27 Ocak 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Soğuk hava dalgaları ardı ardına esir alıyor yurdu. İzmir’de de yakın
zamanda görülmemiş soğuk günler yaşanıyor. Ama biz yürümeye devam ediyoruz dağda
ovada… Bu hafta da yine Urla’nın Zeytineli köyü yakınlarındaydık.
Yıllardır İzmir – Çeşme otoyolunda seyrederken Alaçatı’ya yakın bir konumda hemen otoyolun güneyinde; doğal bir
kaleyi andıran yalçın bir kayalık dikkatimizi çekerdi. Alişar/Alaşar(1)
Kayası diye bilinen bu kayalık tepeye işte bu hafta gitme olanağımız oldu. Alişar Kayası’nın dibinde bugün bir
yıkıklık haline dönüşmüş; eski ve terk edilmiş Alişar köyü de bugünkü
hedeflerimizden biriydi. Bir diğer hedefimiz ise Urla’nın güney sahillerinde yer alan bir başka koya daha uğramaktı.
Toplamda 6,5 saatlik bir yürüyüş ve yaklaşık 20 km.lik bir rota ile bütün bu
noktalara uğrama fırsatını yaratabildik. Alişar
Kayası’nın doğuya bakan yüzünde bir kuytu köşede yediğimiz gecikmiş öğle
yemeği için ayırdığımız yarım saatlik mola ile 7 saatlik zamanı doğayla
birlikte geçirmenin keyfi, tabii ki bugünden bize kalan en büyük kazançtı.
Alişar / Alaşar Ovası
Yağmursuz, ancak oldukça soğuk ve rüzgârlı bir havada gerçekleştirdik
yürüyüşümüzü. Kapalı bir havza görünümündeki Alişar Ovası’nı bir boydan bir boya kat etmek; oradan denize doğru
yürümek, Dümbelek Koyu’nda azmak ve
küçük dereciklerle esir alınmış bir plajla denize ulaşmak, volkanik özellikteki
kayaçlarla kaplanmış arazide zaman zaman zorlansak da yürümek ve en sonunda Alişar Kayası ve terk edilmiş Alişar köyünde soluklanmak; bu soğuk
havada bize benzersiz tatlar verdi. Özellikle son yağışlarla suya doymuş
toprağın sevinci patlayan karasuluklarla aşikâr hale gelmişti. Koskoca Alişar Ovası’na Alişar Kayası’ndan baktığımızda neredeyse tüm ova suyla kaplıydı
denebilir. Sabah “0” derece sıcaklıkta başladığımız yürüyüşümüz sırasında güneşin
en tepede olduğu zamanlar; günün en yüksek sıcaklığı “4” derece civarındaydı.
Yürüyüş rotası 20 km (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Alişar Ovası'na doğru; rüzgar gülleri
Sabahleyin saat 10 civarında Uzunkuyu
üzerinden Zeytineli köyünün girişine
ulaşmıştık. Buradan güney-batıya doğru yönelen bir şose yola saptık. Bu yol,
çevredeki bütün tepeleri ele geçirmiş olan 50’den fazla rüzgâr jeneratörüne ve
güneydeki balık çiftliklerine doğru gidiyordu. Yaklaşık 1 km kadar içeride
bulunan Zeytineli Ertürk Örnek Avlağı’nın önündeki düzlüğe
kadar bu şose yoldan ilerledik. Bu düzlüğe arabamızı park ettikten sonra sıkıca
sarınarak, buz gibi havanın kucağına kendimizi bıraktık ve hemen yürümeye
başladık.
Alişar Ovası'nda denize doğru yürüdüğümüz yol
Alişar Ovası
İlk hedefimiz güneydeki sahillerdi. Ama bunun için yaklaşık 8 km kadar
yürümemiz gerekiyordu. Yol düz ve eğim açısından oldukça konforluydu. Gün
boyunca tırmandığımız birkaç tepecik dışında mümkün olduğunca düz bir
topografyada hareket ettik. Alişar Ovası;
güney-batı yönündeki rüzgâr güllerine doğru yürürken, sürekli sağımızda yer
alıyordu. Son yağışlarla beslenen Alişar
Ovası’nda karasuluklar patlamıştı. Sürülü tarlalarda yer yer gölleşmeler
vardı. Ova çevredeki taşlı topografyanın aksine oldukça verimli bir görünüme
sahipti. Gün boyu Zeytineli’nden
gelen keçi sürüleriyle karşılaştık; iki çobanla yöreyle ilgili kısa
sohbetlerimiz oldu. Ama genel olarak, özellikle çevremizdeki alçak tepelere ve
denize doğru ilerledikçe, arazinin jeolojisi hakkında fikir edinmeye başladık.
Alişar Ovası'nda rastladığımız Zeytineli köyünden Çağrı'nın keçileri
Konum itibariyle Kocadağ’ın
güney-batısında yer alan sözü edilen çevre, son derece taşlık bir yapıdaydı.
Ancak en çok öne çıkan yapısal özellik, volkanik formasyonlar şeklindeydi.
Pembe-kırmızı arası andezit, simsiyah bazalt kaya kütleleri farklı büyüklükteki
volkanik tüf yapıların delili gibiydiler. Arazide sanki bir kamyon harç
dökülmüşcesine yer yer konglomera(2)
özellikli yapılar, çevreye düzensiz olarak saçılmıştı. Ama genel görünüm
itibariyle bu yapıların görünüşü, Aydın bölgesinde rastladığımız nehir
yataklarının taşıyıp getirdiği bitek topraklara pek benzemiyordu; bu açıdan da
bakıldığında, görünümleri akıp giden akışkan lav kütlelerini andırıyordu.
Dümbelek Koyu'ndaki volkanik yapılar
Volkanik tüf örnekleri
Dümbelek Koyu yakınlarında arazinin yapısı
Bu da bir başka örnek
Su, bu bölgenin en önemli hayati gereksinimi… Bu nedenle yol boyunca
kıyıya doğru yürürken çok sayıda gölet ve sarnıçla karşılaştık. Sarnıçların
kimi, ağızları düzgün taşlarla örülmüş oldukça eski zamanlara aittiler. Bu
sarnıçlardan; terk edilmiş Alişar köyü
yakınlarında ve köyden şose yola doğru ilerleyen, kimi zaman kaybolup kimi
zaman ortaya çıkan traktör yolunun iki yanında da mevcuttu.
Alişar Ovası'nda rastladığımız eski bir sarnıç
Bu da Dümbelek Tepe'ye doğru bir küçük gölet
Yolun batısında ve hemen yakınımızda son yağışlarla beslenen bir dere
yatağı (Kurt Deresi), rüzgâr
güllerinin bulunduğu sağımızdaki Dümbelek
Tepe’ye yaklaştıkça derinleşti ve suyu arttı. Kurt Deresi’nin karşı kıyısında ve rüzgâr güllerinin yer aldığı yaklaşık
145 metre yüksekliğindeki Dümbelek Tepe’nin
eteklerinde eski bir ağıldan kalanlar vardı. Fotoğrafını çekip yola devam
ettik.
Kurt Deresi
Dümbelek Tepe'nin güney eteklerinde bir ağıl
Bir süre sonra yol soldaki Böğürtlen
Tepesi (yaklaşık 250 metre yüksekliğinde) ve sağdaki Dümbelek Tepe yönünde ikiye ayrıldı. Biz sağdaki yolu takip ettik.
Biraz sonra yol tekrar ikiye ayrıldı. Soldaki yol, güneydeki Mersin ve Böğürtlen koylarına doğru ilerliyordu; biz Alişar Kayası’nı da görmek istediğimizden yakındaki Dümbelek Koyu’na yöneldik ve bu amaçla sağa
doğru yönelen sapağı seçtik. Dümbelek
Koyu’na doğru ilerleyen yoldan Mersin
Koyu’na doğru baktığımızda; geniş ölçekli balık çiftliklerinin havuzları ve
iskelelerini tepeden rahatlıkla izleyebiliyorduk. Sakız çalıları, ardıçlar,
bayır gülleri ve gevenlerle kaplı arazide biraz soluklandık. Tam karşımızdaki
çıplak bir ada neredeyse incecik bir kıstakla Alaçatı yakınlarındaki bir
yarımadaya bağlanıyordu. Burada arazi son derece taşlık bir yapıya sahipti ve
tamamen volkanik özellikteydi. Batıda; en arka planda Sakız Adası’nın kireç
taşı özellikli tepelerini bulunduğumuz noktadan seçebiliyorduk. Anadolu’nun bir
uzantısı konumunda olan Sakız’ın bu anlamda Karaburun Yarımadası ile ortak
yapısal özellikleri olmalıydı.
Mersin Koyu'nda balık çiftlikleri
Dümbelek Koyu yolunda Rotamız Yarımada yol işaretleri
Dümbelek Koyu’na batıya doğru kıvrılarak inen yol üzerinde; İzmir Büyük Şehir
Belediyesi’nin Rotamız Yarımada
projesi kapsamında yerleştirilmiş yol levhalarına rastladık. Alaçatı ve Çeşme Limanı’na doğru kalan uzaklıklar not edilmişti levhalarda.
Yol boyunca gelirken de benzeri yürüyüş ya da bisiklet güzergâhları ile ilgili
tanımlama levhaları görmüştük. Bu çalışmalarda emeği geçenlere bir kez daha
selam gönderdik dağlardan.
Gezginler, Dümbelek Koyu'na inerken...
Dümbelek Koyu
Yol, Dümbelek Koyu’nun
plajında ve azmak başında sona erdi. Kurt Deresi,
denize doğru plaj önlerinde neredeyse küçük bir delta yapmıştı. Denizin kustuğu
pislikler bir yana, plajın üstü çok sayıda deniz kabuklusunun kabukları ile
kaplıydı. Doğanın bu eşsiz güzellikteki canlılarından arta kalanlarının her
biri, birbirinden farklı; ilahi bir boyayla renklendirilmişlerdi sanki.
Dümbelek Koyu
Dümbelek Koyu ve azmak
Hava çok soğuk; gezginler Dümbelek Koyu'nda...
Azmaktan bir başka görünüm
Her yol bir bataklığa çıktı.
Yağmurlarla da beslenen deltanın kolları çevresinde yoğun bataklıklar ve
sulak alanlarla karşılaştık. Yaklaşık yarım saate varan denemelerimiz sonunda
çamura saplanmadan karşı kıyıya en kolay geçme noktasının, derenin denize usul
usul boşaldığı küçük bir kolundan olduğunu anladık. Dümbelek Tepesi’nin güney-batı eteklerinde ve koyun hemen üst
düzleminde bir kulübe yıkıntısı dikkat çekiciydi. Sonradan bu kulübelerin Dümbelek Damları diye adlandırıldığını
haritadan öğrendik. İşte bu evin arkasından başlayıp yukarı doğru devam eden ve
tamamen gevenlerle kaplı yamaç, şose yol düzlemine kadar sahip olduğu volkanik
özellikteki zemin örtüsüyle bizi biraz zorladı. Ama tatlı bir meyille
yükselişimiz nedeniyle yola ulaşmamız yine de kısa süre aldı.
Dümbelek Koyu plajı
Plajdan bir başka görünüm daha...
Dümbelek Koyu ve Dümbelek Damları
Göl Kayası ve Alişar
Kayası
Amacımız, şoseye ulaştıktan sonra batıya ve daha sonra kuzeye doğru bir
yay çizerek İzmir-Çeşme otoyolundan da görülebilen Göl Kayası ve Alişar Kayası’na
ulaşmaktı. Yaklaşık 1,5 saatlik yürüyüş sonrası Göl Kayası’nın yakınlarına geldik. Yakında keçilerini otlatan Zeytineli köyünden çobanın dediğine göre;
batı yönünde aşağıdaki gölü gördüğü için köylüler tarafından Göl Kayası olarak adlandırılmıştı. Biz
ise, bulunduğumuz noktadan bakıldığında; bir yandan güneydeki Sığacık
Körfezi’ni, diğer yandan da kuzeydeki Gerence
Körfezi ve Rüzgârlı Mimas’ı (Karaburun
Yarımadası’nın kuzeyindeki Akdağ) görebilecek
kadar hâkim bir noktaya konumlanmış (yaklaşık
rakım 170 metre) olan bu dev kayanın; iki denizi birlikte görmüş olmanın
avantajıyla bu ismi hak ettiğini düşündük. Bu anlamda; bu dev kaya kütlesi, eski
zamanlardaki denizciler için bile bir kerteriz noktası oluşturmuş olmalıydı.
Çeşme otoyolundan da görülebilen Göl Kayası; uzaktan...
Göl Kayası
Göl Kayası; yakından...
Alişar Kayası (yaklaşık rakım 160 metre) ise,
Göl Kayası’nın hemen doğusunda yer
alıyordu. Göl Kayası kadar heybetli
bir görünümü olmasa da, nedense bizi daha çok çekti. Çünkü hemen altında; terk
edilmiş ve aynı adla anılan eski Alişar köyünden
bugüne ulaşan yıkıntılar vardı. Sabah 10’dan beri yaklaşık 4,5 saattir
yürüyorduk. Gecikmiş de olsa yanımızda getirdiğimiz azığımızı yemenin zamanı
geldi de geçiyordu bile. Havanın soğuk ve rüzgârlı olması nedeniyle, suya fazla
ihtiyacımız olmamıştı; ancak acıkmıştık. Şimdi yemek zamanıydı.
Alişar Kayası
Alişar Kayası'ndan Alişar köyü kalıntılarının görünümü
Alişar Kayası civarında ada soğanları
Alişar Kayası’nın kuzey-doğuya bakan kuytu bir köşesinde ve kayaların arasına sinerek
yaklaşık yarım saatlik bir yemek molası verdik. Sıcacık tarhana çorbası ve
demli çaylar eşliğinde günün geride bıraktığımız dilimini değerlendirme fırsatı
da bulduğumuz molada yeterince dinlendikten sonra, Alişar Kayası’nın çevresini dolaşmaya başladık. Dev kaya kütlesinin
farklı morfolojik özellikteki iri kaya parçalarıyla çevrelenmiş eteklerinden
ilerleyerek doğu yüzüne ulaştık. Kaya kütlesinin bu yüzünde Bafa Gölü
civarındaki içleri oyuk dev ölçekli gnays kayaları andıran ve bir mağara ağzına benzeyen iki adet kaya oyuğuna rastladık. Konglomera dokusunu andıran iç
yüzeyindeki yapılar son derece ilginçti ve yer yer metalsi görünümler de
izlenebiliyordu. Bütün bu yüzeysel görünüm, sahanın volkanik yapısına uygun bir
durum sunmaktaydı. Kayanın doğu yüzünde güneye doğru dikdörtgen formatlı bir
oyuk daha vardı. Ancak onun boyutları diğerlerine göre oldukça küçüktü. Bir
süre kayanın doğu yüzünü inceledikten sonra, ayaklarımızın altındaki sular
altında kalmış Alişar Ovası’nın; dev
kayanın eteklerinden itibaren hemen başlangıcındaki Alişar köyüne doğru inmeye başladık.
Alişar Kayası'nın kaya oyuklarından biri
Diğer kaya oyuğu
Oyuğun çeperinin volkanik yapısı
Alişar Kayası'nın kayaç özellikleri
Kaya oyuğundan Alişar Ovası'na ve çevredeki tepelere bakış
Alişar Ovası haritası; Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü
Eski Alişar Köyü
Gevenlerle kaplı sırttan keçilerin açtığı patikaları takip ederek ve sanki
basamaklar halinde aşağıya doğru; bizim için dizilmiş kayaların üzerlerine
basarak kısa sürede ovadaki terk edilmiş Alişar
köyüne ulaştık. Alişar köyünün hali,
her terk edilmiş yer ve bir zamanlar bir yaşam mekânı olarak insanlar
tarafından paylaşılmış diğer yerleşimler gibi hüzün doluydu. Bakarken
anlamlandırmaya çalıştığımız yıkık dökük duvarlar, malzeme anlamında; taştan
başka hiçbir şeyi kalmamış evler, bir evin kapısı önünde yerde atılı; sanki
buğday ezmek için kullanılmış olabileceğini düşündüğümüz taştan bir tekne,
evlerin arasındaki hissedilir genişlikteki bir sokak, köyün ovaya doğru dönük
yüzünde yer alan ve her şeyin tanığı iki yaşlı çitlembik ağacıyla onun önünde
yer alan köyün meydanlığı… Her şey, ama her şey darmadağın ve yağmalanmış
gibiydi. Terk edilmişlik ruhu, Alişar köyünün bütün hücrelerine
sinmişti sanki.
Alişar Kayası
Alişar köyüne inerken Alişar Ovası'nın görünümü
Alişar köyü kalıntıları
Gezginler Alişar köyüne doğru inerken; her taraf geven kaplı...
Köy ile ilgili olarak muhtelif rivayetler var. Alaçatı için hazırlanmış bir broşürde İzmir-Çeşme otoyolunun
kuzeyinde yer alan eski Türkmen yerleşimi Karaköy’ün
yaklaşık 400 sene önce Alişar Mevkii’nde
kurulduğu, daha sonraları köyün yerinin güney denizinden gelen korsan baskısı
nedeniyle bugünkü mevcut yerine taşındığı belirtiliyor. Şubat-2014’de ziyaret
ettiğimiz Karaköy’de muhtar Ali Lokmacı’dan, köyün geçmişinde üç kez
salgın hastalıklar nedeniyle yerinin değiştiği bilgisini almıştık.(3) Her iki köyün otoyolun
iki yakasında yer alan birbirine nispeten yakın konumları nedeniyle, Karaköy’ün ilk kuruluş yeri Alaçatı broşüründe belirtildiği gibi Alişar Mevkii olabilir.
Alişar köyünün yıkıntıları arasında...
Alişar köyünün sokaklarından biri
Gezginler, Alişar köyündeler.
Alişar evlerinden biri; belki de en iyisi...
Ancak bir başka rivayet ise, köyün Polifora
adında eski bir Rum yerleşimi olduğu, Rumlar tarafından terk edildikten sonra
Türklerin köye yerleştikleri doğrultusunda. Hatta köyün girişindeki sırta doğru
konumlanmış büyük yapı kalıntısının da Rum kilisesinden bugüne kalan izleri
olduğu belirtiliyor. Yine sıklıkla başvurduğumuz ve Rumların Anadolu’da
yaşadığı yerleri ve yer adlarını belirten Dr.
Georgios Nakracas’ın Anadolu ve Rum
Göçmenlerin Kökeni isimli kitabında ise, söz konusu yerleşimin ismi
geçmiyor. Georgios Nakracas’a göre Urla kazasının (onlar Vourla diyor-İF) Rum yerleşimleri
arasında; Rodonas (Gülbahçe), Yağcılar, Tolos, Menteşe, Kolicas, Ortaca,
Yukarı Demircili, Aşağı Demircili,
Söğüt, Günepsi, Kilismani, Kiliseli (Hekim Adası), Aya Paraskevi (Çiftlik) ve Skala
(bugünkü İskele) köyleri, Çeşme
(onlar Krini diyor-İF) kazasının Rum
yerleşimleri arasında ise Agrelya (Alaçatı),
Kato Panaya (Çiftlikköy), Reisdere, Litri (Ildırı), Pirgi, Arıca, Çuralanı, Nohutalanı,
Uzunkuyu ve Kemeryaylası köyleri
yer alıyor.(4)
Evin giriş kapısı
Evin iç mekanları
Evin odalarından örnekler
Aynı evin önünde bulunan taş tekne
Bütün bu bilgilerin hepsini bir araya getirdiğimizde, bize göre; köyün
bir Yörük köyü olma olasılığı daha ağır basıyor. Köyün ova yönünden girişindeki
iki dev çitlembik ağacı yakınlarındaki Türk mezarlığının izleri de bunları
doğruluyor gibi. Ama yine de kesin bir yargıya varmak açısından mezar
taşlarıyla ilgili okunabilir tarih bilgisi v.b. daha ayrıntılı araştırmalara
ihtiyaç bulunuyor.
Alişar köyü; bir sokak ve arkada Alişar Kayası
Alişar evlerinden bir diğeri
Köyün meydanlığı ve çitlembik
Köyün kilisesi olması en muhtemel yapısından kalanlar
Alişar viraneliğinde...
Kafamızda sorularla Alişar
köyünden ayrılırken, yaşlı çitlembiklere son kez baktık. Kışın dondurucu
soğuğuna bütün yapraklarını dökerek direnen bu mübarek ağaçlar, baharda
yüzlerce yıl olduğu gibi yine yapraklanacak ve o taptaze filizleriyle
meraklısına ağızlarında şeker gibi bir lezzet bırakarak şifa dağıtacaklardı.
Ama bütün bunların tadına bir zamanlar bakmış olan o eski Alişarlılardan ne
yazık ki artık bir haber yoktu. Olmayacaktı da…
Her şeyin tanığı çitlembik ağacı ve köyün mezarlığından kalanlar
Alişar'dan ayrılırken...
Kopayla dans...
Kopayın ekmekleri yemeye karar verdiği an...
Sabahtan beri bizimle birlikte yürüyen, bir görünüp bir kaybolan
Zeytinelili çoban Çağrı’nın sürüsüyle Alişar
köyü çıkışında yine karşılaşmıştık. Üçüncü karşılaşmamızda; artık Çağrı ve
sürünün köpeği kopayla(5) vedalaşma zamanıydı. Kopayla vedalaşmamız, öğle yemeğinden kalan
iki dilim ekmeği paylaşmak şeklinde oldu. Korka korka; bize doğru bir yaklaşıp
bir uzaklaşan kopay, afiyetle ekşi
maya ekmekleri mideye indirdi. Bize düşen ise, Alişar Ovası’ndan yavaş yavaş arabayı bıraktığımız yöne, şoseye doğru
yürümekti.
Bu da diğer kopay...
Altısı bir yerde; rüzgar güllerinin estetiği...
Avlağa ulaştığımızda, buraya bıraktığımız arabamıza binerek son
durağımız olan Uzunkuyu köyünün
kahvehanesine doğru hareket ettik. Akşama doğru hava iyice soğumuştu yeniden.
Ancak, günün sonunda ve bu soğuk havada yorgunluk çaylarımızı içmeden olmazdı.
Çayların eşliğinde; köyün eski muhtarlarından Kemal Amca’nın sohbetine ortak
olduk kahvehanede. Uzunkuyu ve
köydeki eski yaşama dair bazı bilgileri aktardı bize Kemal Amca.
Alişar Ovası
Uzunkuyu, yukarıda da belirttiğimiz üzere Mübadele öncesi çoğunlukla Rumların
yaşadığı bir köymüş. Mübadeleden sonra Selanik’in köylerinden gelen muhacirler
yerleştirilmiş Uzunkuyu’ya.
Selanik’den gelenlerden 90 yaşlarının üzerinde iki yaşlı teyze kalmış şimdilerde.
Kahvehanenin önündeki Uzunkuyu çınarı
Kemal Amca’ya, köyde kopanisti
peyniri(6) yapan olup olmadığını sorduk. Kimsenin
kalmadığını ve köyde artık bu peynirin yapılmadığını söyledi. Kemal Amca, kopanisti peynirini yapmanın özel bir
ustalık istediğini, sürekli karıştırılması gerektiğini, aksi takdirde peynirin
kurtlayabileceğini belirtti.
Kemal Amca'nın yeniden yapılmasına ön ayak olduğu Uzunkuyu Camisi'nin içi
(Fotoğraf: İF; Mayıs-2014)
Uzunkuyu Camisi'nden bir dörtlük
Mala mülke mağrur olma
Deme yoktur ben gibi
Bir muhalif rüzgar eser
Savurur harman gibi
Hacı Salih Büyükbaş
Köyde, eskiden çok zengin bir tarımsal çeşitlilik varmış. Üzüm, badem,
tütün o günkü zenginliklerin kaynağı imiş. O yıllarda eski Çeşme yolunun
üzerinde bulunan Uzunkuyu’ya, şimdilerde
terk edilmiş Söğüt köyünün de
bulunduğu Söğüt Ovası’ndan develerle
yük gelirmiş. Biraz üzüm satar, İzmir’de Fuar zamanı para yemeye giderdik diye
aktarıyor Kemal Amca; o günlerdeki zenginliği. Bugün kızılçamlar tarafından ele
geçirilmiş olan Uzunkuyu köyünün
sırtları, o zamanlar tamamen üzüm bağlarıyla kaplıymış. Bu öyle bir zenginlik
olmalı ki, anlatırken Kemal Amca’nın gözleri ışıl ışıl parıldıyor. Ama
özellikle 1980 sonrası ülkedeki alt üst olıuş süreçlerinin başlangıcıyla
birlikte tarım ürünleri para etmez hale gelmiş onun deyimiyle. Tütün tarlaları,
üzüm bağları zaman içinde tarumar olmuş hep. Bugün ovada sadece Çeşme kavunu
ekildiğini, biraz da kendilerine yetecek kadar biber, domates türünden
sebzelerin tarımının yapıldığını belirtiyor.
Uzunkuyu evlerinden biri
(Fotoğraf: A.Aydemir; Şubat-2014)
Kemal Amca’nın tatlı sohbetini balla kestik. Çünkü bizim artık İzmir’e
doğru hareket zamanımız gelmişti. Hafta sonu olması nedeniyle şehirde bizi
kördüğüm gibi bir trafik kâbusu bekliyordu. Bu nedenle bir an önce yola
çıkmalıydık. Kemal Amca ve kahvehanedekilerle vedalaşarak, İzmir’e dönüş için Uzunkuyu’dan ayrıldık.
Dipnotlar
(1)
Zeytineli yakınlarında kapalı bir havza görünümündeki Alişar Kayası, Alişar Ovası ve eski Alişar
köyü, halk arasında ve farklı kaynaklarda Alaşar veya Alişar ismi
ile anılıyor. Biz yazı boyunca Zeytineli Ertürk Örnek Avlağı’nın Doğa Koruma ve
Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan tanıtım panosunda yer alan
haritadan da esinlenerek Alişar ismini
kullandık.
(2)
Konglomera; kum, çakıl ve daha iri yumru
taşların basınç altında sıkışarak ve doğal çimentoyu (silis, kireç taşı ve
demir oksit gibi) andıran bağlayıcılarla birleştirilmiş, yeryüzü kayaç
yapılarıdır.
(3)
Karaköy hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/02/cesme-yarimadasinda-bir-bahar-gunu.html
(4)
Dr. Georgios Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan
Politikası ve Anadolu Felaketi, Yunancadan çeviren: İbram Onsunoğlu; Belge
Yayınları; 1.Basım-Şubat 2003; sayfa:89-90-91 ve 97
(5)
Kopay; Anadolu’nun yerli ırklarından bir
av köpeği cinsi
(6)
Kopanisti peyniri, Rumların çok iyi yaptığı, bizim de onlardan öğrendiğimiz;
şimdilerde daha çok Karaburun ve Çeşme civarında yapılan bir peynir türü. Yapım
aşaması oldukça zorlu, ağızda acımsı bir tat bırakan ve özellikle rakıyla
birlikte meze olarak tüketilen özel bir peynir…
(7)
Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC/İF
tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC