PAŞA YAYLASI VE ETEKLERİNDEKİ VADİLERDE YÜRÜDÜK
28 Mayıs 2014
İbrahim Fidanoğlu
Paşa Yaylası, Aydın Dağları’nın (zaman ekseninde Mesogis yada Cevizli Dağları
da denirdi bir zamanlar) en yüksek zirvelerinden birini barındırır. Üzerindeki;
zirvelerin sahibi bir eren baba mezarıyla da dikkat çeken 1665 metre
yüksekliğindeki Paşa Yaylası’nın İmam Baba
Tepesi, çevredeki topografyaya olan hâkimiyeti ile de öne çıkar. Zirvede,
bu özelliğinden ötürü olsa gerek; eren baba mezarının hemen yanı başında bir de
yangın gözetleme kulesi yer almaktadır. Aydın Dağları’nın kayaç tabakaları,
genellikle kireç taşı ve şist özelliklidir. Zirveye doğru tırmanırken bunun
örneklerini görmek pek mümkündür.
Paşa Yaylası'na doğru
Mayıs ayı boyunca devam eden yağmurlarla; bir anlamda yürüyüş sezonunun
uzamasına ve yaz sıcaklarının ötelenmesine yol açan hava koşulları, bu hafta da
bize ovaya göre nispeten daha uygun bir yürüyüş ortamı sunan Paşa Yaylası’nda yürüme olanağı yarattı.
Gezginler, Paşa Yaylası'na varmadan son mola yerindeler.
Paşa Yaylası, Aydın’ın kuzeydoğusunda yer alıyor. Yaylaya ulaşmak için Aydın’ı
geçtikten sonra Yılmazköy-Paşa Yaylası
sapağından kuzeye doğru sapmak gerekiyor. Yol çatısından Paşa Yaylası’na uzaklık yaklaşık 17 km. kadar tutuyor. Büyük Menderes’in yüzyıllardır
şekillendirdiği ova yüzeyinden tektonik hareketlerle yükselerek oluşmuş konglomera adı verilen son derece
verimli alüvyonlu toprağın, bir kısmının yükselip bir kısmının çökelmesiyle
oluşmuş derin bir vadiden ilerliyoruz. Yılmazköy’ü
geçtikten sonra başlayan tırmanış, yılan gibi dağa doğru tırmanan asfalttan Karaköy’e kadar devam ediyor.
Paşa Yaylası yakınlarında; arkamızda yamaca asılı gibi duran son köy; Karaköy
(Fotoğraf: M.YC )
Yürüyüş Rotası; 10 km.
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Karaköy, Paşa Yaylası’na varmadan
önce son köy. Paşa Yaylası’nın hemen
alt yamacında aşağıdaki derin vadiye ve Büyük Menderes Ovası’na karşı
konumlanmış köyün yaylaya uygun mimari dokusu dikkatimizi çekiyor. Aşağılara
doğru alçalarak inen yamaçları ve daha ötesini seyretmek için uçurumun başında
kısa bir mola veriyoruz. Buralarda artık ovanın yakıcı sıcağından eser yok. Aşağıdaki
ova ise, su buharından iyi seçilemiyor.
Paşa Yaylası, bir ulu çınarın kovuğu
Paşa Yaylası'ndan İmam Baba Zirvesi'nin görünümü
Ardımızda bıraktığımız Karaköy’ün
evleri giderek küçülürken, karşımıza Paşa
Yaylası’nın yeni sahipleri; yazlıkçı villaları çıktı. Yaylanın hemen
girişinde ovaya hâkim konumdaki yamaca bir üzüm salkımı gibi serpilmişti
villalar. Biraz daha ilerleyince 50’lı 60’li yıllarda derme çatma malzeme ile
yapılmış gecekondu misali Paşa Yaylası’nın
ilk yerleşimleriyle karşılaştık. Bir kısmında; bugünlerde bir “yapısal dönüşüm”
hamlesi var besbelli. “inşaat ya Resul
Allah” buralara da uğramış anlaşılan…
Paşa Yaylası'nın minyatür camisi
Paşa Yaylası'ndan Tire yönündeki Çaldede Zirvesi'nin görünümü
Paşa Yaylası; zengin su kaynakları, temiz ve serin havası, zengin florası ve ovaya
hâkim konumuyla yüzyıllar boyu Aydınlıların kavurucu yaz sıcaklarında sığındığı
bir kaçış noktası olmuş. Hatta anlatılanlara göre; adı bile Osmanlı döneminde
Aydın Vilayetini yöneten Paşa unvanlı devlet görevlilerinin yazları buraları
mesken tutmaları ve uzun süreler buralarda konaklamalarından türemiş, bugünlere
dek ulaşa gelmiş. Bugün yaylada gördüğümüz biraz da gecekonduyu andıran
yapılaşmaların ise Demokrat Parti dönemine kadar uzandığı söyleniyor.
Gezginler, Paşa Yaylası'ndan İmam Baba Zirvesi'ne doğru yürüyorlar.
Aydın Dağları'nın kireç taşından ana kaya çekirdeği
Paşa Yaylası'nın ardıçları
Paşa Yaylası’na ulaşan asfalt yol, bu noktada ikiye ayrılmakta, yaylanın alt
düzleminde yer alan düzlüğe doğru inen yol üzerinde Aydın Belediyesi’nin şimdi
kapalı durumda bulunan oteli yer alıyor. Bu toprak yol, biraz daha ileride dev
çınar ağaçlarının altındaki geniş gölgelikler ve karşısında geniş düzlüklerdeki
piknik alanlarıyla devam ediyor. Toprak yol, aşağıdaki derin vadilere doğru
kıvrılarak inmekte ve yolun sonu başka bir hikâyenin başlangıcını
barındırmakta. O hikâyenin bazı satırbaşlarından yazının ilerleyen bölümlerinde
söz edeceğiz.
Paşa Yaylası'nda karaçamlar ve ardıç ağaçları bir arada
Paşa Yaylası'nda kayaç tabakaları ve üstündeki yıllara meydan okuyan anıt ardıç ağacı
Paşa Yaylası'nın beyaz çiçekleri
Tabandaki güzellik; pembe çiçekler
Sapaktaki yaylanın yukarılarına doğru çıkan orman yolu ise,
yerleşimlerin arasından karaçamlardan oluşan geniş bir ağaçlık bölgeye doğru
ilerliyor. Bu yol, İmam Baba Tepesi’nin
kuzeydoğu eteklerini yalayarak geniş bir kavis çiziyor ve zirveye doğru
ilerliyor.
Paşa Yaylası'nda ormanlık alanların taban örtüsü; eğreltiotları
Paşa Yaylası'ndan başka bir yerde görmediğimiz ve çiriş otunun bir türü diye düşündüğümüz sarı çiçekler
İki kaya arasın sıkışmış yaşamın resmidir.
Ormanda bir kütüğün son hali
Yılmazköy üzerinden bir vadiyi takiben karşılaştığımız konglomera tabakalarından Paşa
Yaylası’nda eser yok. Kireç taşından ana kaya çekirdeğinin etrafında yer
alan kayaçlarda simsiyah rengiyle ilgimizi çeken kırılgan tabakalar, eteklere
doğru parçalanarak döküntü alanları oluşturmuşlar. Yayladaki hâkim bitki
örtüsü; bu yükseklikte görülebilecek karaçamlar, daha alt düzlemde ardıçlar, cevizlikler,
dev çınar ve kestane ağaçları, taban örtüsü olarak yaygın eğreltiotu kolonileri
ve ilk kez burada karşılaştığımız ve bizim bir tür çiriş otuna benzettiğimiz;
belli ki soğanlı bir bitki olan uzun boyunlu ve cazibeli sarı renkli çiçekler…
Paşa Yaylası'nda meyve bahçeleri
Paşa Yaylası'nda bir başka bahçe ve havuzu
İmam Baba Zirvesi'nin hemen altındaki kayaçlarda kuvars kristal oluşumlar
Paşa Yaylası'nın zengin su kaynaklarından beslenen bir çeşme
İmam Baba Tepesi’ne tırmanırken dağın kayaç tabakalarından sızarak gelen suyun
çıkarıldığı noktalara rastlıyoruz. Bunların bazıları, ilkel çeşmeler şeklinde
düzenlenmiş. Dağın etrafında dolaşarak ilerlerken, sağımızda yer alan
düzlükler, tarımsal alanlar olarak açılmış. Genellikle üzüm bağları ve
kirazlıklar dikkat çekiyor.
Paşa Yaylası'nın İmam Baba Zirvesi'ne kuzeydoğu yönünden bakış
Zirveye doğru kireç taşı kayalıklar
İmam Baba Zirvesi'ne yaklaşırken ulu bir karaçam
Eskiden beri Aydın’ın şehir pazarına; Paşa Yaylası’na yakın köylerden, dibi eğrelti otlarıyla kaplı
sepetlerde; köylülerin yaylanın geç eren pembe renkli ve eşsiz bir lezzete
sahip üzümlerini ne zahmetlerle indirdiklerini anlatan ne öyküler vardır; kim
bilir? Bugün için ise; Aydın’ın içinde kentin ana akslarından birisi Adnan Menderes Bulvarı’na açılan dar
koridorların köşe başlarında; hala bu benzersiz lezzetteki Paşa Yaylası Üzümü’nün satıldığı küçük tezgâhlara rastlamak mümkün.
Aydın Dağları'nın kuzeydoğu yönündeki uzantıları
Zirveye yaklaşırken yaşlı bir ardıç ağacının gölgesinde soluklandık.
Paşa Yaylası'nın zirvesi ve ormancıların yangın gözetleme kulesi
İmam Baba Zirvesi'nden Paşa Yaylası'na, derin vadilere ve Aydın'a inen toprak yola bakış
Kıvrıla kıvrıla ilerlediğimiz yol bir süre sonra İmam Baba Tepesi’nin kuzeydoğusuna doğru döndü. Karşımızda Aydın Dağları’nın Nazilli yönünde uzayıp
giden derin vadileri vardı. Tepeye doğru sağda solda karlık kuyuları başladı. Ege’nin yüksek zirvelerinde kışın bu
karlıklarda biriktirilen karı, Mayıs’tan itibaren çuvala sarılmış bloklar
halinde at yada katır sırtında alçaklara indirmek ve pekmez yada vişne benzeri
meyve özleri ile karıştırarak yazın sıcak günlerinde kar şerbeti olarak
tüketmek geleneksel bir ritüeldir. Bu karlıklar da onun bir delilidir.
Gezginler, Paşa Yaylası'nın zirvesindeler.
(Fotoğraf: M.YC)
Paşa Yaylası'nın zirvesinde bir karlık kuyusu
Ormancıların Willys cipi
Gezginler, İmam Baba Zirvesi'nde yemek molasında...
(Fotoğraf:I.Fidanoğlu)
Paşa Yaylası’nın zirvesinde yer alan yangın gözetleme kulesine ulaşmıştık. Yayladan
buraya yaklaşık 5 km.yi bir buçuk saatte yürümüştük. Yangın kulesinin önünde
Aydınlıların modern eşekleri Willys ciplerinden biri duruyordu. Kuleye
tırmanınca gözetleme kulesindeki görevli ormancıların yemek hazırlığında
olduğunu gördük. Tanıştık ve en üst terasa çıkarak çevredeki topografyayı
seyrettik. Yüksek zirvelerin sahipleri; eren babalardan biri olan İmam Baba’nın mezarı kulenin hemen arka
düzlüğündeydi.
Paşa Yaylası'nın zirvesinde İmam Baba'nın revize edilmiş mezarı
Zirveden Aydın (Cevizli) Dağları'nın panoromik görüntüsü
İmam Baba Zirvesi’nden, kuzeybatı yönünde aradaki derin vadileri saymazsak nerdeyse kuş
uçuşu kucaklaşacak uzaklıkta Tire’nin üstündeki Dibekçiler Yaylası’nın Çaldede
Zirvesi seçiliyor. O zirvenin üstünde de bir başka eren babanın makam yada
gerçek mezarı var.(1) Her
yıl Eylül aynın ilk Pazar günü, Aydın Dağları’nın iki yakasındaki Tire’nin ve
İncirliova’nın köylerinden gelen Yörüklerin torunları, büyük göçün hatırasını
anıyor. Halk, bu dedelere öyle büyük bir kutsallık atfetmiş ki, geceleri eren
babaların; zirvelerin arasındaki ışıklı yolculuklardan söz eden çok hikâye
anlatılıyor bu köylerde.
İmam Baba ve karşı sivrinin en tepesinde Çaldede
Türkmenlerin Orta Asya’dan Batıya doğru yönelen ve yüzlerce yıl süren
büyük göçünün sonlandığı noktalardan biriydi besbelli burası. Hayvanlarının
peşinde dağların sırtlarından ve orman yollarından ilerleyerek ulaşılan bu
yüksek noktalarda Orta Asya’dan bu topraklara taşınan Gök Tengri’ye yakın olma
refleksi, eren babaları Aydın Dağları’nın yüksek zirvelerine taşımıştı.
Bu dramatik göçe önderlik eden Eren Babalar, bugün Batı Anadolu’nun
yüksek zirvelerinde; toplumsal hafızanın unutmadığı bu göçün anısına düzenlenen
mahyalarda, giderek azalsa da hala anılmaya devam ediliyor. Cumhuriyet
döneminde istimara uğrayan toplumsal gelişme ve çağdaşlaşma süreci, Sünni
reflekslerle yüzlerce yıl baskılansa da çok derinlerdeki o kökler, asla yok
olmuyor ve toplumsal hafıza bir şekilde onu ve geçmişin büyülü hikâyelerini hep
hatırlıyor ve hatırlamaya da devam edecek.
İmam Baba Zirvesi ve arkada Aydın Dağları
Yangın gözetleme kulesinin hemen arka düzleminde biz de soframızı kurup,
yanımızda getirdiklerimizi bu güzel manzaranın eşliğinde yedik. Ormancılar,
yeni sezonu 26 Mayıs’ta açmışlar. O günden beri iki kişi olarak nöbetlerine
gece ve gündüz devam ediyorlarmış. Biz yemeğimizi bitirmek üzereyken, onlar
aşağıdaki ocağı yaktılar. Yemeğimizi bitirdikten sonra, biraz daha kulenin
terasından çevredeki vadileri doya doya seyrettik ve ormancı arkadaşlarla
vedalaşarak aşağıdaki düzlükte yer alan Aydın Belediyesi’nin oteline doğru; bu
kez kayalıklar arasından devam eden patikaları izleyerek aşağı doğru süzüldük.
Gezginler, zirveden inişte...
İniş anında bir dar geçitteyiz.
(Fotoğraf: M.YC )
Dağ başında cevizlikler içinde bir çeşmenin başındayız.
Bu kayalıklardan Paşa Yaylası'na indik.
Şimdi kapalı olan Paşa Yaylası Oteli
Paşa Yaylası Oteli; ön cephe
Paşa Yaylası'nda piknik alanındaki asırlık kestaneler
Paşa Yaylası'ndan İmam Baba Zirvesi'ne son bakış
Oldukça dik bir yamaçtan kimi zaman karaçamların arasındaki hoş
patikalardan, kimi zaman da kireç taşı kayalıkların arasındaki basamaklı
geçişlerden ilerleyerek yaklaşık bir saatlik bir iniş sonrasında otele yakın
bir noktadan yola ulaştık. İndiğimiz noktadan biraz yürüyünce otele geldik.
Yerel seçimler sonrasında otel, sahiplik durumunun belirsizliği nedeniyle
kapalıydı. Biz biraz daha aşağıdaki piknik alanına kadar indik. Dev kestane
ağaçlarının gölgesinde kendimize biraz dinlenme molası verdik. Otelden aşağıya
doğru inen yolun Aydın’a kadar indiğini, ancak Tire yönündeki dağ yollarının
araç güvenliği açısından pek de uygun olmadığını yoldan geçenlerden öğrendik.
Bu bilgi üzerine Aydın-Tire aksındaki derin vadiye bu yoldan inmeye karar
verdik.
Paşa Yaylası'ndan ineceğimiz derin vadilere doğru bakış
Oldukça dik ve Mayıs ayında yağan son yağmurlarla kısmen bozulmuş yoldan
inerken zaman zaman üzerinde “Akpınar suyudur, içilir” şeklinde yazılar bulunan
çeşmelerin yanından geçtik. Karadeniz bölgesindeki Karayolları’nın
şantiyelerinde çalışmış, emekli bir Karayolcuya bahçesinin önünde rastladık.
Vadideki yollar ve kalitesi üzerine en doyurucu bilgileri bize bu arkadaş
verdi. Tire yönüne giden dağ yollarının arabaya uygun olmadığını bir kez daha
teyit ettikten sonra, vadinin dibine doğru inişimize devam ettik.
Paşa Yaylası'nda bir keçi ağılı
Vadi, Zeytinköy ve Ambarcık Köyleri arasında uzanan ve 1500
metrelerden Paşa Yaylası ve çevresindeki havzaların suyunu Tabakhane Deresi havzasına taşıyan bir işlev görüyor. Tarih boyunca
Tabakhane Deresi’nin Tralleis’in alt düzlemine taşınan su, bu
vadinin farklı noktalarında yer alan Roma döneminden kalma su kemerleriyle Tralleis Kenti’nin dış yerleşimlerine
ulaştırılmış olmalı.
Gezgin, Paşa Yaylası'nın şerbet gibi suyundan içerken...
“Tralleis kentini besleyen suyolları
önemli iki havzadan derlenmekteydi. Birincisi Karagözler Yaylası’ndan başlayarak Horozköy altından geçip kentin akropolisine batıdan giren suyoluydu.
“Thebaitos” adını taşıyan su
kaynağının en önemli yapısı, günümüzde dev bir kalıntı biçiminde izlenebilen Karakemer’dir. Balıkköy ile Alatepe
arasını aşan kemer üç kattan oluşur.”(2)
Karakemer(3)
Bizim Ambarcık Köyü’nün
altında Tabakhane Deresi’nin aktığı
vadide gördüğümüz su kemerleriyle ilgili aynı kaynaktaki bilgi ise şu şekilde:
“Tralleis için ana su iletimi
olan bu sistem dışında 340-350 yıllarında Asya Proconsülü (Roma dönemi valisi) olan
Lucius Caelius Montius’un yeni bir su
iletimi kanalı yaptırma girişiminde bulunduğu bir yazıttan anlaşılıyor. Öte
yandan, Eudon/Tabakhane içinde
gözlemlenen kimi kemer ve kalıntılar, aşağı düzlemde kalsalar da, doğudan
kentin kendisine olmasa da dış alanına su girişi sağladığını gösteriyor. Ambarcık Köyü ve daha yukarı vadiden
derlenen suları aktaran Roma dönemi kemerler, suyolu destek kemerleri daha
sonra Osmanlı döneminde besleme bentleri, su kemerleri ile canlandırılmış ve
kente aktarılmıştır. Su değirmenlerini besleyen bu sistemin bir bölümü, Tabakhane Deresi’nin doğu ve batı
yamaçlarında bitik toprak (konglomera)
içindeki oyuklar biçiminde Aydın’a, Pınarbaşı’na
kadar ulaşır. 1970’lere dek su akışı gözlenen bu kanalların Türk döneminden
önceye tarihlenmesi olanaksızdır.”(4)
Eudon (Tabakhane) Vadisi'nde su bentleri
(Fotoğraf: M.YC)
Paşa Yaylası’ndan vadinin dibine doğru inen toprak yol, Ambarcık Köyü’nün üstünde
asfalta kavuştu. Zeytinköy ile Ambarcık Köyü arasında ovaya doğru
alçalan vadinin içinde akmakta olan Tabakhane
Deresi’nde neredeyse hiç su yoktu. Biraz daha aşağılarda vadinin batı
yönünde su kemerleri ve bentlerle karşılaştık. Dereye yakın konumdaki
bahçelerin sınırlarını takip ederek kemerlerin üstünden karşı kıyıya kolaylıkla
yürüdük. Burası neredeyse Tralleis Kenti’nin
alt düzlemine karşılık geliyordu.
Vadideki su bentlerine yakından bakış
(Fotoğraf: M.YC)
Roma dönemi su kemerleri
“Tabakhane Deresi, Tralleis
Antik Kenti’nin konumlandığı düzlemle Kepez
Düzlüğü arasından akar. Paşa Yaylası
ve çevredeki diğer havzaların sularını toplayarak yaklaşık 1500 metrelerden inen
derenin akışı, bizim de tanıklık ettiğimiz gibi yaz aylarında kesilir. Bundan
sonra kimi derin vadi tabanlarında ve Aydın’da Pınarbaşı’ndaki kum tabakaları altında sızıntı biçiminde varlığını
sürdürür. Pınarbaşı’ndan geçerken
kentin en güney ucuna dek Tabakhane
Deresi, derince bir yarma açmıştır. İlkçağ’da Eudon tanımıyla
adlandırılan Tabakhane Deresi, bu
sıfatın karşılığı olan berrak akışını kışın güçlü yağış dönemlerinde gösterir.
Neredeyse Ekim-Haziran ayı arasında su akışının belirgin bir biçimde var olduğu
Tabakhane Deresi, Cevizli Dağları’ndan suyu ovaya çıkaran
en önemli akıştır.
Tabakhane Deresi Vadisi'ndeki su kemerlerinin yandan görünüşü
Ancak Eudon/Tabakhane suyu,
topografik nedenlerle Tralleis düzlemine çıkarılmamıştır. Tüm zamanlar boyunca Tabakhane’nin Aydın’a kavuştuğu yer olan
Pınarbaşı önemsenmiştir. 1825’de
Aydın Valisi Hüseyin Paşa’nın,
1850’de Hasan Paşa’nın Aydın’ın Topyatağı kesiminden dereye bakan
uçurumlarında günümüze ulaşmamış kökleri bulunmaktaydı. Pınarbaşı’nın doğu
düzleminde ise 1841'den 1847’e dek Aydın’da bulunan Vali Karaosmanoğlu Yakup Paşa’nın köşkü inşa edilmişti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında “Uray Bahçesi”
denen bu yer, aynı zamanda Yakup Paşa
Köşkü diye de anılıyordu. Pınarbaşı
yarıntısının üstünde, Gülbahçesi
denen yerde ise Necip Paşa’nın
1879’da sahip olduğu köşkü vardı. Tüm bu çevreler dereni mutlu çevresini
bildirmektedir. Cumhuriyet öncesinde Pınarbaşı,
bir mesire yeri özelliğini korudu. Cumhuriyet döneminde ise, Uray Bahçesi adı altında yeniden
düzenlendi.”(5)
19.yy.da Aydın’ın mesireliği Pınarbaşı ve Tabakhane Deresi’nin görünümü
(Şükrü Tül Arşivi)(6)
Tabakhane Deresi, Kalfaköy yol
ayrımında iyice irtifa kaybederek daha dingin bir akışa kavuşuyordu. Kalfaköy’ün üç yol ağzında; dut ağaçlarının
gölgesi altındaki kahvehanede çaylar ve sodalar eşliğinde soluklanmak ve ovanın
hissedilen yakıcı sıcağında birazcık serinlemek için kısa bir mola verdik.
Kahvehanenin önünde sayabildiğimiz 9 tane Willys cipi ve köy yolunun
girişindeki eski fabrika dikkat çekiciydi. Köyün içinde attığımız kısa turda
dişe dokunur bir şey bulamadık; bu vadide saklı hatıralardan başka…
Ambarcık Köyü altındaki su kemerleri
(Fotoğraf: M.YC)
Roma dönemi su kemerleri
(Fotoğraf: M.YC)
Tabakhane Deresi boyunca su bentlerine örnekler
(Fotoğraf: M.YC)
Aydın’ın Pınarbaşı ve Tabakhane Deresi’nin yamaçlarına dizilmiş Türk köylerinden ekmek
parası için sökün edip zengin Rum tüccarlarının yanında çalışan Türk
köylülerinin; azınlıkların çocuklarıyla paylaştıkları hatıraları, hüzünlü bir
özlemle Ege’nin öteki yakasından anan Aydınlı Dido Sotiriu’nun Ölüler Bekler romanında şu şekilde
dile gelir:
“O toprağın köklerinden
yükselmiş bir ağaç gibi olan deveci Hasan’ın, başka bir halk adamı Türkün bana
söylemiş olduğu ve her şeyi çok güzel anlatan bir sözü hep hatırlarım:
-Kızcağızım... Biz
ancak, kısacık fitilli fenerimizin gösterdiğini görebiliriz...
Eski anılarla yenilerin
harmanlaştığı bugünlerde, o sözü, kısmete inanç ve tembellik dolu kahverengi
gözlü, gür beyaz sakallı, kısa boylu o saygın ihtiyar sanki bana daha dün
söylemiş gibi oluyorum.
Bazen, bir zamanlar
tanımış olmama rağmen şimdi çoktan unuttuğum pek çok Türkün aksine, neden hala
Hasan ile Ali’nin hatıralarının anılarımda böylesine canlı kalmış olduklarını
kendime sorarım. Bulabildiğim tek cevap, her ikisinin de, sinsi ve kötü niyetli
güçlerin aleyhimize kışkırtıp “ezeli düşmanımız” haline getirdikleri o dertli
ve geri bırakılmış halkın pırıl pırıl ve saf yüreğinin en iyi temsilcileri
olmalarıdır.(7)
“Hasan ile civardaki
Türk köylerini gezerdik. Tanaş Amca bizi sıkça Hacıdima’ların çiftliklerine
götürdüğü için, Rum köylerini iyi bilirdim.
Ne var ki, o geri kalmış
Türk köylerinin bana bırakılmış olduğu etkiyi hiç unutmayacağım. Oralarda tek
bir Rum’a rastlamazdım. Daha ucuza gelsin diye, çoğunlukla insanların
kendilerinin çektikleri o ilkel aletleriyle kan ter içinde toprağı işlemeye
çalışan zavallı insanlar, insanlar...
Aydınoğulları döneminden kalma Alihan Baba'nın oğlu İsmail Türbesi
(2011'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Nefes almamacasına,
durup dinlenmeden, tek bir avucu dahi kendilerinin olmayan o toprakta didinip
uğraşırlardı. Verimli ovalardan başlayıp göklere doğru tırmanan tepelere kadar
toprağı işleyerek, gülyağının elde edileceği mis kokulu gül yetiştirmeye
çalışırlardı. Ve, Hasan’ın yüreğinin ta derinliklerinde hazzını duyduğu tüm
kendi yaşam ve ölüm haklarını dahi devretmiş oldukları efendilerine, beylere
teslim etmektelerdi. bu Allah vergisi güzellikleri, kendi yaşam ve ölüm
haklarını dahi devretmiş oldukları efendilerine, beylere teslim etmektelerdi.
Aydın'ın simge yapısı; Tralleis'in Gymnasium'undan kalan kemerli yapı; Üçgözler
(2008'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Tüm o Türk köyleri,
cevabını bulmam için beni huzursuzlaştıran bir soruyu aklıma takmışlardı. O
böylesine verimli toprak, gerçekte kime aitti: Türklere mi, yoksa bize mi?
O katkısız Rum
mahalleleri ile köylerinde yaşadığımda ve okulda Yunanca’yı okuyup sokakta onu
konuştuğumda ve kiliselere gidip duamı yaptığımda ve de Rum çorbacılarının
sahibi olduğu tüm o fabrika ve çiftlikleri gördüğümde, Küçük Asya’nın, hiçbir
kuşkuya yer kalmadan, gerçekten bizim olduğuna inanırdım. Ama biraz ilerdeki
Türk mahallelerine doğru gidip o binlerce Türk işçisinin aynı toprak üzerine
nesilden nesile çalışıp çabaladığını, kendi evleri ile camilerini yapıp kendi
öz lisan ve geleneklerine sahip olarak vatanlarında bulunduklarını kendi öz
varlıklarının derinliklerinde hissettiklerini gördüğümde de kafamın
karışmamasına olanak yoktu.
Aydın; Nasuh Paşa Hamamı
(2011'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Bir gün babama
sormuştum:
-Baba, biz mi
çoğunluktayız yoksa Türkler mi?
-Aydın’da on bin kadar
Rum ve yirmi bin kadar Türkün bulunması gerek.”(8)
Ve Dido Sotiriu’nun Pınarbaşı yarıntısının Kepez yönündeki yamaçlarında
oynadığı oyunlarla ilgili çocukluk hatırasına dair yazdıkları:
“İzmir’e gelişimizin üstünden daha bir ay bile geçmemişti, ama ben
Aydın’da olmayı öylesine istiyordum ki… Gene bir ceylan gibi salkımsöğütlerin
altına o serin bahçelerde koşuşmayı, Çakıroğlu
bayırında kelebek ve cırcır böceği yakalamayı, diğer kız çocuklarından
farklılığımı kanıtlamak istercesine Tağaraki’deki
uçurumun üstüne sarkmış ve ağacım olarak bellediğim üç dallı dut ağacına
tırmanıp orada taht misali kurularak masallardaki kahramanlarla yaşattığım
hayallerime kendimi kaptırmayı öylesine istiyordum ki…”(9)
Aydın’ın damı Paşa Yaylası’ndan bir dağ yolunu takip ederek ulaştığımız
Tabakhane Deresi’nin aktığı vadi içinde gördüklerimiz ve geçmişte bu vadide
yaşanmış hüzünlü hatıralar bizi Ege’nin iki yakasında yaşanmış dramatik hayat
hikâyelerine aldı götürdü. Yok olmuş nesiller, kaybolmuş zenginlikler ve elde
kalan sadece hatıralar… Son sözümüz 17 Haziran 1919’da; ilk Yunan işgalinin
Yörük Ali Efe tarafından kırıldığı Birinci Aydın Bozgunu sonrasındaki yerli
Rumların ruh haline tercüman olan yine Dido Sotiriu’dan olsun:
Kepez Üstü; Çengeloğlu Tahir Köşkü ve Kız Mektebi
(2011'de İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
“Yüzümde şaşkın bir
çaresizlik ifadesi ile tek bir kelime söyleyemeden ağzım açık durakladım.
Zorlukla avlunun üst basamağına kadar süründüm ve sığınmacıların beraberlerinde
getirmiş oldukları küçük bir bohça gibi ufaldığımı hissettim. Gözlerim
üzerlerinden kalın yağmur damlalarının aktığı buğulu camlara dönmüştü. Şayet
büyükler, felaketler karşısında çocukların nasıl kahrolduklarını ve acı
çektiklerini bilselerdi, belki de, dünya daha yumuşak olurdu. Neden, neden
oluyor tüm bunlar? Hangi millete ait olursa olsun, bir baba, çocuğunun
ağlamasını istemez; ve nasıl oluyor da tüm babalar, bir an içinde, diğer
babaların çocuklarının ağlamaları için ellerinden geleni yaparlar? Neden bizler
Hasan ve Ali’nin çocuklarını öldürdük ve neden Hasan ve Ali de çocuklarımızı
kestiler? Yıllarca o topraklarda Türklerle yan yana yaşadık... Onlar bize
gülümsüyor. Bizler de onlara gülümsüyorduk... Onlar bizleri böylesine bol
hediyeye boğuyor, bizler de hediyelerin en güzellerini onlara veriyorduk. Ve
oralarda kilise çanları çalarken hocanın ezanı da etrafa yayılıyor, bizler
Paskalya’yı kutlarken onlar da Bayram’ı kutluyor, karşılıklı birbirimize iyi niyetlerimizi
ve saygılarımızı sunuyorduk! Nedir? Mutluluğu ve canlıları öldüren, sevgili
evcikleri yakıp insanları mateme boğan, insanları akıllarından eden ve savaş
dedikleri o korkunç şey nedir?”(10)
İşte çağlar boyu akılları sarsacak büyük soru budur ve bugün de aynen sorulmalıdır!
(2)
Bitek
Topraklar Üstünde AYDIN; Şükrü TÜL, Ege Yayınları,2013; sayfa:78-80
(4) Bitek Topraklar Üstünde AYDIN; Şükrü TÜL, Ege
Yayınları,2013; sayfa:80
(5)
a.g.e; sayfa:24-25’den
yararlanılmıştır.
(6) a.g.e;sayfa:25-Fotoğraf Şükrü Tül Arşivi’nden
alınmıştır.
(7)
Ölüler Bekler;
Dido SOTIRIU; Arion Yayınevi-3.Basım-Şubat 2003; Yunanca’dan çeviren: Kriton
DİNÇMEN; Sayfa:53
(8) a.ge. sayfa:55
(9) a.g.e. sayfa:65
(10)
a.g.e.
sayfa:101-102
(11)Fotoğraflar, belirtilenler
dışında yürüyüş sırasında A.Aydemir tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu