GÜLBAHÇE HAMAMI
VE
ALAÇATI KIRSALINDA TERK EDİLMİŞ BİR YÖRÜK KÖYÜ;
KARAKÖY
6 Şubat 2014
İbrahim Fidanoğlu
İzmir’den Çeşme yönüne otoyoldan yaptığımız yolculuklarda Alaçatı’ya
doğru hep dikkatimizi çekerdi; yamaçtaki bu terk edilmiş köy; Karaköy… Kısmet
bugüneymiş; baharı karşılayan güzel bir havada Karaköy’e ve ötesine güzel bir
yürüyüş yaptık. Sabahki; Gülbahçe Hamamı’na yaptığımız kısa yürüyüşü
saymazsak, yaklaşık 15 km.lik bir yürüyüştü nasibimize düşen.
Gülbahçe sahilindeki eski hamam
Gülbahçe Hamamı
Sabah Urla’da yaptığımız kahvaltıdan sonraki ilk uğrağımız, Urla’nın
çıkışında yer alan ve 19.yy.da ağırlıklı bir Rum nüfusun barındığı bilinen Gülbahçe Köyü yakınlarında; denizin
zaman zaman hücum ettiği kumsalın hemen kıyısındaki tarihi hamam oldu. İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün tel örgülerle belirlenmiş sınırlarını takip eden
patikadan denize doğru; yaklaşık 1,5 km. kadar yürüdük. Solumuzda yağışların
yetersizliğinden kuru bir dereye dönmüş ve giderek bir azmak görüntüsü kazanmış
Tatar Deresi biraz ilerde bir
bataklıkla son buluyordu.
Gülbahçe Köyü
Ana kayanın altından suyun kaynadığı noktalardan biri
Gülbahçe Hamamı ve sahil
Gülbahçe Ilıcası olarak da adlandırılan bölgede, kimine göre Roma dönemine kadar
uzandığı söylenen bir hamam yapısı yer alıyor. Derecesini ölçemediğimiz ancak banyo yapılabilecek sıcaklıkta olan suyun deri ve romatizmal hastalıklara iyi geldiği söyleniyor. Sıcak su,
hamamın sırtını dayadığı ana kayanın dibindeki bir yarıktan ve kumsalın
içindeki bazı noktalardan da kabarcıklar halinde kaynıyor.
Hamamın içinden bir görünüş
Ana kayanın üzerindeki ardıç ve sakız çalılarının ardından Gülbahçe Köyü'ne bakış
Gülbahçe Hamamı önündeyiz
Gülbahçe Köyü
Hamam yapısının taş örgüsüne, taşlar arasında zaman zaman kullanılmış
tuğla malzemeyle harca bakıldığında, hamamın zamanımıza yakın bir dönemde;
örneğin 18-19.yy. arası bir zaman diliminde yapılmış olabileceği akla geliyor.
Ancak; suyun kadim zamanlardan beri bu şekilde yeryüzüne çıkışı ve Urla
çevresindeki höyük ve İlkçağ yerleşimlerinin varlığı, bu ılıcadan o dönemlerde
de yararlanılmış olabileceği fikrini düşündürtüyor. Tabii ki, bu sadece bir
varsayım…
Gülbahçe Hamamı
Gülbahçe anemonu
Bu yılki çiriş otlarının ilk çiçeklerini Gülbahçe'de gördük.
Denizin kıyısında balıkçıllar, karabataklar var. Anemonlar, papatyalar
ve çiriş otları erkenci bahara ayak uydurmuşlar; açma telaşındalar. Ama civarda
bütün bu telaşlı uyanışı bozan olumsuzluklar da mevcut. Urla İçmeleri’ne dek
uzanan sahil bandı berbat bir görüntü sergiliyor; derme çatma bina yıkıntıları,
kereste ve plastik atıkları; her türlü pislik burada da doğaya hâkim olmuş
durumda. Aynı manzaranın daha kötüsü Tatar
Deresi’nin bataklıkla buluştuğu noktada daha vahim bir hal alıyor. Bu
güzelim doğa parçasına bizimkilerin yaptığını, Yunan İşgali sırasında yöre
halkına yaptığı eziyetlerle nam salan Rum eşkıya Kapetan Foti bile yapmamıştır
diye geçiyor aklımızdan. Ama ne fayda; manzara ortada işte; bunu da bizimkiler
yaptı; hem de aslanlar gibi maşallah…
Kumsaldaki karabatak
Tatar Deresi'nin deltası; kuşlar için bir uğrak yeri
Hamamın sırtını dayadığı küçük kayalığın üstünden denize doğru yürüyoruz.
Ardıç ve sakız çalıları arasından bir keklik ailesi, telaşlı patırtılarla
birden önümüzden havalanıveriyor. Şimdilik günün ilk sürprizi bu… Kireç taşı
kayalığın arkasından dolaşarak başladığımız yere dönüp Çeşme’ye doğru hareket
ediyoruz.
Anatolia; Çeşme kırsalında bir sosyal etkinlik alanı olarak düzenlenmiş.
Gezginler kahve molasında...
Menderes bölgesindeki ayan kulelerini andıran Hacı Memiş Ağa Kulesi
Çevresindeki güzel yapılardan biri daha
Manzara Kahvesi’ni geçtikten sonra eski Çeşme yolunun hemen sağında uzun
bir süredir Anatolia isminde bir
kahvaltı evi ve restoran kimliğiyle öne çıkan; ama çocukluğumuzdan beri buradan
geçerken bir derebeyi şatosu şeklinde; yıkık dökük bir kale burcunu andıran
yapı ve onun çevresindeki diğer irili ufaklı müştemilatla dikkatimizi çeken
kompleks, bugünkü ikinci uğrağımız oluyor.
Kuleye doğru yürüyoruz
Anatolia'nın kulesi yada bizim adlandırmamızla Hacı Memiş Ağa Kulesi
Kulenin giriş kapısı
Kulenin terasına tırmanan merdivenlerin mazgalları
Kulenin zemin katı
Gezgin, kulenin terasına çıkmaya kararlı...
Kulenin terasına uzanan merdivenler
Bir kahve içmek niyetiyle girdiğimiz Anatolia Restoran’da kompleksin
şimdiki sahiplerinin Çeşme ve Alaçatı’da 19.yy.dan kalma cami, çeşme ve benzeri
bayındırlık yapılarıyla iz bırakan eşraftan Hacı Memiş Ağa’nın mirasçıları
olduğunu öğreniyoruz. Lokantada bize verilen bilgiye göre Hacı Memiş Ağa’nın
torunu olan heykeltıraş Ersin Oylu ve mimar eşi, bu yapı kompleksini bu hale getirmiş.
Kompleks şimdilerde, bir yandan restoran ve kafeterya olarak hizmet verirken
diğer yandan kır düğünleri ve muhtelif sosyal toplantılar için yazlık mekân
olarak kullanılıyor. Anlaşıldığı kadarıyla arkeoloji ve mimariyle ilgili olan mekân sahipleri, burayı neredeyse bir arkeoparka çevirmişler.
Kule terasından Anatolia'ya bakış
Kulede; terastan zemine bakış
Kır düğünlerinde gelinle damadın yürüdüğü hol
Anatolia'nın asma bahçeleri; arkada Birgi Köyü
Arazide; kırsalda çekilen İtalyan ve Fransız filmlerindeki pastoral
görüntüleri hatırlatan köşeler var. Çocukluğumuzdan beri Çeşme karayolundaki
tipik bir yapı olarak hafızamıza kazınmış derebeylik şatosu ise anlaşıldığı
kadarıyla Hacı Memiş Ağa döneminden kalma ve biraz da o günkü güvenlik
endişesini yansıtıyor. Ama şimdi bambaşka bir işlevi var; mekândaki davetlerde
yapının içi bir nevi işin mutfağını oluşturuyor gibi.
Kompleksin varisi heykeltraş Ersin Oylu'dan "ata"ya gönderilen selam...