Sayfalar

29 Şubat 2016 Pazartesi

FOÇA KIRSALINDA RUM KİLİSELERİ



HÜZÜNLÜ ZAMANLARDAN YOK EDİLEN MİRASA

17 Şubat 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Ne zamandır istediğimiz bir şeydi; Foça kırsalındaki eski Rum köylerine uğramak ve oralarda daha önceki yıllarda tespit ettiğimiz kiliselerin bugünkü durumuna tanıklık ederek o günkü hayata dair bir şeyleri not edebilmek… Bu amaçla Eski Foça ile Yeni Foça arasında yer alan Sazlıca ve Azak Koyları’nı bugünün ana hedefi olarak belirledik. Çünkü halen ayakta sayılabilecek iki kır kilisesi, bu koyların hemen üzerinde yer alan mezra diyebileceğimiz büyüklükteki Rum yerleşimlerinin içindeydi. Bu iki kiliseye ek olarak Yeni Foça girişinde; Ortaçağ’ın stratejik madeni şapın çıkarıldığı terk edilmiş ocaklardan birinin hemen yakınlarında oldukça harap vaziyetteki bir mezarlık şapeli olabilecek Maşatlık Kilisesi yer almaktaydı.

 
Değirmentepe'den Küçük Deniz'e bakış
(Fotoğraf:IF; Ocak-2010)

Bu niyetle bizi Foça’ya davet eden dostlarımızla buluşmak üzere sabahın erken saatlerinde Karşıyaka’dan Foça’ya doğru hareket ettik. Libya üzerinden gelen sıcak hava dalgasının etkisiyle birkaç gündür hava sıcaklıkları mevsim normallerinin oldukça üzerindeydi. Foça kırsalında erkenci badem çiçekleri resitalinin ve gün boyunca 25 derece civarındaki hava sıcaklığının etkisi altındaki erken baharın beklentisiyle Foça’ya doğru dümen kırdık.



Phokai'nin restore edilen surları
 (Fotoğraf:İF; Ağustos 2014)

Gezi rotalarımız


 
Sazlıca Koyu bademleri

Ilıpınar’dan aldığımız ekşi maya ekmeğin kokusu, arabanın içini hemen ele geçiriverdi. Buruncuk’tan itibaren eski köy mezarlığı civarındaki badem ağaçları ise, pembe beyaz baharlıklarını giyinmişlerdi bile. Yol boyunca insanı doyumsuz bir keyfe sürükleyen bu manzara neredeyse Foça’ya kadar devam etti. Foça’ya Deniz Üssü yoluyla Pers surlarını ve eski su kemerlerini aşarak girdik. Sahile doğru çıkan eski Rum evlerinin yoğunlukla bulunduğu bir sokaktan geçerken, bizi Foça’ya davet eden Bayındır Çıplak köyü yürüyüşünün de fikir babası Coşkun Ağabeyle sokağın köşesinde karşılaştık. İlk molamız, Foçalı diğer dostlarla bir araya geldiğimiz Melaike Otel oldu. Son derece sevimli ve tertemiz bir mekân görünümündeki Melaike Otel’in bahçesinde sabah çaylarıyla karşıladı bizi dostlarımız. Mekânın sahibi Nazım Bey ve fizik öğretmeni Ahmet Bey’in katılımıyla grup yükünü tutmuştu artık. Çayları içerken, günün programını hemen oracıkta yapıverdik ve bugünün hedefi olarak; Sazlıca ve Azak Koyları üzerinde yer alan iki Rum kilisesinin çevresindeki yerleşimleri, Yeni Foça yakınlarındaki taş ocaklarını ve Maşatlık Kilisesi’ni belirledik.

 
Palaia Fokaia (Eski Foça) - 1914; Büyük Deniz ve Küçük Deniz bir arada...
(Felix Sartiaux Arşivi)

20.yy.ın başlarında Foça Rumları

Anadolu’daki 20.yy.ın başlarındaki Rum demografisi hakkında Georgios Nakracas’ın “Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni” isimli çalışma iyi bir kaynak oluşturuyor. Yunanların Küçük Asya Felaketi olarak adlandırdıkları ve Rumların Anadolu’dan 1922 sonbaharında sökülüp atılmasına kadar gelişen hazin süreci olabildiğince tarafsız bir gözle değerlendiren kitapta; Foça ve çevresinde 20.yy. başlarında 10.000 civarında Ortodoks Rum’un yaşadığı belirtiliyor Yazarın Rum nüfus ile ilgili istatistiklere kaynak olarak gösterdiği Atina Üniversitesi’nden Sotiriadis’in verdiği sayılar, 1.Dünya Savaşı sonrasında Venizelos hükümeti tarafından resmi belge olarak kullanılmış. Bu nedenle de yazar, Sotiriadis’in sayılarının abartılı da olsa yeğlenmiş olmasının nedeni olarak özellikle Yunanistan kaynaklı kötü niyetli itirazların önünü kesmek şeklinde açıklıyor. Kitaptaki istatistiklere diğer kaynak olarak belirtilen Anagnostopulu’nın sayıları ise, Sotoiriadis’e göre oldukça düşük seviyelerde seyrediyor.(1)

 
Denize çıkar bütün sokaklar
Foça-1914
(Felix Sartiaux Arşivi)

“1912’de Foça Kazasında Sotiriadis’e göre 22.314 kişilik toplam nüfus içinde 19.514 Hellen vardı ve Hellenler, sakinlerin % 87,5’ni oluşturuyorlardı.

Anagnostopulu, yukarıdaki sözü edilen demografik verileri kabul etmeyerek, Foça kazasında yaklaşık olarak 10.000 kişinin yaşadığını belirtmektedir. Rumlar arasında Rumca ve Türkçe konuşanlar vardı. Türkçe konuşanlar yerli sakinlerdi; Rumca konuşanlar ise Midilli ve Sakız adaları gibi Ege adalarıyla İzmir’den gelmişlerdi.

Yazar, sözü edilen Rumlardan 4.376’sının Palaia Fokaia (Foça) kazasında, 3.559’unun ise Nea Fokaia (Yeni Foça) kasabasında 844 Türk ile birlikte yaşadığını yazmaktadır.”(2)

Yazar, Foça taşrasında Soğucak, Görenköy (Gerenköy olmalı), Çakmalı (Çakmaklı olmalı), Arap Çiftliği, Aliağa Çiftliği ve Kuşbeyli (Kuzbeyli ya da Kozbeyli olmalı) köylerinde ise, bazıları Rumca bazıları Türkçe konuşan az sayıda Ortodoks Hristiyan ailenin yaşadığını belirtiyor.

 
Foça:1913-1920
"Felix Sartiaux'nun Tanıklığı" kitabının kapağı-Basım: 2008
(Fotoğraf:Felix Sartiaux Arşivi)   

20.yy.ın başlarında Foça’da arkeolojik araştırmalar yapmak amacıyla bulunan Fransız arkeologu Felix Sartiaux’a göre o yıllarda 5 tane Rum Ortodoks kilisesi ve bir sinagog vardı. Bugün ise bu dini yapıların hiçbirisinin görünürde izlerine rastlamak mümkün değil. Foça kırsalında ise bu kiliselerden üçünün son derece harap durumda olsalar da hala varlıklarını bir şekilde sürdürdükleri söylenebilir.

 
Aziz Ioannes Kilisesi; terk edilmiş Sazlıca Köyü

1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasından başlayarak 1912 Balkan Savaşları’na dek Osmanlı’nın Rumeli topraklarında yaşanan süreç, yüzlerce yıl oraları yurt bellemiş Türk ve Müslüman nüfusun büyük göç kafileleri şeklinde yeniden Anadolu’ya yönelmelerine yol açtı. Rumeli’nde yaşanan savaşlar ve kıyım, bu bölgede yüzlerce yıl süren “Osmanlı Barışı”nın da sonunu getirdi. Bir imparatorluğun çöküş sürecindeki çaresizlikler, Balkanlar’da gelişen milliyetçilik akımlarının İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fikriyatında karşılığını bulan reaksiyoner davranışlarla birleşince Anadolu’nun her yanını saracak ve akabinde yüz yıllık bir tartışmayı başlatacak yeni kavgaların fitilini ateşledi.

 
Aziz Ioannes Kilisesi'nin giriş kapısı üstündeki yazıt ve süslemeler; Sazlıca Köyü

Kemal Anadol’un Büyük Ayrılık isimli romanında; o günlerde Osmanlı Devleti’ne hâkim olan İttihatçı kadrolar açısından meselenin nasıl yorumlandığı, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa ve Teşkilatı Mahsusa’dan Kuşçubaşı Eşref arasında geçen bir konuşma çerçevesinde; aşağıdaki şekilde dramatize edilmiş:

 
 Harbiye Nazırı Enver Paşa eşi Naciye Sultan ile beraber...

“İzmir ve havalisi… Daha doğrusu Aydın Vilayeti’nin tamamı büyük bir tehlike içindedir. Yunan “Megali İdea”sı, Filiki Eterya Cemiyeti’nin faaliyeti neticesinde, sadece münevverler arasındaki bir cereyan olmaktan çıkmıştır. Artık vilayette yaşayan Rum milletinin ekseriyeti tarafından kabul gördüğünü söylemek mübalağa sayılmamalıdır.

Elimizdeki vesikalar, Edremit’ten İzmir’in Karşıyaka’sına kadar; yüz bin, Karaburun Yarımadası’nda da yetmiş beş bin Rum yaşadığını göstermektedir. Bunlardan Edremit’ten İzmir’e kadarı Midilli’de; İzmir, Urla ve Çeşme havalisi Sakız’da; Aydın demiryolu güzergâhındakiler de Sisam Adası’ndaki (Yunan-İF) kolordularına nazari olarak bağlanmışlardır. Askerlik yaşına gelen delikanlılar bir vesileyle adalara gidiyor ve orada talim ve terbiye ediliyorlar. İş talim ve terbiye ile de bitmiyor! Silahla geri dönüyorlar. Sadece mavzer değil… El bombası, hatta makineli tüfek, külliyetli cephane ve sıhhi malzeme… Planlı bir surette vilayet sahillerinden içeriye aktarılıyor.”(3)

 
 Teşkilatı Mahsusa'nın önde gelen isimlerinden Kuşçubaşı Eşref Bey

Yine aynı eserde; Kuşçubaşı Eşref’in ağzından Anadolulu Rumların bu kritik süreçteki davranışları ise şu şekilde dillendiriliyor:

“İzmir-Kasaba ve İzmir-Aydın demiryolları tamamen Rum kadroların elindedir. Her istasyonda bulunan Rum bakkal, sureti katiyede muhitin casusudur.  Bunlar merkezi İzmir ve Aydın’daki Rum ticarethanelerinin şubesi mahiyetindedirler. Mahalli zürraa borç para verir, alivre satış tanzim eder, fiyatlarla istedikleri gibi oynarlar. İmkân bulunca Türklerin elinden Tarla satın alıp Rum halka ehven şekilde devrederler. Netice itibariyle, iktisadi hayata hâkimdirler.

Demiryolları idaresi ise müdüründen hareket memuruna, mühendisinden makinistine kadar ecnebi ve Rum personelden müteşekkil… Buralarda Müslüman ve Türk aramak boşuna!

İzmir şehrine gelince… Gâvur İzmir’in, Türk İzmir’e inkılabı, bütün memlekete şamil bir hayat memat meselesidir. Ama işimiz çok zor. Burada hemen hemen bütün dost ve düşman memleketlerin konsoloshaneleri, postaneleri, bankaları ve geniş kadroları var.

Yine tamamının istihbarat merkezleri de burada!

İzmir, Çanakkale Boğazı ve dolayısıyla İstanbul’un kilidi, ilk muhafaza kalesi… Evvela burayı hâkimiyetimiz altına alalım ki bilahare Dersaadet’in emniyetini tahakkuk ettirebilelim.”(4)

 
Dahiliye Nazırı Talat Paşa

Yunanistan’ın “Megali İdea” politikası çerçevesinde; Batı Anadolu’nun büyük bir kesimini içeren toprak talebi; İttihatçıların, Makedonya’dan sonra sıranın Anadolu’ya geldiği inancını pekiştiriyordu. Üstelik adalardan sandallarla Ege kıyılarına geçen Yunan ve Rum çeteleri ciddi güvenlik sorunu yaratmaktaydılar. Kısacası, Anadolu’daki ve özellikle Ege kıyısındaki Rum nüfus askeri, etnik ve politik bir sorun olarak kodlanmış ve çaresinin de bu nüfusun Yunanistan’a gönderilmesi düşüncesini pekiştirmişti.

 
Azak Koyu üstünde bir çiftlik arazisi içinde yer alan Aya Yorgi Kilisesi

Osmanlı Devleti’nin dümenindeki İttihat Terakki’nin bu probleme önerdiği çözüm ise, Batı Anadolu’daki Rum nüfusu bir anlamda göçe zorlamaktı. Bu amaçla Ege’nin doğu yakasında da kullanılan araçlar; aslında Balkanlar’daki Türk ve Müslüman nüfusun bu topraklardan sökülüp atılması için, buraların yeni sahiplerinin yakın zamanda Rumeli’nde uyguladığı yöntemlerden pek de farklı değildi. 

 
 Foça-1914
(Fotoğraf:Felix Sartiaux Arşivi)   



Bu bakış açısının 1914 Haziran’ında Ege kıyısındaki bir kasabada; Foça’da nasıl uygulandığının tanıklarından birisi de o sıralarda Foça’da arkeolojik araştırmalar için bulunan Fransız arkeologu Felix Sartiaux ve ekibinde yer alan kişilerin gözlemleridir. 

 
 12 Haziran 1914
Foça Rumlarının Foça'dan teknelerle Midilli'ye doğru kaçışı
(Fotoğraf:Felix Sartiaux Arşivi)   


Onlara göre; 12 Haziran 1914 günü silahlı çetelerin Foça’yı basacağı söylentilerinin bir çığ gibi büyüdüğü bir atmosferde Rumlar akın akın Foça’nın Büyük ve Küçük Deniz diye adlandırılan sahillerine akın ederler. Yaklaşık 1000 kişi kadarı balıkçı teknesi ya da yelkenli; bulabildikleri ne varsa onlara binerek Midilli adasına kaçarlar. Yaklaşık 6000 kişinin yaşadığı Eski Foça’da kaçamayıp kalanlar ise evlerine kapanırlar. 12 Haziran’ı 13 Haziran’a bağlayan gece yarısı; Foça sırtlarında ilerleyen silahlı milislerin gecenin sessizliğini bölen ateş sesleri Eski Foça’ya kadar ulaşır. Amaç, Eski Foça’da yaşayan Rum yerleşimcilerin yüreğine korku salarak, onların “gönüllü” olarak bu topraklardan ayrılmalarını sağlamaktır. 13. Haziran sabahı silahlı çeteler, Eski Foça’yı bir anlamda işgal eder. Rumların evleri basılır; yağmalanır, insanlar evlerinden zorla çıkarılır ve sahile sürüklenirler. Bu arada bazıları çıkan çatışmalar sırasında öldürülür. Develere yüklenen baskın ganimetleri ise, Foça’nın arkasındaki dağların sırtlarından bir kervan yükü misali uzaklara doğru taşınırlar. Çetelerin saldırısı sırasında sahile ulaşabilen Rumlar, açıkta bekleyen bir Fransız gemisinin yardımıyla Eski Foça’dan tahliye edilirler.(5)

 
 Eski Foça; Küçük Deniz sahili-Haziran 1914
Can pazarının yaşandığı günler

(Fotoğraf:Felix Sartiaux Arşivi)   
 
“Rumlara yönelik saldırılar 1914’ün Mayıs ayında doruk noktasına ulaştığı zaman, iç ve dış baskılar yoğunlaşır. İçişleri Bakanı Talât Paşa Rumlara yönelik saldırıların olduğu bölgeye yabancı diplomatların katıldığı bir inceleme gezisi önerir. 20(?) Haziran-11 Temmuz arası Bursa’dan İzmir’e kadar olan bölgede gerçekleşen inceleme gezisine yabancı ülke konsolosluklarının temsilcileri, farklı aşamalarda iştirak ederler. Yabancı heyetin bir kısmı Talât Paşa’ya iştirak ederken, grup kendi incelemesini genelde ayrı yapar.

İncelemeye İzmir’den başlayan heyet Urla, Seferihisar, Manisa, Çeşme, Foça, Aydın, Soma, Bergama, Ayvalık’ı gezer. Çanakkale Boğazı’ndan İzmir’e kadar tüm kıyıların Rumlardan arındırıldığını ve bunun da “göründüğü kadarıyla bir emirle harekete geçen Müslümanlar tarafından katı bir metotla hayata geçirildiğini” ve asıl sorumlunun hükümet olduğunu belirtir.”(6)

 
Foça-1914-Büyük Deniz sahili; kıyıda telaş; arka mahallelerde duman...
(Fotoğraf:Felix Sartiaux Arşivi)   


 Heyetin tespitlerine göre;

“Eski Foça ve (Yeni) Foça’daki saldırıları İzmir Polis Komiseri Hadjim Bey organize etmiş. İnceleme heyetinin ziyaretinden önce hane kapılarının bir kısmı boyanmış, balta izi olanlar ise kalay parçaları ile örtülmüş, kiliseye yönelik tahribat ise ‘acemice’ örtülmeye çalışılmış. 6 bin Rum nüfuslu Eski Foça’ya yapılan saldırıya ve göçe, aralarında Fransız arkeolog Felix Sartiaux’nun bulunduğu bir grup Fransız tanık olmuş. Heyette yer alan Müfettiş Şükrü Bey, kaymakam, yörenin ve Menemen’in jandarma komutanlarının yargılanacaklarını ileri sürer. Eski saat, dikiş makinesi, sandalye, peynir gibi yağmadan geriye kalan mallar bir depoda toplanmış. 5.550 Rum nüfuslu (Yeni) Foça’da da benzer şeyler yaşanmış. Ayrıca, iki Rum kadınının Müslüman hanesine kapatıldığı iddia edilir. Heyete eşlik eden bir Rum papaza göre, aralarında papazların da bulunduğu 100-110 kişi öldürülmüştür.”(7)

 
Foça-1914
Küçük Deniz sahillerinden karşıya geçemeyenler de vardı.
(Fotoğraf:Felix Sartiaux Arşivi)   

O yıllarda İzmir’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İzmir Kâtibi Mesulü olan Celal Bayar’ın anılarını topladığı “Ben de Yazdım” isimli 8 ciltlik eserinin 5.cildinde Mütareke yıllarında sorgulama konusu olan Rumların göçe zorlanmasından şu şekilde söz edilmektedir:

 
Celal Bayar, Kuvayı Milliye'nin oluşumu aşamasında Aydın Dağları'nda Galip Hoca kılığında...

“Yunanlılar, Balkan Savaşı’ndaki çok ucuz zaferleri ile Yanya, Selanik, Batı Trakya ve Adalar’ı elde ettikten sonra, bütün gayretlerini memleketimizde Rumların büyük kütleler halinde yaşadıkları Adalar Denizi kıyıları, Doğu Trakya ile Küçük Asya üzerinde toplamışlar, yakın bir gelecekte buraları da ele geçirmek emeli ve hülyası içinde çalışmalarını hızlandırmışlardı. Çalışma metotları bilindiği için bu halleri gözden kaçmıyordu. Ayrıca Rumeli’nden anavatan sığınan göçmenlerin uğradıkları felaket ve perişan halleri milli duyguları kamçılıyordu. Bu etki altında mukabil milli bir hareket başlamış; Bergama, Dikili, Menemen, Foça, Karaburun ve Çeşme gibi İzmir ilçelerinden ve çerçevesinden hatırımda kaldığına göre 130 bin kadar Rum’un Yunanistan’a göçmesi ile sonuçlanmıştı. Milletlerarası bir mesele halini alan bu hareketi bulunduğu noktada durdurmak talimatıyla o zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Bey (Talat Paşa) İzmir’e gelmişti.
Kendisini Menemen İstasyonu’nda karşıladığım zaman, bana gelişinin sebebini söylemişti.
Ertesi gün vali konağında Nazır’ın ziyaretine gitmiştim. Konuşmamız sırasında İngiliz Başkonsolosu’nun geldiği kendisine haber verildi. Ben gitmek için davrandım, bırakmadı, ihtimal ki başkonsolosa söyleyeceklerini bana da işittirmek istiyordu.
Görüşme sırasında Dâhiliye Nazırı, İngiliz Başkonsolosu’na özetle şunları söylemişti:

“Buraya Sadrazam Paşa’nın emriyle geldim. Paşa Hazretleri (Sait Halim Paşa) Yunanlılarla bir harp yapmayı arzu etmemektedirler. Ben de hadiseleri durdurmak ve vaziyeti düzeltmek için elimden geleni yapacağım.”

Başkonsolos, Dâhiliye Nazırı’nı dinlerken onun yanında oturan beni yan gözle süzmekte olduğunun farkında idim. Talat Paşa’nın aleyhinde dava açmaları, anlattığım bu vakayı ilgililerin hatırlamış olmalarından ileri geldiği düşünülebilir.
Garip tesadüftür. “Tehcir” adı verilen bu teşebbüs ve hareketin ileride Lozan Antlaşması uyarınca tamamlanması işi, ‘Mübadele, İmar ve İskân’ Vekili sıfatıyla benim omuzlarıma yüklenecektir.”(8)

Gidenler, elbette bir daha dönemediler. Dünyanın savaş lordlarının 1.Dünya Savaşı arifesinde bir paylaşım savaşına hazırlandıkları günlerdi o günler. Savaşlardan yorgun ve güçsüz düşmüş Osmanlı Devleti'nin de toprakları bu anlamda emperyalistlerin iştahını kabartmaktaydı. Onların bu uğurda yapamayacakları şey yoktu. Sonuçta, yüzlerce yıl bu topraklarda yan yana yaşamış bu halklar, ne yazık ki; birbirine düşürüldü ve düşman edildi. Ege'nin iki yakasındaki insanlık, bugün bile hala bunun acısını yaşamakta. Bizim bugün yapmamız gereken ise, yeni tuzaklara düşmemek ve yeni düşmanlık girdaplarının içine yuvarlanmamak olmalı. Toplumca akıllı ve serinkanlı olmak zorundayız. Bir de şunu asla unutmamak gerekir; tarih ders alınmadıkça tekerrür eder. Yoksa asla tekerrür etmez. 

Son söz olarak Ege'nin karşı yakasından Anadolulu bir yazara; Dido Sotiriyu'ya bırakalım sözü:

"Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah!.. Ve yan yana... Omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden!. Sakakuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yanyana eğlenmek üzere şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!...

Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet'in damadı! Benden selam söyle Anadolu'ya... Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!"

(Dido Sotiriyu'nun Benden Selam Söyle Anadolu'ya yada Yunanca orijinal ismiyle Matomena Homata (Kanlı Topraklar) romanının son sözlerinden alınmıştır.)  




Foça Kırsalında Rum Yerleşimlerinde dolaşmalar

Sazlıca Köyü

Foça kırsalında yer alan Sazlıca Koyu, Eski Foça’dan yaklaşık 10 km kadar uzaklıkta bulunmaktadır. Sözü edilen Rum köyü ise Sazlıca Koyu’nun makiliklerle kaplı vadiye doğru daralarak uzandığı bir düzlükte ve onun hemen arkasındaki alçak sırtlarda yer almaktadır. Ahır olarak kullanılan doğu-batı doğrultulu bir kilise, yine hayvanların bağlandığı birkaç ev, ama en önemlisi Foça yöresine has kule tipi evlerin kırsaldaki en güzel örneklerinden olan üç tanesi Sazlıca Köyü’nün en dikkati çeken unsurlarıdır.

 
 Sazlıca Koyu üstünde yer alan terk edilmiş Rum köyü Sazlıca

Sazlıca etrafındaki gezi rotamız
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Tek nefli ve dikdörtgen planlı kilisenin batıya bakan giriş kapısını üstünde çiçek desenleri ve ortasında yer alan haç bezemeli bir taş lentonun üstünde yine taştan yapılmış bir kemer, kemerin içinde ise yarım daire şeklindeki bir taşın üstüne kazınmış muhtelif desenler ve tarih bulunmaktadır. Gerek kemerin ve gerekse kemerin içinde yer alan yarım daire taşın üstünde birer haç daha mevcuttur. Sonuçta girişe karşıdan bakıldığında kemerden lentoya kadar üç adet haç aynı hizada yukarıdan aşağıya doğru konumlanmıştır. Yarım daire taşın üzerine kazınmış üçgenin taban kenarı üzerinde; solda yapım yılı olan 1853 tarihi, sağda ise ithaf edilen kişiyi tanımladığı düşünülen Hellen harfleriyle Ιω kısaltması bulunmaktadır.

 
 Sazlıca Köyü Aziz Ioannes (Yahya) Kilisesi'nin girişindeki kitabe

Foça Belediyesi’nin yakın geçmişte düzenlemiş olduğu bir sempozyumda sunulan bir bildiri, bugün dolaştığımız her iki Rum kilisesi hakkında bazı bilgiler veriyor.(9)

Kilisenin giriş kapısındaki Ιω kısaltması için adı geçen bildirinin dipnotlarında aşağıdaki bilgi aktarılıyor:

Ιω kısaltması, Ioannes (Yahya) isminin kısaltmasıdır, ancak bilindiği gibi Hristiyanlıkta biri Vaftizci (H.Ioannes Prodromos), diğeri İncilci (H.Ioannes Theologos) olmak üzere saygı gören iki aziz bulunmaktadır. Bu kilisenin hangisine ithaf edildiği yazıttan anlaşılamamaktadır. Ayrıca kilise, aynı isimdeki yerel bir azize de adanmış olabilir.”(10)

 
Aziz Yahya Kilisesi'nin doğu ve kuzey duvarları

Kilisenin doğu yönündeki duvarında biri büyük, üç adet kemerli niş bulunuyor. İç mekânda bulunan taş malzemenin çıkartılıp taşınması neticesinde duvarlardaki pencere ve nişlerin söve ya da kemer parçalarının bir kısmı tahrip olmuş durumda. Bunlardan ortada ve büyük olan niş, zamanında büyük olasılıkla ana apsis görevi görüyordu.

 
Kilisenin içi; doğu duvarında apsis nişleri ve bugüne ulaşabilmiş ahşap çatı

Kilisenin içi ne yazık ki içler acısı durumda. Kilise, her ne kadar İzmir 1.Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 6.10.1995 gün ve 5921 sayılı kararı ile 1.derece anıtsal eser olarak tescil edilmiş olsa da, yapı taşlarının insan eliyle tahribi bir yana; uzun zamandır ahır olarak kullanılmaya devam ediyor. Şimdi bizim şu soruyu sormamız gerekiyor: Ülke çapında birçok yerde Gayrimüslimlere ait ve hatta Müslimlere ait dini yapıların ve mezarlıkların hali anlatılan manzaraya benzer halde iken, salt popülist söylemler adına Batı Trakya’daki camilerin ve Müslüman mezarlıklarının halinden şikâyet etmeye acaba hakkımız var mı? Bizim her şeyden önce kendi bahçemize çeki düzen vermemiz, daha sonra başkaları hakkında yakınmada bulunmamız gerekiyor. Eğer bu şekilde davranırsak dünya tarafından da söylediğimiz söz daha iyi dinlenir ve anlaşılır. Yoksa aksi takdirde sadece duvara konuşmuş oluruz.

 
 Aziz Yahya Kilisesi'nin güney duvarında yer alan bir pencere detayı; üçgen içinde hayat ağacı...

Kilise ve çevresinde yer alan diğer yapılar, çevredeki halen izleri görülebilen taş ocaklarından çıkarılan Foça taşı kullanılarak yapılmış. Şimdi bir hayvan ağılı olarak kullanılan kuzey yönündeki düzlüğün hemen üzerinde yükselen tepenin batı yamaçları, taş alınmaktan büyük bir sekiye dönüşmüş durumda. Ayrıca Yeni Foça’nın sırtlarında yer alan Değirmen Tepe’deki taş ocakları da 20.yy.a dek uzun süre taş çıkartmak amacıyla kullanılmış.

 
 Sazlıca köyü yakınlarındaki terk edilmiş taş ocağı

Kilisenin çevresinde tek katlı taş kulübelerin yanında yüksek tavanlı ve iki katlı kule evlerin varlığı, kırsalda korunma içgüdüsünün yoğunluğunu vurguluyor. Bilindiği üzere kule evler; alt katları sağır, üst katında ise küçük pencerelerle içeriye ışığı kabul eden ve özellikle 19.yy.da Aydın ve çevresinde eşkıya baskınları sırasında olduğu gibi savunma açısından yüksek işleve sahip yapılar olarak dikkat çekiyor. Bunların bugün dahi en güzel örneklerini Aydın’ın bazı ilçelerinde (Arpaz, Cihanoğlu, Donduran ve İnebolu Kuleleri gibi) görmek mümkün…(11)

 
 Kilisenin hemen yanında yer alan karakteristik kule ev

 
Kule evin giriş kapısı üzerindeki kemerli yazıt ve süslemeler; her yerde koruyucu haç motifi var. Yapım tarihi; 1841 yılı olarak belirtilmiş.

 
Kule evin giriş kapısının üstünde yer alan seng-i endaz

 
Evin içinden görünüm; ikinci katta yer alan nişler ve bir ocak ayrıntısı...

Bizim bugün Sazlıca Koyu civarında gördüğümüz kule tipi evlerin giriş kapısı hizasında ve evin çatısına monte edilmiş seng-i endaz adı verilen taş oluklar, bu yapıların oldukça karakteristik bir unsurunu oluşturuyordu. Eve yaklaşan ve düşmanca bir tutum içindeki yabancılara yönelik bu oluktan atılacak taş, metal gülle ya da kızgın yağ gibi benzeri silahlarla saldırgana karşı konulmaya çalışılıyordu. 

 
 Evin ikinci katında yer alan iki raflı bir gömme dolap ayrıntısı; alt katta ise bir ocak...

Kule evin üst kat pencereleri; kemer içlerinde yer alan balık sırtı desenler ve pencere lentosu üzerindeki koç başı süslemeleri

 
Kule evin yanındaki daha kötü durumdaki tek katlı evin içi

 
Köyün şimdilik tek sakini

 
Kule evin ikinci katından görünüm; gömme dolap, nişler ve ocak

Kule tipi evlerden kiliseye en yakın konumda olanının giriş kapısının üstünde bir kemer, kemerin içinde ise bitki süslemeleri ve büyük ihtimalle yapım tarihi olan 1841 rakamı yer alıyor. Bütün bu süsleme ve yazıların hepsi Foça taşına kazıma tekniği ile işlenmiş. Çatı çökmüş olduğundan tepedeki seng-i endaz oluğu, neredeyse evin en üst noktasında kalmış. Çatı, bir eğik düzlem formunda önden arkaya doğru alçalıyor. Evin ilk ve ikinci katında yer alan ocaklar hala sağlam durumda. Ocakların bacayla olan ilişkisi, duvarlar üzerindeki izlerinden seçilebiliyor. Alt ve üst kattaki duvarların bazılarında ise, kemerli nişler ve dolap olarak kullanıldığını düşündüğümüz dikdörtgen formlu boşluklar mevcut.

 
 Terk edilmiş Sazlıca köyünde gezginler keşifte...

 
Su kuyusundan Sazlıca köyü evlerine bakış

 
Sırta doğru yerleşmiş diğer kule ev; o şimdi satılık...

Sırta doğru daha sağlam durumdaki bir başka kule evin içine girme imkânımız oluyor. Kapısını açtığımızda; yukarı doğru çıkan trabzanlı tahta basamaklar bizi üst kata taşıyor. Mevcut durumda; evin üst katı tamamen bir saman deposu olarak kullanılıyor. Üst katta samanlardan zorlukla seçilen ve zeminden yaklaşık 60-70 santim yükseklikte bir kerevet yer alıyor. Divanı andıran bu tahtadan ara kat, şimdi tamamen hayvanlar için samanla kaplı durumda. Üst katın Sazlıca Koyu’na doğru bakan küçük pencerelerinin üstünde yer alan kemerlerin içinde evi yapan duvarcı ustaların imzası niteliğinde kiremit parçaları kullanılarak yapılmış balıksırtı desenler var. Bir korku ikliminin ortasında; kırsalda inşa edilmiş bir kule evin duvarındaki estetik kaygıları yansıtan hoş bir detay aslında.

 
 Sırttaki 2.kule evin ikinci katı; samanlık

 
Kule evin kemerli giriş kapısı; lentoda haç var.

 
19.yy. Foça kırsalında korkunun ayak izleri; 2.kule evin seng-i endazı ve 2.kat pencerelerinin kepenkleri

19.yy.da Foça kırsalını saran korku dalgasının etkileri bu kule duvarlarına yansımış gibi görünüyor. Kule evlerin hemen ötesinde yer alan bir kuyu, o günkü yaşama dair bazı ipuçlarını da bizi aktarıyor. Bir ağacın gölgesindeki hala işlevsel su kaynağı, Foça kırsalındaki kavurucu sıcaklarda yaşama dair bir konfor alanını işaret etmekte.

Zeytinlerin altındaki su kuyusunda şimdi çalışır halde bir tulumba var.


Sazlıca Koyu bademleri

 
Gezginler, Sazlıca köyü önündeki düzlükte...

 
2.kule evin arkasındaki sırttan Sazlıca Koyu'nun görünümü
Evlerin yayıldığı alanda badem ağaçlarının tümü çiçekte… Pembe beyaz çiçekleriyle bu hüznü bir nebze de olsa dağıtma çabasındalar sanki. Sırtlara doğru yoğunlaşan zeytinlikler, bu civarda yüzyıllardır temel geçim kaynaklarından birinin zeytin tarımı olduğunun kanıtı gibi. Ama şimdilerde ortalıkta göremediğimiz Foça Karası üzüm bağları; mutlaka Rumların zamanında bu civarda da vardı büyük olasılıkla.

 
Erken baharın müjdecisi; kışa meydan okuyan bademler

 
Köyün arkasında yer alan kayalığın üstündeki taş ev

 
Sazlıca Koyu ve terk edilmiş eski Rum köyünün kayalıklardan görünüşü

Mübadele sonrasında bu bölgeye, Parga’dan gelen Türkler yerleştirilmiş. Parga’da daha çok balıkçılık ve tütüncülükle geçinen Türkler, geldiklerinde bağ ve zeytin işinden anlamadıklarından tütün işine girişmişler. Bağları söküp yerine tütün ekmişler. Ancak tütün işinde de yeterli verimi alamayınca; bölgede daha fazla tutunamayan muhacirler, bir süre sonra bu toprakları terk edip başka yerlere taşınmışlar. Şimdi belki de onların mirasçıları konumundaki daha genç kuşaklar, buralarda yeni fırsatların beklentisi içindeler.

 
 Bir badem ağacının dibindeki birbiriyle bağlantılı iki küçük taş kulübe

 
Taş kulübenin içinden görünüm

 
Evlerin çatı örtüsünde 19.yy.sonlarında kullanıldığını düşündüğümüz arı logolu Guichard Carvin üretimi Marsilya kiremitleri

Mezranın sırtını dayadığı kayalıklara doğru tırmanıyoruz. Kayalığın başında birbiriyle bağlantılı harap durumdaki iki taş kulübe; çatıları çökmüş; kiremitlerin bazıları yerlerde. Dikkatle bakıldığında çatı kiremidini üreten Marsilyalı Fransız firmasının arması olan bir arı kabartması ve ismi yer alıyor: Guichard Carvin… Yaptığımız araştırmada söz konusu kiremitlerin 1890-1914 arası Marsilya’da üretildiğini öğreniyoruz. Nereden nereye; Fransa’nın Marsilya’sından Foça kırsalına; dünya o zaman da küçükmüş galiba. 

 
 Taş evin arkasındaki ana kayaya oyulmuş kare formlu havuz; kenar çeperlerinde yer alan kanallar dikkat çekici...

 
 Daha yukarıdan gelen kayaya oyulmuş kanalın havuza birleşimi

 
 Havuzun yakınlarında gördüğümüz büyük bir küpün kırık ağzı

Taş evin arkasındaki ana kayaya insan eliyle oyulmuş düzgün konturlu kare formunda bir havuz dikkatimizi çekiyor. Havuzun daha yukarılarından engin aşağı ilerleyen kayaya oyulmuş bir kanal sonunda havuza kavuşuyor. Havuzun 4 köşesinde birer menteşenin çalışabileceği kesitte dikine oyuklar açılmış. Bunların ne kadar eski olduğu oldukça tartışmalı bir konu gibi duruyor. Acaba zeytinyağı ya da üzüm sıkımında kullanılan bir havuz mu? Ya da çok daha eskilere mi uzanıyor?

 
 Kayalıkların en üst noktasında ana kayaya oyulmuş mezar benzeri dikdörtgen formlu çukurlar

 
Kayalıkların üzerinde yer alan biri çok belirgin, diğer üçü ise toprak dolgu ile kaplı dört adet çukur

Tepedeki en sivri kayanın arkasına dolandığımızda bizi günün sürprizlerinden biri bekliyor. Burada yine ana kayaya oyulmuş dikdörtgen formlu, lahit benzeri ve bir insan boyunda; ikisi yan yana, diğer ikisi bunlara dik konumda çukurlar yer alıyor. Çukurların konturları boyunca mezarın kapağının konulabilmesi için uygun düzlemler de mevcut. Bunlar İlkçağ’dan kalma kaya mezarları mı? Bu ana kayanın yüzeylerine dikkatle baktığımızda insan eliyle oyulmuş bu kadar çukurun varlığı, bu mekânın İlkçağ’da kullanılan bir sunak alanı olduğu düşüncesini aklımıza getiriyor. Acaba?

 
 Kayalıklara aşağıdan bakış

 
Kayalıkların altındaki vadide akan derecik

 
Vadi girişindeki son ve üçüncü kule ev

Kule evin üst kat pencereleri ve yekpare kemerli giriş kapısı

Kule evin üst kat penceresinin lentosunda yer alan haç motifi

Kule evin içi

 
Kule evin giriş kapısı

Kafamızdaki sorularla birlikte vadinin daraldığı noktada; kayalıklardan aşağıdaki dere yatağına doğru iniyoruz. Vadinin dibinde Sazlıca köyünün son kule evi var. Sık makiliklerin içinden usul usul akan bir derecik vadinin hayat kaynağı gibi. Papatyalar, ilk anemonlar hepsi burada. Defneler tomurcukta; neredeyse patlayacaklar. Sakız çalıları, mersinler ve en geç uyanacakmış gibi duran hayıtlar bu vadinin egemen unsurları olarak dikkat çekiyor. Dere yatağının iki yakası boyunca bir duvar gibi uzanıyorlar. Dere yatağına paralel bir suyolunun da temel izleri var. Belli ki bu da 19.yy.dan kalma.

 
 Kule evin önündeki kaktüsler

Vadinin çıkışındaki düzlükte yer alan her şeyin tanığı bilge zeytin ağaçlarından biri

 
Sazlıca Vadisi'nin girişindeki üçüncü kule eve son bakış

Sazlıca köyünün yeni sakinleri

Sazlıca'da defneler tomurcukta...

 
Sazlıca'da terk edilmiş taş ocağının kayalarına tutunmuş bir badem ağacı çiçekte...

Gezginler, terk edilmiş taş ocağının önündeki sekide Sazlıca etabını tamamlarken...

 
Ağılda bırakılmış Sazlıca köyünün en yeni sakini

Sazlıca’da son durağımız köyün hemen yakınlarındaki 19.yy.dan kalma terk edilmiş bir taş ocağı idi. Yöredeki Rum erkeklerinin temel uğraşılarından biri de bu ocaklardan taş çıkarmak ve onları duvarcı ustalarının kullanımına sunmaktı. Oldukça zahmetli olan bu işi Mübadele sonrası Pargalı muhacirler sürdüremedi ve ocaklar giderek işlevini yitirdi.

Azak Koyu üzerindeki Agios Georgios (Aya Yorgi) Kilisesi

Terk edilmiş Sazlıca köyünden ayrıldıktan sonra bir sonraki koy olan Azak Koyu’na doğru hareket ettik. Bu kez hedefimizde Foça kırsalındaki bir başka kilise Agios Georgios Kilisesi vardı. Buraya daha önceden 9 Ocak 2011 tarihinde gelmiştik ve kiliseyi ve giriş kapısı üstündeki mermer kitabeyi fotoğraflamıştık. Neredeyse tam 5 yıl sonra aynı noktaya geldiğimizde kitabenin yerinde yeller estiğine tanık olduk. Bu topraklarda yaşamış ve buralara bir anlamda değer katmış insanların; giderken bize emanet ettikleri ve insanlığın ortak mirası olan kültür varlıklarına, şimdi bu topraklarda yaşayan bir takım insanların reva gördükleri bu davranışı kınıyoruz. Allah onlara akıl, fikir ve biraz da yurt sevgisi versin.

 
 Aya Yorgi Kilisesi'nin bulunduğu çiftlik arazisinin girişi

Aya Yorgi Kilisesi etrafındaki gezi rotamız
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

 
Çiftlikte yer alan yapılardan biri

 
Çiftlik arazisindeki zeytin sıkımında kullanılan taş bilezik

 
Yelken Kaya

Biz yeniden kilisenin hikâyesine dönecek olursak; kilise Azak Koyu’nu geçip Yeni Foça’ya doğru ilerlerken yol kıyısındaki büyük bir açıklığın bulunduğu noktada; dağ yönünde bir toprak yolla ulaşılan denize nazır bir sekide yer alıyor. Kilisenin bulunduğu seki, çevrede Yelken Kaya diye bilinen deniz kıyısındaki iki büyük kaya ile hemen hemen aynı hizada konumlanmış. Bu bölge çevrede Arıcılar Mevkii olarak da biliniyor. Çevrede dolaşırken biz de makilikler arasındaki düzlüklere bırakılmış çok sayıda arı kovanına ve hemen yakınlarında bulunan prefabrik arıcı kulübelerine rastladık.

 
 Çiftlik arazisinin yukarılarında bulunan arı kovanları

Asfalt yoldan ayrıldıktan sonra yaklaşık 250-300 metre sonra sözü edilen çiftlik arazisine ulaşmak mümkün. Çiftliğin girişindeki iki yuvarlak sütun parçası, kapı girişini belirliyor. Kilise, girişe göre tam karşıda ve kuzey batı yönünde yer alıyor. Kilisenin çatısı tamamen çökmüş durumda. Son yıllarda apsis ve niş kemerleri ile pencere sövelerinin kesme taş elemanları tam bir talana maruz bırakılmış.

 
 Aya Yorgi Kilisesi

 
Aya Yorgi Kilisesi'nin giriş kapısının 2016 Ocak ayındaki durumu; kapının üstündeki kitabe artık yerinde yok.

 
Aynı kilisenin giriş kapısının 2011 yılı Ocak ayındaki hali; kitabe yerinde duruyor.
(Fotoğraf:İF; Ocak-2011)  

Kilise, doğu-batı yönünde konumlanmış, dikdörtgen formlu ve tek nefli bir yapı olarak dikkat çekiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yerinden sökülerek çalınan mermer kitabesinde 2011 yılında şunlar yazıyordu:

 
Aya Yorgi Kilisesi kitabesi
(Fotoğraf:İF; Ocak-2011) 
 
HERŞEYE BOYUN EĞDİREN ZAMAN TARAFINDAN YIKILAN, BÜYÜK MARTİR GEORGİOS’UN(12) BU…..(?) VE KUTSAL KİLİSESİ İSA’YI SEVEN TAŞ USTALARININ (YANİ LEVHACILARIN) VE BAŞKA BAZI DİNİNE BAĞLI HRİSTİYANLARIN KATKI VE MASRAFLARIYLA TEMELDEN İNŞA EDİLDİ.
15 MART 1850(13)

Kilisenin kuzey ve güney duvarlarında birer pencere ve birer niş bulunmaktadır. Pencereler duvarla örülerek kapatılmıştır. Ayrıca kuzey ve güney duvarlarında yuvarlak pencereler, doğu duvarında ise biri büyük olmak üzere üç adet apsis yer almaktadır. Bunlardan ortada ve büyük olanı ana apsis, diğerleri ise yan apsisler olarak işlev görmüş olmalıdır.

 
Kilisenin apsis duvarı; onlar da harap... 

 
Kilisenin güney duvarı

 
Kilisenin kuzey duvarı

 
 Kilisenin giriş kapısından içeri bakış

Kuzey duvarında yer alan oval pencere

Kilisenin duvar örgü detayı

Kiliseyi de içine alan büyük avlunun ortasında zeytinyağı sıkımında kullanılan bir taş bilezik, 2011 yılında gördüğümüz yerde hala varlığını korumaktadır. Umarız onun da akıbeti kitabeninkine benzemez. Avlu içinde diğer yapıların hepsi yıkık, çatı örtüleri çökük ve oldukça harap vaziyettedir. Kilisenin yapımında kullanılan yapı taşları, büyük olasılıkla çevredeki (Değirmen Tepe ve Sazlıca Koyu) taş ocaklarından temin edilmiş olmalıdır.
 
Değirmen Tepe Taş Ocakları

Değirmen Tepe, Yeni Foça’nın kuzeybatı yakasında sayfiye sitelerinin baskısı altında gün sayan, üzerinde terk edilmiş üç büyük taş ocağının bulunduğu yaklaşık 140 metre yüksekliğinde tortul kayalıklardan(14) oluşan bir yükseltidir. 

 
 Yeni Foça yakınlarındaki taş ocaklarının ana malzemesi tortul kayalıkları

Değirmen Tepe taş ocakları ve Maşatlık Kilisesi etrafındaki gezi rotamız


 
Kayaların üzerindeki renk oluşumları

 
Taş ocağından bir başka örnek daha...

 
Bu da bir başkası...

Denizin altında milyonlarca yıl basınç altında kalarak sertleşen, kimi canlıları da yapıları içine alarak üzerlerinde değme ressamlara taş çıkartacak ölçüdeki renk çeşitliliğiyle bir tabloyu andıran görünümler sunan tortul kaya kırıklarının yüzeyleri benzersizdi.

 
Taş ocağında imalatı yarım kalmış bir değirmen taşı örneği

 
Yeni Foça yönündeki diğer taş ocağının bugünkü görünümü

Bu tepenin batı yüzünde yer alan ilk ocakta ise, günün bir başka sürprizi olan imalatı yarım kalmış bir değirmen taşı bizi bekliyordu. Tepenin çevresinde yer alan diğer iki ocakla birlikte değerlendirildiğinde anlaşılıyor ki, bu ocaklar sadece değirmen taşı üretiminde kullanılmamış, aynı zamanda Foça ve çevresindeki binaların yapımında ihtiyaç duyulan kesme taş üretiminde de önemli bir kaynak görevi görmüş. Ancak, Rum ustalar bu toprakları terke edince büyük olasılıkla bu ocaklar da yok oluş sürecine girmişler ve terk edilmişler.

 
 Taş ocaklarının bulunduğu tepeden Yeni Foça'ya bakış

Tepenin etrafını dolaşarak diğer iki taş ocağının da durumunu inceledik ve Yeni Foça girişindeki son kilise olan Maşatlık Kilisesi’ne doğru hareket ettik.

Maşatlık Kilisesi

Maşatlık Kilisesi, adından anlaşılacağı üzere eski bir mezarlığın yanında inşa edilmiş bir mezar şapeli aslında. Şu anda son derece harap vaziyetteki kilisenin çatı örtüsü ve giriş kapısının bulunduğu arka duvarı tamamen, kuzey-güney duvarları ise kısmen yıkılmış durumda. Apsisin bulunduğu doğu duvarı, dikdörtgen formlu kilisenin dışına taşarak yarım yuvarlak formlu bir yapıda inşa edilmiş. Ancak, doğu duvarı da üst bölümlerden birkaç sıra örgüsünü kaybetmiş durumda.

 
 Maşatlık Kilisesi kuzey duvarı

 
Giriş kapısının yer aldığı batı duvarı tamamen harap olmuş durumda.

 
Maşatlık Kilisesi'nin güney duvarı

Tek nefli kilisenin apsis duvarında biri büyük olmak üzere üç niş var; bunlardan büyük olanı ana apsis işlevi görüyor. Ana apsisin üzerinde dört yapraklı yonca formunda bir yuvarlak küçük pencere daha var. Kuzey ve güney duvarlarında ise ikişer pencere yer alıyor. Kilisenin güneydoğu yönündeki çukurda yer alan insan kemikleri, bu bölgede mezarlık olduğu fikrini kuvvetlendiriyor. Bir başka yaklaşım ise bu tonozlu çukurun bir ispitalya (kemik deposu) olabileceği doğrultusundadır.

 
 Kilisenin doğu yönüne bakan apsis duvarı

 
Maşatlık Kilisesi

Kilisenin her türlü atık malzeme ile doldurulmuş ve bir şantiye artığı görünümündeki üst düzleminin arka yüzünde ise terk edilmiş bir şap ocağı bulunuyor. Bu ocak, büyük olasılıkla; Ortaçağ’da tekstil sanayinde boya sabitleyici olarak kullanılan ve son derece stratejik bir önemi olan şap madeninin çıkarımı sırasında açılmış olmalıdır. Bizans yıllarından beri Batı Anadolu kıyılarında ve Ege adalarında kolonize olan Cenevizliler, o dönemde bölgedeki zengin şap yataklarını kontrol etmek amacıyla Eski Foça, Şakran (Gryneion) ve Çandarlı’da eski savunma kalelerini yeniden tahkim ettiler ve Yeni Foça’yı kurdular. Yeni Foça’da da Cenevizliler döneminde bir kale inşa edilmişti. Fatih Sultan Mehmet, 1455 yılında Foça ve Çandarlı kıyılarını ele geçirdiğinde; bu kıyılarda Cenevizliler’in yeniden tutunmasını önlemek amacıyla, kendi savunma yaklaşımı kapsamında; varlığını koruduğu Eski Foça ve Çandarlı kaleleri dışındaki diğer kalelerin tümünü yıktırdı. Yeni Foça Kalesi de bunlardan biridir. Bu tarih, aynı zaman da uzun yıllar burada bir tür derebeylik yönetimi süren Cenevizli Gattalusi ve Zaccaria sülalelerinin bölgedeki iktidarının da sonudur.

 
 Maşatlık Kilisesi'nin arkasında yer alan ve Cenevizlilerden kalma terk edilmiş şap maden ocağı

 Yeni Foça'da son durak; çarşıdaki Özen Kıraathanesi

Yeni Foça’da günün kapanışını çarşı içindeki tarihi bir yapının giriş katında yer alan Özen Kıraathanesi’nde yaptık. Eski ve yorgun bir oteli andıran değerli yapının önündeki tahta sandalyelerde günün yorgunluğunu akşam çaylarının eşliğinde attık. Erken baharın parlattığı bir Şubat gününü Foça’nın geçmişinden günümüze ulaşabilen değerli hazineleri arasında geçirmiş, yeni dostlar edinmiş; bizim için anlamlı bir gün geçirmiştik. Ama artık gitme zamanıydı. Her ne kadar geçmişin hüzün saklı sayfalarını kurcalamış olsak da, doğanın uyanışını hissederek ve onun bir parçası olarak bu günü yaşamış olmanın bahtiyarlığı içinde Foçalı dostlarımızla vedalaşarak İzmir’e doğru yola çıktık.

Dipnotlar
(1)       Dr. Georgios Nakracas; Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, Yunancadan çeviren: İbram Onsunoğlu, Belge Yayınları, 1.Baskı-Şubat 2003; sayfa:71
(2)      Dr. Georgios Nakracas; a.g.e. sayfa: 94
(3)      Kemal Anadol, Büyük Ayrılık; Doğan Kitapçılık AŞ, 1.Baskı-Mart-2003; sayfa:334
(4)     Kemal Anadol; a.g.e; sayfa:338
(5)      Emre Erol; A Multidimensional Analysis of the Events in Eski Foça (Παλαιά Φώκαια) on the period of Summer 1914; https://ceb.revues.org/911
(6)     Fuat Dündar, 1914’de Rumların sürülmesi; Yabancı Heyetin Gözlemleri ve Seyrek Köyünün Foto Hikâyesi; Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı:199-Temmuz 2010; bkz. https://www.academia.edu/1479361/1914te_Rumlar%C4%B1n_s%C3%BCr%C3%BClmesi_Yabanc%C4%B1_inceleme_heyeti_g%C3%B6zlemleri_ve_Seyrek_k%C3%B6y%C3%BCn%C3%BCn_foto_hikayesi
(7)      Fuat Dündar; a.g.m.
(8)     Celal Bayar, Ben de Yazdım, Sabah Kitapçılık, 1997; 5.Cilt; Sayfa:100
(9)     Prof. Dr. Sacit Pekak, 18.-19 yüzyıllarda Anadolu’da yaşayan gayrimüslimlerin imar faaliyetleri ve Foça’da Post-Bizans Kiliseleri; Geçmişten Günümüze Foça Uluslar arası Sempozyumu-1997; Sayfa:75-90
(10) Prof. Dr. Sacit Pekak, a.g.m; Sayfa:89, dipnot:34
(11)   Aydın civarındaki kuleler için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/12/harpasadan-arpaza.html
(12)  Martir Georgios ya da ilk din şehitlerinden Aya (Aziz) Yorgi; M.S. 3. yüzyılda İmparator Diocletianus zamanında bir Roma askeriydi. Bir zamanlar, annesinin ailesinin malı olan topraklarda, Beytüllahim (Bethlehem) yakınındaki Hadr kasabasında yaşadığı söyleniyor. Babasının izleri modern Türkiye'deki Kapadokya'ya kadar sürülebilirken, annesinin bugün İsrail sınırları içinde olan Lod (Lydda) kentinden bir Filistinli olduğuna inanılıyor. Aziz, tüm mülkünden vazgeçip dinine bağlı kaldığı için hapsedilip işkence görmesiyle ve sonunda idam edilmesiyle biliniyor. Batı dünyası Aziz George Günü'nü 23 Nisan'da kutlarken, Filistin topraklarındaki doğu kiliseleri tarafından kullanılan eski takvimde bu gün 6 Mayıs'a denk geliyor. Aziz için Beytüllahim'den ve daha uzaklardan gelip mum yakarak dua eden ibadetçiler Hadr'da toplanıyor. Bayram sırasında, Aya Yorgi'nin tipik 'ejderha avcısı' pozunun bulunduğu ekmek pişiriliyor. Mertlik, yiğitlik ve şerefle bağdaştırılan Hristiyan ismi Corc (George), Filistin topraklarındaki en yaygın isimlerden biri olmayı sürdürüyor. Bu ismin diğer biçimleri Arapça "yeşil adam" anlamına gelen Hızır veya Hıdır ile Circis. (Kaynak: BBC)
(13)  Prof. Dr. Sacit Pekak, a.g.m; Sayfa:84; verilen bilgiye göre; kitabenin çevirisi Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi tarafından yapılmış.
(14)  Tortul kayaçların büyük bir kısmı dış etmenler tarafından yeryüzünün aşındırılmasıyla meydana gelen çeşitli büyüklükteki unsurların taşınarak çukur sahalara (göl, deniz ve okyanus tabanları gibi) biriktirilmesi sonucu oluşmuşlardır. Bunlar genellikle tabakalar şeklinde bulunurlar ve içlerinde fosil barındırırlar. Birikme süreci boyunca tabakalar birbirlerini sıkıştırarak basınç altında sertleşmelerine yol açarlar. (Kaynak: Wikipedia)
(15)  Fotoğraflar; belirtilenler dışında, gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.


Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Bumerang - Yazarkafe