SONBAHARDA
BOZKIRDA; ÇANKIRI
11-14 Ekim 2018
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bozkırda sonbahar
günleri… Henüz yağmurlar başlamadı. Sular çekilmiş derelerden. Her yanımız
kahverengine çalan bir sarı… Git git bitmiyor yollar. Bir sonbahar vakti; Anadolu
Platosu’nu kuzeyden güneye doğru bir yay çizerek bölen Kızılırmak’ın yayının içinde ve dışında dolaşırken, ilk önce Çankırı’ya uğradık. Çankırı, Kurtuluş Savaşı’nda Ankara ile Kastamonu arasındaki Kuvayı Milliye’nin lojistik ihtiyacının
karşılandığı önemli bir geçiş yolu üzerinde bulunması ile yakın tarihimizde
önemli bir yere sahip aslında. Ama bilinen kadim tarihi çok eski zamanlara;
Hititlere dek uzanıyor. İ.Ö. 3.yy.da Gangra
adıyla anılan kentin bu isminin, Anadolu’nun yerli halkı Luvilere dayandığı
söyleniyor. Strabon, Geographika adlı eserinde Çankırı’dan; Morzeos isimli bir hükümdarın krallık ikametgâhının Gangra olduğunu ve bu küçük kent ve
kalenin Paflogonyalı Kastor’un oğlu Deiotaros tarafından ele geçirildiği
şeklinde söz ediyor.(1)
Kaya tuzu madenleri yolundan Çankırı'nın genel görünüşü
Çankırı, bugün kuzeybatıda; burada gömülü Emir Karatekin’in ismi ile anılan Karatekin Tepesi’nin eteklerinde, kuzeyden gelen Tatlıçay ve kuzeydoğudan gelen Acıçay’ın birleştiği bir noktada yer
alıyor. Uzaktan bakıldığında, çatı kiremitlerinden anlaşıldığı kadarıyla;
şehrin en eski mahalleleri bu tepenin eteklerinde konumlanmış. Bizans’ın
elinden şehri ele geçiren Türkmen komutan Emir
Karatekin’in türbesi ve antik Gangra
kentinin ilk kurulduğu yer olarak tanımlanan Çankırı Kalesi de bu tepe üzerinde bulunuyor. Tepedeki koruluk ise
son yıllarda Çankırı Belediyesi
tarafından büyük bir park haline getirilmiş.
Çankırı şehir merkezindeki bir kavşakta yer alan İnandıktepe höyüğünde bulunan Hitit vazosunun replikası; aslı Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde yer alıyor.
İslam Ansiklopedisi’nde Danişmendliler
maddesinde mimari alt başlığı altında Karatekin
Türbesi ve diğer Danişmendli
türbeleri hakkında şu bilgiler veriliyor:
“Dânişmendli
eseri olan mezar anıtlarının en eskisi, Dânişmend
Gazi’ye ait Niksar Melik Gazi
Kümbeti’dir. Kare planlı yapı bir kısmı devşirme olan kesme taşlarla inşa
edilmiş, Türk üçgenlerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Basık kemerli
kapının çevresindeki izlerden, burada üç birimli ve kubbeli bir giriş revakının
mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dânişmend
Gazi’nin emîrlerinden 1106’da vefat eden Karategin’in Çankırı Kalesi’ndeki kümbeti, bilinçsiz
onarımlar sonucunda ilk mimari özelliklerini hemen bütünüyle yitirmiştir. Buna
karşılık Niksar’da Melik Gazi Kümbeti’nin yakınında
yükselen ve XII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen, Dânişmendli emîrlerinden Arslandoğmuş’a
ait Kulak Kümbeti devrinin
özelliklerini yansıtır. Burada moloz taşlarla örülmüş olan duvarların dışı, itinalı
bir işçilik gösteren kesme taş tabakası ile kaplanmıştır. Sekizgen planlı
mekânı örten kubbe sekizgen piramit biçiminde bir külâhla donatılmış, kuzeybatı
kenarındaki giriş sivri kemerli, pencereler yuvarlak kemerli olarak
yapılmıştır. Girişte yer alan kitâbede örgülü kûfî yazı dikkati çekmektedir.”(2)
Çankırı'nın sırtını dayadığı Emir Karatekin'in türbesi ve Çankırı Kalesi'nin bulunduğu Karatekin Tepesi
Geçmişten sisli izler; Emir Karatekin, Danişmend Gazi, Kılıç
Arslan ve diğerleri
Şehirde bugün Emir Karatekin’in adıyla anılan bir
üniversite kurulmuş. Peki ama Çankırı
Kalesi’nin bulunduğu tepede son derece mütevazı bir türbesinin bulunduğu bu
Emir Karatekin kimdir acaba?
“Üzerinde
tarih kitabesi olmayan bu türbede yattığı söylenen Emir Karatekin, 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra, Selçuklu
ailesinden Kutalmışoğlu Süleyman Bey
başkanlığında birçok Türkmen beyi ile birlikte bazı müstahkem kaleleri alarak,
Anadolu’nun Türk Yurdu olmasını sağlayanlardandır (Kafalı 2002: 182). Karatekin, Danişmendname’de ve Anna
Komnena’da da Çankırı, Kastamonu ve Sinop fatihi olarak anılmaktadır (Turan
1993: 67). Anna Comnena’nın Sinop’u
fetheden kişi olarak bahsettiği Charatiles
adlı emirin, Türkçe Kara Tigin olduğu
kabul edilir (Sümer 1999: 722). Danişmendname’ye
göre, Hz. Peygamberin bir işareti ile Anadolu’nun fethine görevlendirilen Danişmend Gazi ve Artuk’un arkadaşları arasında Karatekin
de vardır (Turan 1993: 86, 123). Bu eserde Kara
Tigin (Tekin) için Battal Gazi
zamanından sonra Çankırı
yakınlarındaki Tamasun köyüne
yerleşen Müslüman tacir Sa’id’in
oğlu, El Tigin’in kardeşi, Çankırı
fatihlerinden olduğu, Meryem Hatun
ile evlendiği ve türbesinin Çankırı
Kalesi’nde bulunduğu yazılıdır (Demir 2002: 122-127, 220), (Yinanç 1944:
126, 133).
Danişmendname’de, Emir Karatekin’in Danişmend
Gazi’ye bağlı olduğu bildirilmekle birlikte, Bizans kaynakları ve bazı
kaynaklarda, onun, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah’a bağlı olduğuna işaret edilmektedir (Yücel vd. 1990:
64-78). Karatekin’in haçlılarla
yaptığı savaşlardan birinde öldüğü zannedilmektedir (Ayhan 1998: 100-104).”(3)
Çankırı'da Arasta'da bir köşe kahvehanesi
Bazı kaynaklarda Emir Karatekin’in; onun bir komutanı
olarak tanımlandığı, Danişmendlilerin
özellikle Haçlı Seferleri sırasında Anadolu’da bir güç odağı haline gelmesini
sağlayan bilge kurucuları Danişmend Gazi
ile ilgili olarak Arap kaynaklarından derlenen bilgilerden birisi şu şekilde:
“Bu belirsizlik zamanlarında özelikle
doğuda, Anadolu yaylasının ıssız yükseltilerinde Danişmend (“bilgili, bilge kişi”) adında tuhaf bir şahsiyet hüküm
sürmektedir. Aslı meçhul bu maceracı adam, çoğunun okuması yazması olmayan
öteki Türk emirlerinin aksine, çok çeşitli ilim dallarında eğitim görmüştür.
Kısa süre sonra Danişmendname adında
meşhur bir destanın da kahramanı olacaktır. Ankara’nın güney doğusundaki bir
Ermeni şehri olan Malatya’nın fethini anlatan bu destanın yazarlarına göre(4), bu şehrin düşmesi
geleceğin Türkiye’sinin İslamlaştırılmasında bir dönüm noktasıdır. 1097’nin ilk
aylarında yeni bir Frenk seferinin haberi Kılıç
Arslan’a (I. Kılıç Arslan kast ediliyor) ulaştırıldığında, Malatya Savaşı
başlamıştır bile. Danişmend, kenti
kuşatır ve genç sultan, babasının ölümünü fırsat bilip Anadolu’nun kuzey
doğusunu olduğu gibi işgal eden bu rakibin böylesine şanlı bir zafer kazanması
düşüncesini kabullenemez. Bunu engelleme kararlılığı içinde atlılarının başında
Malatya civarına yönelir ve Danişmend’i
yıldırmak amacıyla onun hemen yakınına ordugâh kurar. Gerilim yükselir, küçük
çatışmalar çoğalır, bu çatışmalardaki ölü sayısı artmaya başlar.”(5)
Çankırı; Çivitçioğlu Medresesi
Bu sırada Frenklerin
İznik’i kuşattıkları haberi, Kılıç Arslan’ın
Danişmend Gazi ile olan bu çekişmesine
son verip İznik’e dönmesine yol açar. Danişmend
Gazi de onunla ittifak yaparak Malatya
kuşatmasına son vererek arkalarındaki “küffar”a yönelir. 11.yy. da Anadolu
Selçukluları ile Danişmendliler
arasındaki bu güç mücadelesi uzun bir süre devam eder. Ta ki Frenkler Eskişehir
yakınlarında Kılıçarslan’ın
kuvvetlerini bozguna uğratana dek…
Bir eski Çankırı evi
Yine aynı kaynakta bu
ricat şu şekilde aktarılmaktadır:
“Kılıç Arslan kaçarken, onun safında
savaşmak üzere Suriye’den gelen bir grup atlı savaşçıyla karşılaşır. Artık çok
geç, diye itiraf eder, bu Frenkler çok kalabalık ve çok güçlü, artık onları
durdurmak için yapacak bir şey kalmadı. Sözünün davranışlarıyla destekleyen ve
fırtına yatışıncaya kadar beklemeye kararlı olan sultan, uçsuz bucaksız Anadolu
yaylalarında gözden kaybolur. Öcünü almak için tam dört yıl bekleyecektir.”(6)
Çankırı sokaklarında...
İslam Ansiklopedisi’nin Danişmend Gazi maddesinde ise Danişmenlilerin kurucu atası hakkında
aşağıdaki bilgiler aktarılırken, farklı kaynaklardan derlenen bilgilerin
ışığında Emir Karatekin’in de Danişmend Gazi tarafından Anadolu’daki
fütuhat hareketi içinde görevlendirilen komutanlarından biri olduğu
belirtilmektedir:
Çankırı çarşısından bir köşe; neredeyse birbirine dokunacak kadar yakın iki eski Çankırı evi
“Bazı tarihçiler kalem
erbabının kumandan olamayacağını, Dânişmend Gazi’ye sadece okuma yazma
bildiği için Dânişmend denildiğini
söylerlerse de zaman zaman başka örnekleri de görüldüğü gibi Dânişmend
Gazi’nin hem âlim hem de mücahid vasfını haiz müstesna şahsiyetlerden
biri olduğu kabul edilebilir.
Buğdaypazarı Medresesi'nde yer alan yaran kültürüne ait canlandırma odası
Sultan Alparslan’ın savaşa
katılan emîrlerinden Anadolu’da fetihlerde bulunmalarını istemesi ve
fethedecekleri yerlerin kendilerine iktâ edileceğini bildirmesi üzerine
zaferden sonra fetihlere girişen beyler arasında Dânişmend Gazi de vardı.
XII. yüzyıl müelliflerinden Zahîrüddin
Nîsâbûrî, Malazgirt Zaferi’nin ardından Sultan
Alparslan’ın Erzurum ve civarını Saltuk
Bey’e; Mardin ve Harput yörelerini Artuk
Bey’e; Erzincan, Kemah ve Şebinkarahisar’ı Mengücük Gazi’ye; Maraş ve civarını Emîr Çavuldur’a; Sivas, Tokat, Amasya ve Kayseri’yi de Dânişmend
Gazi’ye iktâ ettiğini söyler (Selçuknâme, s. 25). Sultan Alparslan’ın, fethedeceği yerleri vergiden muaf tutacağı,
Dânişmendoğulları’nı hiçbir şekilde huzursuz etmeyeceği ve herhangi bir
mükellefiyet yüklemeyeceği, Selçuklu hânedanına mensup şehzadelerin de onun
ülkesine müdahale etmeyeceği taahhüdünde bulunduğu Dânişmend Gazi, zaferden
sonra kendisine iktâ edilen ve Malazgirt seferi esnasında Bizans İmparatoru Romanos Diogenes tarafından tahrip
edilen Sivas’ı fazla bir mukavemetle karşılaşmadan ele geçirerek Dânişmendli hânedanını kurdu (1071). Daha
sonra Sivas’ı bir üs olarak kullanıp Çaka,
Turasan, Kara Doğan, Osmancık, İltegin ve Kara Tegin adlı emîrleriyle Amasya, Tokat, Niksar, Kayseri,
Zamantı, Elbistan, Develi ve Çorum’u zapt etti ve Dânişmendli topraklarına
kattı.
Çankırı Çamaşırhanesi'nden bir görünüm
Hayatı cihad ve fetihlerle
geçen Dânişmend Gazi’nin ölüm tarihi de kesin olarak belli değildir. Süryânî Mihail onun 1085’te Kapadokya’ya
hâkim olduğunu söylemektedir (Süryânî
Keşiş Mihail’in Vekāyi‘nâmesi, II, 30). Dânişmend Gazi’nin oğlu
ve halefi Gümüştegin Gazi’nin Anadolu Selçuklu hükümdarı Süleyman Şah’ın ölümünden (479/1086)
sonra Anadolu’daki bazı yerleri ele geçirdiğine dair bilgiler ve ona ait
sikkeler (Ahmed Tevhid, s. 84-85)
dikkate alınırsa Dânişmend Gazi’nin 477’de (1085)
vefat ettiği söylenebilir.”(7)
Çivitçioğlu Medresesi'nin önünde yer alan mermer çeşme
Çankırı
Kaya Tuzu Madenleri
Çankırı şehir merkezinin
güneyinden başlayarak, doğuya doğru kilometrelerce uzanan (kimileri Çorum’a
kadar uzandığını belirtiyorlar) geniş bir alana yayılmış ve 5000 yıllık bir kadim
geçmişinin varlığından söz edilen tuz madenleri, Çankırı’nın ekonomik hayatında
tarih boyunca her zaman önemli bir yer tutmuş. Tuz madenlerinin Hititler
döneminden beri kullanıldığına dair bilgiler mevcut kaynaklarda. Cumhuriyet
döneminde uzun yıllar TEKEL tarafından işletilen tuz madenleri, son yıllardaki
özelleştirme furyası esnasında Ürdünlü bir işadamına satılmış.
Tuz madeninin bulunduğu topografya
Madenin girişindeki galerileriden biri
Kaya tuzunun oda-topuk sistemine göre yer altından çıkarıldığı galeriler
Tuz kayaçlarına kazınmış bir keçi rölyefi
Çankırı kaya tuzu
madenleri, yıllardır topuk-oda sistemi
diye adlandırılan bir yaklaşıma göre kazılmış. Madenin geniş galeriler şeklinde
oyularak açılan bölmelerine oda ismi
verilmiş. Ana kayanın çökmesini önleyen ve bir anlamda taşıyıcı görevi yapan
son derece geniş gövdeli kolonlar ise topuk
olarak adlandırılmış.
Turizme açılan galerilerdeki tuz heykellerinden biri; tavşan
Tuz kayaçları
Sanat galerisi haline getirilmiş; bir zamanlar kaya tuzunun çıkarıldığı madenden bir görünüm
Düşünen adam gibi...
Bir koç heykeli; kaya tuzundan...
Bizim de Çankırı’da ilk
uğradığımız mekân, son yıllarda ekonomik ömrünü tamamlayıp Valilik tarafından
turizme kazandırılma çalışmalarının yürütüldüğü bu tuz madenlerinin ziyarete
açık olan galerileriydi. Bugün turizm ve sağlık amaçlı kullanımı hedeflenen tuz
mağaralarının içindeki galerilerin bazılarında Güzel Sanatlar Fakültesi
öğrencilerinin kaya tuzu kütlelerinden yaptığı heykeller yer alıyor. Tuz
kayaçlarına kazınmış keçi rölyefleri, kaplan, yılan ve tavşan heykelleri; Orhun Yazıtları’ndan esinlenilmiş
tematik heykeller, galeriyi bize gezdiren heykeltıraş Sefer Oruç’un yaptığı ve hayvan
boynuzlarının malzeme olarak kullanıldığı başka eserleri; hepsi bu kaya tuzu
galerilerinde sergileniyor.
Orhun Yazıtları'na bir öykünme
Selçuklu eseri kadehten su içen yılan betimlemesine öykünme
Kaya tuzuna işlenmiş bir at rölyefi
Tuz madeninin galerilerini gösteren eski bir yerleşim planı
Madende ayağı kırılarak ölüp gitmiş ama vücudu kaya tuzu nedeniyle bozunmamış bir "mumya" eşek
Sergi alanında en ilginç
objelerden biri ise, madende yaklaşık 200 yıl önce ayağı kırılıp orada kalmış
bir eşeğe ait; kısmen bozulmuş olsa da vücut bütünlüğü kaybolmamış bir “mumya”…
Tuzun çürümeyi engelleyen özelliğinden ötürü eşek, bunca yıl bozulmadan
günümüze ulaşmış; ancak 1970’li yıllarda madenden çıkarılarak madendeki ortam
koşullarının aynısına sahip olmayan Çankırı Müzesi’ne taşınması nedeniyle, kısa
süre içinde eşeğin vücudu hızla bozulmaya başlamış. Bu nedenle tekrar tuz
madenindeki yerine konan eşek, bugünkü haliyle tuzun koruyucu etkisi altında
sergi alanında muhafaza edilmeye devam ediliyor.
Boynuzdan heykeller; Sefer Oruç elinden...
Boynuzdan balıklar
Doğadan esinlenme
Bir başka galeri
Bir zamanlar madenin müdürünün faytonu imiş.
Faytonun eski halini gösteren fotoğrafı
Bir dönem Fransızlar tarafından çalıştırılan kaya tuzu madeninde kullanılan dekovil hattı ve yük vagonları
Birbirine bağlanan
labirent gibi kaya tuzu galerileri içinde rehber olmasa kaybolmak işten bile değil.
Madene ilk kez giren biri için, her yer birbirini andırıyor. Geçen yüzyıldan
kalma; çıkarılan kaya tuzunun madenden tahliyesi için yapılmış dekovil hattı,
kaya tuzu madeninin zamanının yöneticisine ait eski bir fayton “ölü”sü; onun
eski halini gösteren bir fotoğraf; içinde hafriyat kamyonlarının dolaştığını
ele veren tekerlek izleri; aklımızda bir madenden kalan silik izler gibi…
Kayaya kazınmış tiftik keçisi rölyefine bir kez daha bakarak madeni terk etme
vakti; Çankırı’nın merkezindeki ilk Türkmenlerin dokunuşuna dair başka izleri
aramaya doğru…
Taş Mescit; mezarlara açılan kapılar
Aynı yapının bir başka görünümü
Bu izlerden biri
tepedeki Emir Karatekin’in türbesi
ise, diğeri de kuzeyden gelip şehri ikiye bölen Tatlıçay’dan doğuya doğru ilerleyen ve kendi adıyla anılan cadde
üzerinde yer alan Taş Mescit…
Taş Mescit'ten Çankırı'ya doğru bakış; en arkada Karatekin Tepesi
Çankırı Şehir Merkezi'nde dolaşırken...
Taş Mescit, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat döneminde Çankırı Atabeyi Cemalettin Ferruh tarafından 1235 yılında ilkin şifahane olarak yaptırılmış. 7 yıl sonra da şifahanenin ön tarafına bir hadis okulu (Darü’l-Hadis) eklenmiş. Moloz taştan yapılan şifahane zaman içinde tamamen yok olurken, bir taş yapı olarak inşa edilmiş olan Darü’l-Hadis bölümü ise nerdeyse bütünüyle günümüze ulaşabilmiş.
Taş Mescit, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat döneminde Çankırı Atabeyi Cemalettin Ferruh tarafından 1235 yılında ilkin şifahane olarak yaptırılmış. 7 yıl sonra da şifahanenin ön tarafına bir hadis okulu (Darü’l-Hadis) eklenmiş. Moloz taştan yapılan şifahane zaman içinde tamamen yok olurken, bir taş yapı olarak inşa edilmiş olan Darü’l-Hadis bölümü ise nerdeyse bütünüyle günümüze ulaşabilmiş.
Taş Mescit; arkada Şifahane, önde Darü'l-Hadis; restorasyon sürüyor.
Bugünlerde Taş Mescit’te ağırlıklı olarak
şifahanenin merkezinde olduğu bir restorasyon ve yeniden inşa süreci devam
ediyor. Binanın girişinde yer alan Çankırı
Belediyesi tarafından konulmuş bulunan tanıtım levhasında yapı ile ilgili
şu bilgiler veriliyor:
“Taş
Mescit’in içerisinde
farklı mekânlarda mezarlar bulunmaktadır. Asıl cemaat yerinde bulunan sanduka, Cemalettin Ferruh Atabey’e ait olup asıl
defin Selçuklu geleneğine uygun olarak mezar odasına (kripta) yaptırılmıştır. İki bölümden oluşan orta kattaki mezar
odasına dışarıdan basık bir kapıdan girilmekte olup mumyalanmış 6 mezar
bulunmaktadır. Batı yönünde zemin katta tek mezarın ise binanın mimarı Şehabettin İnal Bin Cemali’ye ait olduğu
sanılmaktadır.
Darü'l-Hadis; mukarnaslar ve birbirine dolanmış ejder(yılan) rölyefleri
Tekkelerin kapatılmasına kadar Çankırı Mevlevihanesi olarak da
kullanılan Taş Mescit, Çankırı Mevlevihanesi olarak
kullanıldığı yıllarda Balkan Harbi’nde mücadele veren Osmanlı Ordusu’na her
türlü maddi ve manevi yardımı göstermekten geri kalmamıştır. Şeyh Hasip Dede kendilerine düşen bu
ulvi görevi yerine getirebilmek için derhal harekete geçerek bir hafta gibi
kısa bir sürede 20 Kasım 1912 tarihinde kendi nezaretinde bir yardım defteri
açtırmıştır. Zamanın yokluk ve kıtlık şartları içinde Çankırı halkı ve ileri
gelenleri ellerinden gelen yardımı yapmışlardır. Hasip Dede, 33 gönüllü Mevlevi ile Mücahidin-i Mevlevi Alayı’na katılmıştır. Balkan Savaşlarının
başlangıcından itibaren Çankırı
Mevlevihanesi’nin gösterdiği bu duyarlılık ve vatanperverlik Taş Mescit’in tarihi misyonunu daha da
artırmıştır.
Ebruli gezginleri, Taş Mescit'te...
(Ebruli Arşivi)
Darü’l-Hadis ile bitişik Şifahane’nin yıkılmasına moloz taştan yapılmasının ve arazinin
durumunun sebep olduğu tahmin edilmektedir. Buna karşılık olarak ön tarafa 7
yıl sonra iki katlı olarak kesme taştan yapılmış dışarıdan iki duvar ve köşe
kulesi ile desteklenmiştir. Taş mescidin taç kapı mahallinde altlı üstlü iki
kapı yer almaktadır. Asıl cemaat yerinin kuzeyinde yer alan taç kapıya her iki
tarafından çıkılan bir merdivenle ulaşılmaktadır. Bu alan, bir görev halinde
ana yapıya göre öne çıkmakta, yapının tavanında çokgen bir kubbe yer
almaktadır. Uzaktan bakıldığında büyük hacimli klosal zarif bir bibloyu
andırmaktadır.
Modern tıbbın simgesi kabul edilen ejder(yılan) rölyefi; yakından...
Bu
yapıların bir diğer önemi de; yapı üzerinde yer alan iki adet figürlü parçadan
ileri gelmektedir. Bunlardan birinin boyutu 1 m*0,25 m.dir. Bu kabartmanın
özelliği, gövdeleri birbirine dolanmış iki ejder (yılan) motifidir. Ejderin
başları karşılıklı gelecek şekilde biçimlendirilmiştir. Günümüzde tıp sembolü
olarak kullanılmaktadır. Halk arasında “su
içen yılan” olarak adlandırılan ve Çankırı
Müzesi’nde muhafaza edilen ikinci parça ise başlı başına bir heykel
görünümündedir. Darü’l-Hadis’te
kullanılan gözenekli taştan yapılmış olan parça kupa şeklinde olup; gövdesine
bir yılan sarılmakta, üst kısmında uzantı yaparak sonuçlanmaktadır. Bu motif de
günümüzde eczacılığın sembolü olarak kullanılmaktadır.”(8)
Çankırı Atatürk Heykeli
Ulu Cami'ye doğru çıkan Şemsiyeli Sokak
Arasta'daki kaya tuzu dükkanlarından biri
Taş Mescit’ten ayrıldıktan sonra Çankırı’nın arastasına ve
sivil mimari örneklerinin yer aldığı ara sokaklarında tarih kokan bir yolculuğa
çıktık. Önce üzerinde güzel bir Atatürk heykeli ve Çankırı Müzesi’nin bulunduğu Atatürk
Bulvarı’ndan yukarı doğru; üzeri şemsiyelerle kaplı bir sokaktan, Ulu Cami ya da Sultan Süleyman Camii’ne doğru yürüdük. Geniş avlusu, çevresine
yayılmış kahvehaneleri, özellikle tuz lambaları ve kaya tuzu ile dikkat çeken dükkânların
bulunduğu arastanın ortasında bir çekim merkezi gibiydi.
Ulu Cami
Ulu Cami; avludan bir görünüm
Ulu Cami; harim
Ulu Cami; kubbe
Ulu Cami; mihrap ve minber bir arada...
Ulu Cami; mihrap, yakından...
Ulu Cami; kadınlar mahfili
Ulu Cami; devşirme malzemenin kullanılışına örnek...
Cami, 16.yy.da Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olduğu
söylenen Sadık Kalfa isimli bir
mimara yaptırılmış. Caminin yerinde Selçuklu döneminden kalma eski bir mescit
varmış. Kanuni Sultan Süleyman, 1522
yılında Bağdat seferine giderken yöreden geçtiği sıralarda, caminin yapımı için
talimat vermiş. Kare planlı, kesme taştan, tek kubbeli ve tek minareli cami;
çevresine göre yüksek bir tepeciğin üzerinde yer alması nedeniyle, çevresel
ilişkileri açısından mekânsal bir ihtişama sahip bulunuyor. Ayrıca avluda 19.yy.dan
kalma eski bir şadırvan, Rokoko tarzı iç mekân süslemeleri ve mukarnaslı taş
mihrap dikkat çekici. Asırlık çınarlar ve servilerle kaplı avlusundan ayrılarak
caminin yakın çevresinde yer alan Çankırı evleri ve 19.yy. Çankırı yaşamına
dair izlerin saklı olduğu sokaklarına doğru yürüyoruz usulca.
Çivitçioğlu Medresesi'ndeyiz.
Çivitçioğlu Medresesi; mezarların bulunduğu avlu
Çivitçioğlu Medresesi
Yakın zamanlarda restore
edilen eski bir çamaşırhane, avlusunda eski bir mezarlığın da bulunduğu iki
katlı Çivitçioğlu Medresesi, halen
bir restorasyon faaliyetinin sürdürüldüğü Buğdaypazarı
Camisi ve Medresesi, arastada
dolaşırken gözümüze çarpan önemli tarihi yapılardan bazıları idi.
Ebruli Gezginleri, Çankırı Çivitçioğlu Medresesi'nde...
(Ebruli Arşivi)
Çankırı; çarşıdan bir görünüm
Çankırı kaya tuzu satan dükkanlardan bir diğeri
Çankırı evleri
19.yy.daki sosyal
hayatın bir parçası olarak işlev gören çamaşırhane, evlerden sabahın erken
vaktinde önce gelip çamaşır taşlarında yer tutulması, daha sonra eve yeniden
gidip çamaşırların, leğenlerin, kül, kil, çivit ve çöğen otu gibi çamaşırları
yıkamakta kullanılan malzemelerin evden getirilmesi, sıcak suyun temini için
kazanların altının yakılması, meşe külüyle beyaz çamaşırların kazanda
kaynatılması, beyaz çamaşırların tokaçlarla çamaşır taşının üstünde dövülüp
durulanmaları, renkli çamaşırların çöğen otu ile kirinden ovularak
arındırılması ve durulması, yanlarında getirdikleri evin küçük çocuklarının
çamaşırhanede yıkanması gibi Çankırılı kadınların hummalı faaliyetlerini topluca
gerçekleştirdikleri bir mekân olarak öne çıkmaktaydı.
Çankırı Çamaşırhanesi; ıldızım taşından imal edilmiş çamaşır taşları
Çamaşırhanede beyazların ayrılması
Çamaşır yıkamada kullanılan malzemeler; tokaçlar, kepçeler; halıların yıkanması v.s.
1885 yılında II.
Abdülhamit döneminde yaptırılan çamaşırhanenin dışında mermerden çok musluklu
büyük bir çeşme de vardı. Bu çeşmenin suyu ile çamaşırhanenin ortasındaki ahşap
yalaktan akan suyun tadı birbirinden farklıydı. Dışarıda bulunan çeşmenin suyu
içilebilir nitelikte ve tatlı idi. Çankırı Belediyesi tarafından 2016 yılında
restore edilen çamaşırhane, bugün artık bir müze olarak hizmet veriyor.
Çamaşırhanede 6 adet ocak, Çankırı’nın Korgun ilçesinden elde edilen “ıldızım” taşından imal edilmiş 8 adet
çamaşır taşı ya da tezgâhı ve biri dışarıda diğeri de içerde olmak üzere iki
adet çeşme bulunuyor. Anlatılanlara göre; bir dönem girişte bulunan bir çamaşır
taşı, geçmiş zaman içinde cenazelerin yıkanılmasında da kullanılmış.
Çamaşırhanede yemek vakti...
Çamaşırhanenin içindeki çeşme ve ahşap yalağı; hayat ve ölüm...
Çamaşırhanenin dışındaki tatlı su çeşmesi
Çankırı Çamaşırhanesi; dıştan görünüşü
Çarşıda birbirinin
üstüne yıkılacakmış gibi duran iki katlı, yüksek tavanlı ahşap ve kerpiç
karışımı eski Türk evleri, kaya tuzu satan bir sürü dükkân, Buğdaypazarı Medresesi’nde ve Çankırı Müzesi’nde örneklerini
gördüğümüz; yöre de yaren kültürü
olarak adlandırılan, özellikle kış akşamlarında gerçekleştirilen, sevgi ve
saygı ilişkisi temelinde; sohbet, müzik ve eğitim paylaşımlarının yapıldığı
dost meclislerinin temsil edildiği mekânlar, Çivitçioğlu Medresesi ve Buğdaypazarı
Medresesi’nde geleneksel el sanatlarının eğitiminin verildiği ve icra
edildiği etkinlik alanları Çankırı’ya dair söz edilmesi gereken unsurlardı.
Buğdaypazarı Medresesi
Buğdaypazarı Camisi
Çankırı Müzesi; eski Hükümet Konağı binası
Çankırı Müzesi'nin avlusundaki Hitit aslan heykeli ve steller
Çankırı yakınlarındaki Hititlerin fırtına tanrısına ait kült merkezi olarak kabul edilen İnandıktepe Höyüğü'nün coğrafik konumu-müze panolarından...
Çankırı şehir merkezinde
uğradığımız son yer, eski Hükümet Konağı binasında hizmet veren Çankırı Müzesi oldu. Böyle güzel bir
tarihi yapının korunarak müze şeklinde değerlendirilmiş olması, oldukça iyi bir
fikirdi. 2017 yılında hizmete açılan Çankırı
Müzesi’nin sergi düzeni ve objelerin sergilenme biçimleri de oldukça
profesyonelce hazırlanmıştı. Açıklama panoları ve görsel malzemelerle
desteklenen galeriler, doğa tarihi, arkeoloji ve etnografya olmak üzere üç ayrı
bölümden oluşmaktaydı. Müzede dikkatimizi en çok çeken objelerden birisi,
replikası da olsa İnandık Vazosu
oldu. Çankırı yakınlarında İnandıktepe
Höyüğü’nde 1960’lı yıllarda yürütülen kazılardan elde edilen vazonun aslı,
Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergileniyor.
İnandık Vazosu; bir başka yönden
Hitit kursu, idoller, ağırşaklar ve taş balta uçları
Pithos; Eski Tunç Çağı
İ.Ö. 2
binli yıllara ait olduğu söylenen vazonun üzerinde kabartmalı desenlerle Hititlerin
kutsal olarak kabul ettikleri evlilik törenine dair sahneler resmedilmiş. Kabartmalardaki insan figürleri, belli bir iş
bölümü içinde bu törenle ilgili olarak görevlerini gerçekleştirirken
betimlenmişler. Bu icra faaliyetlerinin içinde bir boğa heykeli önünde bir
hayvanın kurban edilmesine dair ritüeller, düğün yemeğinde kullanılacak mutfak
gereçlerinin hazırlanmaları, müzik ve dans sahneleri, üreme ve bereketin
sembolize edildiği sahneler vazo üzerindeki betimlemelerde
yer almış.
Bir dağ keçisini betimleyen bir friz
Bir kurdun ağzındaki keçi, koyun da yerde duruyor; bir stelden...
Keçilerin konu edildiği çok güzel bir friz daha; ortada hayat ağacı...
Eczacılığın sembolü olan kadehe sarılı yılan heykeli; Selçuklu Dönemi
Süs eşyaları; bilezik ve kolyeler
Çankırı Müzesi'nde yer alan yaran meclisi
Yaran Kültürü üzerine; Çankırı Müzesi etnografya bölümü panosundan...
19.yy.Çankırı yöresi giysileri
Nalın ve hamam tasları
halılar
kilimler
Müzedeki önemli
eserlerden bir diğeri ise, eczacılığın simgesi olarak kullanılan; dolandığı bir
kaptan su için yılan heykeli… Bunun dışında Hitit, Hellenistik, Roma ve Bizans
dönemine ait toprak kaplar, steller, heykel ve süs eşyaları, cam parçalar ve
sikkeler müzede yer alan objelerden bazılarını oluşturuyor. Etnografik bölümde
ise, 19.yy. Çankırı yaşamına dair muhtelif parçalar bulunuyor. Bunların
arasında el dokuması Çankırı halıları, mutfak eşyaları, giysiler, silahlar, Yaran Kültürü üzerine canlandırma bölümü
ve Mevlevilik üzerine objeler yer alıyor. Kurtuluş Savaşı’nda İstiklal Yolu’nda Karadeniz
kıyısındaki İnebolu’dan Ankara’ya; silahtan mühimmata türlü
hayati savaş malzemesini taşıyan kağnıların bir benzeri de bu bölümde
sergilenen önemli eserlerden. Sonuç olarak Çankırı
Müzesi, tarihin derinliklerinden günümüze dek şehrin öne çıkan bütün
kültürel unsurlarını bir şekilde derleyip ziyaretçisine sunmakta.
Çankırı Müzesi'ndeki bir panodan; Kastamonu ve Çankırı üzerinden; İnebolu'dan Ankara'ya uzanan İstiklal Yolu rotası
Çankırı’nın içinde
gördüklerimizden başka bir de Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Ankara’ya ve
cephelere; kağnılarda ve sırtta silah ve mühimmat taşınan, bir ulusun makûs
talihin tersine çevrildiği isimsiz kahramanların bu yollarda ve bu topraklarda
binbir zahmetle seve seve katlandıkları benzersiz bir mücadele de vardı. Bugün Ilgaz ve Köroğlu Dağları’nın vadi
koyaklarından kuzeye, Kastamonu’ya ve liman kasabası İnebolu’ya doğru uzanan İstiklal Yolu, o günlerin hatırası için
düzenlenmiş olmalıdır.
Çankırı Müzesi'nde yer alan İstiklal Yolu kağnılarından biri
Kendisinden sonra bütün
mazlum halklara örnek olacak denli önem taşıyan Türk ulusunun bağımsızlık mücadelesini
adı üzerinde Kurtuluş Savaşı Destanı’nda;
benzersiz epik anlatımıyla dile getiren modern Türk şiirinin büyük ozanı Nazım Hikmet, destanda 3.bapta; “Yıl 1920 ve Arhaveli İsmail’in Hikâyesi”
başlığı altında bu cesaret savaşçılarının öyküsünü şöyle ifade eder:
“Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz
takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan
beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden
akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz’e.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı k
Bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…”
Nazım Hikmet / Kurtuluş Savaşı Destanı
Bir kısmı bir yürüyüş
parkuru olarak belirlenip işaretlenmiş olan İstiklal
Yolu, bir başka zaman gündemimize alacağımız yeni bir rota olarak önümüzde
duruyor.
Çankırı'ya veda vakti...
(Ebruli Arşivi)
Çankırı’da gün bazında
dolaşma imkânımızın olduğu bu seyahatte uğradığımız bir esnaf lokantası olan Derya Lokantası’ndan da kısaca söz
etmeliyiz. Çarşının ortasındaki Ulu Cami’nin
hemen arkasına düşen bir konumda bulunan Derya
Lokantası, aslında oldukça küçük bir mekân… Dip dibe masalarla kaplı küçücük
lokantada; öğle vakti önceden yapılmış bir rezervasyonumuz olmasa her halde yer
bulamazdık. Bunun neden böyle olduğunu yemeklerinden tadınca anladık. Sarmısaklı
dana güveci, kaburga, incik kebabı, bamya çorbası; hele o muhteşem kuru
fasulyesi gerçekten enfesti. İlginç olan; bamya çorbasının geleneksel olarak
hazım için yemek sonrasında servis edilmesi… Özetle söylemek gerekirse, Sefer
Usta’nın; bu küçücük mekânda eşiyle birlikte yarattığı lezzet çeşitliliği, fazlasıyla
takdiri hak ediyor.
Kısa ve hızlı seyreden
bir günde yeni sürprizlere gebe bir İç Anadolu gezisinin ilk etabı olan Çankırı
turunu sonlandırma anındayız. Elbette gidilecek çok yer, bakılacak daha bir
hayli konu var Çankırı ve çevresinde. Ama yolumuz bozkırın bir başka şehri
Yozgat’a doğru… Orada olağanüstü güzellikte bir Roma hamamını görebilme telaşı
içindeyiz. Geceleme ise akşam Yozgat’ta…
Dipnotlar:
(1) Strabon; Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren: Prof. Dr. Adnan BEKMAN; Arkeoloji
ve Sanat Yayınları; 3.Baskı: İstanbul 1993; sayfa:41
(2) İslam Ansiklopedisi; Danişmendliler/mimari maddesi; Yazan: Baha Tanman; bkz.
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=080476
(3) Doç. Dr. Alev Çakmakoğlu Kuru, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi;
Emir Karatekin Türbesi; bkz. http://bilig.yesevi.edu.tr/yonetim/icerik/makaleler/2824-published.pdf
(4) Danişmendname’nin yazımı ile ilgili olarak İslam
Ansiklopedisi’nde Danişmendname
maddesinde Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak
tarafından şu bilgi aktarılmaktadır: “Dânişmendnâme’nin, Melik Dânişmend’in o zamanlar hâlâ
dillerden düşmeyen menkıbelerine ilgi duyan Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. İzzeddin Keykâvus’un emriyle,
münşîlerinden İbn Alâ tarafından 642
(1245)
yılında, gaziler arasında dolaşan menkıbelerin derlenmesi sonucu kaleme
alındığı (XVII. yüzyılda Evliya Çelebi
bile o yörede Dânişmend Gazi’nin menkıbelerinin
halk arasında yaşadığını belirtir [Seyahatnâme, IX, 49, 183]), Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Mirkātü’l-Cihâd’ına dayanılarak hemen
hemen bütün araştırmacılar tarafından kabul edilmiştir.”
(5) Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri; Çeviren: Ali Berktay; Yapı
Kredi Yayınları; 8. Baskı; İstanbul, Ocak 2011; sayfa: 25-26
(6) Amin Maalouf; a.g.e. ; sayfa: 31
(7) İslam Ansiklopedisi; Danişmend Gazi maddesi; Yazan: Abdülkerim
Özaydın; bkz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=080468
(8) Taş Mescit hakkındaki bilgiler, Çankırı
Belediyesi’nin bina önüne konulmuş tanıtım levhasından alınmıştır.
(9) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC