5 Şubat 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bu yıl İzmir’e
Cumhuriyet tarihi istatistiklerini alt üst edecek denli çok yağmur yağıyor.
Ocak ayında şimdiye kadar metre kareye 400 kg.dan fazla yağış düştü. Bu miktar,
Cumhuriyet döneminde düzenli yağış istatistikleri tutulmaya başlanalıdan beri
en yüksek değermiş. Torbalı’da, Gediz Ovası’nda, Söke Ovası’nda bütün tarımsal alanlar, sular altında… Cumaovası düzlüklerinde obruklar oluştu.
Bütün bu yaşadıklarımız, olağanüstü bir iklimsel dönemden geçtiğimizi
gösteriyor.
Belevi Gölü; hiç bu halde görmemiştik.
Sabah vakti; doğu ışığının altında Belevi Gölü
Belevi Gölü; öyle büyümüştü ki...
Torbalı-Selçuk-Tire
üçgeninde birçok göl yeniden canlandı. Cumhuriyet’in kuruluşu sonrasında bir
kampanya şeklinde sürdürülen sıtmayla savaş kapsamında kurutulan göllerin çoğu
geri dönüyor gibi. Torbalı Ovası’ndaki Cellât
Gölü, Karagöl, Sağlık ve Belevi
gölleri bunların arasında yer alıyor. Sabahın erken saatlerinde üzerinden
yükselen sis tabakasının büyüsü altındaki Cellât
ve Belevi göllerinin yanından
geçerken bu duruma tanıklık ettik.
Torbalı yolunda Cellat Gölü; akşam dönerken...
Cellat Gölü
Kararsız hava koşulları
nedeniyle bu aralar dağlarda uzun yürüyüşler yapamıyoruz. Bu nedenle Tire’ye
yönelik farklı bir projenin hazırlıkları kapsamında şehrin çeperlerinde
dolaştık. Salı Pazarı’nın yoğunluğu
içinde dost ziyaretleri ve belli noktalara kısa uğramalar şeklinde geçen bir
günün sonunda bir yazı için yeterli mesele birikmişti elimizde. Biz de onları
yazdık.
Tire Arastası'nda...
Tire’de Sabah
Bugün Salı Pazarı var Tire’de… Bir kasabadan
daha fazlası diyebileceğimiz bir hareketlilik, canlı bir sosyal ortam;
yüzyıllardır devam ede gelen bir gelenek her Salı yeniden sahne alıyor Güme
Dağı’nın eteklerinden ovaya doğru inen sokaklarda… Urgan Pazarı, İncir Pazarı, Portakal Pazarı, Tavuk Pazarı, Bedesten,
Tahtakale gibi kesişme noktalarında, Güme
Dağı’nın bereketini ovaya taşıyan köylüleri arıyor gözlerimiz. Belki
baharın gelişiyle hareketlenecek ortalık; yeniden akacak sokaklara Aydın
Dağları’nın Yörükleri… Her ne kadar ovada ve dağlarda Yörüklerin durumu pek de
iyi görünmese de bugünlerde; yine bir şekilde silkinirler ve yavaş yavaş
doğrularak çöktükleri yerlerden; yeniden başlarlar “uzun” yürüyüşlerine,
dağlarda ve ovalarda…
Tire Çöplüce Hanı; şimdi çay bahçesi...
Çöplüce (Çöplen) Hanı'ndan bir köşe
Çöplüce Hanı tanıtım levhası
Sabahın erken
saatlerinde Salı Pazarı’nın ele
geçirdiği sokaklardan geçerek Alay Parkı’na
doğru yürüdük. Güneş yükseldikçe sabah ayazının beli kırıldı. Yahudilerin
Tire’ye bıraktığı kültürel mirasın unsurlarından birisi olan geleneksel Karambol oyununu oynayan ihtiyarlardan
kimsecikler yoktu ortalıkta. Tire Müzesi’nin
karşısındaki 19.yy.da Aydın Dağları’nın
iki yüzünde merkezi yönetimin temsilcisi konumundaki Kırım kökenli Hacı Ali Paşa’nın Yanık Konak’ının yanından geçerek mazbut ve mütevazı yaşamların
hikâyeleriyle yüklü Tire’nin sırtlarına doğru yürüdük.
Karambol oyunu tanıtım levhası
Altı Birlik Steli; Tire Müzesi avlusundan...
Bir mezar steli; Tire Müzesi; Roma Dönemi
Tire Müzesi; bir başka mezar steli; Roma Dönemi; İ.S. 3-4.yy.
Tire Müzesi; bir başka mezar steli; bir elinde başak bir elinde zeytin dalından zafer tacı ve kanatlanmış giderken...
Sırtlara doğru…
Tire Belediyesi’nin
girişimleriyle yakın zamanlarda restorasyonu tamamlanan Yalınayak Hamamı ve Yalınayak
Camii’ni geçip yukarılara; Yavan
Çeşme’ye doğru ilerledikçe zamanın eski ve yorgun evleri dikilir karşınıza
bir bir. Tasanın ve kıvancın birlikte paylaşıldığı; yokluk zamanlarının
insanlarının bir birine yaslanarak ayakta durdukları; gerçek hoşgörünün
sokaklarda kol gezdiği bir zamandır yaşanan.
Yavan Çeşme'ye doğru
Aynı sokağın biraz yukarılarında...
Yavan Çeşme Sokağı; arkada Güdük Minare
Bugün Harlak’ta, Hacı Kalfa’da ve Güme Dağı’nın
eteklerinde başlayıp biten zeytinliklerin sınırını belirlediği Tire’nin
çeperlerinde hangi kapıyı çalsanız, yorgun ihtiyarlar açar kapıyı sizlere. Bir
ömrü Tire ovasındaki kendirin, tütünün peşinde eritip bitirmiş, türlü
hastalıkların tükettikleri bu yorgun vücutlar, şimdi hayatın son demlerinde bir
sefalet ikliminin pençesinde; rüzgâra kapılmış birer kuru yaprak misali yaşamın
kıyıcığında oradan oraya savrulup durmaktadır.
Yavan Çeşme; bir unutulmaz mekan...
Çivit mavisi dış cephe badanası ile dikkat çeken bir ev
Sokağın dibinde bir yatır; arkada ovadaki Tire...
Zamanında taşı sıksa
suyunu çıkaracak denli genç ve güçlü bu insanların şikayet ettiği
duyulmamıştır. Kanaatkârdırlar; çocukları geçim derdinin peşinde; büyük şehre
göçmüş, oralarda yaşama tutunma mücadelesinde kaybolup gitmişlerdir çoğu.
Geride kalanlar ise; Tire’nin sırtlarında boşalan zamana yenik ve boş evler,
onların eski sahipleri; hayatta kalan son ihtiyarlar ve gençlik günlerinde; her
sabah Tire’nin sırtlarından ovaya doğru akarak Kesikbaş’ın kahvehanelerinde tütüne ve kendire amele arayan bir
dayıbaşının kamyonuna doluştukları zamanlar; boğaz tokluğuna çalışıp asla doğru
dürüst bir varidat elde edemeden türlü hastalıklarla boğuşma anları; bir film
şeridi gibi akıp geçiyor kadınlı erkekli ihtiyarların gözlerinin önünden.
Harlak meydanı; ıpıssız...
Adı üstünde...
Bu boş küflü duvarlar; nemin çürüttüğü hayatlar terk ettikçe bu evleri; dağlılar gelip yerleşirler eski sahiplerinin mekânlarına. Güme’nin yükseklerindeki köylerden, çok uzaklardaki başka hikâyelerin içinden fırlayarak belki yeni bir umudu besleme sevdasıyla Tire’nin çeperlerine son katırlar, merkepler ve at arabalarıyla gelip birer birer mevzilenirler. Bu on yıllarca devam ede gelen bir sürecin sonunda; taşradaki bir kasabanın sırtlarındaki sosyal değişimin hikâyesidir aslında.
Harlak'ta ulu bir servinin dibinde yatar kurucu ata...
"Harlak" Dede
Denir ki; Tire, Güme’nin eteklerinde yedi ayrı tepenin üstüne kurulmuştur. İşte Harlak da, Tire’ye hâkim tepelerden
belki de en güzellerinden birisidir. Adı üzerinde; harıl harıl akan su anlamına
gelmektedir. Bu su, Bedri Bey Deresi
yoluyla düze iner. Bir zamanlar Harlak
meydanında çok büyük bir çınarın olduğunu yörenin sakinleri anlatıyor. Hatta
çınarın beli o kadar büyümüş ki; bir vakit yolu kaplamış, o yoldan yüklü
develer geçemez olmuş. Zamanla da çınarı kesmişler. Şu anda meydanda zamanın
tanığı yaşlı kara servi ve altında ismini kimsenin bilmediği bir Horasan ereni
yatmaktadır ve belki de mahallenin kurucu atasıdır o; kim bilir?
Servinin yaşı 700 yıldan az değil...
Sarıca Yusuf'da eski Tire evleri
(Ocak-2004)
Bugün aynı meydanda bir ıssızlık hâkim… Harlak’ın adını aldığı o gür su nerede
şimdi? Bu meydanı şenlendiren o eski kalabalıklardan eser yok ortalıklarda.
Dağın eteklerinde; aşağıdan yukarı doğru yükseldikçe manzara benzer bir tonda
sürer gider. Daracık Arnavut kaldırımlarının üstü çoğu yerde asfaltla örtülmüş
olsa da, halkın hafızasında saklıdır o sokaklar. Yağmuru bir sel gibi Güme’den
aşağıya taşıyan dereler artık asfaltın altındaki dehlizlere çekilmiştir. Kıvrım
kıvrım daracık sokaklarda; yüksek kapıların ardında yok olan yaşamların izinden
giderken, tütün ve kendir hikâyeleri canlanır hatıralarda; dayıbaşının kamyonlara doldurduğu genç emekçiler, bir sel gibi Tire
Ovası’ndaki tarlalara akarlar.
Dağ ile şehrin birleştiği çizgideyiz. En arkada karlı Bozdağ zirveleri...
Yukarıda zeytin sekileri...
Bu sırtlarda; Harlak’ta, Hacı Kalfa’nın
altlarında yaşayan insanların 60-70 belki de 100 yıl önce bütün hayatlarıydı
tütün ve kendir. Bir yanı geçim derdi; bir yanı tarlalarda tüketilen hayatın ve
gençliğin ta kendisi…
Tütünün
hikâyesi
Hasan Hoca çocukluk ve ilk gençlik
yıllarındaki tütünün tohumdan balyaya girişine dek geçirdiği serüvenini şöyle anlatıyor:
“Tütün, Ocak ayında başlayan bir
hikâyenin öznesidir aslında. Bu zahmetli ve yorucu sürecin en başında, önce
yetiştirilecek fideleri örtmek için kullanılacak kepenkler hazırlanır evlerin
bahçelerinde. 4 tane bilek kalınlığında ve yaklaşık 3 metre boyunda yabani
kestaneden direk kesilir. Bu direkler birbirine çakılarak bir kare oluşturulur.
Bunların çaprazına iki direk daha çekilir. Direklerin arasına gelecek şekilde
çavdar sapları ve Küçük Menderes’in kıyısındaki sazlıklardan toplanmış kargı
kuruları sıralanır. Tütün fidelerini Ocak ayazında soğuğa karşı korumak için
örtü amacıyla yapılan kepenk kullanıma hazır hale gelmiştir artık.
Tütün fideleri için ızgaranın hazırlanması
(Kaynak:http://metingulesci.blogcu.com/tutun-fidelikleri-hazirlaniyor/11996769)
(Kaynak:http://metingulesci.blogcu.com/tutun-fidelikleri-hazirlaniyor/11996769)
Sıra fidelerin yetiştirileceği ızgaradadır
şimdi. Bu amaçla defalarca elekten geçirilmiş pişmiş hayvan gübresi ve kum
karışımı, toprak yardımıyla 50-60 santim yerden yükseltilen ızgaranın üstüne
serilir. Ardından tütün tohumları ızgaranın üstüne serpilir. Izgara güneş
alacak şekilde konumlandırılmıştır. Yaklaşık 20 litrelik süzgülü bir teneke ile
su havuzundan su alınıp, belli aralıklarla ızgara düzenli bir şekilde sulanır.
Geceleri tütün fidelerini soğuğa ve dona karşı korumak amacıyla kepenkle
ızgaranın üstü muntazam bir şekilde örtülür. Kepengin iç yüzeyine düzgün bir
şekilde yerleştirilmiş çavdar ve kargı kuruları, hava yalıtımı sayesinde
fideleri soğuğa karşı korur.
Ovada tütün kırma zamanları...
(Hasan Doğan Arşivi)
Mart ayının sonuna doğru olgunlaşan
fidelerin ızgaradan seçilerek toplanması ve demet yapılması için ızgaraya
basmamak ve fideleri ezmemek için onun üstüne bir anlamda köprü görevi görecek
tahtadan sıralar hazırlanır. Bunların üzerinde dolaşarak olgunlaşan fideler
seçilir, demet yapılır ve kelterlere dizilir.
Bu arada tütünün dikileceği tarlalar
sürülmüş ve ekime hazır hale getirilmiştir. Tarlada çapayla yaklaşık 5 metre
uzunluğunda arıklar açılır. Arıkların toplamına tütüncü dilinde salma denir. Tütün kazığı ile fide
birlikte toprağa saplanarak tütün fidelerinin tarlaya dikim ve aktarım işleri
tamamlanır.
Nisan ayı çapa zamanıdır. Çapa, çapa,
çapa… Bitmek bilmeyen çapalama işlemleri Nisan-Mayıs aylarında devam eder.
Mayıs sonu, Haziran başı gibi ovadaki tarlalara tütün kırmak amacıyla göçler
başlar. Tarlalarda çardaklar kurulur. Olgunlaşan tütün yaprakları 4 kez
kırılır. Dip kırması, ana kırma, uç altı kırması ve uç kırma…
Tütün kıran eller
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
Tütün kırması, insanın birçok şeyden feragat ettiği zamanlara denk düşer. Tütün kırmak için gece 1’de, 2’de kalkılır. Bir demir çubuğun ucuna asılan lüks lambasının ışığında başlayarak, sabah 10’a kadar tütün yaprakları kırılır. Kırma işleminin başlaması için yaprakların hafifçe sararması gerekir.
Tütün kırmada ana kırma aşaması
(Hasan Doğan Arşivi)
Kırılan tütün yaprakları, dizi dizi
kelterlere sıralanır. Dolan kelterler tarlanın kıyısındaki çardaklara taşınır.
Çardakta tütün yaprakları iğnelere dizilir. Çardakta bir sağıcı vardır; 3-4 metre uzunluğunda bir kargının kalın tarafına
kınnapın ucu sabitlenir. İğnenin bir ucunda kınnapın gireceği kadar bir delik
vardır. Kınnap, dizilen tütün yapraklarının ağırlığı nedeniyle sarkma yapmaması
için, birkaç yerden kargıya sabitlenir.
Kırılan tütün yaprakları kelterlere yerleştiriliyor.
(Hasan Doğan Arşivi)
Bir eğik düzlem oluşturacak şekilde yere
çakılan farklı boydaki kazıklar yardımıyla oluşturulan kırmandala; dizi dizi tütün kargıları, kuruması için asılır. Tütün
askıları, yaklaşık olarak 5-10 gün güneşte kurumaya bırakılır. Eylül sonu gibi
çardaktan güneşte kurutulmuş tütün kargılarıyla birlikte evlere dönülür. Tohuma
dönmüş düzgün fidanlardan tohum keseleri kesilerek bir sonraki döneme hazırlık
yapılır.
Kırmandala atılmış tütün askıları
(Kaynak:https://mapio.net/pic/p-24829244/)
(Kaynak:https://mapio.net/pic/p-24829244/)
Eylül-Ekim aylarında; kargılardan
boşaltılan tütünün kalıp makinaları aracılığıyla kalıplara yerleştirilip
sıkıştırılması işlemleri yapılır. Tütün yaprakları kalıba yerleştirilirken
bozuk ya da hastalıklı yaprakların ayrılması işlemleri de gerçekleştirilir.
Kalıbın altına serilen bir çuval bezinin üstüne yerleştirilen tütün yaprakları
bir pres yardımıyla sıkıştırılır. Kalıba yerleştirilen yaprakların üstü çuval
bezinin kalan kısmı ile kapatılarak ağzı dikilir. Artık; tütün, balya haline
gelmiştir.
Tütün yapraklarını kalıplamak için kullanılan kalıp kutusu
(Hasan Doğan Arşivi)
Tütün balyaları
(Hasan Doğan Arşivi)
Bundan sonra sırada tütün eksperinin
yolunun gözlenmesi vardır. Kasım-Aralık ayları tütün eksperinin ve tüccarların bekleyişi
ile geçer. Eksper, tütünün kalitesini belirler. Şubat ayında tütün piyasası
açılır; baş fiyat belirlenir. Sonra her şey yeniden başlar. Yeni dönem için tütün
fideleri tavalara ekilmiştir bile… Ama tütüncünün hayatı, durmak bilmez bir
mücadeleyle sürüp gider.
Bu öyle yoğun bir koşturmacaydı ki;
rahmetli babam Bekir Doğan, tütün
peşinde koşturduğu yıllarda; Şubat ayında ayakkabısını, çorabını fırlatıp
atardı ayağından. Genç kızların, erkeklerin, anaların ve babaların uykusuz
geçen gecelerinin adı idi tütün. Gençlerin hülyalarını süslerdi tütün. Nişan
mı, sünnet mi, düğün mü yapacaksın; hepsi tütün parasına…
Eskiden kredi mi vardı? Tütün parasına
borç alırdın. Senet mi vardı eskiden? Tütün parasına çeyiz alırdın. Eskiden
konfeksiyon yoktu. Tütün parasına diktirirdin çocuğuna pantolon, kendine takım
elbise…
Düğün diyor karşı taraf; ev diyor, beş
tane beşi bir yerde diyor. Sıkma canını hanım; tütün parasına hallederiz.
İşte o günlerde kıt kanaat geçinilen,
umutla yüklü, ama yine de daha mutlu bir yaşam vardı. Daha “tüfek” icat olmamış
ve mertlik bozulmamıştı.”
Gelelim kendirin hikâyesine;
Kendirin
hikâyesi
Rutubetli toprağı seven kendir, Tire’de Mart
aylarında ekilmekteydi. Sulandığı takdirde kısa zamanda uzamakta ve bir dekar
yerden ortalama 40-50 çeyrek kendir elde edilmekteydi. Yapım aşamasında ise 50
kg.lık kuru kendir, lifin kolaylıkla çıkarılması amacıyla suda bekletilirdi.
Suya girince 100 kg su ve 30 kg kum aldığı için bir çeyrek kendir 180 kilogramı
bulurdu. Sulanmasıyla birlikte ağırlığı artan kendiri sudan çıkarıp kaldırmak
zorlaştığı için buna bir çözüm aranmış ve Tire’nin eski kendircilerinden
Kahveci İsmail ile Cevizli Ali Usta, bu bağları yarı yarıya bölmeye karar
vermişlerdi. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nda kendircilerin askere gitmesi
nedeniyle kendir işlerini yürütmek zorunda kalan kadın ve çocuklar, ağırlığı
nedeniyle yarım bağı kaldıramamışlar ve ikiye bölme yoluna gitmişlerdi. Büyük
bağın dörtte birine çeyrek denilmiş ve bir çeyrek kendir bağından 3-4 kg kendir
lifi, bir dekar yerden ise ortalama 150 kg kendir tohumu elde edilmişti.
Tire sırtlarından ovaya bakış
Emirgan sokağından Tire'nin görünümü
Kendirlerin Küçük Menderes'ten Tire'ye develerle taşınışı; bir Seha Gidel tablosu
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Kendirlerin Küçük Menderes'ten Tire'ye develerle taşınışı; bir Seha Gidel tablosu
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Farklı kalınlıklarda urganlar; Tire Kent Müzesi
Tire’de urgancılık tarihten günümüze dek önemli
bir uğraş alanı idi. Sağlamlığı ve beyazlığıyla Anadolu’da ün kazanan Tire
urganı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken Tireli ustaların ördüğü
urganlarla gemilerini Haliç’e çektirdiği tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Ustabaşılarının
hileli urgan yapanları cezalandırdıkları, hatta meslekten men ettikleri de
bilinmektedir. Tire’deki Gucur Camii Temettuat Defterleri’nde caminin imamı
olan Çırçıroğlu Hafız İbrahim bin İbrahim’in imamlık görevinin yanında
urgancılık yaptığı yer almaktadır. Son yıllarda modern teknolojiler
kullanılarak urganların makinalarda üretilmeye başlanması, elbette her yerde
olduğu gibi Tire’de de geleneksel yöntemlerle urgancılığın ve bu işi yapan eski
ustaların giderek ortalıktan kaybolmasına neden olmaktadır.(2)
(Hasan Doğan Arşivi)
“Kendirin serüveni aslında tarlada
biçilmesiyle başlar. Biçilen kendirler, Menderes’te
ilimana yatırılır. İliman dedikleri, Küçük Menderes ırmağının hemen kıyısında; suyun önünün toprakla
kesilerek oluşturulan küçük havuzcuklardır. Kendirler, Küçük Menderes’in
suyunun içinde iyice “pişer”.
Kendirin kabuğu diyebileceğimiz mahlaç,
bu şekilde kendini bırakır ve kolayca kendirin özünden sıyrılarak ayrılır.
Bir Seha Gidel tablosu daha; kendir liflerinin çarklarda döndürülerek sicime dönüştürülmesi
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Tire sırtlarındaki avlulu evlerin
bahçelerinde soyulan mahlaçlar, önce ıskatta bütün tozun pisin ayrışacağı bir
şekilde uzun süre sopa ile dövülür. Iskat,
mahlaçların dövme işleminin
gerçekleştirilmesi için duvara asıldığı bir tür düzenektir. Ama bu dövme işlemi
mahlaçları döven kişi için bayağı
çileli bir uğraştır; mahlaçların
üzerine sinmiş bütün toz ve döküntü insanın üzerine sıvışır. Bu işin sonu, Eski
Yeni Hamamı’nda biter.
Mahlaçların tarandığı taraklar; Tire Kent Müzesi
(Hasan Doğan Arşivi)
Bundan sonra mahlaçların taraklarda taranması işlemine sıra gelir. Tarama
işlemi, ana tahtaya sabitlenmiş sivri demir uçlu demir taraklarla
gerçekleştirilir. Mahlaç lifleri,
taraktan geçirilerek özü ve tarantısı birbirinden ayrılır. Daha
sonra liflere gıvram verilir; yani
sabun kullanılarak lifler parlatılır. Özden
dımışkı ve kınnap elde edilir. Bunun için kendir lifleri, çarklarda
döndürülerek sicime dönüştürülür. Tarantıdan
ise ile edilir. 12 ileden bir urgan yapılır.
Urgan çarkı; Tire Kent Müzesi
(Hasan Doğan Arşivi)
Urgan yapımında kullanılan düzenekler; Tire Kent Müzesi
(Hasan Doğan Arşivi)
İmalatı tamamlanan urganların bundan
sonra gideceği yer, Salı günleri kurulan Tire Pazarı’ndaki Urgan Pazarı olurdu.
Kasapların Urgan Pazarı’na sabah erkenden uğramaları pazarın nasıl geçeceği
yönünde bir işaret olarak kabul edilirdi.”
Harlak'ın yukarılarından Tire'ye panoromik bir bakış
Dağla Tire'nin buluştuğu patikalar
Eski Askerlik Şubesi
(Kasım-2006)
Karahasan Camisi karşısındaki Adalı Halil Evi
(Kasım-2006)
Eski Yeni Hamam'dan Kaziroğlu Camisi'ne doğru..
(Kasım-2006)
Zeybek Hoca Evi
(Kasım-2006)
(Kasım-2006)
Zeybek Hoca Evi'nin köşe detayı
(Kasım-2006)
Hacı Kalfa'ya uzanan Emirgan Sokağı
Bizi Tire'nin sınırlarına taşır bu dar geçitler...
Güme’ye doğru en yukarılarda
zeytinlikler başlar. Daracık geçitlerden ulaşılan Hacı Kalfa düzlemi, Tire’ye hâkim bir mevkidir. 13.yy.da Batı
Anadolu’ya yönelen Türkmenlerin büyük göçü sırasında bu topraklara erişen
kurucu atalar, bu sırtları kendilerine yurt edinirken arkalarında sonsuz bir
hatıra bıraktılar. Bugün Tire’nin sırtlarını bir yay gibi çeviren bir dizi ata
mezarı, bugün bu topraklarda yaşayan torunlara köklerini hatırlatan birer delil
gibidirler.
Hacı Kalfa yolunda bir başka isimsiz ata mezarı
Mezarın çevresindeki İlkçağ'dan kalma sütun parçaları
Hacı Kalfa düzlemi
Tire’nin sırtlarındaki bu sembol ata
mezarlarından biri de Hacı Kalfa’dır.
Bugün ulu bir servinin dibinde yatmakta olan Hacı Kalfa’nın bulunduğu sekinin dağa bakan yüzünde oldukça geniş
bir hafriyatın izleri; bu düzlemin hemen altından başlayarak, neredeyse Güdük Minare’nin kotlarına ulaşan
boyutta geniş bir alana yayılmış ve yarım kalmış beton teraslar; Hacı Kalfa’nın Tire halkının hafızasına
kazınmış hatırası ile pek de bağdaşmamaktadır.
Tire'ye yükseklerden bakan Hacı Kalfa'nın bir ulu servi dibindeki mezarı
Hacı Kalfa; çınarlar ve Tire'ye bakış
Hacı Kalfa ile ilgili olarak
Tire’de anlatılan söylence ise şu şekildedir:
“Hacı Kalfa, Tire’de eski zamanlarda
ustasıyla birlikte ayakkabı tamirciliği yapmaktadır. Günlerden bir gün ustaya
rüyasında, aksakallı bir dede hacca gitmesini salık verir. Usta, bu rüya
üzerine de hac hazırlıklarına başlar ve karısına “kalfamızı aç ve açıkta
bırakma”, kalfaya da “yengeni annen gibi bil ve onu koru, sana emanet ediyorum”
der ve altı ay sürecek hac yolculuğuna çıkar. Evin kadını, her gün kalfasına en
güzel yemekleri hazırlar. Bunlardan birisi de yaprak sarmasıdır. Yemeği yiyen
kalfa, dükkânına giderken yengesine aynı yemekten bir sahan da yanına koymasını
ister. Yenge soramaz, ama şöyle düşünür: “kalfa ya doymadan kalktı veya gece
acıkıyor.” Gel zaman git zaman; bu olay, altı ay boyunca devam eder. Ustamız,
hac vazifesinden döner. Hep beraber deveden yüklerini indirirken, onlarca sahan
yere düşmesin mi? O zaman evin hanımı konuyu anlar ve hiç sesini çıkarmaz.
Bizim kalfamız da o anda hacı olur.”
Nereye çıkar bu merdivenler?
İşte bu dar geçide...
Bugün Tire’nin çeperlerinde dolaşırken bir gözlemimiz de şu; son yıllarda emekli olup yeniden Tire’ye dönen bu toprağın çocukları, sırtlarda ovaya nazır eski evleri alıp restore ederek bu sırtlara yeni bir nefes vermeye başlamışlar. Bunu iyi niyetli bir girişim olarak değerlendirmek mümkün. Giderek ovayı ele geçiren kötü örnekleri düşünün; buraların da betona ve yüksek binalara boğulduğunu. İyi ki öyle değil; iyi ki hala kasabanın sırtlarında Güme Dağı ile kurulan organik bir ilişki mevcut Tire’de…
Tire'nin çeperlerinde...
En çok hoşumuza giden ise; sırttaki
zeytinliklerin hemen dibinden Hacı Kalfa’ya
doğru uzanan ve kısmen Arnavut kaldırımları ile kaplı sevimli bir patikadan (Emirgan sokağı) yürümek, bazen
bulunduğumuz düzlemden aşağılara doğru başımıza uzatarak; Tire’nin batıdan
doğuya doğru uzanan geleneksel mimarisine göz atmak ve bir öğle vakti, ansızın
pek az yerde tanıklık edebileceğimiz; onlarca camiden yükselen ilahi bir ezgi
gibi öğle ezanını dinlemek…
Güme eteklerinde yorgun damlar...
Zaman her şeyi öğütür;
bugün Tire’nin çeperlerinde dolaşırken tanıklık edip hatırladığımız gibi. Bu
taşra kasabasında modernleşme rüzgârlarıyla tüm ülkede olduğu gibi çok şey
değişti artık. Ama iyi, ama kötü; şu bir gerçek ki; akıllarda kalan eski
hatıralar, tüm çekilen çilelere, olanaksızlıklara rağmen yine de güzeldi.
Hatırlandığı zaman bir buruk tat bırakıp kaybolup gidercesine… Bütün
yaşananların ardında bıraktığı tortu ise, Tire’nin sırtlarında dolaşan bir
sefalet iklimidir.
Dipnotlar:
(1) Zeynep Türkyılmaz; Cumhuriyet Döneminde Sosyal, Ekonomik ve Kültürel
Yönleriyle Tire (1923-1938); Tire Belediyesi Kültür Yayınları-No:23; Basım Tarihi: Aralık-2018;
3.Bölüm; Tire’nin İktisadi Yapısı; sayfa: 54
(2) Antik Dönemde Urgancılık ve Tire; Doç Dr. Aynur Civelek; Adnan Menderes Üniversitesi, Fen
Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, AYDIN; Uluslar arası Küçük Menderes
Araştırmaları ve Tire Tarihi Sempozyumu Bildirileri; Cilt-1; 2018; sayfa: 171-173
(3) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC