Bir soğan
soyuluyor
Yaşarıyor
gözler
Bir
memleket soyuluyor
Aldırmıyor
öküzler
Şair Eşref
26 Mayıs 2018
İbrahim Fidanoğlu
Doğduğu yerde ölen bir
hiciv ustasının yurdundayız bugün. 1846’da Kırkağaç’ta doğup hayatı boyunca
dilini doğruluk ve adalet yolunda kullanan, bu uğurda Mısır ve Avrupa’da uzun
yıllar sürgün hayatı yaşayıp 1912’de kaymakamlık da yaptığı memleketi Kırkağaç’ta bu diyardan göçen hiciv
ustası ve ozan Şair Eşref’ten söz
ediyoruz elbette.
Şair Eşref
(1846-1912)
Yaşadığı dönemde
ülkedeki hırsızlığın boyutunu ifade eden şu veciz satırlar ona aittir:
Kabrimi
kimse ziyaret etmesin Allah için;
Gelmesin,
reddeylerim, billâh öz kardeşimi.
Gözlerim
ebna-yı âdemden (âdemoğullarından) o rütbe yıldı kim,
İstemem
ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı.
Ama kaderin bir oyunu
mudur, bilinmez; ama Kırkağaç tren istasyonu yolundaki Şair Eşref’in mezar taşı iki kez çalınmış ne yazık ki. Bugün bu
dörtlüğün yazılı olduğu kitabe, Kırkağaç
Mezarlığı’nda Şair Eşref’in mezar
taşında yazılı hala…
Şair Eşref'in Kırkağaç'ın çıkışında yer alan eski mezarlığında yer alan kabri
Kırkağaç, bugün daha çok şehrin girişinde yer alan Jandarma Komando Alayı ile tanınıyor.
Bizim yolculuğumuz da tam asker sevkiyatının olduğu bir Pazar gününe rastladı.
Yol boyunca önlerine Türk bayrakları bağlanmış onlarca araba gördük. Asker
teslimatı vardı kentte. Yaklaşık 40 bin nüfuslu Kırkağaçlının arayıp da
bulamadığı anlardı bunlar. Aslında Kırkağaç,
denizden yaklaşık 200 metre yüksekliğinde verimli düzlüklere sahip; kavunu ve
zeytini ile meşhur, yıllardır tarıma dayalı ekonomisi ile kendine yeten bir
kasabaydı. Ama 1980’lerden beri ülkeyi ele geçiren küresel eğilimlerin etkisi
altındaki tüketime dayalı ekonomik tercihler, ne yazık ki Anadolu’nun birçok
şehrinde olduğu gibi Kırkağaç’ı da
geçim derdine ve ekonomik sıkıntıların içine sürüklemiş görünüyor.
Soma yönünden Kırkağaç girişinde yer alan tarihi mesirelik; Çam
Kırkağaç Çamlığı'ndan bir başka görünüm
Kırkağaç’ın Soma yönünden girişinde yaşlı kızılçamlarla kaplı bir tarihi mesire
yeri var. Çam diye anılan bu mesire yerine 20.yy.ın ilk yarısında
İzmir’den trenle insanlar piknik yapmaya gelirlermiş. Zamanında çevrede o kadar
meşhurmuş. Çamlıkta, tesisler ve bir de izci kampı bulunuyor. Son yıllarda
Mayıs ayında düzenlenen bir panayırla belki de bu eski hatıra canlandırılmaya
çalışılıyor.
Bugün belediye tarafından yeniden düzenlenmiş ve panayırlarla anılan tarihi Kırkağaç Çamlığı'nın girişi
Şehrin İlkçağ’daki tarihi ile ilgili olarak Akhisar yolu üzerinde yer alan Bakır kasabası civarında Nakrasa ya da Nakrasos isimli bir yerleşimden söz ediliyor. Hatta Yunan
kaynaklarında Kırkağaç’ın 19.yy.daki
ismi de Nakrasa olarak anılıyor. 1965 yılında P. Hermann ve K. Z. Polatkan
tarafından Kırkağaç’ın güneyindeki Bakır’a yakın Harta (Dönertaş) Mevkii’nde bulunan ve şimdi Manisa Müzesi’nde korunmakta olan oldukça uzun ve ayrıntılı Grekçe
yazıt, Nakrasa yerleşimini anan
yazılı kaynaklardan biri olarak dikkat çekiyor. Prof. Dr. Hasan Malay, bu mezar yazıtı hakkında şu bilgileri
aktarıyor:
“Yazıtın son satırındaki «Ben, Epikrates oğlu Epikrates, bunları
vasiyet ediyorum» şeklindeki ifade bize göstermektedir ki, bu
yazıt Epikrates adındaki bir yerel zenginin vasiyetidir. Bu saptama, yazıttaki «... bu vasiyetim bir taş üzerine
herkesin kolayca anlayabileceği bir dille yazılsın ve korudaki anıt-mezarın
önüne dikilsin» şeklindeki ifadelerle de desteklenmektedir.
Anlaşılan Epikrates, vasiyetini iki büyük taş (stel) üzerine yazdırarak, bir
anıt-mezarın (herôon) girişine, sağlı-sollu
diktirmişti. Elimizde bulunan ve vaktiyle mezarın girişinin sağ tarafına
dikilmiş olan bu taşın üzerinde, 82 satırı ön yüzde ve 34 satırı ise arka yüzde
olmak üzere toplam 116 satırlık bir yazı yer almaktadır. Vasiyetin başlangıç
kısmını kaydeden taş belki aynı yörede toprak altında bulunmakta, ya da bir
meraklı onu yasadışı bir şekilde elinde tutmaktadır.
Bakır yakınlarında Harta Mevkii'nde bulunan Epikrates mezar yazıtı
Yazıtın bulunduğu Bakır
civarında Nakrason
veya Nakrasos
adlı bir yerleşimin varlığı öteden beri bilinmektedir. Bakır’da antik bir
yerleşimin izlerine rastlanmasa da, buranın dilimizdeki eski adının Nakras olması, bu civarda
Nakrasitai
adı verilen halkın yaşadığı Nakrason veya Nakrasos adlı bir yerleşimin
bulunması büyük bir ihtimaldir. Ama komşu Yatağan köyü arazisinde ele geçen
bazı yazıtlardaki Makedonia’lı
Nakrasonlular (veya
Nakrasoslular), Akrasoslular
ve Kareneitai
şeklindeki kavim adları bu konuda kesin bir kanıya varmamızı zorlaştırmaktadır.
Bakır sokaklarında...
(Mart-2012)
Yazıtı ilk kez yayınlayan
Herrmann ve Polatkan, harflerin yapılarına ve içeriğindeki bazı ipuçlarına
dayanarak eseri İ.S. I. yüzyıla tarihlemişlerdir. Yazıt, Geç Hellenistik ve
Erken Roma devirlerinde bölgenin sosyo-ekonomik yapısı, inanç ve gelenekleri,
mezar kültü, hukuk sistemi ve tarihi coğrafyası bakımından çok büyük bir önem
taşımaktadır. Bu nedenle yazıt, bulunuşundan bu yana çok sayıda araştırmaya
konu olmuştur.
Bakır'da eski bir kerpiç ev
(Mart-2012)
Vasiyenamenin sahibi olan
Epikrates, bugünkü Bakır (Nakrason veya Nakrasos) civarında yaşayan, geniş bağ
ve bahçelere ve belki de bir kiremit ocağına (Plinthoulkion) sahip, Grek-Roma
karışımından oluşan bir ailenin reisiydi. Onun babası Tertia adındaki bir
Romalı kadınla evlenmiş ve torunlarına da Romalı adları verilmişti. Epikrates,
bir koruluğun içinde, ölen sevgili oğlu Diophantos’un
gömüldüğü bir anıt-mezar (herôon) yaptırmıştı.
Vasiyetinde, ileride karısı Laevilla,
kızı Tertia
ve torunu Cestia’nın
da buraya gömülmesini şart koşan Epikrates, bunun bakım ve korumasının
sağlanması için bir vakıf kurmuştu. Epikrates, bu vakfa çok sayıda arazisini
bağışlamakta ve buradan elde edilecek gelir sayesinde mezar kompleksinin
sonsuza kadar ayakta kalmasını güvence altına almayı ummaktaydı. Zaten,
rüyalarına giren müteveffa oğlu Diophantos da kendisinden bu tür isteklerde
bulunmaktaydı.
Bakır'da bir köşe başındayız.
(Mart-2012)
Epikrates bu vasiyetinde ileride kimlere hangi görevlerin düştüğünü en ince ayrıntılarına kadar belirlemiş, hatta karısı Laevilla ile dedesi Metras’ın bakımını güvence altına almak istemişti. Kuşkusuz o bu vasiyetini Nakrason ya da Nakrasos’daki resmî makamlara da onaylatmış ve orijinalinin bir kopyası en yakın kentin arşivinde (arkheion) muhafaza altına alınmıştı. Ama yine de kendi ölümünden sonra vasiyetinin ihlal edileceğinden kuşku duyan Epikrates, olası bir ihlalden sorumlu olacaklara en ağır bedduaları etmektedir.”(1)
Bakır'da beyaz badanalı Balkan muhacırlarının evleriyle donanmış bir sokak daha...
(Mart-2012)
Manisa’ya bağlı Kırkağaç, yaklaşık 40 bin kişinin yaşadığı, Lozan sonrası Yunanistan’dan ve özellikle Selanik çevresinden yoğun mübadil göçü almış bir iç Ege kasabası. Her yerdeki kültürel erozyonu, Kırkağaç’ta da yakalamak pek mümkün… Özellikle Osmanlı döneminde Rum ve Ermeni nüfusun oturduğu mahalleler alt üst olmuş durumda. İzleri sürmeye çalıştıysak da Rum mahallesinde Akhisar yolu üzerindeki yaklaşık 130 –140 yıllık bir kaç ev dışında pek bir şey bulamadık.
Kırkağaç'da 19.yy.da Ermenilerin yaşadığı sokaklar
Ermeni mahallesinden bir başka köşe
Ermeni mahallesinde ise iki katlı, yüksek bahçe
duvarları üzerinden gözüken çıkma balkonlu ve ahşap tavanlı iki ev dışında
eskiye dair pek bir şey göremedik. Agos
dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre; Kırkağaç’ta,
Ermeni mahallesinde 18.
yüzyılda doğudan gelen Ermenilerin torunlarının iki kilise etrafında
yerleştikleri, ticaretle uğraştıkları; ayrıca un ve iplik fabrikaları ve buharlı
makinelerle çalışan yağ sıkma tesisleri işlettikleri belirtiliyor. Bir başka
kaynakta ise; Kırkağaç Ermenileri ile
ilgili olarak şu bilgiler yer almakta:
Kırkağaç'ta koca kapılı eski bir ev
Eski Ermeni mahallesinden çarşıya inerken rast geldiğimiz karakteristik Kırkağaç sokaklarından biri
“18. yüzyılda Karabağ, Erivan, Salmast ve
Tebriz’den gelen mültecilerin kurduğu Kırkağaç’ta 1890’larda 1.000 kişilik bir
Ermeni nüfusu yaşamaktaydı. Ticaretle uğraşıyor, un ve iplik fabrikalarının
yanı sıra buharlı makinelerle çalışan ezimevleri işletiyorlardı. Ermeni
cemaati, Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nden başka, erkek çocukları için Surp Nareg,
kız çocukları için Vartuhyan okullarını kurmuştu.”(2)
Çarşıya doğru inerken
Çarşıda Kırkçınar Mevkii'nde oteli andıran bir tarihi han
Manisa Valiliği’ne ait Manisa ve ilçelerinin tanıtımı amacıyla hazırlanmış bulunan T.C. Manisa Valiliği Resmi Kent Rehberi’ndeki Kırkağaç bölümünde yukarıdaki bilgileri de doğrulayan ve kasabanın 19.yy. yaşamına ait şu değerli bilgiler mevcut:
Kırkağaç'da Bahçıvan Pazarı; arka planda tarih var.
Kırkağaç; Rum mahallesi'ne doğru inerken sembol evlerden birinin önündeyiz.
Aynı sokakta yer alan bir diğer tarihi yapı; Rum evi olmalı...
Evin giriş kapısı
Bu da diğerlerine göre biraz daha aşağıda yer alıyor. Cumhuriyet dönemi yapısı gibi...
“İlçe
merkezinde Ermeni asıllı Karakin Şahbazyan’a ait 120 beygir gücünde ve buharla
çalışan kırk çırçır makineli pamuk bölümü, iki adet zeytinyağı baskısı ile
günlük 75 çuval buğdayı öğüten, iç bölümlerinde büyük değişiklik geçirmesine
rağmen, inşa edildiği 1876 yılından beri hiçbir tamir görmeyen görkemli bacası
halen dimdik ayaktadır. Fabrika, Akhisar yolu üzerinde ve Endüstri Meslek
Lisesi’nin güneyindedir. Bundan başka yine Ermeni vatandaşlardan “Şapkalı” diye
anılan Aznavuryan’a ait 25 çırçır makineli fabrika ve ırkdaşı Ohanisa’ya ait
aynı işlevli bir başka fabrika Kırkağaçlıların hizmetindeydi.
Kırkağaç; Çiftehanlar Camii'ne inerken...
Kırkağaç, Bahçıvan Pazarı
Yuvarlak balkonuyla dikkat çeken bir Cumhuriyet yapısı
Türklerin
ise dört ayrı semtte insan veya hayvan gücüyle çalışan çok sayıda su
değirmenleri vardı. Bunların son örneklerinden biri olan Aksu yakınlarındaki
Güllüce Değirmeni 1950’ li yılların ortalarına kadar işlevini sürdürmüştür.
Ayrıca marangoz, demirci, nalbant, kunduracı, mimar, terzi, mutaf(keçe
dokuyucu), mücellit (ciltçi) vs. gibi yeterince esnaf bulunmaktaydı. Bunlardan
semerci, mutaf, mücellit, demirci gibi işyerleri Türklerin, diğerleri ise
gayrimüslimlerin kont rolündeydi. İlçenin ticaret merkezi ise ‘Pamuk Hanı’ idi.
Etrafında elliye yakın dükkânı bulunan bu hanın, Çiftehanlar Camii,
Karaosmanoğlu Camii ve Bahçıvan Pazarı semtlerine açılan üç ayrı kapısı vardı.
Geniş avlusunda başta afyon olmak üzere, palamut, meyan kökü, çeşitli kök
boyaları ve diğer ürünlerin, İzmir veya diğer illerden gelen yabancı uyruklu
veya Osmanlı vatandaşı tüccarlara satışları gerçekleştirilirdi. Hanın sahibi,
İzmir’de oturan Kırkağaç kökenli çok zengin bir Rum olan Imros Federosa idi. Bu
ünlü han 1924 yılında “Cumhuriyet Meydanı”na dönüşmüş, 1950 yılında bu meydana
Atatürk’ün beyaz mermerden, onu sivil kıyafetle canlandıran güzel bir heykeli
dikilmiştir. Daha sonraki yıllarda, kamyon ve traktörlerin park etmesi
nedeniyle, alanın daralmaya başlaması ve hoş olmayan bir görünüm ortaya çıkması
üzerine, Atatürk Heykeli 1954 yılında şimdiki bulunduğu meydana taşınmıştır.
Çiftehanlar Camisi'nin arkasında yer alan meydana bakan bir eski bağdadi ev
Kırkağaç çarşısında...
Zahire
Pazarı da Müftü Hanı’nın kuzeye bakan kapısının karşısındaydı. Bu iki handan
başka Kırkağaç’ta bulunan diğer han ve oteller şunlardı: Poyracıklı Hanı,
Kuyumcunun Hanı, Şair Eşref Hanı, Uşaklının Hanı, Sadık Ağa Hanı, Ördek Hanı,
Abacı Hanı, Akkaşin Hanı, Panani Hanı. Ayrıca Ahmet Ağa’ya ait iki tane de otel
vardı. Bu hanlardan birkaç tanesi hala işlevlerini sürdürmektedirler.”(3)
Karaosmanoğlu Merkez Camisi
Akhisar yolu üzerindeki Rum evlerinden biri; önündeki çeşmeye dikkat...
Eski görünümü kaybolmuş olsa da altında bir tarih saklı.
Bu da bir başkası...
Kendimize Karaosmanoğlu Merkez Camisi’ni referans alırsak, bu caminin bulunduğu caddenin üst bölümünde yer alan mahalle Ermeni Mahallesi olarak biliniyor. Rum Mahallesi ise, Karaosmanoğlu Camisi’nden Akhisar yönüne doğru yürürken Çiftehanlar Camisi’ne geldiğimizde; solumuzda uzanan adada yer alıyor ve Akhisar karayoluna kadar dek uzanıyor. Yol üzerinde yer alan yan yana üç eski Rum evinden en sağda (Akhisar’a doğru) olanında bir sürprizle karşılaşıyoruz. Harap vaziyette ve kapalı olan gri sıvalı bu evin merdiven girişinin tavanında; kısmen alçısı düşmüş, çivit maviye boyanmış ve beyaz bir saksı içinde çiçek süslemesinin üzerinde şu yazıyı okuyoruz. “ΕΤΟΣ – 1873” (Yıl: 1873; yani zamanımızdan 145 yıl önce) İçimiz cız ediyor. Hemen fotoğraflıyoruz. Bu cadde üzerinde 5 –6 tane eski Rum evi daha var; ayakta kalan. En güzellerinden bir tanesi de şehrin çıkışındaki kavun heykelinin hemen yanındaki köşe başında yer alıyor. Sütunlu girişi harap olmuş bu sarı – yeşil boyalı tek katlı evin de özgün bir mimarisi var. Şimdilerde yerel idare hızını alamayıp bir kavun heykelini de Kırkağaç’ın dışından geçen bölünmüş yol kavşağına yerleştirmiş.
Yakınlarda restore edilen 1869 yapım tarihli Rum evlerinden biri; Birol ve Hamdi Nart Evi; yakında kütüphane olacakmış.
Evin girişi
147 yıllık Nart Evi'nin komşularıyla birlikte görünümü
Yunan yazar Georgios
Nakracas’ın Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve
Anadolu Felaketi isimli kitabında 19.yy.da Kırkağaç’ın Rum
sakinleri ile ilgili olarak şu bilgiler aktarılıyor:
“Nakrasa (Kırkağaç) kazasında 40.546
kişilik nüfus içinde Sotiriadis’e(4)
göre 5.173 Hellen vardı ve Hellenler nüfusun % 12,7’sini oluşturuyorlardı.
Anagnostopulu(4), bu kazayla ilgili olarak, orada Sotiriadis’in bize
verdiği sayıdan 1.873 daha az Rum bulunduğunu yazmaktadır. Kesin olarak; yazar,
5.173 yerine 3.300 Rum’dan söz etmektedir. Tümü Rumca konuşan bu Hıristiyan
Rumlardan 2.000’i kaza merkezine, 1.000’i Kelebos (Gelenbe olmalı) köyüne,
300’ü de Bakır köyüne yerleşiktiler.”(5)
Rum mahallesinin üst bölümünde bir sokak
Akhisar yolu üzerinde bir Rum evi daha...
Kırkağaç çarşısından bir kare...
Kurtuluş Savaşı sonrasında Ege’nin iki yakasını da derinden etkileyen Nüfus Mübadelesi ile doğdukları topraklardan ayrılan Rumlar ve Türkler gittikleri yeri yurt belleyinceye kadar epey bir zaman geçmiş; her iki yakada da sonradan gelenler, uzun bir süre “ötekileştirilerek” kabul görmemişler ve aşağılanmışlar. Kısacası her iki taraf için de kolay olmamış muhacir olmak…
Kırkçınar
Mübadele sonrası özellikle Selanik civarından çok aile yerleştirilmiş bu kasabaya. Karaosmanoğlu Camisi’nin önünde ikindi
namazı vakti ayaküstü sohbet ettiğimiz Selanik göçmeni 82 yaşındaki Hüseyin
Amca’dan dinledik mübadeleyi. 6 aylık iken gelmiş Hüseyin Amca Kırkağaç’a.
Ailenin büyüklerine Ege’de bir takım yerler göstermişler, yerleşmek için.
İzmir’i yıkıklık, yangın yeri diye beğenmemişler. Memleketlerinin yeşilliklerle
kaplı, sulak arazileri varmış hep akıllarında. Kırkağaç’ı gösterdiklerinde
ceviz ağaçlarını görünce, “hah demişler ne güzel uyunur bunların gölgesinde,
biz buraya yerleşelim” diye karar vermişler. Hüseyin Amca, bugünkü Kırkağaç’ın
Ege’nin arka yüzünde kalmış ve ekonomik yönden gelişememiş halinden
yakınırcasına, serzeniş içinde anlattı bunları bize. Sanki “keşke İzmir’e
yerleşselermiş dedemler” der gibi bir his vardı anlatırken gözlerinde. İkindi
ezanı caminin hoparlöründen duyulmaya başlayınca Hüseyin Amca’yı namaza uğurladık, elini öpmek istedim, öptürmedi
ince bir duyarlılıkla... Aydınlık ve gülümseyen tatlı bir insandı Hüseyin Amca...
Karaosmanoğlu Camisi
Karasomanoğlu Camisi; eskiye dair hiç bir şey kalmamış.
Karaosmanoğlu Camisi; kadınlar mahfili
Karaosmanoğlu Camisi yakınlarında eski bir yapı
Karaosmanoğlu Merkez Camisi; Karaosmanoğlu ailesinin 18 yy.da Saruhanlı Sancağı’nda ayan olarak yerel gücü temsil ettiği dönemde
yapılmış kare planlı bir cami. Caminin girişinde Hicri 1166, Miladi
1754 yılında yaptırıldığını belirten mermer bir levha var. Caminin şu anki
durumunun eski hali ile pek ilgisi kalmamış. Cami değişik tarihlerdeki
tamiratlar esnasında tamamen yenilenmiş. Caminin dış cephesi şu anda sarı ve
yeşil renkli badana ile boyanmış durumda. Minare tuğla ile örülmüş. En eski
bölüm olarak minare dikkati çekiyor. Önünde 1933 yılında yapılmış bir sebil
var. Caminin içi tamamen çini seramiklerle kaplı… İznik taklidi desenlerle
kaplı seramikler, tabii ki orijinal değil. Minber de ahşaptan yeni yapılmış.
Velhasıl camide eskiye dair bir iz bulamadık.
Çiftehanlar Camii; yan kapı
Çiftehanlar Camii; ön cephe
Çiftehanlar Camii; giriş kapısı ve üstünde yer alan alçı süslemeler
Çiftehanlar Camisi; kubbe
Çiftehanlar Camisi; harim ve mihrap
Başka bir mübadille ise Çiftehanlar Camisi’nde
karşılaştık. Bize bu camiyi gezdiren Ahmet Nuri Yanar’ın babası da bir
Selanik mübadili imiş. Kendisi 75 yaşında ve bu topraklarda doğmuş. Babası
aydın bir insanmış, okuması için İstanbul’da Fransız Koleji’ne göndermiş.
Arkadaşları arasında konsoloslar, MİT görevlileri ve yüksek bürokratlar varmış.
Hatta Hiram Abas’ın bile okuldan arkadaşı olduğunu söyledi. İlginç bir
adamdı. Kendisi şimdi caminin yan sokağında ticaretle uğraşıyor ve cami ile de
fahri olarak ilgileniyormuş. Camiye girebilmemiz için caminin kilitli olan
giriş kapısını da Ahmet Amca açtı.
Biz de o sayede bu duvar resimleri ile meşhur camiyi gezebildik.
Çiftehanlar Camii; yan duvar ve pencere üstü süslemeleri
Çiftehanlar Camii; karşı yan duvardaki panolar
Çiftehanlar Camii; panolarda yer alan kalem işi tablolardan biri; Hisarlar arasındaki deniz; acaba İstanbul Boğazı mı?
bir diğeri; İstanbul Boğazı'ndaki yalılar mı?
Caminin kendisi mi?
Çiftehanlar Camisi, Kırkağaç’taki tepede yer alan Sarı Hoca Camisi ve Türbesi
ile birlikte en eski camilerden biri imiş. İçine girince bunu anladık. Caminin
özelliği duvar ve tavanında yer alan orijinal resimlerden kaynaklanıyor. Kare
planlı, tek kubbeli caminin girişindeki eski yazı ile kaleme alınmış orijinal
yazıt duruyor. Cami Hicri 1281, Miladi 1865 yılında yaptırılmış.
Camide barok süslemeler ve duvar resimleri dikkati çekiyor. Özellikle mihrabın
iki yanında yer alan Barok alçı süslemeler döneminin izlerini taşıyor. Mihrabın
dışındaki üç duvarı resimlerle süslenmiş. Boyalarının bozulmadan yaklaşık 240
yıl kadar önceden günümüze ulaşabilmesi ilginç geldi bize. Resimlerde kule,
şehir, deniz manzaraları, ağaçlık doğa resimleri, çiçek ve vazo desenleri yer
alıyor. Tavan yeşil rengin hâkim olduğu çiçek ve dal bezemeleriyle süslenmiş.
Mihrabın sol yanında orijinal ve İzmir yapımı çok güzel bir duvar saati yer
alıyor. Saatin alt gövdesinin içinde barok dallı çiçekli bir renkli bir süsleme
var. Saatin kadranında Smyrne ve imalatçısı olan Michel Scuto ASTLICK
ismi okunuyor.
Çiftehanlar Camii'nin mihrabının solunda yer alan ve İzmir işi Michel Scuto ASTLICK Usta'nın elinden çıkma 19.yy.a ait saat...
Kırkağaç Atatürk Heykeli; Cumhuriyetin aydınlanmacı çabasına örnek; şimdiki Atatürk heykellerine hiç benzemiyor.
Atatürk'ün vücut ölçülerine birebir uygun olarak tasarlanmış; olağanüstü estetik bir heykel uygulaması; üstündeki heykeltraşın ismi, taşımalar sırasında yok olmuş.
Heykelin ceket ve pantolon kıvrımlarına dikkat; ne kadar gerçek...
Atatürk Heykeli'nin arkadan görünüşü
Kırkağaç’ın gurur duyması gereken bir başka eser
de şehrin Soma – Akhisar karayolu üzerindeki meydanda yer alan Atatürk
Heykeli. Şimdilerde; heykel diye yapılıp şehirlerin orasına burasına
konulup Gardrop Atatürkçülüğü’nün
körüklenmesinden başka bir işe yaramadığına inandığım heykel garabetlerine
bakınca bir estetik harikası diyebileceğim bu heykel, Atatürk’ün vücut
ölçülerine birebir uygun olarak yapılmış. Hiçbir putlaştırma, ululaştırma
eğilimi taşımayan, müthiş estetik, müthiş gerçekçi ve Cumhuriyet’in ilk on
yılındaki devrimin o heyecanını yansıtacak kadar da canlı bir heykel. Ne yazık
ki heykelin yerinin değiştirilip orijinal kaidesi yerine mor damarlı bir kaide
üzerine oturtulması nedeniyle, üzerinde ne o güzelim heykeli yapana ve ne de
yapılış tarihine dair bir iz bırakılmış. Heykelde, Atatürk bir takım elbise ile
resmedilmiş. Sağ eli cebinde, sol eli ise ceketinin içinde göğüs hizasında
tutulu pozisyonda, kumaşın bütün fiziksel kıvrımları bütün ayrıntısıyla mermere
sabırla yontulmuş. Gözler; ileri doğru çakmak çakmak, ciddi bir eda ile
bakıyor. Önünden arkasından her tarafından baktık. Yapanının ismini ve yapılış
tarihini bulamadık. Bu heykelin bir benzeri de Isparta’da belediyenin
karşısındaki meydanda yer alıyordu. O heykelde ise; Atatürk fraklı olarak
temsil ediliyordu ve ayrıca yapan sanatçının adı ve yapılış tarihi, üzerindeki
orijinal beyaz mermerden kaide üzerinde duruyordu.
Bir eski Kırkağaç fotoğrafı; Bahçıvan Pazarı
(Kaynak: internet ortamı)
Akhisar yolu üzerindeki eski Rum evlerinden biri
Çiftehanlar Camii'nin arkasında yer alan eski bir Kırkağaç evi; köşesi pah kırılmış.
Müftü Camii
(Hicri:1118; Miladi: 1706)
Müftü Camii'nin sokak arasından görünümü
Kırkağaç; eski bir koca kapı ve sokağa doğru sarkan asmalar
Ermeni mahallesinde Müftü Camisi adıyla
bir cami daha var. Yapım tarihi Hicri 1118 olarak geçiyor. Minarenin
mimarisi Arap etkisi taşıyor. Kare planlı cami, yakın zamanlarda neredeyse
yeniden yapılmış. Geçmiş yıllarda o bölgeyi bir ziyaretimiz esnasında
rastladığımız caminin Sındırgılı imamından (İsmail Zengin) öğrendiğimize
göre bu cami şahıs malı imiş. Kırkağaç’ta
5-6 tane şahıs malı cami varmış. Bunlar bir dönem kapatılıp depo olarak
kullanılan binalarmış. Sonraları depo olarak şahıslara devredilmiş. Bunu da
ilginç bir bilgi olarak kaydediyoruz Kırkağaç
notları arasına.
Kırkağaç Çarşısı; solda Karaosmanoğlu Camisi'nin şadırvanı
Kırkağaç; çarşıdan bir görünüm daha...
Bakır’a doğru kavun
sergileri arasından süzülerek ayrılıyoruz Kırkağaç’tan.
Aklımızda ise orijinal mimarisi yok edilmiş cami restorasyonları, meydandaki
tuhaf kavun heykeli; kırık dökük Rum evleri, girişteki tarihi mesire yeri Çamlık, kasabayı ele geçirmiş mütedeyyin
iklim, sokaklarda asker kalabalıkları ve Kırkağaç’ın
yüz akı gibi duran Cumhuriyet’in ilk döneminden kalma mütevazı ve estetik
Atatürk heykeli…
Hepsi bu kadar işte… Elveda Kırkağaç; Şair Eşref’in memleketi…
Dipnotlar:
(1) Prof. Dr. Hasan Malay, Mysia’lı Epikrates’in Vasiyeti; yazıtın tamamı için bkz. www.hasanmalay.com/index.php/yasam/vasiyet
(2) İzmir Ermenileri, Ege Kıyılarının Yitip Gitmiş Sakinleri, Derleyen: Zakarya Mildaroğlu, Aras Yayıncılık; İstanbul, Nisan-2017,
sayfa:17; bkz. https://www.arasyayincilik.com/uploads/Izmir-Ermenileri_1492588010.pdf
(3) Daha fazla bilgi için bkz. T.C. Manisa Valiliği Resmi Kent Rehberi; http://manisafx.mekan360.com/anasayfa_0,0,0,45,605-ilcelerimiz-manisa--kirkagac.html?#detay.html
(4) Georgios Nakracas’ın bir alt
dipnotta adı geçen kitabına kaynaklık eden Yunan demografi araştırmacılarının
isimleri
(5) Dr. Georgios Nakracas; Anadolu ve Rum Göçmenlerin
Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi; Yunanca’dan
çeviren: İbram Onsunoğlu, Belge Yayınları; 1-Basım- Şubat 2003; sayfa: 104
(6) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu