Sayfalar

8 Mart 2014 Cumartesi

PİR VELİ BEŞE İÇİN; PEŞREFLİ'DEN KARAKAYA'YA



PEŞREFLİ-KİMİL BELİ-KARAKAYA YÜRÜYÜŞÜ


21 Şubat 2014
İbrahim Fidanoğlu

Peşrefli’nin Atası Pir Veli Beşe ve diğerleri için

Geçen yılki doğa yürüyüşlerimizde Hasan Hoca’nın da katkısıyla Tire ve çevresi sıkça uğradığımız bir coğrafya olmuştu. Bu yıl oralara pek de uzanma fırsatı bulamamıştık. Bu hafta Hasan Hoca’nın köyü Peşrefli’den Aydın Dağları’nın Küçük Menderes Ovası’na doğru bakan; heybetli ve ismi gibi kapkara Karakaya Tepesi’ne doğru yürüdük. Bu yürüyüşü ise; belki de Peşrefli Köyü’nün kurucu atalarından biri olan ve bugün köyün Tokat ismiyle bilinen mevkisinde, yaklaşık 600 yıllık bir kara servinin dibinde yatmakta olan Pir Veli Beşe’nin kadim hatırası adına; onun ismiyle anmaya karar verdik.

 Peşrefli Köyü (Mayıs 2011)

Tokat Mevkii'nden Peşrefli Camisi ve köyün evlerine doğru bir bakış (Mayıs 2011)

Bugünkü yürüyüşümüz geçmişin derinliklerinden gelen isimsiz kahramanların yüzeye vurduğu epik bir yürüyüştü biraz da; Peşrefli’deki Ata mezarında yatan Pir Veli Beşe’ler, Kimil Beli’nden yukarıda Karakaya altında yatan göçebe Türkmenlerin önderi İsimsiz Dede, bu topografyada 19.yy.ın sonlarından 1960’lara kadar basmadık yer bırakmayan Dibekçiler Yörüklerinden Koca Peçen’ler, Kimil’e doğru çıkarken yıldırımlarla budanan yaşlı servinin hemen altında yatan ve hayatını bu dağlarda geçiren Faden Nine ve diğerleri… İşte bu yazının konusu biraz da onlardır ve bu dağların zirvelerinde bu insanların kendi hayat pratikleriyle geçmişten bugüne taşıdıkları ve bizi biz yapan o saklı “bilgi”dir.

Pir Veli Beşe Kimdi?

Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya dek uzanan ve yüzlerce yıllık bir zaman dilimini kapsayan Türklerin büyük göçünün Ege kıyılarında son bulduğu noktalardan birisi de Tire’dir. Geçmişten günümüze tabakalaşmış uygarlık katmanlarıyla özel bir mekân olarak dikkat çeken Tire, sakladığı gizlerle bu büyük göçün kara kutusu gibidir. İşte bu gizlerden birisi de yaklaşık 600 yaşında zamana meydan okuyan bir kara servinin tanıklığında burada yatan Pir Veli’dir.

 Pir Veli Beşe'nin mezarı başından Peşrefli'ye bakış

Pir Veli, 1530 yılı Tapu Defterlerinden 988 numaralı yazım kaydına göre “Pir Veli veledi İsmail bin İsrail mülkü” olarak verilen ifadeden anlaşılacağı üzere akıncı Türk beylerinden İsrail Bey’in oğlu olan İsmail’in oğlu şeklinde belirtilmektedir.(1)

 Pir Veli Beşe'nin başındaki anıt kara servi

İsrail Bey ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin son yıllarında saltanat sürmüş II. İzzettin Keykavus’un oğlu Feramürz’un oğlu Abdülaziz’in oğludur. Abdülaziz, aynı zamanda Anadolu’nun ağır bir Moğol baskısı altında yine II.İzzeddin Keykavus’dan sonra saltanatın üç ortağından biri olan III.Alaaadin Keykubat’ın da kardeşi ve veziridir. (2)

Pir Veli Beşe'nin mezarı

Anadolu’da Türk devlet geleneğinin öncüsü Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol akınlarıyla zayıflaması süreci, 1243’de Kösedağ Savaşı’nda Selçuklu güçlerinin yenilgisi ile son bulur. Anadolu’da bundan sonra yaşananlar, bir kargaşa ve çözülme sürecinin karakteristiklerini taşır. Bu kargaşa ortamından çıkış uğrunda; Selçuklu’nun uç beyleri konumundaki Türk akıncıları, Ege kıyılarında son bulacak Batı’ya yönelik göçü ve Anadolu’da tutunma mücadelesini sürdürürler.

 Bir Peşrefli evi

Bu akıncı beylerinden birisi olan Abdülaziz Bey’in oğlu İsrail Bey ve çevresindekiler, 13.yy. sonlarına doğru Aydın Dağları eteklerinde; Eğridere ve Peşrefli vadilerinde yeni Türk-İslam yerleşimleri ve zaviyeler kurarlar.

 Peşrefli sırtları

İsrail Bey’in torunu Pir Veli de, İsrail Bey ve oğullarının buraya tohumlarını saçtıkları bir yüce geleneğin; bu topraklarda kök salıp hayat bulması ve buradan Rumeli’ye kadar uzanacak bir coğrafyada; bu paradigmanın yaygınlaştırılmasında önemli bir rol oynayan saygıdeğer öncülerden birisi olarak anılmalıdır.

Koca Peçen Çeşmesi

Adil oğlu Oruç’un yazdığı Tevârih'i Al'i Osmana göre ise; Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, Sultan III. Alâeddin Keykubat’tan yeğeni Aktimur aracılığıyla silah yardımı alarak Karahisar’ı ele geçirir. Bunun üzerine, III.Alaaddin Keykubat, kardeşi ve veziri Abdülaziz eliyle bağımsızlık buyrultusu ve daha önceden Mısır hükümdarı tarafından sarayına emanet edilen Hz. Peygamber’in ak sancağı ile tuğ ve âlemi gönderir. Bu hareket, bir anlamda 600 yıllık bir cihan imparatorluğuna dönüşecek Osmanlı Beyliği’nin önünün açılmasıdır.

 Koca Peçen'in Evi

Bir başlangıç olarak Osmanlı Beyliği’nin bir devlete dönüşmesi sürecinde; Balkanlar’daki Türk akıncıları arasında İsrail Bey’in ve yakınlarının da katkıları önemlidir. Samavuna (Simavna) Kadısı İsrail Bey ve sonraki takipçileri, Rumeli’de yeni devletin gücünün ve adaletinin uygulayıcısı olarak öne çıkarlar. Ne yazık ki, Osmanlı Devleti’ni Rumeli coğrafyası üzerinden bir imparatorluğa dönüştürme çabaları, 1402’de Timur-Yıldırım Beyazıt arasındaki Ankara Savaşı’yla kesikliğe uğrar. 

 İzmir Papatyaları

Bu süreçte İsrail Bey’in oğlu; zamanının en büyük fıkıh ve tasavvuf bilginlerinden olan Mahmut Fakih bin İsrail yada daha yaygın olarak bilinen adıyla Şeyh Bedrettin’in; fikirleri ve etkilediği kitlenin eylemliliği açısından etkisi benzersiz ve evrenseldir. Üstüne ciltler dolusu kitaplar ve tezler yazılan; tarihimizin bu müstesna şahsiyeti ile Pir Veli isminin ne oranda kesiştiği ve bu etki çemberinin neresinde yer aldıkları da ayrıca ciddi bir araştırma konusu olmalıdır.

 Peşrefli'de doğa uyanıyor.

Pir Veli, yüzyıllardır Peşrefli’nin dini ve sosyal hayatı içinde insanları etkilemiş, bu yanıyla da köydeki hayatla birlikte bugüne dek manevi varlığını koruyabilmiş önemli bir kişiliktir. Köyde “Tokat” olarak anılan ve toplanma yeri anlamına gelen bu mevkide, yüzyıllardır yağmur duaları ve şükür yemekleri düzenlenmektedir. Ayrıca ölü doğmuş yada doğumdan kısa süre sonra ölmüş bebeklerin Pir Veli’nin kabri çevresine gömüldüğü de bir gerçektir. Pir Veli ismi; köydeki ataların anlatımlarına sinecek kadar kabul görmüş bir temizlik simgesi olarak bilinir. Köyün belki de kurucu atası olan Pir Veli’nin bir kardeşinin de Ödemiş-Birgi’de yattığı, Peşrefli’de anonim bilgi olarak anlatılır. 

 Pir Veli Beşe'nin mezarı başında yapılan şükür yemeklerinden birinde kazanlar kaynıyor. (Mayıs 2011)

Ayrıca Tire Şeriye Sicilleri’ne göre, Peşrefli Köyü’nde Pir Veli adına bir de mescit olduğu belirtilmektedir.

Nezareti evkafı humayuna mülhak evkaftan Aydın Vilayeti celilesi dâhilinde kâin Tire kazasına tabi Peşrefli karyesinde vaki Pir Veli Camii şerifi…(3)

Mescit daha sonraları temelden yıkılarak yeniden yapılmıştır.

 Şükür duaları için Peşrefli sırtlarındaki ikinci bir dedenin mezarı başında toplaşılmış. (Mayıs 2011)


Ve Pir Veli Beşe Yürüyüşü

Yürüyüş sabahı, İzmir’den 7.30’da ayrıldık. İzmir-Aydın Otoyolu’nu takiben ulaştığımız Belevi’de kahvaltı için mola verdik. Kahvaltı sonrası Hasan Hoca’yı almak üzere Tire’ye doğru yola çıktık. Ekibe Tire’den katılan Hasan Hoca’nın rehberliğinde Tire-Ödemiş yolunu takiben saat 10 civarı Peşrefli Köyü’ne ulaştık. Köyde adak ve şükür yemeklerinin düzenlendiği Pir Veli Beşe’nin mezarının çevresinde yapılan yeni düzenlemeleri inceleyip, Pir Ata’nın mezarını ziyaret ettikten sonra Karakaya’yı hedefleyen yürüyüş rotamızın üstündeki ilk durak; Koca Peçen’in evine doğru hareket ettik. Bugün 12-18 derece sıcaklıkta, güneşli bir havada gerçekleştirdiğimiz yürüyüşümüz, toplamda yaklaşık 7,5 saat kadar sürdü. Kimil Beli altında bir bahçede verdiğimiz yemek molasına kadar yaklaşık 3,5 saat kadar yürüdük. Kimil Beli ile Karakaya arasında yer alan Kapan Boğazı’na kadar bir miktar daha tırmandıktan sonra, Kimil Beli üzerinden bir yanımızda Osmancık Vadisi, diğer yanımızda Peşrefli ve Dereli Vadileri arasından yaklaşık 3 saatlik bir iniş sonrası saat 17.30’da Peşrefli üstündeki; şimdi Koca Peçen’in torunlarının oturduğu eve ulaştık.


 Koca Peçen'in kızının Peşrefli'nin sırtlarındaki evi

Koca Peçen, 19.yy.ın sonlarından 1960’lara dek bu dağların en saklı vadilerine dek sinmiş hayatında; bir yandan bu hırçın ve saygı duyulası doğa ile baş etmeye çalışırken, bir yandan da şehre ve yerleşik hayata karşı dik başlı zirvelerin sesi olmuş göçer hayatın son temsilcilerinden biri olarak hatırlanıyor. Koca Peçen’in asıl adı Ali oğlu Mehmet imiş. Kızılışıklı Aşireti’ne mensup imiş. Babası Ali, bu dağlarda zeybek olarak bilinirmiş. Koca Peçen lakabı ise, bir anlamda onun ismi olan Mehmet’in önüne geçmiş; ama yine de Peçen sözcüğünde kadim bilgileri içeren bir şeylerin saklı olması da muhtemel…

 Peşrefli'nin arkasındaki sırtlara yayılmış Mustafa Peçen'in koyunları

Hayatının çoğu zamanlarında; zaman zaman Gökçen Efe’nin de uğradığı Yamandere’deki kıl çadırında yaşayan ve daha sonra Peşrefli üstündeki bu eve yerleşen Koca Peçen, 1984 yılında bu diyardan göçüp gitmiş. Çocukları, herhalde vasiyeti olsa gerek; onu Aydın Dağları’nın bağrındaki Ovacık Yaylası’na gömmüşler. Mezarını; Karaçamur Yaylası’na iki yıl önce yaptığımız yürüyüş esnasında, Ovacık Yaylası’ndaki Yörük Mezarlığı’nda görmüştük. 

 Koca Peçen yada Ali oğlu Mehmet Peçen

 Gezginler, yeni bir coğrafyayı keşfin peşinde; Karakaya yolunda...

Hasan Doğan’ın (4) annesinin 1930’lu yıllara ait Peşrefli’deki bir ilkokul hatırası ise canlandırmaya çalıştığımız Koca Peçen ile ilgili hayalimizde bir parantez daha açabilir. Peşrefli, o günlerde Küçük Menderes Ovası’nın hemen üstünde; yerleşik tarımsal hayatın temsilcisi olarak, Aydın Dağları’nın zirvelerinde son demlerini yaşayan göçerliğe karşı giderek ötekileştirilmiş bir bakış açısına sahip olmalı ki; Koca Peçen’in elinden tutup sınıfa kadar getirdiği oğlu Ahmet’in saçları sınıfta bir anda gülüşme konusu olur. Oğlu Ahmet’in saçları tamamen kazıtılmış; sadece en tepede bir örgü şeklindeki bir tutam saç arkadan aşağıya doğru sarkıtılmış durumdadır. Ahmet’in saç şeklinin sınıfta yarattığı etki, öğrenciler arasındaki gülüşmelerdir. Bu anı nasıl yorumlamalı; yerleşik hayatın, bir anlamda göçerliğin bu son temsilcilerine karşı bir refleksi midir? Öte yandan yüzyılların ardından, uzak coğrafyaların yaşamlarına dair bir kadim bilginin (saç şekli kast ediliyor) yüzeye bir yerlerden yeniden çıkışı mıdır? Bilinmez. Ancak belki de daha çok tarihsel sosyolojinin alanına giren ve geçmişten bugüne bütün bu yaşananların; toplumda Osmanlı’dan beri süregelen bir kültürün (göçerlik kültürü kast ediliyor) topyekûn ötekileştirilmesi çabasının ürünü olduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir.

 Faden Nine'nin aşağılardan seçilen yamaçtaki kara servisi


Şimdi Koca Peçen’in torunlarının oturduğu evin biraz yukarısında, yıkık dökük; bir ahır olarak kullanılan bir başka yapılar kompleksi ise, Koca Peçen’in hayatı ile ilgili bir başka öyküyü saklar. Anlatıma göre; Koca Peçen’in kızı, Peşrefli’den Köseoğlu Ailesi’ne mensup bir delikanlı ile evlendirilir. Eşiyle birlikte bir süre gelin gittiği Peşrefli’ye alışmaya çalışan kızcağız, bir gün gelir bu hayata dayanamaz ve kocasını da peşinden sürükleyerek, babasının evinin yukarılarındaki; yamaçta yer alan bu evi yaparak, orada yarı göçer şekilde hayvanlarıyla birlikte alışık oldukları dağlardaki yaşamlarını sürdürürler. Bu hikâyeyi Karakaya’ya doğru yürüyüş sırasında Hasan Hoca’dan dinlediğimizde; aklıma Sabahattin Ali’nin “Hasan Boğuldu” hikâyesi düştü. Bilindiği üzere bu hikâyede; 20.yy.ın ilk yarısında Kaz Dağları’nda hala konargöçer yaşamlarını sürdürmekte olan bir aileye mensup güzel bir Yörük kızı ile ovadan bir delikanlının sevdası anlatılmaktadır. Ancak hikâye; kızın, sevdalısını dağların çetin yaşam koşullarına dayanıp dayanamayacağı konusunda tuz dolu çuvallarla ovadaki Zeytinli Kasabası’ndan Kaz Dağları’na doğru sürdüğünde; delikanlının tırmanışın bir noktasında bu çetin koşullara dayanamayarak son nefesini vermesi ile dramatik bir şekilde sonlanır. 

 Peçen'in koyunları

Koca Peçen’in Peşrefli’nin sırtlarındaki yaşam mekânlarını arkamızda bırakarak yazın göçerlerin Ovacık Yaylası’na doğru yürüdükleri patikadan Kimil Beli yönünde tırmanmaya başladık. Karşımızdaki ilk sırtta koyunlarını otlatan bir çobana rastladık. O da bir Peçen’di; Koca Peçen’in akrabalarındandı. Kısa bir sohbetten sonra yıldırımların yorduğu yaşlı bir kara servi ile bütünleşen Faden Nine’nin yerini görmek üzere önümüzdeki tepeye yöneldik.

 Faden Nine'nin yıldırımlara direnen kara servisi

Sırta ulaştığımızda aşağılardan beri göz ucuyla takip ettiğimiz kara servi büyüdü bir anda. Zamana meydan okuyan, ama doğanın tahribatıyla kolu kanadı kırılmış servinin biraz ilerisinde; üzeri kurumuş dikenlerle kaplı ve taşlarla çevrili bir mezar, Faden Nine’nin yaşadığını tahmin ettiğimiz kulübeye ait yıkıntılar ve onun biraz aşağısında tarıma uygun hale getirilmiş teraslar vardı. Bahara merhaba diyen pespembe bir badem ağacı ve budanmaya budanmaya dal budak salıp çığırından çıkmış yaşlı bir incir, sekinin hemen ucunda ovaya doğru hüzünle bakıyorlardı. Büyük ihtimalle gördüğümüz mezar, dağ başındaki bir zamanlar bu ıssız mekânın sakini Faden Nine’ye aitti. 

 Faden Nine'nin kara servinin dibindeki mezarı

Faden Nine kimdi; 70’li yıllarda bu hırçın coğrafyada tek başına doğaya karşı hayat mücadelesini sürdürmüş, Peşrefli ve çevresinde bir anlamda bu meydan okuyuşuyla efsaneleşen, Dibekçiler Yaylası kökenli bu kadın kimdi? Fazla bir bilgi yoktu; bir bilinmeze doğru terk eylediği bu sırtları ve kara serviyi beynimizi kemiren bir dizi soruyla birlikte ve biraz da hüzünle arkamızda bırakarak meşeliklerin içinde ilerleyen patikaların içinde kaybolup gittik.

 Faden Nine'nin mezarının biraz ilerisinde; ovaya nazır badem ve incirin kardeşliği

Faden Nine'nin zamana direnen kara servisi; son kez...

Meşeliklerin içinden geçerek tekrar yeni bir patikaya ulaştığımızda, kendimizi Dereli Vadisi’ne bakan bir yamaçta bulduk. Artık yukarıdaki Ovacık Yaylası’na giden göçerlerin yolundan sapmıştık. Hedeflediğimiz Kimil Beli epey solumuzda kalmıştı. Ama ne gam; eninde sonunda bütün yollar bizi Karakaya’ya çıkaracaktı.

 Meşelerin arasından Küçük Menderes'e bakarken; en arkada Karakaya (Fotoğraf: A. Aydemir)

 Küçük Menderes'e meşeliklerin arasından bakış

 Ve yamaçta bir incir bahçesi; henüz uyuyor.

ve anemonlar...

beyaz anemonlar

ve morları...

Dereli Vadisi’nin dibinden cılız da olsa hala akmakta olan küçük bir dere vardı. Vadinin dibine doğru inmeye başladık. Bitki örtüsünde çınar ağaçlarının yoğunluğu giderek arttı. Meşelikler, kestaneler ve aralara serpilmiş badem ağaçları vadinin kusursuz peyzajını tamamlamaktaydı. Biraz daha inince yamaçta teraslanmış alanlar, belki de Ortaçağ’a tarihlenebilecek çatı kiremitleriyle dikkat çeken yapı kalıntıları, kısmen tarım yapılmış olduğu hissini veren yapay düzlükler karşımıza çıktı. Burada bir zamanlar yaşam olduğunu gösteren bariz izler vardı. Acaba bir manastır alanı mıydı? Türkmenler, 13.yy.da Batı’da bu topraklara ulaştıklarında, burada mutlaka Bizans’ın yerel dini yada idari yapıları bulunmaktaydı. Eğridere ve Peşrefli, Türkmenlerin dikkatini çekip yerleşmeye değer buldukları sulak ve saklı vadiler olarak onlardan önce de başka sakinleri koynunda barındırmış olmalıydı. Gördüklerimiz içinde tarihi arka planı ele veren en muhtemel delil, eski çatı kiremitleriydi. Bir süre bu alanda soluklandıktan sonra vadinin dibine doğru inmeye devam ettik.

 Gezginler, yaşlı bir kestanenin altındaki kır evinin çevresinde mola vermişler.

"Gök Tengri"ye doğru renkler turkuaza döndü.

Dereli Vadisi üstünde yerleşim izleri

Yerleşim izleri ve yapı kalıntıları

Eski çatı kiremitleri ve tuğlalar

kiremitlere bir örnek daha...

Tarım yapıldığı izlenimini veren teraslanmış alanlar

Yeni açmış İzmir papatyaları, mordan pembeye rengarenk anemonlar, çiçeğe durmuş ahlatlar, hiçbir yaşam izi yokmuş gibi hala derin bir sessizlik içinde vadiye bakan incir ağaçlarıyla bir zamanlar kullanılıp terk edilmiş kulübelerin arasından süzülerek vadinin karşı yamacına dek yürüdük. Sırtta yoğun olarak dikkat çeken bademler, bizi kendine doğru çekiyordu sanki. Onlara doğru biraz yürüyünce, bir sırtın Güney yamacına konumlanmış bir dizi ev ve aşağıdaki Dereli Köyü’nden Kapan Boğazı’na doğru çıkan toprak yolla karşılaştık. Bizim için bundan sonra her şey daha kolaydı artık. Hedef önce yemek ve daha sonra Kapan Boğazı idi.

 Dereli Vadisi

Dereli'nin derelerinden su içen gezgin

Çınarlarla kaplı Dereli Vadisi'ne bakan bir yamacın alçaklarında, bir çınar dibinde soluklanan gezginler (Fotoğraf: A. Aydemir)


 Dereli'nin dereleri

Bizi kendine doğru çeken bademler

Dereli Vadisi'ndeyiz.

Boğaza doğru ilerleyen toprak yolda bir süre yürüdükten sonra, Dereli’ye doğru alçalan vadinin derinliklerine doğru bir kayanın üstünden bakmakta olan Yücel ile karşılaştık. Yücel vardiyalı olarak çalıştığı Gökçen yakınlarındaki salça fabrikasındaki işinden arta kalan zamanlarda koyunlarını otlatırmış. Bize toprak yolun ucunda ve dağın Güney’e doğru görüş açımızdan kaybolduğu noktadaki evini gösterdi. Biraz ilerde de Karasakallar’ın Eşref’in mekanı varmış. Oraya yıllar önce bir sonbahar günü Hasan Hoca ile birlikte misafir olmuştuk. Son derece konuksever insanlar olan Eşref’in ailesi, bize; üzeri çökelekle kaplı; un ve tereyağının kavrularak üzerine su ilavesiyle yapılan höşmerim (tatlı değil), lahana salatası, lahana sarması ve çökelekten oluşan bir yemek hazırlamışlardı. İlk kez yediğimiz höşmerim, Balıkesir yöresinde yapılan gibi tatlı değil, makarnaya benzeyen tuzlu bir yemekti. O günden aklımda kalan vadinin aşağılarındaki keçilerine doğru kayaların üzerinden sekerek değil, sanki uçarak giden ve mitolojideki satirleri hatırlatan bir Eşref profiliydi. Demek ki, dedim o gün kendi kendime; mitolojideki Tanrı Pan ve Satirler, o kadar da hayal ürünü şeyler değilmiş ve hatta Eşref kadar gerçekmişler, binlerce yıl ötelerden günümüze ulaşan. 

Karasakalların Eşref'in sofrası (2007 Sonbaharı)

 Karakaya'nın kükürtlü suları


 Yemek molası verdiğimiz sırt; arkada Kimil Beli

 Yemek molası sonrası Dağa Kaçtım Ekibi, Küçük Menderes katında... (Fotoğraf: Yol arkadaşımız Yücel)

Kaz Ovası (Küçük Menderes); sis altında bile güzel.

Kapan Boğazı'nda bir delikanlı...

Bu dağlarda her şeyin Dibekçiler’den çıktığı söylenir. Kime sorsanız, kökeni Dibekçiler Yaylası’dır. Bugün Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın arka dünyasında yer alan derin vadiler ve yüksek tepelerle çevrili bu destansı yayla, herhalde Türkmenlerin Batı’ya doğru göçlerinde en uç noktada gelip yerleştikleri yer olmalıdır. Bugün bunun sesiz tanığı, 2000 metrenin üzerinde bir yüksekliğe sahip kayrak taşlarla kaplı bir tepenin üstünde yatmakta olan Türkmen önderi Çaldede’dir. Dağın hemen eteklerinde yer alan bir su kaynağının çevresinde hayat bulmuş asırlık çınar ağaçları altında; belki de yüzlerce yıldır her Eylül ayının ilk Pazar günü düzenlenen Çaldede Mahyası’nda hatırlanan ve İncirliova’dan Tire’ye dek yüzlerce köyün ahalisini buralara çekecek kadar köklü bir güce sahip olan o büyük göçün hatırası olmalıdır. 

 Kapan Boğazı'nın keçileri

 ve pür dikkat koyunları...

Haşmetli Karakaya 

Gezgin, Karakaya'nın zirvesini işaret ediyor.

Karakaya önlerinde otlayan bir sürü 

Yücel'in koyunları biraz yukarıdaki bir sırtta otluyorlardı. Hep beraber yürümeye devam ettik. Yolun biraz üstündeki hafif eğimli bir sırtta yer alan bir kır evinin yanında, Küçük Menderes Ovası’na hâkim bir manzarayla yemeğimizi Yücel’le paylaştık. Ovadaki manzara, sise rağmen benzersizdi. Dereli ve Peşrefli Köyleri ve ovadaki Gökçen Kasabası ayaklarımız altındaydı. Yemek sonrası, bu bölgede oldukça sert bir eğime sahip toprak yolu takiben, Kapan Boğazı’na doğru hareket ettik. Yücel ile Kapan Boğazı öncesindeki yol çatısında vedalaşıp ayrıldık; o kendisini vadinin hemen başındaki evine doğru götürecek diğer yola saparak gözden kayboldu.

 Karakaya (Fotoğraf: A.Aydemir)

Dereli Vadileri 

Suyu şerbet gibi tatlı Kapan Çeşmesi

Kapan Boğazı'na doğru... (Fotoğraf: MYC)

 Bize, Peru topografyasını hatırlatan yılan gibi dağ yolları

Gezgin, Karakaya zirvesi yolunda...

Kapan Boğazı, Karakaya ile Kimil Tepeleri arasından Dereli ve Osmancık’a doğru alçalan derin vadileri birbirine bağlayan ve göçer katarlarının yüzlerce yıl Ovacık Yaylası’na ulaşmak üzere kullandıkları son derece önemli bir geçiş noktasını oluşturuyor. Yol boyunca çok sayıda çeşme gördük; ancak Dereli Vadisi’nde ve Kapan Boğazı’nın altında rastladığımız bazı çeşmelerden akan su sapsarıydı. Kayaç tabakalarının özelliğinden kaynaklanan ve kükürt içeren su, aktığı her yeri sarıya boyamıştı. Yanımızdaki su stokları bittiği halde suyun içilecek nitelikte olmaması nedeniyle Kapan Boğazı’ndaki çeşmeye kadar sabrettik.

 Osmancık'a doğru

Osmancık ve Yenişehir Vadileri 

Kapan Çeşmesi'nde... (Fotoğraf: H.Doğan) 
Kapan Boğazı’na yaklaşırken yine bir çeşmenin bulunduğu düzlükte mola verdik. Meraklı keçiler ve biraz ilerde hep birlikte başlarını bize çevirip hareketsiz bir şekilde bakan koyunlar, pür dikkat ne yaptığımızı izliyorlardı. Doğanın kucağında; onlar ve biz; bir de çeşmenin usul usul şırıldayan sesi, yapayalnızdık. Doya doya Dereli’ye doğru alçalan vadinin güzelliğini ve karşı yamaçlarda yukarılara doğru yılan gibi kıvrılıp giden yol izlerini seyrettik.

 Karakaya eteklerinde karşı vadinin yamaçlarındaki yol izleri (Fotoğraf: A.Aydemir)

Kapan Çeşmesi (Fotoğraf: A. Aydemir)

Kimil Tepeleri(Fotoğraf: A. Aydemir)
 

Peşrefli Vadisi (Fotoğraf: A. Aydemir)

 Karakaya, bütün heybetiyle, ismini haklı çıkarırcasına kapkara ve yekpare kayadan zirvesiyle bize bakmaktaydı. Batı yönünde derin bir uçurumun dibinden, oldukça sarp çizgilerle yükseldiği hissini veren dağa saygı duymamak imkânsızdı. Dereli ve Osmancık havzalarını birbirine bağlayan Kapan Boğazı’nda suyu içilebilir nitelikte ve son derece lezzetli bir çeşme vardı. Buna Kapan Çeşmesi dedik ve suyundan doya doya içip boşalan şişelerimizi doldurduk. Osmancık yönünde alçalan ve Karakaya’nın arka yüzünü yalayarak Ovacık yönünde ilerleyen daracık yolu bir miktar izleyip geri döndük ve Kimil Tepeleri’ne doğru tırmandık.

 Kimil üstünde; yıllar önce adına mahya düzenlenen Kimil Dede'nin mezarı

Kimil Tepeleri ve Dede Mezarı

Kimil Sırtı'ndaki bademin coşkusu

Kimil, bir yanında Dereli diğer yanında ise Osmancık ve Yenişehir’e doğru alçalan vadilerin tam ortasında; Güney-Kuzey ekseninde uzanan ve tatlı bir eğimle ilerleyen bir patikayla en üst çizgisine kolaylıkla ulaşabildiğimiz son derece etkileyici bir topografyaya sahipti. Tepedeki düzlük alanda taşlarla çevrili, ama heybetli görünümde; belin ismiyle anılan Kimil Dede'nin kabri vardı. Kimil Beli’nde; sarı sulu çeşme başında karşılaştığımız köylünün anlattığına göre; geçmiş yıllara kadar Eylül ayında bu mezar başında da mahya yemekleri düzenlenirmiş. Ama artık giderek artan şehirleşme ve göçerlik kültürünün daha yükseklere çekilmesi sonucunda, bu gelenek; şimdilerde sadece Çaldede Mahyası’nda sürdürülüyor.

 Çaldede Mahyası; işin mutfağı burası (Fotoğraf: Eylül 2006)


Her yıl, Eylül'ün ilk Pazar günü, İncirliova ve Tire'nin dağ köylerinden gelen eski göçerlerin torunları, Çaldede Mahyası'nda buluşurlar.
(Fotoğraf: Eylül 2006)

 Çaldede ve zirvesi
(Fotoğraf: Eylül 2006)

 Kimil'den Peşrefli ve Dereli'ye bakış

 Kimil Beli'nden Osmancık ve Yenişehir Vadileri'ne doğru

 Kimil'den inerken, kekik ocaklarıyla kaplı bir yamaçta yürüdük.


Kimil'den inerken; sağımızda uzanan vadide yer alan Osmancık, Yenişehir ve Saruhanlı Köyleri


Kimil Çeşmesi, bu da kükürtlü...


Dağa Kaçtım Ekibi; Kimil Beli Çeşmesi'nde (Fotoğraf: A.Aydemir)

Kimil Beli'nin isimsiz mezarları

Kimil Beli'nde bahara merhaba demiş; ahlatın biri... 

Kimil altında "gicik" inek 

Kimil Beli’nde rastladığımız köylüden aldığımız tarif üzerine ve önümüzdeki “gicik(5) inekleri izleyerek Peşrefli yönünde inmeye başladık. Bir yere kadar problemsiz seyreden inişimiz, Kimil Beli’ndeki patikalardan toprak yola çıkma noktasında biraz karıştı. Ama sonuçta; bir incir bahçesinin içinden geçerek Peşrefli yönünde bir dere yatağına, oradan da yürüyüşün başlangıç noktası olan ve iniş sırasında görüş açımızdan hiç ayrılmayan Koca Peçen’in yamaçtaki evlerine ulaştık. İniş tamamlandığında vakit epey ilerlemişti; neredeyse alacakaranlıkta Peşrefli’den Tire’ye, oradan da İzmir’e doğru hareket ettik. Gün boyu süren her bakımdan doyurucu yürüyüşümüzün unutulmaz anları ve üzerimizde bıraktığı tatlı yorgunlukla birlikte Antik Kral Yolu’nu takiben Aydın-İzmir Otoyolu’na vasıl olduk.

 Akşam vakti; içinden geçtiğimiz son incir bahçesi; o da uyanmamış.(6)



Dipnotlar 

(1)  988 nolu Muhasebe-i Vilayet’i Diyarbekir ve Arab ve ZülkadiriyeDefteri (937/1530) II, Ankara, 1999, sayfa 404’den aktaran A. Munis Armağan; Yeni Belgelerle Şeyh Bedrettin II; Ödemiş-2013
(2) Osmanlı Tarihi; Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı; 1. Cilt; 7.Baskı; Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu; 1.Bölüm-13.yy.da Anadolu’ya bir bakış; sayfa:1-32
(3) Tire Şeriye Sicili Cilt 29, 1320, sayfa 208’den aktaran A. Munis Armağan; Yeni Belgelerle Şeyh Bedrettin II; Ödemiş-2013
(4) Peşrefli ve yazıda geçen yerel tarihe mal olmuş şahsiyetlerle ilgili anonim bilgiler, Tireli dostumuz emekli biyoloji öğretmeni Hasan Doğan’dan alınmıştır.
(5) Yörede düz gri yada bej renkli, yerli ineklere verilen isim.
(6) Belirtilenler dışında tüm fotoğraflar, İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.



Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder