“ÇÖLÜN ÇİÇEĞİ”
SESSİZ, SICAK VE MUHTEŞEM
KUTSAL ŞEHİR BUHARA
(BÖLÜM-1)
29 Ağustos-7 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu
Buhara’yı Anlamak
Bir kent düşünün; çölün tam ortasında, yüzlerce yıl su ihtiyacını
karşılamak için kumların altındaki damarlara vurulmuş; ancak şimdi çoğu battal,
yüzü aşkın dev kuyusu; kentin kadim tarihinin kimi tanıkları, yüzlerce yıllık
eşsiz mimari yapıları ve sıcağı kadar eski o mütedeyyin atmosferiyle Buhara...
Orta Asya’nın kalbinde ve tarihi İpek Yolu üzerinde, ticaret erbabı Yahudilerin
tanıklığında; can çekişse de az sayıdaki üyesiyle küçücük cemaati ve hala ibadete
açık olmakla birlikte zamana zorlukla direnen sinagoguyla Yahudi Mahallesi ve
eskilerde kalmış kozmopolit ve egzotik bir yaşamın şifrelerini taşıyan kent;
Buhara... Faal birkaç eski kuyudan biri ve kentin en prestijli mekânlarından
olan Leb-i Havuz’un çevresinden
başlayarak her yana saçılmış Orta Asya’nın kutsalı dut ağaçları ve İslam’ın;
isimleri birer hale ile çevrili erenleri ve sufi önderleriyle adeta sımsıkı
korunan bir tılsımlı şehir; çölün ortasında toprak rengi binaları ve kadim
merkezi Registan Meydanı’yla bir
şehirden fazlası; orası Buhara işte.
Buhara'nın dini merkezi Poyi Kalon Meydanı'nda yer alan Cuma Mescidi'nin mihrabı önünden Miri Arab Medresesi'nin kubbelerine bakış
Buhara, eski zamanlarda ateşe tapan Zerdüştlerin kurban törenlerini
düzenledikleri kutsal bir tepenin çevresinde gelişen bir çıkış noktasına sahip.
Kimi kaynaklara göre ismi Sanskritçe’de Budist Manastırı anlamına gelen “vihara”dan, kimi kaynaklara göre de
Farsça’da bilginin kaynağı anlamına gelen ve Zerdüşt günlere dayalı bir isim “bukhar”dan geliyormuş. Ben de diyorum
ki; yazları 50 dereceyi aşkın kavurucu çöl sıcağıyla sakın kentin ismi
“buhar”dan gelmesin. Yani rivayetler muhtelif olsa da; yüzyıllarca Batıyla Doğu
arasındaki akıp giden ticaret kervanlarının seyir güzergâhı üzerinde bulunan Buhara,
bu özelliği ile giderek zenginleşen, onlarca hanedana başkentlik yaparak bu
özelliğiyle de her zaman tarihte bölgenin önemli bir ekonomik, siyasal ve
kültürel merkezi rolünü üstlenmiş. 20.yy.da Kızılordu tarafından Buhara’nın ele
geçirilmesiyle, Seyyitler soyuna Arap hanedanları üzerinden bağlanarak hanlık
değil, Buhara Emirliği diye anılan Buhara’nın son egemenlerinin saltanatı da bu
şekilde sona ermiş. Son Buhara Emiri Muhammed
Âlim Han’ın; gösterişli giysiler içinde ve vücut ölçülerinin izin verdiği
ölçüde sığabildiği tahtı üstündeki fotoğrafları, bugün ve her zaman Buhara’nın
kalbi Registan Meydanı’ndaki Kışlık Saray’da yer alan müzede
sergileniyor.
Registan Meydanı ve Buhara Emirliği'nin Kışlık Sarayı
Şehrin simgesi dev minaresi Poyi
Kalon’u, ihtişamlı turkuaz ve lacivert rengi taç kapıların ardındaki
yüzlerce yıllık medreseleri, meslek gruplarına göre organize olmuş bir mimari
içinde gelişen esnaf ve zanaatkâr çarşıları, Zerdüşt dönemi mimarisinin etkisi
altında İslam’ın yorumlandığı geçiş dönemi cami ve türbeleri, yeşille mavinin
buluştuğu çölde vaha misali havuzları ve yoksul ama can dostu konuksever
insanlarıyla Buhara’yı dolaşma zamanıdır şimdi.
Buhara'nın en prestijli alanı; Lyabi (yada Leb-i) Havuz Kompleksi; arkada Divan Beyi Nadir Bey Medresesi; Hoca Nasreddin'in heykeli önündeyiz.
Buhara’nın Surları ve
Kuyuları
Buhara’nın çevresini saran surların Şeybaniler
zamanında 11 kapısı varmış; ama Buharalılar, soranlara; surların 12 kapısı var
derlermiş. Gerçek 11 kapıya zihinlerde eklenen 12. kapı ise, Buharalıların
gönül kapısı imiş. 11 Kapı varken, bu on ikinci gönül kapısı hep açık olurmuş
Buhara’ya gelenlere. İşte böyle konuksever bir kentin kapılarının birinden
giriyoruz içeri.
Buhara Şehir Surları önündeki havuzlardan biri
Anlatılanlara göre; Buhara’nın çevresindeki surların toprağı
Semerkant’tan getirilmiş. Burçlara çamuru tutan ahşaptan hatıllar atılarak
surlar güçlendirilmiş. Nineler, torunlarının isiliğini gidermek için höllük olarak surların bünyesine
katılmış bu topraktan yararlanırlarmış. Bugün, bu sur parçalarından bir kısmını
büyük ölçüde harap olmasına rağmen, kentin bazı yerlerinde halen görebilmek
mümkün… Biz de bunlardan bir kısmını, zamanında kentin su ihtiyacını karşılamak
amacıyla açılmış olan büyük kuyuların mirası sayılabilecek iki büyük havuzun
neredeyse ortasında yer alan Orta Asya İslam’ının ilk türbesi İsmail Samani Türbesi’nin civarında
gördük.
İsmail Samani Türbesi önündeki havuz
Leb-i Havuz; temsili deve kervanı ve lokantalar; arkada Kükeldaş (sütkardeş) Medresesi
Ortaçağ’da kentin su ihtiyacını sağlamak amacıyla bu havuzlardan 100
civarında varmış. Ancak, çoğunun Buhara’da yaşayanlar için birer salgın
hastalık kaynağı haline gelmesiyle kuyulardan çoğu zaman içinde boşaltılarak
devre dışı bırakılmış. Şimdi Buhara’da o günlerden günümüze ulaşabilen 10
civarı kuyu yada havuz kalmış. Biz; bunlardan ikisi Bolo (Bala; Özbekçede a seslisi o olarak yazılıyor; a diye telaffuz
ediliyor) Havuz (Çocuk Havuzu) ile Lebi Havuz
(Havuz kıyısında anlamında) diye
bilinen ikisini ve çevresindeki mimari yapıları ziyaret etme fırsatını
yakaladık.
Bolo Havuz ve camisi
İsmail Samani Türbesi
Samaniler, Ortaçağda İslam öncesi İran ve Maveraünnehir coğrafyasında muktedir
olmuş Farsi hanedanlardan biri aslında. Bugün Tacikler, kendi kökenlerini bu
hanedana bağlıyorlar. Özbekistan’ın her yanında yeni ulusun yeni kahramanlarını
yaratmak adına Timurlenk ve Timur İmparatorluğu nasıl yüceltiyorsa,
Tacikistan’ın başkenti Duşanbe ve diğer şehirlerinde Samani hanedanının
önderlerinin heykellerinden geçilmiyor. Bu da bugün için 1989 sonrasında eski
Sovyet Cumhuriyetlerinde öne çıkan bir eğilimi temsil ediyor.
İsmail Samani Türbesi ve eskiden (20.yy.a kadar) mezarlık olan şimdiki park alanı
İsmail Samani Türbesi; yakın plan
Sasaniler’in Arap akınları sonrasında yıkılması, Abbasilere verdikleri destek
sayesinde öne çıkan Samaniler’in
İran, Horasan ve Maveraünnehir coğrafyasında bir güç olarak ortaya çıkması,
Farsi kültürün Orta Asya’da yayılmasında büyük rol oynadı. Bu dönem, bu
coğrafyanın Zerdüşlükten İslamlığa evrildiği bir zaman dilimidir aslında. İsmail Samani de başkent Buhara’yla
simgeleşen egemenliğini, kültür ve sanatta Fars etkisini bölgede pekiştirerek
sürdürür. Sanatta Fars izlerinin etkisi, bugün Buhara Surları’nın kıyısındaki İsmail Samani Türbesi’nde kendini
hissettirmektedir.
Orta Asya'daki pişmiş tuğladan yapılmış ilk mimari yapı; İsmail Samani Türbesi
İsmail Samani Türbesi'nin ön cephesinden ayrıntı; desenler sadece pişmiş tuğla kullanılarak yapılmış.
Başlangıçta Hz. Muhammed’in “en
iyi mezar kaybolan mezardır” anlamındaki sözü gereği İslam’da türbe
geleneğinin olmamasına rağmen, iktidarın nimetleriyle donanan yönetici sınıflar,
özellikle Abbasiler döneminde ilk türbeleri yapmaya başlarlar. İslam dünyasında
ilk türbe kabul edilen Kubbetüs Süleybiye’yi,
Hz. Muhammed’den 200 yıl sonra; 850 yıllarında Abbasi halifesi El Memun, Hıristiyan annesi için bugünkü
Irak’da Samarra şehrinde yaptırır. İsmail Samani Türbesi de bundan yaklaşık
100 yıl sonra 950 yıllarında, Orta Asya’daki İslam’ın ikinci türbesi olarak
Buhara’da yaptırılır. İslam tarihindeki üçüncü türbe ise İran’daki Gurgan şehrindeki Büyük Selçuklu yapısı
olan Gumbeti Kâbus’tur. (1006
yılları). Bundan sonra İslam Dünyası’nda türbe yapmak, İslam’ın ruhuna rağmen
parası olan; önce hükümdarlar ve daha sonra da giderek yaygınlaşarak zengin
kesimde bir moda haline gelir ve bu durum o kadar abartılı bir hale dönüşür ki;
mezarlıklar neredeyse bir türbe mezarlıkları haline dönüşür.
İsmail Samani Türbesi'nin içi; kubbeden kare plana geçişler; tromp'lar
İsmail Samani Türbesi, pişirilmiş tuğla kullanılarak yapılan ilk bina olarak biliniyor. 19.yy.a
kadar etrafı da mezarlarla kaplı bu alanın belki de ilk mezarı olan türbe, kare
planlı ve kubbenin yükünün duvarlar tarafından taşındığı bir yapı. Bu nedenle
duvarlar oldukça kalın; yaklaşık 2 metre kalınlığında. Zeminde su çok
olduğundan, binanın sağa sola çökmemesi için kubbenin dört yanına da ağırlık
kuleleri yerleştirilmiş ve bina yukardan aşağıya doğru genişleyerek iniyor.
Bütün bunlar yapının çökmemesi için, çağın yaklaşımlarına göre alınmış önlemler
olarak dikkat çekiyor.
İsmail Samani Türbesi; pencere ayrıntısı
Binanın dört girişi var; bunun da Zerdüştlük inancından kalma 4 temel
unsur; su, hava, ateş ve topraktan kaynaklandığı söyleniyor. Yapı eski bir
Zerdüşt tapınağını andırıyor. 9-10.yy.lar; bu topraklarda Zerdüştlükten İslam’a
geçişin temsil edildiği bir uyanış sürecini tarif ediyor. Sırlı tuğla, o
zamanlar daha yapılarda kullanılmaya başlanmamış durumda. Bu nedenle türbe,
tuğlalar kullanılarak yapılmış 18 farklı desenle süslenmiş. Kubbeden kare
tabanlı yapıya geçişler Sasaniler’den
beri bilinen tromp adı verilen ve
karenin dört köşesinde yer alan iç bükey kavisler şeklindeki tuğlayla örülmüş
tonozlarla sağlanmış. Mezar; türbenin içindeki zeminden yaklaşık 2 metre
derinde; kripta adı verilen hücrede
yer alıyor. Bu mimari gelenek, Orta Asya’dan Anadolu’ya Selçuklular
aracılığıyla taşınmış. Osmanlı türbelerinde ise gömüt; yüzeyin hemen altında
yer almasıyla bu geleneksel davranıştan ayrılık gösteriyor.
İsmail Samani'nin kabri; kripta yaklaşık zeminden 2 metre derinde...
Kripta’nın içinde yer alan cenaze, eski ölü gömme geleneklerine uygun
olarak mumyalanmış. Türklerde mumyalama geleneği, İslam’a kadar devam eder.
İslam inanışında insanın canını Allah verir ve Allah alır. İnsanı yaşatmak
dolayısıyla insanın işi değildir. Cenazelerin mumyalanması, bu anlamda
İslamiyet’te günahtır. Bu yaklaşıma uygun olarak; türbelerde gömülü cenazelerin
mumyalanması geleneği, Anadolu’da yaklaşık 14.yy.a kadar süren bir geçiş süreci
boyunca varlığını devam ettirir. Ancak; Osmanlı Devleti’nde bu tarihten sonra
İslam’ın genel yaklaşımları doğrultusunda mumyalanma geleneği ortadan kalkar.
İsmail Samani Türbesi'nin içinde pişmiş tuğlalarla yapılmış desenlerin görünüşü
Selçuklu Türbesi’nde mumyanın çürüyüp bozulmaması için bırakılmış
“kripta”ya inen havalandırma kanalları vardır. Bu anlamda Selçuklu türbeleri,
dış görünüş açısından da Osmanlı türbelerinden farklılık gösterir. Yer altında
ise, kriptanın küçük bir giriş kapısı bulunur.
İsmail Samani Türbesi ve önündeki havuz-kuyu
Orta Asya’da İslam Dünyası’nın ikinci türbesi olan İsmail Samani
Türbesi, Hem süsleme hem de mimari açısından Orta Asya Türk Mimarisi’ne
örneklik eden ilk türbedir. Bumdan sonrasındaki tarihi süreçte bütün türbeler,
hep bu şekilde; tek kubbeli ve kare planlı olarak yapılmıştır. Bu geleneği
başlatan türbe, Buhara’daki işte bu İsmail
Samani Türbesi’dir.
(Gezi esnasında Sanat Tarihi Prof.
Bekir Deniz Hoca’nın anlatımlarından yararlanılarak aktarılmıştır.)
Buhara'nın bakır tabakları