıklar, zeytin ağaçları ve cevizlikler vardı. Hepsinin
altı mükemmel bir şekilde sürülmüş, damlama sulama tesisatları düzgün bir
şekilde döşenmişti. Her bahçenin içinde yazın gelip kalmak için küçük kulübeler
ve bağ evleri mevcuttu. Dik bir şekilde inen yol, keskin virajlarla vadi dibine
doğru alçalıyordu. Bu yönde devam ettik. Bir süre sonra yaza hazırlık
kapsamında beyaz kireç badanayla yeni boyanmış bir kır evinin verandasında soluklandık.
Karşımızda Yahşibey Ovası’nın
bereketli toprakları uzanıyordu. Mekân, yemek molası için uygun bir yerdi.
Kesilmiş ağaç kütüklerini sandalye yapıp, sabah kahvaltısından yanımızda
kalanları orada bir güzel hallettik. Karnımızı doyurmuş, bu arada manzaranın da
keyfini çıkarmıştık. Şimdi yeniden yola çıkma vaktiydi.
Gezginler, bir kır evinin verandasında yemek molasında...
Gezginin tatlı yorgunluğu
Kestane gövdesine sarılmış sarmaşık
Hisarlık'a doğru inerken, bahçeler arasında rastladığımız şirin bir çeşme; tabii ki suyundan içtik.
Balım Sultan dere yatağına paralel bir şekilde, aşağıya doğru
inmeye devam ettik. Bu civarda da bitki çeşitliliği oldukça iyiydi. Yabani
menekşeler, efekler, pembe çiçekleriyle yumrulu
jerenyumlar, kadifeyi andıran koyu al renkli altın kamışlar, mavi renkli dağ
karanfilleri, katırtırnakları, beyaz çiçekleriyle ve müthiş aromasıyla yabani
rezeneler her tarafımızı sardılar. Hisarlık köyüne az kalmıştı. Bu bölgede kayrak
taş elde etmek için açılmış küçük taş ocaklarına rastladık. Peynir dilimleri
gibi ufalanıp ana kayadan ayrılıyordu taş damarları. Hisarlık’a; köye adını veren Pers ve Bizans dönemi kalesi Hisarlık Kalesi’nin altındaki bir
sokaktan girdik. İnsanlar günlük işlerini neredeyse tamamlamışlar, kapı
eşiklerine ya da evlerin verandalarına oturmuş; yorgunluk çıkarıyordu. Hava
sıcaktı, köy ıssızdı yine de. Biz Balım
Sultan yönünde aşağı doğru devam ettik.
Hisarlık'a girerken, meraklı bakışlarıyla keçiler karşıladı bizi; bahçe kıyılarında...
Hisarlık'ta Elif Nine'nin evi
Hisarlık yolunda yılan otu (develi ot)
Yumrulu jerenyumlar
Koyu al renkli altın kamışlar
Anadolu hava cıva otu
Balım Sultan Türbesi
Tire’de belki de
yüzlerce yıldır devam ede gelen bir geleneğin kaynağıdır Balım Sultan Türbesi. Her yıl doğanın yeniden doğuşunu simgeleyen
21 Mart’ta düzenlenen Sultan Nevruz
Şenlikleri Tire’de ilk bu mekânda kutlanırmış. Sekizgen planlı bu türbede,
Osmanlı Padişahı II. Bayezid
döneminde; Osmanlı Devleti’ne karşı doğudan yönelen Şah İsmail liderliğindeki
Safevi tehlikesine karşı, Hacı Bektaş Dergâhı’nı yeniden düzenlemek misyonuyla
görevlendirilen ve bu uğurda Alevi-Bektaşi inanışının bir anlamda sistematiğini
oluşturan Balım Sultan’ın oğlu Lütfullah Çelebi yatmaktadır. Türbe,
yörede kendisinin değil, ama namı ondan daha büyük olan babası Balım Sultan’ın adıyla anılmaktadır.
Balım Sultan Türbesi
Türbede Lütfullah Çelebi’den başka 3 mezar daha
bulunmakta, Prof. Hakkı Önkal
tarafından yayınlanan Lütfullah Çelebi’nin
kitabesinde şu ifadeler yer almaktadır:
“Merhum, mağfur(2), fazıl(3), kâmil(4), zahid(5), muhakkik(6), müdekkik(7), meşayıhtan(8) ve büyük bir sülaleye
mensup Lütfullah Çelebi bin Balım Sultan
916 senesi (Miladi 1510 yılı) Muharrem ayının
başlarında bu dünyadan baki dünyaya intikal etti. Allah her ikisinin toprağını
güzelleştirsin ve mekânlarını cennet kılsın. Dünya fani, ahiret bakidir.”(9)
Balım Sultan Türbesi ve çevresinin genel görünüşü
Tireli dostların verdiği
bilgiye göre yakın zamanda türbenin avlusunda yer alan diğer küçük türbe,
defineciler tarafından kazılmış ve delik deşik edilmiş. İnsanın havsalası
almıyor doğrusu. Geldiğimiz noktada; nasıl bir ülkede yaşıyorsak? Vah bize vah…
Balım Sultan Deresi
Balım Sultan yakınlarında bir malikane büyüklüğünde; terk edilmiş bir çiftlik evi; kim bilir neler yaşandı?
Balım Sultan Türbesi’nin hemen sağından akan dereyi takip ederek
çoğunlukla yaşlı zeytin ağaçlarının bulunduğu geniş zeytinliklere ulaştık.
Sabah arabayı bu civarda bırakmıştık. Suyu akmayan çeşmenin başındaki çınarın
gölgesinde azıcık soluklandık. Günün sonuna gelmiştik artık. Yaklaşık 10 km
kadar yürümüş, Güme Dağı’nın eteklerinden başlayarak Kaplan köyü merkezli geniş
bir yay çizmiştik. Bir yandan baharın dağlara yansıyan coşkusu, diğer yandan
kaybettiğimiz dostların hüznüyle; karmaşık duygular içinde bir gün geçirmiştik.
Son durağımız, yine Tire’nin girişindeki Bayındırlı Ahmet’in kahvehanesiydi. Akşama
doğru içilen yorgunluk çayları sonrası, dostlarla vedalaşarak İzmir’e doğru
hareket ettik.
Dipnotlar
(1) Tireli dostumuz, iyi insan
Müşteba Gönülşen’i 15 Nisan 2016’da kaybettik. Nur içinde yatsın.
(2) mağfur: günahlarından arınmış
(3) fazıl: faziletli, iyi ahlaklı
(4) kamil: olgun, eksiksiz, kusursuz, tam
(5) zahid: dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getiren
(6) muhakkik: hakikat bilgisini arayıp bulan
(7) müdekkik: tetkik eden, inceleyen
(8) meşayıhtan: şeyhlerden
(9) A.Munis ARMAĞAN; Devlet Arşivlerinde Tire, Bilkar Bilge Karınca
Matbaacılık, 2003; sayfa: 319
(10) Fotoğraflar, gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder