BOZKIRDA BİR FIRÇA DARBESİ
AH ARAPGİR ARAPGİR
24-29 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu
Bir Orta Anadolu seyahati sırasında düştü yolumuz Arapgir’e. Keban
üzerinden; Elazığ’dan Kemaliye’ye doğru giderken, yemyeşil kavaklıklar içinde,
doğu batı eksenindeki bir vadiye saklanmış bu güzelim kasabaya rastladık
ansızın. Sanıyorum Kozluk Çayı’ydı adı; vadinin dibinde akıp giden; belki de
ilerde Fırat’a kavuşmak için acelesi olan bu bozkırın hayat kaynağı suyun
kıyıcığında kurulmuştu Arapgir. İçinde sakladığı eşsiz değerlerini, hüznünü ve
kadim tarihini bağrına gömmüş bu kasabaya kısa zaman diliminde uğramak için
şeytan dürttü bizi. Ne iyi de etmişiz; güzel insanları, Kemaliye’yi andıran
sessiz ve dingin atmosferi, çoğu yok olsa da, bugüne kalanlarla; ben buradayım
diyen kültürel derinliğiyle dikkat çeken bu güzelim kasabayı görmekle…
Orgeneral Cevat Çobanlı Konağı'ndan Arapgir'in görünüşü
Zamana direnen bir eski Arapgir Konağı
Pazarıydı o gün kasabanın. Karasu’ya doğru ilerleyen asfalttan aşağı
doğru sarkıverince, hemen Arapgir’in canlı hayatına dalıverdik. Belediye’nin
önündeki mütevazı parkına yayıldı kimimiz; kimimiz ise yerel ürünlerin peşinde
kasabanın pazarında aldı soluğu. Arapgir’in dillere destan küçük siyah üzümü,
sert ve sulu kırmızı elmaları ve kuru dut; pazardaki dikkatimizi çeken en gözde
ürünlerdi. Pazar için kasabaya inen köylüler, küçücük kasabayı panayır yerine
çevirmişlerdi. Bütün bunların üstüne, meydanda Kaymakamlık ve Belediye
ilgililerinin gerçekleştirdikleri yangın tatbikatı ise, bütün bu hareketliliğin
orta yerinde taşradaki “neme lazımcılık” dersi gibiydi.
Arapgir'in elması
Çevredeki özenden yoksun kimi kamu binaları ve onların arasında kendine
yer bulmaya çalışan derme çatma bugünün sivil yapıları içinde boğulmuş
sokaklar, bu kalabalık günde sıradan bir taşra kasabasından farklı manzaralar
sunmamıştı ilk bakışta. Ama ne bilirdik; zenginlik ve Arapgir’i Arapgir yapan
değerlerden bugüne ulaşan izler aşağılarda; vadiye doğruydu.
Restorasyonu süren Ulu Cami
Ulu Cami'ye doğru inen sokak
Ulu Cami'nin mihrabı
İlk önce restorasyonu devam eden bir eski hamam ve hemen ilerisinde ise
Ulu Cami çıktı karşımıza. Küçük şirin bir yokuşun iki yanındaki sivil mimari
örneği güzelim evler de harap vaziyetteydi. Herhalde bu restorasyon sürecinde
bir gün onlara da belki sıra gelecekti. Bu arada, Ulu Cami’nin de restorasyonu
halen devam etmekteydi. Bizi gören çalışan ustalardan biri, Arapgir
Belediyesi’ne haber vermeye gitti. Biraz sonra yanımızda upuzun boylu bir
zabıta bitiverdi hemen. Güleç yüzlü, konuksever zabıtanın isminin Mustafa Bulut olduğunu sonradan
öğrendik. Bize Arapgir’in sevimli mekânlarını tanıtan ve yemyeşil bahçeler içindeki
güzelim sokaklarda dolaştıran O oldu.
Millet Hanı'nın da bulunduğu Arapgir'de sağlıklılaştırma çalışmalarının sürdüğü sokak
O sokakta bakım geçirmiş evlerden biri
Sokaktan bir başka görünüm
Konukevi olarak kullanılmak üzere restorasyonu yeni tamamlanmış ve
yakınlarda TRT-6’da gösterimi gerçekleştirilen Mem-u Zin dizisinin çekiminin yapıldığı Millet Hanı, ilk ziyaret ettiğimiz mekân oldu. İç avlusuna bakan
odaların yer aldığı iki katlı binanın kimi odalarında Arapgirli ailelerin
yadigârları arasından seçilmiş etnografik malzemeler, daha henüz tam
yerleştirilmemişti bile. Atmosfere açık iç avlunun ortasında yer alan küçük
şadırvandan sürekli akan su ve suyun akışına göre üstünde dönüp duran bir küçük
küre, Millet Hanı’ndaki bir konfor alanını işaret ediyordu. Atatürk’ün yakın
çalışma arkadaşlarından Cevat Çobanlı Paşa’nın bazı özel eşyalarını da burada
görmek fırsatını elde ettik. Rehberimizin anlattığına göre kısa süre içinde
burası konaklama mekânı olarak hizmet verecekti.
Millet Hanı, iç avlu
Millet Hanı, avluya bakan odalar
Millet Hanı, avlunun ortasındaki şadırvan
Millet Hanı; odalardan birinde eski bir konsol
Millet Hanı’nın köşesinde yer aldığı sokak son yıllarda sokak sağlıklılaştırma
çalışmalarının uygulandığı bir pilot bölge imiş. Sokağın iki yanında yer alan
evlerin bu çalışmalar sırasında ötesi berisi toparlanmış; girişim, biraz
Kemaliye deneyimini hatırlattı bize. Bu arada Arapgir’in, Tarihi Kentler
Birliği üyesi olduğunu ve ÇEKÜL Vakfı ve benzeri sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’nin
birçok kasabasında olduğu gibi buradaki iyileştirme çalışmalarında da katkısı
olduğunu öğrendik. Bütün bunların hepsi, aslında bozkıra atılmış birer fırça
darbesi gibiydi ve ümitlendirici idi.
Bahçeler arasında bir Arapgir sokağı
Arapgir evi
Sırtta kalmış bir eski ev daha; bu da boş
Ama sokaklarda dolaştıkça anladık ki; Arapgir’in sırları vardı; yorgun
taş(bazen kerpiç)-ahşap kardeşliği konakların ardında. Çürümüş tahtaların içine
sinmişti sanki gizler. Ermeniler diye fısıldadı zaman kulağımıza; burada
çoktular bir zaman. 10 civarı kiliseleri vardı; bir de Arapgir Katedrali… Şimdi Malatya’dan Ermenistan’a göçüp yerleşen
Ermenilerin çocukları orada Arapkir
diye bir yerleşim kurmuşlar, orada yaşarlarmış; içlerinde hala o büyük acıyı,
hüznü ve yok oluşu içlerinde taşıyarak.
Arapgir'in çanları
Arapgir Katedrali’nin hikâyesi ise başka bir hazin öykü; 13.yy.dan kalma
bir yapı olarak, Batı’da yaşayan Ermeniler için en gösterişli ibadethanelerden
biriymiş zamanında. 3000 kişilik bir kapasitesi olduğundan söz ediyor
kaynaklar. 1915 Ermeni Tehciri sırasındaki olaylarda kilise; saldırıya uğramış,
yağma edilmiş ve yakılmış. Ermeniler bu toprakları terk ettikten sonra ise,
bina yeniden onarılarak 1950 yılına kadar okul olarak hizmet vermiş. 1950
Eylül’ünde ise idarenin aldığı bir karar çerçevesinde bina yıkılarak ortadan
kaldırılmış ve boş bir arazi haline dönüştürülmüş.
Arapgir Katedrali;
19.yy.sonları(1)
Bir zamanlar manusa adı
verilen ve yöreye özgü bir tür kumaşın dokunduğu tezgâhlardan sokaklara
yansıyan sesleri duyan yok artık Arapgir’de. Bir zamanlar Halep ve Şam’a kadar
ulaşan bu dokumalara ne talep kalmış, ne de bu işin bir ekonomik değeri.
Arapgir’deki Meslek Yüksek Okulu’nun Müdürü Dursun
Özgüler bu dokuma ile ilgili şunları aktarıyor:
Asım Bey'in evinde kış hazırlıkları
Asım Bey Evi; koleksiyon parçalarından hedikler
Asım Bey Evi; bahçe
Asım Bey Evi; bahçeden diğer bir köşe
“1950-1960'lı yıllarda bizim evimizde de manusa dokunurdu. Annemin dokuma
yaptığını biliyorum. Ermeni komşularımız çözgüsünü, kumaşın boyamasını
hazırlarlar, kumaşları dokunmak üzere Türk evlerine dağıtırlardı. Hatta bir
evde bir değil, birden çok tezgâh kurulurdu. Halk arasında da bu dokumaların
yapıldığı tezgâhlara kuyu denilirdi. 'kuyu
dokudum', 'kuyu aldım', 'kuyu verdim’ gibi ifadeler
kullandıklarını çok iyi hatırlıyorum. Manusa
dokumacılığı Arapgir için çok önemli bir ekonomik kaynaktı. Kışın yoğun
geçtiği aylarda evlerdeki bir veya birkaç tezgâhta manusa dokunur ve ailelere de önemli ekonomik katkı sağlardı."(2)
Arapgir ve çevresinde üç beş kişi kalmış bir Ermeni nüfusundan söz
ediliyor bugün. Atalarının yaşadığı yerleri, varsa eğer onlardan bugüne kalan
bir duvar parçasını, bir izi görebilmek için okyanus aşırı topraklardan kalkıp
Arapgir’e gelen insanlar var artık. Bugün gelinen nokta itibariyle, geçmişten
bugüne uzanan süreçte kabuk tutmuş eski yaraları kaşımak yerine, iki halkın
ortak yaşanmışlıklarını öne çıkararak yeni bir bakış açısı yaratmak ve bozkıra
atılan bu fırça darbelerini bir üst düzlemde anlamlandırabilmek, belki de
Arapgir’i kendisiyle ve tarihiyle daha barışık ve samimi bir noktaya
taşıyabilir.
Üstümüze gelen evlerden biri; eski mi eski...
Vadiye doğru inen sokaklardan birinde; bir üç yol ağzında, neredeyse
yaşadıklarından yorulduğundan mıdır nedir; üstümüze doğru eğilen iki katlı eski
bir Arapgir evinin önünden geçiyoruz. Hüzün sinmiş kararmış tahtalarına. Ses
seda yok; kimse yaşamıyor çoğunda bu eski konakların. Kimindir; sahipleri yada
varisleri nerededir? Bilinmez; ama ot bürümüş bahçelerindeki görmüş geçirmiş
ağaçlar, bir şeyler anlatmak ister gibi rüzgâra uyup fısıldamaktalar. Bir
anlasak; ah bir anlasak dediklerini...
Asım Bey; çalışma odasında
Asım Bey Evi; mutfak malzemeleri
Asım Bey Evi; beşikler, sandıklar, daha neler neler
Evin hanımı; bumbar dolmasının içini erkenden hazırlamış.
Bumbar dolmasında kullanılacak barsaklar yıkanıp hazırlanmış.
Asım Bey Evi; duvardaki kilim ve peşkirler
Asım Bey'in çalışma odasından bir köşe
Sokakta biraz ilerleyince, yemyeşil bir bahçenin içinde iki katlı bir
evin bulunduğu bir avluya girdik. Evin sahipleri; Asım Bey ve eşi, ağaçlar altında bir kahvaltı sofrasındaydılar o
an. Eşiyle birlikte bizi sevgiyle ve büyük bir konukseverlikle karşıladılar.
Avlu ve iki katlı ev bir müze gibiydi. Asım Bey, bir yandan topladığı her türlü
etnografik malzeme ve efemeradan oluşan kapsamlı bir koleksiyona sahipti; diğer
yandan müzik ve tasavvufla olan yakın ilgisi nedeniyle başka uğraş alanları da
vardı. Evin ikinci katındaki balkona çıkan merdivenin ve balkonun içleri;
salça, biber ve domates kurusu, muhtelif reçeller ve dut kurusuyla dolu
tepsilerle kaplıydı. Balkon ve balkondaki masanın üstü bile türlü büyüklükte
çanlar, hedikler, eski sandalyeler, mutfak kapları gibi türlü eski eşya ile
doluydu. Bu kadar çok malzemeyi bu mekâna sığdırmak ve onları sergilenebilir
kılmak hiç de kolay olmasa gerekti. Asım Bey’in müzik, hat sanatı ve diğer
uğraşları için ayırdığı oda ise gerçekten görülmeye değerdi. Duvarlarda ve
odanın eşya konulabilecek her yerinde başka bir obje vardı. Kendi evini büyük bir
konukseverlikle Aragir’e gelen ziyaretçilere açan bu adam, bir anlamda
gerçekten bir Arapgir gönüllüsü gibiydi. Kendisine teşekkür ederek ayrıldık ve
vadiye doğru yürümeye devam ettik.
Kaşkaloğlu Konağı
Kaşkaloğlu Konağı; odalardan birinden vadiye bakış
Kaşkaloğlu Konağı; giriş holü
Kaşkaloğlu Konağı; oda ve pencere önünde divan
Kaşkaloğlu Konağı, tavan
Kaşkaloğlu Konağı; ikinci kat balkonu
Sokaklardan biri vadiye doğru iniyor. Orada restorasyonu devam eden bir
konak daha var. Kaşkaloğlu Konağı
burası… Mustafa Bey’in rehberliğinde taş ve ahşabın uyum içinde kullanıldığı
gösterişli binaya giriyoruz. Merdivenlerle çıkılan girişteki sahanlık geniş bir
hole; hol ise aşağıdaki ağaçlıklar içindeki yemyeşil vadiye doğru bakan ahşap
dolaplı ve kerevetli odalara açılıyordu. Yine bir ahşap merdivenle çıkılan
ikinci katta da benzer bir yerleşim planı mevcut. Geniş ve yüksek tavanlı
odalar, ışığı içeri alan geniş pencereler ve bazılarında yer alan gömme
banyolarıyla her bir oda zenginlik dönemlerinin konforunu sunar gibi.
Rehberimiz Mustafa Bey’in anlatımlarına göre; Belediye tarafından yürütülen
restorasyon sonrasında bu mekanının da konukevi olarak kullanımı
planlanıyormuş.
Cevat Çobanlı Konağı'nın arkasındaki ceviz ağaçları
Cevat Çobanlı Konağı; genel görünüş
Cevat Çobanlı Konağı; ön cepheden
Cevat Çobanlı Konağı; cevizliklere bakan bir oda
Konağın selamlığı
Cevat Çobanlı Konağı; gömme dolaplar ve haremlik selamlık geçişi
Konaktaki kapı ve kapı üstü detayı
Kapı kilidi
Cevat Çobanlı Konağı'nda terastayız; arkamızda Arapgir...
Cevat Çobanlı Konağı; terasa çıkış
Kısıtlı zamanda; Mustafa Bey’in teşvikiyle ziyaret ettiğimiz diğer bir
mekân, Atatürk’ün silah arkadaşlarından ve Atatürk ile aynı yılda; 1938’de
vefat eden Cevat Çobanlı Paşa’nın varislerine ait konak oldu. Bu yapıda restorasyonu
yeni tamamlanmış, asırlık ceviz ağaçlarının arasındaki bir dere yatağına
bitişik konumda; son derece etkileyici ve üç katlı bir yapı idi. Yapının en üst
katında ise, bunlara ek olarak bir de teras bulunmaktaydı. Haremlik ve selamlık
girişleri farklı; birbirine benzer geniş pencereli, kocaman gömme dolapları
olan, pencerelerin hemen önüne konumlanmış çepeçevre divanların yer aldığı
odaların içinde ayrıca şömineler de bulunmaktaydı. İçerden bağımsız
merdivenlerle ulaşılan; birbirinden bir anlamda yalıtılmış haremlik ve selamlık
bölümlerinde dolaşırken mekânların karmaşıklığı ve planlarındaki benzerlikler,
insanın nerede olduğunu karıştıracak düzeyde idi. Hele evin ana girişlerinden
birindeki kapının üstünde yer alan kilit sistemi ise, ıssız dağ başında bir
derebeylik şatosunun zenginliklerinin korunma içgüdüsünü hatırlatır gibiydi.
Zaten evin; uzaklardan fark edilen ve çevresine hâkimiyet hissini veren
ihtişamlı görüntüsü de bir tür kale-şato çağrışımını akla getiriyordu. Yapının
Belediye tarafından Cevat Çobanlı Paşa’nın Anafartalar Muharebelerinde Mustafa
Kemal Atatürk’le birlikte savaştığı Çanakkale Savaşı’nın merkezinde yer aldığı
bir müze olarak düzenlenmesinin düşünüldüğünü öğrendik.
Cevat Çobanlı Konağı'ndan vadiye bakış
Arapgir; ah kavaklar kavaklar...
Göremediğimiz daha çok mekân vardı; restore edilmiş
başka konaklar, camiler, hamamlar ve diğerleri… Ama Kemaliye’ye doğru gitme
zamanıydı. Mustafa Bey'le vedalaşarak Arapgir’den ayrıldık.
Dipnotlar:
(1) Arapgir Katedrali'nin fotoğrafı, http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d4/Arapgir_church.png
adresinden alınmıştır.
(2) Metnin tümü için bkz. http://www.haberler.com/manusa-dokumaciligi-teknoloji-karsisinda-4185756-haberi/
Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
slm teşekkürler
YanıtlaSilİlginize teşekkürler...İF
Sil