Sayfalar

26 Nisan 2020 Pazar

ÖREN’den ARMUTLU’ya-1


BOZDAĞLAR’A DOĞRU; ÖREN’DEN GİRMEK İÇERİ…

3 Nisan 2020
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Baharı karşıladığımız şu günlerde Covid19 nedeniyle içimiz buruk da olsa, yine de yaşamın bizim irademiz dışında ve ne olursa olsun yeniden uyanışına kayıtsız kalmak ne mümkün. Her şeye rağmen bu topyekûn yaşama sevincini, içinden geçmekte olduğumuz çetin koşulların el verdiği ölçüde duyumsamak ve onun içindeki bir bileşen olarak "yaşamak" gerek. Yaptığımız da budur aslında. Bu ana hedeften yola çıkarak, Armutlu Vadisi’nin yukarılarında; Pomak köylerinden Bayramlı’ya yakın konumda suyu lezzetli bir çeşmeden su doldurma vesilesiyle yaşadığımız bahar karşılamalarının bir yansıması olacaktır bu defaki yazımız. 

 
Ören yolunda şeftali bahçeleri
(Mart 2020)

  
Hayata merhaba derken şeftali çiçekleri...
(Mart 2019)

 
Erkenci baharın habercileri; badem ağaçları, Ören'de...
(Mart 2020)

Bozdağlar’ın başlangıcında; Ören’den girmek içerilere…

Bilindiği üzere Bozdağlar; aslında hemen Kemalpaşa’nın arkasındaki sırtlardan başlayarak Bayındır, Ödemiş ve Kiraz ilçelerinin üzerinden Manisa’nın ilçeleri Turgutlu, Salihli, Alaşehir ve Sarıgöl ile Denizli’nin ilçesi Buldan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsar. İlkçağ’da Tmolos ismi ile anılan bu sıradağların İzmir sınırları içinde kalan ve yayladaki Bozdağ kasabasının hemen sırtında yükselen en yüksek zirvesi (Bozdağ) 2159 metre yüksekliğindedir.

 
Bozdağlar üzerinde...
(Eylül 2016)

Bozdağ; Lübbey üstünde Başova Yaylası
 (Eylül 2016)

 
Ören'de kiraz bahçeleri; bir sabah vakti, henüz ayaz var.
(Mart 2020)

Bu başlangıcın adı Nif Dağı ve zirvesi Nif Karlığı, devamındaki diğer zirvenin adı ise Mahmut Dağı’dır. Cumhuriyet döneminde açılan modern İzmir-Ankara asfaltına paralel olarak çalışan eski Ankara yolu ise, aslında bu dağ silsilesinin eteklerindeki bir dizi köy ve kasabanın hemen kıyısından geçerek Kemalpaşa’dan Turgutlu’ya doğru devam ederdi.

 
Ovacık Yaylası'nda üzüm bağları
(Eylül 2019)

 
Mahmut Dağı; Yukarı Kızılca'dan bakarken...
(Şubat 2020)

 
Nif Dağı; batıdan bakış
(Ekim 2010)

 
Dereler akar; dağlardan Kemalpaşa Ovası'na doğru...
(Aralık 2009)

Nif (Nymphaion) Dağı ile Mahmut (Drakon) Dağı arasındaki Karabel Geçidi ise, Bozdağlar silsilesini kuzeyden güneye doğru aşıp Nif (Kryos) Çayı’nın suladığı bereketli Kemalpaşa Ovası’nı, Kaystros (Küçük Menderes) Irmağı tarafından sulanan İlkçağ’ın Tanrıça Artemis’e adanmış kutsal toprakları Küçük Menderes (Kaystros) Ovası’na bağlar.

 
Kar topuna benzer kiraz çiçekleri
(Mart 2020)

 
Ören'de kiraz bahçeleri
(Mart 2020)

 
Bir sabah erkenden patlar çiçekleri; kiraz bahçelerinde...
(Mart 2020)

 
Şeftali bahçelerinde; Ören'de...
(Mart 2019)

Baharın başlangıcında bereketli Kemalpaşa Ovası ile Bozdağlar’ın uzantıları Kartaltepe ya da Keltepe’nin eteklerinde uzanan Ören bahçelerinden içerilere doğru nüfuz etmek, her zaman iyi bir seçenektir. Çünkü kiraz ve şeftali bahçelerinin arasından kıvrılarak ilerleyen yolda seyrederken, yeni hayatı selamlayan pespembe şeftali çiçekleriyle, birer kartopu yumağını andıran kiraz çiçekleri birlikte karşılar sizi. Bahçeler arasından kıvrıla kıvrıla ilerleyen yol, bir süre sonra yıllarca harap vaziyette ve mahzun bir bekleyiş içinde kaderine tutunmuş; Osmanlı döneminden kalma eski mezar taşlarını da içeren Ören mezarlığının tam ortasından geçip gider kasabanın kalbine doğru. Birkaç büyük adaya yayılmış bu büyük mezarlık, neyse ki son yıllarda İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin yerinde müdahaleleriyle beton bir duvarla nispeten koruma alına alınmış durumda.

  
Tarlaların sınırlarını belirler badem ağaçları.

  
"Erkenci baharın naif şövalyeleri"; badem ağaçları...
(Mart 2020)

 
Ören'de; ovada badem ağaçları
(Mart 2020)

Ankara asfaltından Ören’e doğru ilerlerken badem ağaçları da bu mevsimde bembeyaz çiçekleriyle göz kırpar yolcusuna mutlaka. Ama onların nefesleri, tarlaların sınırlarını belirlemekten öteye geçmez buralarda. Kimse elini sürmez meyvelerine, toplamazlar bile; yoldan geçen birkaç meraklısından gayrı. Şu gerçek bilinmelidir ki; zamanında toplanmayan bademler, baharda çiçek zamanı; o ağaç için büyük bir yüktür artık. Ama zavallı ve cefakâr badem ağacı, her zaman olduğu gibi genetiğinin kodlarını çalıştırır ve her yıl bütün üstündeki yüke rağmen yine de açar çiçeklerini.

 
Kasabaya doğru; kiraz bahçelerinde...
(Mart 2020)

  
Kiraz çiçekleri; Ören'den...
(Mart 2020)

  
Ören Parkı; çınar altında çay bahçeleri dizi dizi... 
(Ekim 2017)

Kasabanın kıyısından Bağyurdu ya da eski ismiyle Parsa’ya doğru ilerleyen Kemalpaşa-Turgutlu asfaltı, Ören’de; içerilere doğru giderek daralacak olan bir vadinin ağzında yer alan asırlık çınar ağaçlarının konforlu gölgesindeki Ören Parkı’nın önünden geçer. Bu park, kasabanın simgesi gibidir sanki. Yaz aylarında altından geçen Ören deresinin sularından beslenerek serpilip gelişmiş bilge çınarların gölgesinde, hala kalmışsa; bir tahta sandalyeye ilişip oturmanın ve bir yorgunluk çayı içmenin keyfi benzersizdir.

  
Ören Kurtuluş Abidesi; yapım tarihi 1935...
(Ekim 2017)

 
Her şey "Devrim için"; en altta ve sağda küçük puntolarla "Taşçı Necati -Rıza" yazmakta...
(Ekim 2017)

Parkta yorgun zamanlarını öldürmekte olan genç-yaşlı Örenlilerin kaçı farkındadır acaba; serinliğiyle içimizi bir nebze olsun ferahlatan büyük havuzun hemen arkasındaki Kurtuluş Abidesi’nin dibindeki isimleri… Hayatını Tire’de taşa şekil vererek tüketmiş; eski bir taş ustası ve heykeltıraş olan Taşçı Rıza’yı(1) ve onun arkadaşı Necati Usta’yı kim hatırlar? Düşman işgalinden kurtuluşun unutulmaması için; gelecek nesillere bırakılacak birer miras gibi birçok Ege kasabasında dikilen kurtuluş abidelerinin bir benzeri de 1935 yılında Ören’de parkın tam ortasına dikilmiştir.

 
Abidenin arka yüzünde "Devrim"in mottosu yazıyor sanki; "Bilgiye Gerçeğe"...
 (Ekim 2017)

 
Hayatının büyük bir bölümünü Tire'de geçiren taş ustası ve sanatkar Taşçı Rıza
(Hasan Doğan Arşivi)

Üç kademeli mermerden bir kaide üstünde; göğe doğru yükselen bir kamayı andıran abidenin genel görünüşü son derece sadedir. Kamanın ucu, sürdürülen kurtuluş mücadelesinin şiddetini anımsatan bir kırılganlık ve törpülenmişlik içindedir. Tümüyle beyaz mermerden yontulmuş Ören Kurtuluş Abidesi’nin kalın kaidesinin caddeye doğru bakan ön yüzünde “Devrim İçin”, arka yüzünde ise “Bilgiye Gerçeğe” ifadeleri iri puntolarla yazmaktadır. Mermer kaidenin “Devrim İçin” yazan ön yüzünde; en altta ve köşede ise, oldukça küçük ve uzaktan zor okunabilecek nitelikte abideyi yontan taşçı ustaların isimleri yer alır. “Taşçı Necati ve Rıza Usta”… 

 
Ören Merkez Çarşı Camisi; son cemaat yeri, eski bölüm...
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286)

 
Son cemaat yerindeki mihrap ve iki yanındaki kalem işi süslemeler
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286)

 
Kürsü ve duvardaki vazo ve çiçek desenleri
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286) 

Çınar ağaçlarının ardındaki vadi boşluğuna oturmuş bir diğer önemli yapı ise, Ören Merkez Çarşı Camii’dir. Son yıllarda yeniden yapılmış ve cami mimarisiyle pek de uyuşmayan abartılı şadırvanın arkasında kalmış tarihi caminin dış duvarında yer alan Hicri 1217 (Miladi 1802) tarihi, yapım zamanı olarak kabul görmektedir. Cami iç mekân açısından oldukça ilginçtir ve iki bölümden oluşur; bugün bir son cemaat yeri işlevi gören eski bölüm ve son cemaat yerinden bir kapı ile geçilen; 20.yy.ın ortalarında (1955 yılında) inşa edilmiş yeni bölüm… 

 
Ören Merkez Çarşı Camii'nin yeni bölümü; harim...
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286)

 
Harim bölümündeki tavana gömülü gizli kubbe ve ahşap sütunlar 
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286) 

Yol düzleminden merdivenlerle erişilen son cemaat yeri, caminin birinci bölümünü oluşturur ve kapıyla geçilen harim bölümünden bağımsız olarak bir mihraba ve imamın vaaz verebileceği bir kürsüye sahiptir. Bu anlamda başlı başına eksiksiz bir cami gibi donanmıştır. Kemerli kirişlerle birleştirilmiş üç adet ahşap sütunun ardında kalan mihrabın üstünde ve iki yanında dört adet vazo içinde kalem işi çiçek süslemeleri resmedilmiştir. Bir camekânlı kapı ile ulaşılan ikinci bölüm ise, 20.yy.ın ortalarında yöre halkının yardımları ile yaptırılan ve şimdi harim olarak işlev gören caminin yeni bölümüdür. Bu bölümün en ilginç yönü, düz tavanın içine gömülü şekilde konumlanmış küçük ve gizli kubbesidir. Cami dıştan bakıldığında kubbesiz ve dikdörtgen planlı bir yapı olarak tasarlanmıştır. Harim bölümünde de yine ahşap sütunlar, mihrabın alçı süslemeleri ve duvarlarda yer alan kalem işi bitki desenleri dikkat çekicidir. Caminin ayrıca yan sokağa bakan dış duvarlarında da kalem işi bitki desenleri bulunmaktadır.



 
Mihrap ve minber
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286)

 
Ahşap sütunlar ve üzerinde yer alan alçı süslemeler
(Kaynak:http://erolsasmaz.com/?oku=1286)  

Ören’in kalbi ve eski mahalleleri, artık bu noktadan sonra dere yatağının iki yakasına doğru kendini hissettirir. Biraz daha arkalarda ve derenin yeryüzüne çıkıp kendini gösterdiği bir noktada eski bir şaraphaneden kalanlar vardır. Şaraphanenin sağında yer alan sokaklar boyunca Rumlardan kalan ama değişikliğe uğramış birkaç eski yapı, çok sayıda beyaz badanalı kısmen kırık dökük eski köy evleri ve daha yukarılarda ise, mesire yeri olarak da bilinen ve derenin daha yukarılarına doğru uzanan bir vadinin arka dünyası yer alır.

 
Ören Deresi boyunca; mesire yerinde...
(Ekim 2015)

Ören Deresi
(Ekim 2015)

Dere yatağına paralel, Ören Kalesi’nin kalıntılarının bulunduğu Kaletepe’nin etekleri boyunca ilerlendiğinde, son yıllarda İzmir Büyük Şehir Belediyesi tarafından bir mesire yeri olarak düzenlenen yine çınar ağaçlarıyla kaplı bir konfor alanına ulaşılır. Kuşların, ovaya doğru şırıl şırıl akan bir derenin ve özellikle sonbaharda ayaklarınızın altında ezilip ufalanan çınar yapraklarının seslerinden oluşan doğanın armonisi benzersizdir.

 
Kıvrılır gider patikalar; dağlara doğru...
(Ekim 2015)

  
Çınar yapraklarına basa basa; çınarların altında yürüdük. Ören'de...
(Ekim 2015)

Ulu çınarlara saygıyla; dosta selamla...
(Aralık 2009)

Ovada kiraz, erik, şeftali ağaçları bir de göz alabildiğine üzüm bağları; dağlarda ise zeytin, ceviz ve kestane; doğanın sunduğu bu zengin ürün çeşitliliği; hasat mevsimlerinin hareketliliğinde görmelisiniz Kemalpaşa’nın köy ve kasabalarını… Durup dinlenmeden akıp gider dağlardan ovalara doğru; sepetli motosikletlerin üzerinde telaşlı köylüler, kamyonlar dolusu ürün sevk edilir dağlardan ve ovadan; İstanbul’a ve Anadolu’ya… Bitmeyen bir trafik, bitmeyen bir çaba ve bir yıllık emeğin, alın terinin ürünü bir bereket… Bizim yolumuz ise, Ören’den Armutlu’ya doğru…

Dipnotlar:
(2)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

19 Nisan 2020 Pazar

ÇANDARLI’DA BAHAR; YENİDEN...


14 Mart 2020
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

İzmir’in kuzeyinde tekinsiz denizi ile meşhur; aynı adla anılan körfezin kıyısında kurulu Çandarlı, bugünkü uğrak noktamızdı. Yanlışlıkla girdiğimiz İzmir-Çanakkale otoyolunun Çandarlı’ya dek uzanan bölümünü kullanarak ulaştık ilk kez kasabaya. Her zaman kullandığımız denize yakın seyreden İzmir-Çanakkale asfaltının doğusunda yer alan tepelerin ardındaki vadilerden geçtik bu kez. 

 Çandarlı'da; batı sahilinde...

 
En arkada volkanik Karadağ, önde Çandarlı'nın batı sahili; sessiz ve sakin...
(Nisan 2008)


Kasaba oldukça sakindi. Dünyayı giderek teslim alan Covid19 kasırgası, Çandarlı sokaklarına da nispeten yansımıştı. Issız sokaklardan geçerek kimseciklerin olmadığı batı sahiline doğru yürüdük. Bir alçak falezi andıran ve kuzeybatı yönüne bakan kıyıda henüz yapraklanmamış bir dut ağacının altındaki banka oturduk. Karşımızda masmavi, ama hafiften çalkantılı bir deniz, ensemizi yalayıp geçen tatlı bir esinti, yalnız yapayalnız…

 
Cenevizlilerden kalma Çandarlı Kalesi
(Mart 2018)

 
Çandarlı'da; baharın ve denizin kıyısındayız. Hafiften bir esinti var.

Çandarlı’ya bakarken…

Volkanik Karadağ’ın eteklerinde yer alan Yörük köyü Yaylayurt’tan aşağılara doğru bakarsanız, güneye doğru bir dil gibi uzanan yarımadanın üzerinde kurulu Çandarlı’yı ve sahip olduğu konumu daha iyi hissedersiniz. Yerleşimin tam ortasındaki Ortaçağ’dan kalma Ceneviz kalesi kasabanın alâmetifarikası gibidir. Yarımadanın güneyindeki denize doğru açılan sokaklarda yer alan kimi evlerin duvar diplerinde izlenebilen kesme taştan temel izleri, kalenin aslında İlkçağ’a dek uzanan kadim geçmişini ele verir. Bembeyaz badanalı “macır” evleri ise, çok daha ilerideki bir zaman diliminin tabakalarından birini temsil eder. Bu anlamda; Bulgaristan’dan farklı dalgalarla gerçekleşen soydaş göçlerinin yöneldiği bir nokta olmuştur Çandarlı.

 
Çandarlı'nın tipik "macır" evleriyle kaplı bir sokağı
(Nisan 2008)

 
Çandarlı; Ellema sokağı
(Eylül 2019)

Aiolya’nın liman kentlerinden biri olan Pitane, bugün Çandarlı adıyla anılan bu kasabanın altında yatmaktadır. Kaikos ya da bugünkü adıyla Bakırçay’ın deltası yakınlarında kurulu; İlkçağ’ın bir diğer liman yerleşimi Elai(1) ise, doğrudan bölgenin parlak yıldızı Pergamon ile ilişkilidir. Bugün Çandarlı Limanı’nın baskısı altında kalmış Elai’nın (Kazık Bağları) İlkçağ’dan kalma liman mendireğinin kalıntılarını denizin içine doğru uzanan Kaikos’un deltasına karışmış bataklıkların içinde görmek hala mümkündür.

 
Pergamon'un limanı, Elai'daki antik liman
(Eylül 2008)

 
Kaikos'un deltasında; Elai'nın limanında... 
(Eylül 2008)

Elaia'da tarihe dokunmak; hayatın imbiğinden süzülüp gelmiş deltaya...
(Eylül 2008)

Pitane’den Çandarlı’ya

Pitane, İlkçağ’da Orta Yunanistan’dan Trakya yoluyla Batı Anadolu’ya inen çoban halk Aiollerin yaşadığı bir kent olarak biliniyor. Osman Hamdi Bey tarafından geçen yüzyılın başlarında yapılan kazılarda elde edilen bulgulara göre, kentin İ.Ö. 2 binli yıllara dayanan bir geçmişe sahip olduğu belirtiliyor kaynaklarda.

 
Çandarlı ve deniz; bahar zamanı
(Mart 2018)

 
Karadağ; Karagöl'de bahar
(Şubat 2010)

İlkçağ’ın önemli coğrafyacısı ve gezgin Strabon, meşhur Geographika isimli eserinde Pitane’den şöyle söz ediyor:

“Buradan sonra (Dikili’deki Atarneus kast ediliyor-İF), çifte limanlı bir Aiol kenti olan Pitane’ye ve Eunos nehrine gelinir; bu nehir, kentten Adramyttionluların yapmış olduğu suyoluna ulaşır. Zenon’la birlikte, Polemon’un öğrencisi olan akademisyen Arkesilaos Pitane doğumludur. Pitane’de kıyıda, Eleussa adası (Çandarlı’nın karşısında yer alan Karaada-İF) hizasında “Pitane’nin altındaki Atarneus” denen bir yer vardır. (Prof. Dr. Bilge Umar, Aiolis isimli kitabında Pitane maddesinde bu yerin Karaada’nın karşısındaki Karagöl Mahallesi olduğunu belirtiyor; yani Çandarlı’nın doğu yakasının karşı kıyısı-İF) Pitane’de tuğlalar suyun üstünde yüzmektedir. Tyrrhenia’da da, bir cins toprak nedeniyle aynı şey söz konusudur, çünkü bu toprak aynı hacimdeki sudan daha hafif olduğu için yüzer. Poseidonios, İberia’da kile benzer bir topraktan, kalıp halinde tuğlalar gördüğünü, bununla gümüş temizlendiğini ve bunların su üzerinde yüzdüklerini söyler. Pitane’den sonra Kaikos nehrine (Bakırçay-İF) gelinir. Bu nehir, otuz stadia ötede Elaitikos körfezine (bugünkü Çandarlı Körfezi-İF) dökülür. Kaikos’un karşı kıyısında, nehirden on iki stadia ötede bir Aiol kenti olan Elaia (bugünkü Kazıkbağları Mevkii-İF) bulunur. Pergamon’dan yüz yirmi stadia uzaklıkta bulunmasından ötürü burası Pergamonluların limanıdır.”(2)

 
Bakırçay'ın deltasındayız; karşıda Kazık Bağları...
(Eylül 2008)

  
Çandarlı sahilinde...
(Mart 2018)

  
Bakırçay'ın deltası
(Eylül 2008)

Prof. Dr. Bilge Umar, Çandarlı isminin kökeni ile ilgili olarak Osmanlı’nın Fatih Sultan Mehmet dönemi sadrazamlarından Çandarlı Halil Paşa ile ilişkilendirmeye çalışan bazı kaynakların aksine, İlkçağ’a dayanan bazı tezler ileri sürmekte. Bunu da Çandarlı’nın kuzeyinde bulunan volkanik Karadağ’ın volkan ağzında oluşan Karagöl ile ilişkilendirmekte.

  
Çandarlı; doğu denizi
(Haziran 2013)

 
Karadağ'dan Corciyo adasına bakış
(Şubat 2010)

Karadağ'ın volkan ağzı; Karagöl...
(Şubat 2010)

“Çandarlı’nın yanı başındaki Atarna gölcüğünün adı, Sandarla (Sanda-Arla, Sanda’nın Gölü) biçiminde de söyleniyordu. Böyle –a bitişli Anadolulu adların o bitişi, İlkçağ’ın geç döneminde eta harfiyle yazılmış ve harfin gösterdiği ses önce e, sonra i değerini almıştır: Smyrna, Smyrne, Zmirni… Burada da Sandarla’nın Sandarli, Tsandarli’ye döndüğü anlaşılıyor: gerçekten son dönemde Rumlar Tsantarli adını kullanıyorlardı… Tsandarli adı, elbette ki, Türk ağzında Çandarlı edilir.”(3)

Çandarlı, Orta Çağ’da Ege kıyılarında; o zamanların stratejik hammaddesi şap ticareti ile uğraşan Cenevizli ailelerin kolonizasyonuna tabi olmuş yerlerden biri olarak dikkat çeker. Bizans’dan aldıkları imtiyazlarla Foça, Yeni Foça, Şakran (Temaşalık ya da eski Gryneion(4)) ve Denizköy önlerindeki Corciyo adası (ya da Büyük Ada) gibi önemli noktalarda bu zenginliği elde tutmak ve ticaretini yönlendirmek amacıyla kaleler oluşturmuşlardır. İlkçağ’dan kalma bir yapının üzerine bina edilmiş Çandarlı Kalesi, bu çağda Cenevizliler tarafından bir savunma yapısı haline getirilmiş, daha sonra da kapısının üstündeki tuğradan da anlaşılacağı üzere II. Mahmut döneminde onarılarak bugünkü hüviyetine kazandırılmıştır.

 
Çandarlı Kalesi
(Nisan 2008)

 
Kalenin duvarlarında yer alan ve savunmaya dönük olarak kullanılan seng endaz (taş atan) oluklarından biri
(Nisan 2008)

Kalenin bedenleri ve burçlardan ikisi
(Nisan 2004)

Çandarlı yarımadasında zamanın tahribatına direnen birkaç ev ve kule dışında eskiden günümüze kalan tek yapı Çandarlı Kalesi’dir. Zamanın güçlü elleri, sadece kaleyi yerinden oynatamamış durumdadır. Kale; yakın geçmişte, bazı eski Türk filmlerine doğal plato görevi de görmüş bulunmaktadır. Cenevizlilerin yaptığı kale, beş burcuyla yarımadanın ortasında sapasağlam göğe uzanmaktadır. Kalenin kapısında II. Mahmut’un tuğrası yer almakta ve kalenin son aldığı biçiminin tanıklığını yapmaktadır. Kargaşalardan ve eşkıya saldırılarından yorulmuş bu topraklara huzur ve düzen getirmeyi amaçlayan Padişah II. Mahmut, hapishane olarak kullanma düşüncesiyle kalenin yeniden onarımını yaptırmıştır. 

 
Kalenin kabaralı demir kapısı
(Nisan 2004)

 
Kaleyi 19.yy.ın başlarında restore ettirip bugünkü haline getiren Padişah II. Mahmut'un tuğrasını taşıyan giriş kapısı üzerindeki mermer kitabe
(Nisan 2004)

 
Kale düzleminden batı denizine bakış
(Mart 2018)

Yukarıda sözü edilen eşkıya saldırılarından en bilineni ise, yakındaki Ege adalarından Çandarlı’ya yönelik olarak gerçekleşen girişimdir. Tarihte Çandarlı Baskını(5) olarak bilinen bu önemli olayda 1822 yılında Sakız ve Psara adasından gelen Rum kapetanların bastığı Çandarlı kasabasındaki korkunun izleri, bugüne ulaşabilmiş doğu sahilindeki Koçanlı Konağı’nın alt katı sağır, üst katında ise yer alan demir parmaklıklı ve ızgaralı pencerelerinden hala okunabiliyor. Yerel idarecilerin iyi niyetli bir girişimi olarak öne çıkan Koçanlı Konağı’nın restorasyonunun tamamlanmış olmasına karşılık bu volkanik esaslı andezit taşından mamul güzelim yapının hala eski metruk halini koruması ve “halk için” yararlı bir amaç uğruna kullanıma açılmamış olması da tuhaf doğrusu.

 
Koçanlı Konağı; restorasyon öncesi...
 (Eylül 2007)

Korku dağları bekler; altı sağır; üst katın demir parmaklıklı, yandan sokağı ve geleni gören pencereleri; 1822'deki Çandarlı Baskını'nın sonraki hayata etkileri...
(Eylül 2007)
 
Koçanlı Konağı ve Çandarlı'nın batı sahili
(Nisan 2008)

Kasaba içindeki; Çandarlı Baskını ile ilişkilendirilebilecek bir diğer yapı ise, yarımadanın doğu yakasındaki sahile paralel sokaklardan biri olan Ellema Sokağı’nda yer alan düzgün kesme taştan yapılmış ve görünürde tamamen sağır olan kule tipi evdir. Evin üstünde ilave bir kat var mıydı; zamanla bu kat yıkıldı mı; tam olarak anlaşılmasa da bu yapı da savunma refleksiyle bir evden daha çok bir kale burcunu andırmaktadır.

 
Ellema sokağındaki kule tipi yapı
(Şubat 2002)

 
Aynı yapının 2018 yılındaki hali; geçiş yolu demir kapı ile kapatılmış. Duvarlar çatlamış halde...
(Mart 2018)

 
Ellema sokağında bir koca kapı
(Mart 2018)

 
Ellema sokağı
(Mart 2018)

Bergamalı yerel tarih araştırmacısı ve Bergama Kermesi’nin fikir babası Osman Bayatlı’nın Bergama’da Yakın Tarih Olayları – XVIII. – XIX. Yüzyıl Olayları isimli kitabında anlattığı Çandarlı Baskını ile ilgili bölümde bir gece yarısı Rum eşkıyalar tarafından gerçekleştirilen baskın sırasında sadece Çandarlı Kalesi, zamanın Çandarlı Voyvodası Kırantaoğlu Mehmet Ağa’nın Kulesi (şimdiki çarşıdaki caminin arka yönünde yer alıyordu) ve Ziynet Hoca Kulesi (artık yok) gibi savunmaya elverişli yerlerden piştovlarla karşı konulduğunu aktarmaktadır(6). Kesin olarak bilinmez, ama belki de o geceki Rum kapetanlara karşı direniş noktalarından birisi de bu eski kule evdir. Çevresindeki modern evlerle kuşatılmış olan bu yapının üzerinde yer alan derin çatlaklar, yapının gelecek zamanlara taşınması olasılığını giderek zayıflatmaktadır.

 
Çandarlı'nın eski belediye başkanlarından Tevfik Kıranta'nın ismini taşıyan sokaktayız.

Kasabanın içindeki sokaklarda dolaşırken bir köşedeki sokak levhasının üzerinde Tevfik Kıranta isminin yazılı olduğunu fark ediyoruz. Önündeki bir yaşlı kızılçamın gölgesine sığınmış; beyaz badanalı tipik bir Çandarlı evinin üzerine çakılmış sokak levhası. 1963-1973 yılları arasında Çandarlı Belediye Başkanlığı görevini yürütmüş olan bu kişinin, 1822’deki meşhur Çandarlı Baskını’na karşı koyan kule evlerden birisinin sahibi, ama aynı zamanda Çandarlı Voyvodası olan Kırantaoğlu Mehmet Ağa’nın ailesine mensup birisi olma olasılığını güçlendiriyor.

 
Baharın utangaç halleri; hafif ve benzersiz kokularıyla meraklısını ele geçiriveren defne çiçekleri

 
Çandarlı'nın merkezinde yer alan kızılçamlarla kaplı parkta rastladık onlara; defne çiçeklerine... 

Çandarlı’nın tam ortasında; kızılçamlarla kaplı büyük parktan yürüyoruz kuzeye doğru. Parktaki defne ağaçlarının yeni açmış çiçeklerinin oldukça hafif ama baş döndürücü kokusu ele geçiriveriyor bizi. Kimi açmış; kimi tomurcuk halinde daha defne çiçekleri… Ne güzeldir defne çiçeklerinin kokusu baharda; sadece aklınızı çeler yanından geçerken, biraz da dikkatliyseniz eğer. Kendini herkese teslim etmez defne çiçekleri; tanıdığına bildiğine sunar güzelliğini. Ne mutlu onu fark edenlere; çünkü benzersizdir kokusu…

 
Eski halinin bir kule tipi yapı olduğunu düşündüğümüz taş ev; hamam yakınlarında rastladık ona.

 
Köşesinde bulunduğu sokağın içinden eve ve yanındaki avluya bakış

Biraz ileride denize doğru çıkan sokakların birinde bir Osmanlı hamamına rastladık. Restore edilmişti; ama kapalıydı. Sanki kültür merkezi gibi bir işlev üstlenmiş gibi geldi bize. Yan sokağa doğru saptık buradan; köşede oldukça bozunmuş, alt katlarında pencerelerin sonradan açıldığı anlaşılan bir kule tipi evden kalanlar vardı; kötü bir şekilde değişikliğe uğratılmıştı yapı. Hemen yanında ise; yıkık bir avlu duvarının ardında; duvara bitişik konumda eski ve “sönmüş” bir ocak, avlunun ortasında bir zamanlar bir evin varlığını çağrıştıran taş yığınlarının yanında kırık dökük bir bahçede ise çiçeğe durmuş diri baklalar vardı; esintiyle birlikte iki yana sallanan. 

 
Taş evin yanındaki avluda yer alan ocak ve bahçedeki baklalar

 
Aynı sokağa deniz yönünden bakış

İncirli Çeşme sokağından denize doğru yürüdük. Sokağın ortalarında bir yerde; üzerinde neredeyse kaybolmuş kitabesinde Hicri 1102 (Miladi 1691) tarihini zorlukla seçebildiğimiz çok eski bir çeşme, hemen duvarın arkasında ise bir mescit ölçeğinde tarihi Hacı Ali Ağa Camisi vardı. Cami ise daha yakın tarihlerde; 19.yy.da (Hicri 1228) Veli Ağa oğlu Ali Ağa isminde bir kişi tarafından yaptırılmıştı. Yol seviyesinden yüksekte konumlanmış caminin kuzey doğuya bakan kapısına bir merdiven ile erişilmekteydi. Sokağın karşı köşesindeki evin sürmeli koca kapısı ve avlu duvarının dibindeki henüz uyanmamış incir ağacı ise sokağın bekçisi gibiydiler. Belli ki bu çeşme ve incir ağacı, bu sokağı sahiplenmişlerdi kendince.

 
İncirli Çeşme sokağında yer alan Hacı Ali Ağa Camisi ve önündeki tarihi çeşme

 
İncirli Çeşme

  
Çeşmenin üstünde yer alan kitabede zor da olsa Hicri 1102 tarihi okunmakta.

İncirli Çeşme sokağının deniz tarafındaki köşesinde bir başka kişilikli ev daha vardı; gri pencere söveleri, çatısının köşelerinden dışarı doğru taşmış turnagagasını andıran kiremitleri, kemerli giriş kapısı ve uçuk bej rengi kırık dökük sıvasıyla; bu iki katlı, kapı ve pencereleri sürmeli ve terk edilmiş ev, nedense bize hoş göründü. Yılların birikimiyle artık yorgun düşmüş bu yapının üzerine iliştirilmiş; turistik mekânı işaret eden bir sürü yönlendirici levhanın yaratmış olduğu ilave yük ise, bütün bunların cabasıydı sanki. Denize doğru yürüdük. 
  
İncirli Çeşme sokağının denize yakın köşesinde yer alan Çandarlı evi

 
Aynı eve arkadan bakış

 
İncirli Çeşme sokağında bir suskun koca kapı; 21 numara...
Çandarlı’ya ulaştığımız ana göre; kumsaldaki insan kalabalığı artmıştı. Şezlonglarını kumsalın üzerine atmış şehir kaçkınları, deniz kıyısında güneşlenerek keyif yapmaktaydılar. Bugün yazı aratmayan bir gün vardı Çandarlı’da… Kaleye doğru ilerledik yeniden. Göğe doğru yükselen beş burcuyla görkemli Çandarlı Kalesi, başından geçenleri yolcuların kulaklarına fısıldar gibiydi akşama doğru. Yazlıkçıların kapı-pencere sürmeli evlerinin neredeyse hepsi kapalıydı.

 
Çandarlı'da bütün sokaklar ya kaleye ya da denize açılır.

  
Kaleye yakın yorgun evlerden biri daha...

Topraktan fışkıran Pitane'den kalan; eski bir sütun parçası...
(Nisan 2008)

  
Kaleden aşağıya, doğudaki denize doğru; akşam vakti...

Kaleden doğudaki denize doğru açılan bir sokağa girdik. Beyaz badanalı eski “macır” evlerinin yanından geçtik usulca. Ocağına incir ağacı dikilmiş bir eski evin önünde, sağda solda, her yerde yapıtaşı olarak kullanılmış Pitane’nin kadim kesme taşları vardı. Sanki Çandarlı’nın altında gömülü Pitane’nin ruhu, bir akşam vakti gömülü olduğu yerden dışarı taşarak, denize açılan sokaklarda devriyeye hazırlanır tondaydı. Koçanlı Konağı’nın arkasındaki antik çömlekçiler, kırık keramik parçaları, kalenin bedenlerinde saklı eski hayatın izleri… Ah o kesme taşlar; üstü çürümüş gibi, volkanik püskürmenin azabına dayanmış andezitler, trahitler; ah o kadim taşlar; Pitane’den Çandarlı’ya neler taşıdılar neler? Dilleri çözülse de hele bir anlatsalar…

Dipnotlar:
(2)  Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV), Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3.Baskı; İstanbul 1993; sayfa: 117
(3)  Prof. Dr. Bilge Umar, Aiolis, Bir tarihsel coğrafya araştırması ve gezi rehberi, 2002, İnkılâp Kitabevi; sayfa: 124
(5)  Çandarlı Baskını ve sonuçları ile ilgili olarak bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2013/04/pitaneden-candarliya.html
(6)  Osman BAYATLI, Bergama’da Yakın Tarih Olayları – XVIII. – XIX. Yüzyıl Olayları, 1957 Baskısı; Sahife:45–46
(7)     Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC