Sayfalar

22 Mayıs 2013 Çarşamba

AYDIN DAĞLARI’NDAN BEŞPARMAKLAR’IN ETEKLERİNE DOĞRU BİR BAHAR YOLCULUĞU


28.Nisan 2013
İbrahim Fidanoğlu

Güneşli bir bahar günü Tire –Selçuk yolundan Başköy’e doğru yola çıktık. Amaç bahardan çok yazı andıran bu güzel günde Aydın Dağları’nda avarelik etmekti biraz. Başköy’e gelmeden Aydın Dağları’na doğru Güney yönünde Habibler Köyü’ne giden yola saptık. Tırmanışla geçen belli bir süreden sonra Aydın Dağları’nın ara yüzünde yer alan ve göz alabildiğine incir ağaçlarıyla bezenmiş derin vadilerle yüz yüze kaldık.

 Habibler'e doğru Aydın Dağları geçişi

Küçük Menderes Ovası’na en tepeden baktığımız son noktadan sonra yolumuzu Habibler’e çevirdik. Önceki yıllarda geleneksel olarak düzenlenen Mahya şenliklerinde çıktığımız Çaldede zirvesine doğru uzanan o güzelim vadileri izlemeye doyamadık bir süre. Erguvanlar buralarda da geçmek üzereydi. Karşımızda Çaldede zirvesi bütün tepelerin ardında ihtişamı ile uzaktan da olsa seçilebiliyordu.

 Habibler yolundayız; ardımızda Çaldede'nin uzaktaki zirvesi

Habibler, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan işgalinin hüzünlü hatıralarını, Germencik’e uzanan yolun üstündeki köyün kahvehanesinin bulunduğu düzlükte yer alan ve tamamen unutmayanların çabası ile dikilmiş mütevazı bir abidede somutlaştırmış. 

 Habibbler'de bize hikayeyi anlatan köylü ve arkasındaki mütevazı abide

Yunanlar, işgalin son günlerinde Aydın’ın kurtuluş günü olan 7 Eylül’e doğru bu toprakları terk ederlerken köyün erkeklerini topladıkları camide acımasız bir katliam gerçekleştirmişler. Abide, hatırlayanlara kurtuluşu ve bu toprakların yeniden nasıl kazanıldığını bir kez daha hatırlatıyor.

 Habibler'de suyu akmayan Paşa Çeşmesi

Köyün Tire yönünden girişinde çalılar arasında kaybolmuş eski bir çeşmenin kitabesinde yazanlar ise bir başka hatırayı gözümüzde canlandırıyor. Çalıları kaldırarak okuduğumuz kitabede aynen şöyle yazıyor:

“Cumhuriyet’in mübarek eserlerinden Vilayet Hususi İdaresi’nin ve köylünün büyük yardımile açılan Tire Çamköy Germencik yolunun hatırası olmak üzre Vali Kazım Paşa zamanında yaptırılmıştır. 1933”

 Paşa Çeşmesi'nin kitabesi

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında kıt kaynaklarla bir kalkınma seferberliği başlatan devrimin temsilcilerinin, taşrada yarattığı bir bayındırlık hamlesinin nazarlığı gibi duruyor Aydın Dağları’nın geçişlerinde. İzmir’in çalışkan Valisi Kazım Dirik’in görev zamanlarına denk düşen bu dağ geçişleri ile ilgili bayındırlık faaliyetleri, genellikle ince bir düşünce ile çeşme veyahut tak gibi sanat yapıları ile taçlandırılmış. Yeni bir çağın mimarlarının bu tarz bir tutuma sahip olmaları da anlaşılır bir şey olsa gerek diye düşünüyor insan.

Yalnız çeşmenin bugünkü halini anlatmak inanın çok zor. Çünkü her yanı sarmış çalıların arkasında kalan çeşmeyi fark edebilmek bile bugün çok zor. Ayrıca çeşmenin akmayan suyu, sökülmüş musluğu ve harap olmuş yapısı da bunların tuzu biberi sanki. 

 Hıdırbeyli girişindeki kuyu ağzı

Aydın Dağları’nı Büyük Menderes’e doğru aşarken; avareliklerimiz, bu şekilde hüzünlerle de kesiliyor zaman zaman. Ne diyelim; yolcu yolunda gerek. Habibler’den sonraki köy Dampınar’ın içinden geçiyoruz. Hıdırbeyli’ye doğru iniyoruz. 

 Hıdırbeyli girişindeki kuyu ve lahit

Hıdırbeyli, hemen Germencik’in üstünde yer alan küçük bir kasaba… Aydın Dağları’nın hemen eteklerinde konumlanmış. Girişinde yer alan bir kuyunun yüzyıllarca kullanılmışlıktan aşınmış giriş ağzının taşını ve hemen yanındaki Roma döneminden kalma mermer lahdi fotoğraflayıp yolumuza devam ettik. Germencik yönüne dönüşümüzde hemen sağımızda köşede; yeni yapraklanmış dut ağaçlarının altında, koyu gölgeli kahvehane vardı. Ancak, Habibler’deki molamız nedeniyle yeniden durmadık; bu güzel mekânı aklımızın bir köşesine not ettik.


 Sobuca Camisi ve güllerle bezenmiş güzelim avlusu

Germencik yönünde İzmir – Aydın karayolunu geçerek Germencik’in merkezine girdik. Germencik, Yunan işgali sonrasında Aydın’ın tamamen yakılan kasabalarından birisi... Buradaki zulmü ve çekilen çileleri anlamak için Feyza Zaim’in İş Bankası Yayınları’ndan yayınlanan “Ateşler İçindeydi Germencik” romanını okumak gerek derim. Celal Bayar’ın “Ben de Yazdım” isimli anılarıyla paslaşarak kurgulanmış ve o yıllarda yaşanan acıların bir anneannenin ağzından dinlenerek romanlaştırılmış yapıtı, bugün kimliksiz bir mekâna dönüşmüş tarımsal zenginliklerin merkezindeki bu kasabanın hazin kaderini tanımak açısından ilginç olsa gerek. 

 Sobuca Camisi'nin restorasyon sonrası iç mekanları

Yunanlar tarafından İzmir’in işgalinden sonra, Germencik Belediye Başkanı ve bölgenin İttihat ve Terakki temsilcisi Belediye Başkanı Emin Ulucan’ın evine sığınmış olan Galip Hoca kılığındaki Celal Bayar, bir gece vakti evin kadınları tarafından kadın kılığında bir yaylının içinde hemen yakınlarda Büyük Menderes Ovası’nın ortasında yer alan Reisköy’e kaçırılır. Yerli Rumlarla işgalden önce dostça ilişkileri bulunan aile, işgal sırasında ne yazık ki aynı davranışı Rumlardan göremezler. Galip Hoca kılığındaki Celal Bayar, bir süre sonra Rumların şüphelerini üstüne çeker. Önce Belediye Başkanı Emin Bey tutuklanır, daha sonra evleri Yunan askerleri tarafından bir gece basılır. Daha önceden evin sahibesi tarafından artan gerilim nedeniyle evin bahçesindeki kuyuya saklanan Celal Bayar, aynı gece, baskın sonrasında kadın kılığında; yine o kahraman kadınlar tarafından gecenin zifiri karanlığında Reisköy’e kaçırılır.

 Sobuca Camisi'nin avlusundaki mezar taşlarından bir örnek (Aydın Müzesi ilgililerinin  dikkatine sunulur.)

Belki de bu isimsiz kahramanların cansiperane davranışları olmasaydı, her şeyin darmadağın olduğu o günlerde Garp Cephesi’nde yeni bir gücü oluşturmanın ön koşullarını yaratmak; olasıdır ki, daha zor olacaktı. Hayatlarını bu uğurda hiçe sayarak bir ulusun kurtuluş mücadelesini başlatan bu akıllı ve cesur insanları, Germencik’ten Reisköy’e doğru seyrederken, içinden geçmekte olduğumuz zorlu süreçte bir kez daha saygıyla anmak gerek.

 Sobuca Camisi avlusunda yaşananlara tanık yaşlı servi ile zamane gülleri

Germencik’ten Reisköy üzerinden Büyük Menderes Ovası’nı enine kat ettiğimiz bu kısa yolculuğumuz, ovadan yeni yeni çekilmekte olan sel suları ve uyanmakta olan tabiatın ovadaki yansımaları eşliğinde Koçarlı – Söke Bağarası asfaltında son buldu.

 Cami avlusunda bir başka tanık; her şeyi bilen o zeytin ağacı

Amacımız Sobuca ve Dedeköy’deki bölgede Osmanlı döneminde uzun yıllar ayanlık yapmış olan Cihanoğulları ailesi tarafından yaptırılmış iki camiyi görmekti. Yeniköy’den Koçarlı yönüne döndük ve 2 km. sonra Sobuca’ya ulaştık. 

 Sobuca'da güller arasındayız

Sobuca, Cihanoğulları’nın ayanlık döneminde Koçarlı bölgesinde öne çıkmış önemli bir yönetim merkezi olmuş. Koçarlı – Söke Bağarası asfaltı üzerindeki Sobuca Camisi’nin karşısındaki kahvehanede köyün muhtarı Metin Amca ile kısa bir sohbet yaptık. Muhtarın aktardığına göre Ayanlık döneminde Sobuca, Koçarlı’ya göre çok daha önemli ve büyük bir yerleşim imiş. Osmanlı dönemindeki 1831 yılı nüfus sayımına göre Sobuca’nın nüfusu 3553 imiş. Hatta Sobuca’nın o yıllardaki önemini vurgulamak için olsa gerek Koçarlı’nın hemen üstünde yer alan İlkçağın kadim kenti Amyzon ile karşılaştırma yapılarak şu deyim söylenirmiş:

“Taht Mazın
Sobuca yamak”

Yani Taht, Mazın Kale (Amyzon) ise; Sobuca da onun yardımcısıdır ve o kadar önemlidir.


 Sobuca Camisi'nin "cennet bahçesi"nden bir görünüm daha

Yol üstündeki Sobuca Camisi’nin insana adeta bir cennet bahçesine girmiş hissini uyandıran bin bir çeşit gülle süslü son derece düzgün ve bakımlı geniş avlusundan sonra, cami; bugünkü haliyle bizde derin bir hayal kırıklığı yarattı. Yakın yıllarda geçirmiş olduğu restorasyon sunucunda geçmişle ve kökleriyle olan tüm bağlarını yitirmiş ve acayip bir yapı hüviyetine bürünmüş bu değerli kültür mirasının üzerinde arka bahçesine dizili vaziyette kalmış 17.yy.a ait mezar taşlarından başka hiçbir iz bulamadık. Bir de ön bahçesindeki dertli ve yaşlı zeytin ağacını saymazsak eğer…

 Dedeköy Camisi

Son hedefimiz Bağarası yönünde yaklaşık 3 km. uzaklıkta bulunan Dedeköy’e gitmekti. Sobuca’da yaşadığımız hayal kırıklığından sonra, köylüler bizi Dedeköy’e yönlendirdiler. Dedeköy, Sobuca ile Yeniköy arasında yer alıyor; ancak yol üstünde değil. Bağarası’na doğru sola sapılarak, Beşparmaklar’ın eteklerine doğru bir tırmanışla önce adı gibi Şenköy’e ve ardından Dedeköy’e ulaşılıyor. 

 Dedeköy Camisi dış duvar süslemesi ayrıntısı
Dedeköy Camisi’nin avlusundan aşağılara doğru bakıldığında baharın tüm güzelliklerinin yansıdığı Büyük Menderes Ovası hemen altınızda uzanıp gidiyor. Caminin yan karşısında bulunan köyün meydanı ve kahvehanesi de Menderes’in kavurucu sıcaklarında sığınılacak serin bir liman izlenimi yaratıyor.

 Dedeköy Camisi - mihrap ve minber

Dedeköy Camisi, emsallerine göre oldukça iyi korunmuş durumda, 18.yy.dan kalma Ayanlık dönemi eserlerinden olsa gerek. Caminin; kesin olmamakla birlikte Cihanoğulları(1) ailesine mensup Cihanzade Elhac Mehmet Bey tarafından 1736 yılında yaptırıldığına dair bilgiler caminin revaklı bölümünün üstünde yer alan levhada mevcut. Caminin doğuya ve kuzeye bakan iki yanında yer alan revaklı son cemaat yerinin çevrelediği ana bina ile bunun üzerinde yükselen ve uzaktan bir cihannüma hissini veren sekizgen bir kubbe, yapının temel unsurlarını oluşturuyor. Caminin içi ve özellikle mihrap barok tarzı alçı süslemelerle bezenmiş. Bu süslemelerin o yıllarda Rodos’tan getirilen Rum yada belki de İtalyan ustalara yaptırılmış olduğu söyleniyor. Duvarlarda daha önceki dönemlerde kaplanmış sıvanın kazınması ile ortaya çıkan bordür türü süslemeler de dikkate değer nitelikte. Ayrıca pencerelerde yer alan vitray işlemeleri de yarattığı farklı tondaki ışık kırılmaları ile barok süslemelerle yarışıyor. 

 Dedeköy Camisi - iç mekanlar ve kadınlar mahfili

Caminin giriş kapısının ve iki yanında yer alan pencerelerin söveleri muhtelif geometrik ve bitki desenleri ile süslenmiş. Revaklı son cemaat yerinin duvarlarında ise kalem işi geometrik desenler dikkat çekiyor. Velhasıl cami Batı Anadolu’nun kıyıya yakın bu küçük köyünde özellikle iç mekânlarındaki barok tarzı mimarisi ile 18.yy.dan kalmış bir mücevher gibi parıldıyor hala. 

 Dedeköy Camisi - dış cephede pencere söveleri ve süslemeler

Köyün meydanında yer alan çınarların altındaki koyu gölgeli kahvehanede bir yorgunluk molası veriyoruz. İçilen çaylar ve günün değerlendirmesi eşliğinde yavaş yavaş köyden ayrılma vakti geliyor. Rotamız, Koçarlı’daki pide molasından sonra İncirliova üzerinden Aydın Dağları’nı aşarak Tire üzerinden İzmir’e ulaşmak…

 Dedeköy'ün meydanı ve ağaçlar altındaki kahvehane

Bir bahar gününde Tire’den Aydın’a uzanan bir coğrafyada küçük küçük sürprizlerle dolu hoş bir yolculuğun tadını duyumsayarak rotamızı İzmir’e çeviriyoruz. Nice keşiflere diyerek…

Dipnotlar:
1.       Söz konusu aile ile ilgili olarak daha fazla bilgi için Bkz. http://www.dagakactim.blogspot.com/2013/01/karyanin-sakli-dunyasinda-dolasirken.html#more

Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder