DERELİ’DEN EFE GEÇTİ
18 Ekim 2016
İbrahim Fidanoğlu
Dereli, Aydın Dağları’nın Küçük Menderes Ovası’na dönük
yüzünde yer alan Karakaya Tepesi’nin
ovaya doğru vadilerle bölünmüş eteklerinde konumlanmıştır. Şimdilerde nerdeyse
sadece yaşlıların kaldığı terk edilmiş bir mekân izlenimiyle; içinde taşıdığı
hüznü sokaklarına boşaltan köy, eski bir Yörük yerleşimidir. Batısındaki Kireli ve doğusundaki Peşrefli köyleri arasında; ama Karakaya’ya yaklaşma hevesiyle;
diğerlerinden daha yükseklere yerleşmiş olan köyün, Tire-Ödemiş arasında yer
alan diğer köylerden görünüşte çok da bir farkı yok gibidir. Ancak köye girince
sizi karşılayan sessizlik ve terk edilmişlik iklimi, köydeki hayata dair bazı
ipuçlarını ziyaretçisine sunmaya başlar.
Dereli'nin üstünde yer alan Karakaya Tepesi
(Fotoğraf: A.Aydemir; Şubat-2014)
Dereli'nin sessiz ve yalnız sokakları
Sonbaharla baş veren Dereli'nin siklamenleri
Çıtlık ağaçlarının gölgesinde...
Ekim’in ortasında poyrazla dirilen hava, köye doğru savurdu bizi. İlkin
aşağılarda; ovaya doğru, asfaltın kıyısında taze soğan demetlerini suda yıkayan
köylüler karşıladı. Biraz yukarıda ise, Hacı İmamların şimdilerde susuz kalmış
kör kuyusu… Yol boyu yüzlerce yıllık havutçu hikâyelerine malzeme olmuş çıtlık
ağaçları diziliydi. Çoğunun meyvesi susuzluktan üzerinde kavrulmuştu sanki.
Diri kalan bir kaçını keyifle kemirdik. Ağzımızda bıraktığı tatlımsı lezzet
yetti bile bize. Tarlada varlığını bildiren iki beygirin kişnemesi, çıtlık ağaçlarının
yapraklarını hareketlendiren poyrazın sesine karıştı. Tarlanın kıyısı boyunca
dikilmiş narlar da susuzluktan pek keyifli değildi bu yıl. Ürün kalkmış, tarla
bozulmuş, sekideki kerevit boşalmıştı. Terk edilmişlik ruhu, tarlada başladı.
Dereli girişinde Hacı İmamların Kuyusu
Tarlada hüzün
Kuyu başından ayrılış
Kuyu başından ayrılıp köyün girişinde yer alan tek kahvehanesine kadar
yürüdük. Kahvehanede çınarın gölgesinde oturan birkaç ihtiyardan başka kimsecik
yoktu. Oturanları selamlayıp yanlarına iliştik. Köylülerin anlatımına göre;
gençler köyde yaşamak istemiyordu. Dolayısıyla köy, sadece ununu eleyip eleğini
duvara asmış köyün yaşlılarına kalmıştı. Bizim buralarda ne aradığımızı
soranlara yanıtımız, ismi bu köyle anılan bir kahramanın; Gökçen Efe’nin baş kızanı ve onun Kurtuluş Savaşı’nın başlarındaki şahadeti
sonrası kızanların başına geçen Hacı
Halil Efe ya da Halil Çöp’ün
mezarıydı.
Dereli kahvehanesinde köylülerle sohbet hali
Dereli'nin terk edilmiş mekanları
Dereli köyü, ismini büyük olasılıkla içinden geçen dereden almış olmalı. Peşrefli ya da Kireli gibi özgün bir isme sahip olmaması, diğer köylere göre daha
sonraki zamanlarda yerleşildiğini akla getiriyor. Örneğin komşu Peşrefli köyündeki Pir Veli Beşe’nin(1)
başındaki yorgun ve ulu kara servinin ele verdiği tarih, bize Orta Asya’dan
Batı Anadolu’ya yönelen o büyük göçün yakınlarındaki zamanı işaret ederken,
benzeri bir belirtiye Dereli’de
rastlanmıyor.
Peşrefli'de Pir Veli Beşe'nin başındaki yaşlı kara servi
(Fotoğraf: İF; 2006-Kasım)
Bortaklı Tepe ve Kireli Tepesi
Peşrefli köyü
(Fotoğraf:İF; 2011-Mayıs)
Dağın eteklerine yaslanmış Dereli’den ovaya doğru baktığınızda, Kireli ile Peşrefli arasında iki küçük tepe dikkat çekiyor. Bunlardan üzeri makiliklerle kaplı ve diğerine göre daha yeşil görünen öndeki tepe, bu yörede Bortaklı Tepe olarak biliniyor. Bortak, karatavuğun boz renkli ve gösterişsiz dişisine bu civarda verilen isimmiş. Hasan Hoca’nın anlatımına göre, Bortaklı Tepe’nin hemen önünde ise, Elmalık, hala suyu bulunan İlmandolu Kuyusu ve Kavaklık mevkileri yer alıyor. Bütün bunların ilerisinde ve Tire-Ödemiş asfaltına daha yakın konumda ise, daha iri ve yüksek olan Kireli Tepesi bulunuyor. Her iki tepe arasında bir boğaz var; Peşrefli yönünden geçişi sağlıyor.
Bortaklı Tepe civarında İlmandolu Kuyusu
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Hasan Hoca’nın köyü Peşrefli
ve Dereli birbirinin neredeyse
dibinde yer aldığından olsa gerek, çocukluk yıllarına dair anılar hala canlı.
Onun anlatımına göre; erken çocukluk döneminde Peşrefli köylüleri, buğdaylarını öğütmeye Dereli’deki değirmenlere giderlermiş. Bugün köye adını verdiğini
düşündüğümüz derenin o günlerde dağdan akıp gelen suyu o kadar bol olmalı ki,
bu dere üstünde o yıllarda tam dokuz tane değirmen varmış. İsimlerini
annesinden öğrendiği bu değirmenler şunlar: Medine’nin değirmeni, Sönmezoğlu ve
İnce Memed’in değirmenleri, Peşreflili Hacı Amatların iki adet değirmeni, Deli
Hacılar ve Değirmenci Mestan’ın değirmenleri, Medine’nin oğlu Hasan’ın
değirmeni ve son olarak Saimoğlu’nun değirmeni…
Dereli Köprüsü
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Köprünün yandan görünüşü
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Köyün girişine yakın konumda; küçük bir meydanlığa bakan köyün camisi
1951 yılından kalma. Caminin bir özelliği olmamakla birlikte; minaresinin
tuhaflığı ile dikkat çekiyor. İncecik, alçak ve minyatür bir kuleyi andıran
minare, neden böyle yapılmış; hayret verici doğrusu. Meydana bakan evlerin çoğu
yıkık birer viranelik gibi… Yaşlı bir çınarın dibinde yine yaşlı bir teyze ile
ayaküstü söyleşiyoruz. Ama o kadar…
Dereli köyünün eski evlerinden biri ve arkasında köyün camisinin garip minaresi
Dereli köy mezarlığı
Dereli Mezarlığı
Mezarlıktaki yaşlı zeytin ağaçlarından biri
Kupkuru dereyi aşıp hemen üst düzleminde yer alan köyün mezarlığına
doğru yürüyoruz. Balbal taşları arasından yol bulup yaşlı zeytinlerin dibinde
yatmakta olan o “kahraman”ın mezarını arıyoruz. Geniş gövdeleriyle bir duvar
gibi önümüze çıkıyor zeytinler. Burula burula, budana budana yeniden hayata
dönerken zeytinler, toprağın altında yatmakta olan bu ölü canlara ne
fısıldamakta acep rüzgârın dilinde… Geniş gövdelerden birinin ardında; başı
çelenkli bir ay yıldızla taçlandırılmış bir mezar taşının üstünde şöyle yazıyor:
“Hafız Musa Oğullarından Hacı
Halil Çöpoğlu; Ruhuna Fatiha; 20.11.1939”
Hayatı ne kadar fırtınalı da olsa; oldukça mütevazı kişiliğinin taşa
yansımış hali; yaşadı ve öldü Hafız Musa Oğullarından Hacı Halil Çöpoğlu; şimdi
Dereli köy mezarlığında gösterişsiz
bir mezarda yatıyor.
Hacı Halil Efe'nin Dereli'deki mezarının ayak ucundan görünümü
Hacı Halil Efe'nin mezar taşının baş ucundan görünüşü
Aydın Dağları’nın kuzeye bakan yüzünde terk edilmişlik ruhunun ele
geçirdiği bir köyün yaşlı mezarlığında sonsuzluk uykusuna dalmış bu kahraman
zeybek; Hacı Halil Efe kimdi? Şimdi biraz ona bakalım.
Hacı Halil Efe ve
onun efesi Gökçen Hüseyin Efe’nin hikâyesi
Kızılışıklı Aşireti'nden olan Hacı Halil, yörede daha çok Molla Halil olarak bilinmektedir. 1865 (H.1282) doğumlu olan Efe, Tire'nin Dereli köyündendir. Babası Musa, annesi Havva'dır. Veli, Musa ve Ahmet adında üç oğlu ile Dudu (Sezer), Emine (Kuru) ve Hatice (Berberler) adında üç kızı bulunmaktadır.
A.Munis Armağan’ın Boz Menderes’den Bozdağlar’a Kuvayı Milliye isimli kitabında Hacı Halil Efe şöyle anlatılmaktadır:
Hacı Halil Efe; göğsünde İstiklal Madalyası ile...
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Hacı Halil Efe'nin oğlu Musa Çöpoğlu
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Hacı Halil Efe'nin Kahrat'taki kızı Emine
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Yukarıdan aşağıya üç nesil bir arada; Hacı Halil Efe'nin oğlu Musa Çöpoğlu'nun torunu Mehmet Devrimci
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
A.Munis Armağan’ın Boz Menderes’den Bozdağlar’a Kuvayı Milliye isimli kitabında Hacı Halil Efe şöyle anlatılmaktadır:
“Gökçen Hüseyin Efe’nin baş kızanı ve danışmanı olan Hacı
Halil, bölgenin ikinci dereceden en güçlü adıdır. İkinci dereceden bir ad
olmasına karşın, “Efeler” kadar ünlüdür. Hacı
Halil, Kurtuluş Savaşı’na Gökçen
Hüseyin Efe’yi kazandıran bir efedir. 5 Temmuz 1919’da Gökçen Efe’yi Kahrat’taki
evinde ziyaret ederek onun harekâta katılmasını sağlamıştı. Gökçen Hüseyin Efe’nin Hacı Halil Efe’ye büyük bir saygısı ve
güveni vardır. Hatta Gökçen Hüseyin Efe,
Hacı Halil’e seslenirken “Hacı Emmi”
diye seslenmektedir. Efe, onu babası gibi sever sayardı. Celal Bayar da anılarında “Hacı
Halil, dedikoduyu sevmeyen bir karaktere sahipti” diye yazmaktadır. Hatta
Cumhuriyet kurulduktan sonra, kendisini ziyarete iktidarda iken değil düştükten
sonra gelmesini takdirle karşıladığını eklemektedir.
O, tüm kararların alınmasında ve mücadelelerde daima ön safta yer almış,
savaşın kurmayları tarafından saygıyla dinlenmiştir. Kardeşi Mustafa Ağa da Milli Mücadele içinde yer
almıştır.
Gökçen Efe’nin şehit olmasının ardından, grubun liderliğini Kurtuluş Savaşı sona
erinceye değin sürdürmüştür. Akıncı efelerden oluşu nedeniyle görev alanı çok
geniş olmuştur.”(2)
Yörük Hacı Halil Efe; Kurtuluş Savaşı günlerinde...
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Hacı Halil Efe, yörede anlatılanlara göre Munis
Armağan’ın da belirttiği gibi hiçbir zaman bir özne olmamış, ama Gökçen
Efe’nin baş kızanı iken, her zaman yaşı ve deneyimi ile onun yanında bir
danışman rolü oynamış görünüyor. Kuvayı Milliye’nin Batı Anadolu’da oluşumu
sürecinde Gökçen Efe’nin Yunanlıların
İzmir’i 15 Mayıs 1919’da işgali sonrasında Kahrat’a
çekilip belli bir tereddüt iklimi içinde Tire ve Ödemiş işgalini karşılayışı
dikkat çekicidir. İşgalci Yunan birliklerine karşı Hacı İlyas Tepesi önlerinde bir cephe hattı oluşturmaya çalışan
Ödemişli Kuvvacılar içindeki yedek zabit Ali
Orhan İlkkurşun’un anılarında bu can sıkıcı ilişkiler yumağı açık bir
şekilde anlatılmaktadır. İşte Hacı Halil
Efe, bu tereddüt iklimini parçalayıp yırtan ve o zamanlar Tire-Ödemiş
yöresinde Kuvayı Milliye’nin çekirdeğini oluşturma potansiyeli taşıyan en
önemli silahlı ve örgütlü güce sahip olan Gökçen
Hüseyin Efe’yi ikna eden kahramandır. Hacı
Halil Efe’nin bir önemli özelliği olarak da; baskınlarda müfrezenin
hareketi öncesinde düşman birliklerine yönelik; oynadığı “öncü” rolünü de
ayrıca belirtmek gerekiyor. Bu da onun ne kadar kıvrak bir zekâya ve beceriye
sahip olduğunun göstergesi olmalı.
Karaçamur Yaylası'ndan Eğridere Vadisi'ne bakış
(Fotoğraf: İF; 2015-Kasım)
Torununun oğlu Yakup Çöpoğlu’nun
anlatımına göre; Hacı Halil Efe,
hayatının büyük bir kısmını; kışın, Karakaya'nın altında yer alan Dereli sırtlarındaki bir diğer Kavaklık Mevkii’nde geçirmiştir. Yazları
ise mekânı; Eğridere Vadisi’nin
üstünde yer alan Karaçamur Yaylası’dır.
Bu yayla, sahip olduğu su kaynakları açısından yörede son derece önemlidir. Bu
yaylanın bir diğer özelliği ise, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında ovadaki
işgalci Yunan birliklerine karşı verilen ilk baskınlardan sonra sığınılan yer
olmasıdır. Çünkü Karaçamur Yaylası,
Türkmenlerin büyük göçünden beri yüzyıllardır Yörüklerin yatağıdır. Sulh
zamanında ise; Eğridere Vadisi’ni
besleyen Karaçamur Yaylası,
hayvanlarının peşinden kıl çadırlarda bir göçer hayatı süren Hacı Halil Efe’nin yazları mekânı
olmuştur.
Tire Bahçekahve Mevkii
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Tire’de yaşayan torununun oğlu Yakup
Çöpoğlu’nun anlatımına göre; Hacı
Halil Efe Tire’nin Bahçekahve
semtindeki bir medresede üç yıl medrese eğitimi almıştır. Bu da ona Kızılışıklı Yörükleri içinde belli bir
saygınlık ve kabul görme olanağı sağlamıştır.
Hacı
Halil Efe'nin Mahmudiye dönemi köstekli saati
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Hacı
Halil Efe'nin köstekli saati; yakından...
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
(Fotoğraf: Hasan Doğan; 2016-Ekim)
Karaçamur ve civarı; dağlarda Yörük ateşleri tüter.
(Fotoğraf: İF; 2015-Kasım)
Bu uğurda karanlık ve tehlike dolu gecelerde İzmir’den at üstünde Ödemiş’e, oradan da Kahrat’a gelen Celal Bayar,
burada sulh zamanında kendisinin ve arkadaşlarının yüze çıkmasına yardımcı
olmasından dolayı Gökçen Hüseyin Efe’nin
yakınlığı ve yüksek ilgisi ile karşılanır. Kahrat’ta
Gökçen Efe ile konuk edildiği Fadime Hanım’ın evinde yapılan toplantılarda;
Ödemiş ve çevresindeki Yunan işgaline karşı koymanın planları yapılmaktadır. Bir
yandan Ödemiş Jandarma Tabur Kumandanı Yüzbaşı Tahir Özerk ile sürdürülen iletişim ve hazırlıkların sonuca
ulaşmayışı, bir yandan da Celal Bayar’ın
bir gece vakti Tire’yi ziyareti sırasında Yörükoğlu
İbrahim Bey’in konağında Rum hizmetçi Katina tarafından deşifre edilmesi
sonucunda bölgeden ayrılmak zorunda kalışı Bayındır’dan Ödemiş’e doğru
ilerlemekte olan Yunan kuvvetlerine karşı direniş hazırlığındaki Kuvayı Milliye
Teşkilatı’nı zor durumda bırakır.
Adeta bir karargâha dönüşen Fadime
Hanım’ın evinde Celal Bayar’ın Kahrat’ı terk etmeden önceki son
toplantıda Ödemiş Jandarma Tabur Kumandanı Yüzbaşı Tahir Özerk’in İzmir’in
işgali sonrasında direniş hattını oluşturmaktaki güçlükleri ifade eden ve
Ödemiş’teki askeri depolardaki silahların Kaymakam tarafından teslim edilmek
istenmediğini bildiren konuşması kafalarda tereddütler yaratır. Buna Gökçen Hüseyin Efe de dâhildir. Onun
derdi ise; dağlarda zeybeklik günlerinden kalma rakip çeteler arasındaki
çekişmenin kendisinde yarattığı tatsızlıktır. Çakırcalı ve Kamalı çatışması,
Batı Anadolu Cephesi’nin oluşumu arifesinde zeybeklerin kafasında tereddütlere
yol açmaktadır.
Kuvayı Milliye günlerinde Celal Bayar, Galip Hoca kılığında...
Celal Bayar, bu konuyu Ben de Yazdım isimli 8 ciltlik eserinin 6. cildinde şöyle
anlatmaktadır:
“Öteden beri zeybekler arasında birbirini çekememezlik ve kan davaları
vardı. Kamalı Efe, Çakırcalı Efe, bilmem ne efe takımlarının bir araya
gelmeleri zor bir işti. Bütün iptidai insanlar gibi, bunlar da bu zaafa kendilerini
kaptırmışlardı. Yanık Halil Efe’ye (Askeri
depolardaki silahları millici kuvvetlere teslim etmek istemeyen Ödemiş
Kaymakamı’nı zorla işten uzaklaştırması planlanan ve bir zamanlar Kamalı’nın
kızanı olan zeybek-İF) fazla güvenir görünmek, ön vermek Gökçen’i işten
uzaklaştırabilirdi. Çünkü Yanık Halil İbrahim, Kamalı Kolu’ndan, Gökçen ise
Çakırcalı Kolu’ndandı. Bunlar birbirinin rakibi idi. Uzlaştırılmaları lazımdı.”(3)
…
“Gökçen Efe, bütün bu görüşme sırasında ağzını
açmamıştı. Toplantı sonunda beni bir kenara çekti. Yavaş sesle şunu söyledi:
‘Ben anlamıyorum. Yapacağımız iş devlet ve millet işidir. Hükümet
adamları anlaşamıyorlar. Kaymakam bir yana, jandarma kumandanı öbür yana
çekiyor. Sana söz vermiştim, kızanlarımla yine emrindeyim. Öl dediğin yerde
ölürüz. Kal dediğin yerde kalırız. Amma beni affet, başka adam bulamam.’
Efe’nin bu sözleri ilk heyecanını kaybettiğinin deliliydi. Artık daha
fazlası için zorlanamazdı. Tahir Özerk’den ise, bu an için bir şey
beklenemezdi. Başka çareye başvurmamız gerekiyordu.”(3)
Bu sırada Ödemiş’teki Kaymakamı etkisiz hale getirmesi planlanan Yanık Halil Efe ve adamları Nazilli-Balyanbolu (Beydağ) yolunda Beydağ Taşoluk Mevkii’nde yerli Rumların
teşvikiyle harekete geçen Koca Mustafa isimli bir eşkıya tarafından pusuya
düşürülerek 23 Mayıs’ta şehit edilir.(4)
Torbalı’nın 20 Mayıs’ta Yunanlılar tarafından işgali ve yukarıda
anlatılan tablo nedeniyle Celal Bey, Kahrat köyünden ayrılmaya karar verir ve
Aydın Dağları’nı aşarak Germencik’e
İttihat Terakki’den arkadaşı ve Germencik Belediye Başkanı Emin Ulucan’ın yanına ulaşır. Amacı; Albay Şefik Aker ile buluşarak Nazilli’ye
ulaşmaktır.
Ödemişli Yedek Zabit Ali Orhan İlkkurşun'un Ödemiş Belediyesi tarafından basılan anıları
30 Mayıs 1919’da Bayındır üzerinden Ödemiş’i işgale doğru ilerlemekte
olan Yunan kuvvetlerini karşılamak üzere Hacı
İlyas Tepesi’nde (bugünkü İlkkurşun
Tepesi) yedek zabit Ali Orhan
İlkkurşun kumandasında bir cephe hattı oluşturulur. Ama Celal Bayar’ın Kahrat’ı terk etmesinden yaklaşık bir hafta sonra bu noktaya kolay
ulaşılamamıştır. Önce Ödemiş’e büyük ümitlerle Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay gelir. Ancak Jandarma
Kumandanı Tahir Özerk, onunla da Celal Bayar ile Kahrat’ta son yapılan toplantıda söylediklerine benzer bir konuşma
yapar. O da hayal kırıklığı içinde Ödemiş’i terk eder. Ödemiş’teki askeri
deponun boşaltılabilmesi için; Salihli’den 17.Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey’in ve Aydın’dan
57.Tümen Kumandanı Albay Şefik Aker’in
söz konusu silahların asla düşmana teslim edilmemesi yönündeki şifreli
telgrafla uyarıları sonrasında Ödemiş’te manzara değişir. Askeri emir sonrası,
Jandarma Tabur Kumandanı Tahir Özerk’in
tereddütlü tavrı ortadan kalkar, silahlar cephede savaşacak gönüllere
dağıtılır. Hacı İlyas Tepesi’nde
Bayındır yönünden trenle gelecek Yunan kuvvetlerine karşı hazırlıklar sürerken,
bir yandan
da Kahrat’ta bulunan Gökçen Efe’nin de katkısıyla 80 kişilik
bir birlikle Tire’deki işgalci Yunan kuvvetlerine karşı bir şafak baskını
düzenlemeyi planlarlar. Bu baskın öncesinde de Ödemiş Jandarma Bölük Komutanı Mülazım Ahmet Rifat Kemerdereli ve
arkadaşı Hamit Şevket Bey, Gökçen Efe ile temasa geçmek ve baskına
katılmasını sağlamak üzere Kahrat’a gider.
Sağlanan mutabakata rağmen Gökçen Efe,
anlaşmaya uymaz ve Kuvvacı güçlere güvenmeyerek baskın gecesi Yunan işgali
altındaki Güme Dağı’nda bulunan Canbazlı köyüne gider. Baskını, hava
aydınlanana dek Güme Dağı’ndan takip eder.(5)
(6)
Celal Bayar’ın
hatıralarında konu, Ahmet Rifat
Kemerdereli’nin ağzından şöyle anlatılmaktadır:
“Zeybekler iştirak
etmeyince, ertesi sabah için kararlaştırılan Tire baskını geri mi
bırakılacaktı? Yoksa Yunan kumandanına söylenen sözün bir blöf olmadığını
göstermek için eldeki kuvvetlerle hücum mu edecektik? Zihnimden geçen, bir sel
uğultusu halinde akıp giden bu düşünceler Tahir Özerk’i de meşgul etmiş olacak
ki; birden bire aklına Gökçen Efe gelmiş ve Hamit Şevket’e:
‘O halde Gökçen’i alır,
yarın Tire’ye baskın yapmak kararımızı tatbik ederiz’ dedi ve ilaveten “Şimdi
Gökçen’e gidiniz, o bana, aralarındaki husumet yüzünden Çerkes Hasan’la beraber
çalışmayacağını söylemişti. Yeni vaziyeti (Çerkes Hasan, itaatsizliği sonrası
adamlarıyla birlikte Hacı İlyas hattından çekilmiştir) kendisine anlatır, yarın
şafak zamanı yapacağımız Tire baskınına iştirak etmesini rica edersin’ emrini
verdi.
Teğmen Ahmet Rifat, bu
tehlike dolu gece yolculuğunda, yanına bir süvari jandarma eri alarak, Hamit’i
yalnız bırakmadı. Fakat bu vefalı hareketi, kendisine çoğa maloldu. Gökçen’i
geç vakit Kahrat köyünde buldular. Uzun görüşmelerden sonra Gökçen,
kendileriyle mutabık göründü: ‘pekiyi’ dedi. Fakat ani kararlaşan bu maceraya
atılmadı. Sabaha karşı kızanlarıyla Kadife köyüne (şimdiki Kaplan)(7) çekilip intizar halinde
kaldı.
Tire kazası sınırı içindeki Zincirlikuyu mevkiine, Hacı İlyas
cephesinden, Şükrü Bey kumandasında 87 kişilik bir kuvvet gönderilmiş, Tire’ye
yapılacak baskın da ertesi güne bırakılmıştı. Düşman daha evvel davranarak,
1919 senesi Haziran’ının birinci günü saat 8 sıralarında Tire’den yola
çıkardığı 2 bölük efzun ve 200’den fazla atlara bindirilmiş yerli Rum
kuvvetleriyle, müfrezemize taarruz etti. Müsademe bir saat kadar sürdü.
Gönüllüler soldaki tepelere ve Ödemiş istikametine doğru çekildi. Düşman bu
hareketi, kendisini yan ateşine almak için tertip edilmiş bir manevra sandı,
takip etmedi.”(8)
Celal Bayar’ın yukarıdaki satırlarda aktardığı sancılı ve kararsız günler, işgal
şartlarının yıkıcılığının da etkisiyle safların giderek billurlaşmasına,
zeybeklerin kafalarındaki tereddütlerin dağılmasına yol açar.
Yine Celal Bayar’ın Gökçen Efe’nin bu tereddütlü duruşu ile
anılarında aktardıkları ise şöyledir:
“Gökçen Efe’nin kendisine
yapılan davete, evet dediği halde, icabet etmeyişinin sebebini, benim daha önce
Ödemiş faslındaki yazılarımda bulmak mümkündür. Efe, gruplar halinde (çete savaşları şeklinde-İF) düşmana
baskınlar yapılması fikrindeydi. Bu teşebbüsün (Hacı İlyas önlerinde cephe oluşturma fikrinin-İF) istenildiği gibi
idare edilemeyeceğine ve iyi netice alınamayacağına inanmış olması gerektir.
Hakikaten cesur ve doğru görüşlü bir insan olarak tanıdığım bizim
Ödemişli İsmail Efe’ye sonraları, bu iş nasıl oldu diye sorduğum zaman, cevabı,
‘Kulak asma, işi hesaplı tutamadılardı. O kavgayı kazanamazdık’ demekten ibaret
oldu.
Tedbir ve sonuç ne olursa olsun, vaka bizim için üzerinde takdirle
durulacak kadar önemlidir. İstilacı düşmana karşı koymanın ve milli heyecanın
silahlı ilk tezahürlerinden biridir. ‘Gül ve sümbül’ demetleriyle düşmanı
karşılamaya hazırlananların yanında, büyük bir vatanseverlik örneğidir. Küçük
Menderes bölgesinin duygulu çocukları bu hareketleriyle, tarih önünde; iftihar
edebilirler.”(9)
1919 Ağustos’unda Aydın’ın Köşk
kasabasındaki Demirci Mehmet Efe’nin karargâhına
bir ziyaretçi gelir. Son derece sıkı korunan bu binada Celal Bayar da kalmaktadır. Gelen ziyaretçi Celal Bayar’ı aramakta, ancak onu Kahrat’taki günlerde görmüş olmasına rağmen tanıyamamıştır. Gelen Gökçen Efe’nin baş kızanı Tire’nin Dereli köyünden Hacı Halil Ağa’dır. Hacı Halil Ağa, Gökçen Efe’nin Kuvayı Milliye saflarında çarpışma isteğini ve silah
talebini Celal Bey’e iletir. Celal Bayar, Kahrat’taki uğraşılarının boşa gitmediğini görerek sevinir ve bu
isteği Demirci Mehmet Efe’ye iletir.
Gökçen Efe; tam teçhizat...
Celal Bayar’ın o konuşmaları aktarımı şu
şekildedir:
“Demirci Mehmet Efe’nin yanına
gittim. Efe, tüfengi başı ucunda asılı, fakat “legant” tabancası kocaman kuşağının
arasında, başında; çiçek saksısı gibi renkli, oyalı işlemelerle sarılı fes
yerine beyaz takke, bağdaş kurmuş, demir karyola üzerinde oturuyordu. “Efe”
dedim:
-İyi bir haberim var. Gökçen
Hüseyin Efe, adamını göndermiş, silah istiyor, bizimle beraber
çalışacakmış…
-İyi amma o, Yunan taraflısı imiş diyorlar.
-Yunan taraflısı, sanmam Efe… Bir müddet Tire ileri gelenlerinden birkaç
kişinin ağzına baktı., geç kaldı…
Efe, ilgi ile beni dinliyordu; sözüme devam ettim:
-Hem o buraya gelir, efece söz verirse mesele kalmaz, ben de ona kefil
olurum.
Demirci, zeybeklik âleminde Gökçen’in
mevkiini biliyordu. Ona göre rahmetli Büyük Efe Çakırcalı’nın halefi sayılırdı, çok namlı, üstün bir zeybekti.
Şimdi gelmiş silah istiyordu. Kendisinin emrine girmiş demekti. Bu şahsı için
de prestij sağlardı.
Albay Şefik Aker, eserinde bundan bahsederken şunları söylemektedir:
‘Demirci Efe, yanıma geldi,
‘Bir kahraman kazanacağız. Gökçen
aramıza gelecektir,’ dedi. Demirci Efe,
kimseye kahraman demezdi, bana da itimat geldi. ‘Silah ve cephanelerimiz onlar
içindir’ dedim.
Gökçen, karargâhımıza geldi, beni buldu. Halinde bir durgunluk vardı. İhtimal
ki, Kahrat’taki ayrılış şeklimizi
düşünerek benim, sözünü tutmadığı intibaında olduğumu sanıyordu. Üzerine
varmadım; sadece ‘Efe, nasıl oldu? Neden bu kadar geciktiniz?’ dedim.
Başını önüne eğdi, şu cevabı verdi:
‘Yunanlılar, bana dokunmadı, aksine itibar etti. Elimde silahımla
serbest geziyordum. Fakat ‘Nasılsın Efe, iyi misin?’ dedikleri zaman, sanki
anama, avradıma sövüyorlarmış gibi dokunuyordu bana, fazla dayanamadım, önce
davarları bir kolayını bulup Yunan işgal bölgesi dışına çıkarttım. Sonra da
çoluk çocuğu Nazilli yakınında bir köye naklettim. Şimdi serbestim gâvurla
vuruşmak istiyorum.’
Gökçen’e istediklerinin hazır olduğunu söyledim. Birden değişti. İyi kabul
görmesinden ileri gelen memnunluğu göze çarpıyordu.”(10)
Gökçen Hüseyin Efe kızıyla...
Gökçen Efe’nin 29 Mayıs 1919’da Tire’nin Yunan kuvvetleri tarafından işgali
sonrasında kendisine dokunulmaması ve silahıyla rahatça dolaşmasına izin
verilmesi elbette yerli Rumların telkiniyle oluşmuş bir durumdu. Çünkü kimse, Gökçen Efe gibi savaşçı birinin; direniş
kuvvetleri yanında yer almasını istemezdi. Ama onların unuttukları faktör ise Gökçen Efe’yi bu uğurda ikna edebilecek
ve ona sözünü dinletebilecek bir bilgenin; Hacı
Halil Ağa’nın varlığı idi.
Bir gün Kahrat’taki evine bir
köylü delikanlısının Karaçamur Yaylası’ndan
getirdiği Hacı Halil Ağa’nın şu
mektubu, Gökçen Efe’nin içindeki
ateşi tutuşturdu:
“Eskiden Osmanlı’ya karşı
zeybeklik ediyor, kahramanlık yaptım sanıyordun. Zeybeklik yapacak zaman
gelmiştir ve şimdidir. Memleketimizin bu acı hali, yüreğini sızlatmıyor mu? Haydi
bakalım, gayrı iş başına… Anlaşmak ve yapacağımız işleri kararlaştırmak için
bir yer göster! Selam ederim, gözlerinden öperim oğlum. İmza: Hacı Halil...”(11)
Gökçen mektuba yanıt olarak; delikanlıyla takip eden ilk Çarşamba günü Çobanköy yanında Sarı Kahya Çeşmesi’nde Hacı
Halil Ağa’ya buluşma yerini bildirdi. Buluşma günü Gökçen Efe ile Hacı Halil Ağa,
ortak besledikleri koyunları Yunanlılara kaptırmamaya, Kahrat’taki arzu eden delikanlıların aileleri ile birlikte Karaçamur’daki Hacı Halil Ağa’nın
obasına intikaline ve Karaçamur Yaylası’nın
yöredeki direnişin merkezi olmasına karar verdiler.(12)
Gökçen Efe'nin koyunlarının geçirildiği Kapan Boğazı
(Fotoğraf: İF; Şubat-2014)
Ovacık Yaylası'na doğru Kapan Boğazı'ndaki çeşme
(Fotoğraf: İF; Şubat-2014)
Bu toplantıdan dört gün sonra Hacı Halil Ağa, Kahrat’a geldi ve Gökçen Efe’nin konuğu oldu. Yunanlılar henüz kendilerinden şüphelenmiyorlardı. Evde toplantı yapıp milli mücadeleye katılacak olan gönüllüleri tespit ettiler. Celal Bayar’ın aktarımına göre bu gönüllülerin isimleri şöyle:
Kara Hüseyin, Eskici Mehmet,
İlyas Çavuş, Sartlı Halil, Hacı Mustafa yeğeni Koca Mustafa, Bağrıaçık oğlu
Mehmet, Halil’in kayınbiraderi Mehmet Ağa, Deşteban Hüsnü Paşa ve diğerleri…
Gökçen bu heyete karşı Kahrat’taki
o gece şu konuşmayı yaptı:
“Arkadaşlar, bu gâvurların içinde durmak bize haramdır. Allahtan
ümidinizi kesmeyin. Kimin hayvanı yoksa benim “öyrek”ten, gitsin beğendiği
hayvanı tutsun, ikişer kat çamaşır heybelerinize katın, birer de kaput alın,
ailelerinize tembih edin, bu kararınızı analarına bile söylemesinler. Bu akşam
dağa çıkacağız. Hepiniz evinizde hazırlanıp hayvanına binsin, gece beşte köyün
kıblesine düşen ve hepinizin bildiği koca tarlanın içindeki taşlıca armudun
dibinde toplanalım. Çoluk çocuğunuzu da alın. Eğer köyden çıkarken herhangi bir
düşmana rast gelir de hakkından gelemeyecek olursak, birbirimizin çocuklarını
öldürelim, tek düşmana teslim olmayalım. Söz, söz mü arkadaşlar?”
Zeybekler, hep bir ağızdan Gökçen Efe’ye; “Evet, Efe ölmek var, dönmek
yok, söz veriyoruz” karşılığını verdiler.(13)
Karaçamur Yaylası
(Fotoğraf: İF; 2015-Kasım)
Zeybekler, bir Pazar gününü Pazartesi’ye bağlayan gecenin karanlığında Eğridere Vadisi’ni takip ederek Karaçamur Yaylası’na ulaştılar. Gökçen Efe’nin kızanlarıyla dağa
çıktığını öğrenen Yunanlılar, yerli Rumları da araya sokarak onu yeniden dağdan
düze indirmeye çalıştılar, ancak bütün çabaları sonuçsuz kaldı. Artık Gökçen Efe ve kızanları için kavga
günüydü. Bu sürecin ilk ürünü Fata
Baskını oldu.
Gökçen Kasabası'nda Gökçen Efe ve arkadaşlarının anısına dikilen ve Tireli Taşçı Rıza tarafından yapılan abide
Fata Baskını
Gökçen Efe ve kızanları, 16 Ağustos 1919’da yerli Rumların da yaşadığı Fata’ya bir baskın düzenledi. Baskından
5-6 gün sonra Köşk’teki harekât
merkezine gelen Gökçen Hüseyin Efe, baskını Celal
Bayar’a aşağıdaki gibi anlatmaktadır:
“Sizden ayrıldıktan iki gün sonra toplanan 55-60 arasındaki gönüllüyle
Yunalıların Fata içindeki
karakollarına hücum etmek kararı verildi. Karaçamur
köyünden kalktık, Peşrefli köyü
üzerindeki Üçceviz mevkiinde Dedenin Bahçesi’ne vardık, gece olmuştu.
Burada Peşrefli köylüleri kumanya
hazırlayıp bize ikramda bulundu. Ertesi günü şafakla beraber herkes ayakta idi.
Çetenin kumanda veya kurmay makamında olan heyeti topladım. Bunlar benden
başka, Hacı Halil Ağa, senin Kahrat’tan
tanıdığın Eskici Mehmet Efe ve
tecrübeli birkaç zeybek arkadaşımdı.
Önce Fata’ya değişik kıyafetle
adam gönderip, düşmandan bilgi edinmeye karar verdik. Bu işi yapacaklar, Fata’dan, Bağrıaçık Hacı Hasanoğlu ile Dereli
köyünden Hasancıoğlu Ali Efelerdi.
Bunların getirdikleri bilgiye göre Yunanlıların kuvveti, Fata’da jandarma karakolu ile köyün okul binasında bulunuyordu.
Derhal tertibat aldık.
Tire’nin Osmancık köyünden Hocaoğlu Molla Efendi idaresindeki iki
kişi, Tire ve Ödemiş ilçelerine bağlı telefon hatlarını kesmekle
görevlendirildi. Elli iki kişiden ibaret gönüllülerimiz, altı müfrezeye
ayrıldı. Bunlar; Kara Hüseyin Efe, Büyükkemerdere’den Ahmet Efe, Halil Bey Efe,
Kuru Hasan Efe, Büyükkemerdere’den Molla
Velioğlu Ali Efe, Hacı Halil Ağa
kumandasına verildi. (Gökçen Efe’nin
hepsine kumanda etmekle beraber yanında on kişi bulunuyordu.)
Kara Hüseyin Efe, Kahrat köyünden gelen yol
üzerine; Ahmet Efe, Halil Bey Efe ve Kuru Hasan Efe, Tire’den gelen yol
üzerine; Molla Velioğlu Ali Efe
kızanları Fata’nın tarafına Hacı Halil Ağa, Fata’nın güney cihetine, ben de (Gökçen Efe) on arkadaşımla doğu yönüne cephe alıp Fata’yı her yanından çevirdik.
Saat 16.30’da hep birden taarruza geçtik. Yunanlılar karavanadan henüz
kalkmak üzere idi. Bu ani hücumdan şaşırmışlardı. Düzensiz bir durumda silaha
sarıldılar. Müsademe başladı. Benim ve Hacı Halil Ağa’nın müfrezeleri derhal
cami önünde yerleşti. Burada kaçan Yunanlılar, okul binasına sığınmak için
koşarlarken keklik gibi avlanıyordu. Tire yönündeki müfreze de karakolda
kalanlara ateş ediyordu. İki taraftan fasılasız kurşun yağıyordu. Meydanda
kalan zeybekler için durum oldukça tehlikeli idi. Hacı Halil Ağa’nın
hatırına karakolu yakmak geldi ve derhal teşebbüse geçti. İki tarafın
kurşunları arasında; sırığın ucuna bağlanmış gazlı bez ve saz demetleri ile
karakol ateşe verildi. Bina içinde mermi ve bombaların patlamasından baş
gösteren gürültü ve ateş içinde dışarıya fırlayan Yunanlılar hemen vuruluyordu.
Saat 19 sıralarında müsademe sona erdi. Kahrat köyü düşmandan temizlenmişti. Maalesef benim bizzat kumanda
ettiğim kuvvetten Adagümeli Mustafa Bey
ile Kara Hüseyin Efe müfrezesinden Kahratlı Kocaoğlanoğlu Osman Efe şehit
düştü. Kemerdere’den Molla Velioğlu Ali Efe yaralandı. Burada
baskına uğrayan Yunan kuvvetinden ancak üç, dört kişi kurtulabildi. Diğerleri
tamamen öldürüldü. Fazla olarak, Fata
okulunun yanında küçük bir binaya Yunalılar cephane ambarı yapmışlardı,
buradaki tüfenk, makinalı tüfenk, bomba, cephane ve çeşitli askeri teçhizat ele
geçirildi.
Düşman ani ve şiddetli baskınımızdan o kadar şaşırdı ki, kaçarken
silahını bırakıyor, iki eliyle başını tutarak rast geldiği çukura, kuyuya
kendisini atıyordu.
…
Fata’yı ele geçirdiğimiz sırada düşmanın Ödemiş’ten, Tire’den getirdiği
kuvvetlerle bizi çevirdiğini anlamıştım. Buradan hemen çekilmeli idik. O halde
düşmanın ihata çemberinin hangi noktasından vurup çıkmalıydık. Düşündüm, düşman
bizim için serbest saha olan dağ yönünü tercih edeceğimizi hesaplar, daha
ziyade kuvvetlerini burada toplar, ova cihetinde hafif perde halinde bir kuvvet
bulundurur. Bu düşünceye göre; bütün kuvvetlerimi topladım, ova yönünü
gösterdim. Düşman istilası altındaki yerlere doğru yürüyüşü, gerekirse
vuruşmayı emrettim. Bizi çeviren düşman kuvvetlerinin dışına çıktım. Düşmanın
arkasından geniş bir daire çevirerek dağa, Ovacık
Yaylası’na vardım. Şimdi hepsi selamettedir.”(14)
Ovacık Yaylası'ndaki Yörük mezarlığı
(Fotoğraf:İF; 2012-Mayıs)
Fata Baskını’nı Aydın’daki milli kuvvetlerle birlikte dağlık arazide
gerçekleştirilen Üçyol Muharebesi
takip etti. Gökçen Efe ve kuvvetleri Üçyol’da iken Karaçamur’da harekât merkezini korumakla görevli bıraktıkları Hacı Halil Ağa’nın kardeşi Mustafa Ağa, az sayıda savaşçı ile Fata’yı basmış ve köyü ele geçirmişti.
Gelen habere göre Gökçen’den destek
istemekteydi. Kayadan kayaya seken birer satir misali Yörükler, ovaya vardılar.
Fata’yı Yunan kuvvetleri dört bir
yandan çevirmiş; Tire’den ve Ödemiş’ten gelen destek kuvvetleriyle adeta kasabayı
muhasaraya almışlardı. Gökçen Efe,
parlak zekâsı ve üstün savaşçı özelliğiyle savaşçılarının az bir miktarını
kuşatma karşısında bırakıp, düşmanı yanıltarak kuvvetlerinin tümünün Peşrefli Boğazı’ndan Karaçamur’a salimen ulaşmasını sağladı.
Ancak; savaşın ilerleyen koşullarında Yunan birliklerinin topçu üstünlüğü, Ovacık yakınlarındaki Sarıkaya Çeşmesi’nde iyice açığa çıktı. Gökçen’in emriyle birlikler geri
çekildiler. Bu çarpışmalarda Çeriközü’nden
Çataloğlu, Fata’dan Ramazan oğlu Mustafa
Ağa ve Gökçen’in baş kızanlarından Sartlı
Halil Efe şehit olmuştu.
Ovacık Yaylası'nda
(Fotoğraf:İF; 2012-Mayıs)
Bu durum, başta Gökçen Efe
olmak üzere zeybeklerin canını sıkmaktaydı. Üzümlü
Deresi’ndeki cephe karargâhında, Bozdağ’da
ve Gölcük’te diğer efelerle yapılan
toplantılarla Yunan kuvvetlerine ders niteliğinde Ödemiş’e bir saldırı düzenlenmesi
planlanıyordu. Bu arada düşmanın ikmal yollarını kesmek amacıyla, Küçük
Menderes Ovası’nda; Bayındır’da Uladı
Köprüsü ve Hacı İlyas Tepesi
ilerisinde yer alan Doyranlı Köprüsü
havaya uçurulmuştu. Gökçen Efe,
Yunanlılara karşı saldırı iznini almak üzere Köşk’e gitmişti. Ancak yaptığı görüşmeler sonrasında Albay Şefik Aker’den gerekli izni
alamamıştı. Dönüş yolunda; dağda Yunan kuvvetlerinin Üzümlü Deresi’ne büyük bir saldırı düzenledikleri haberini aldı. Bu
durum, onun için can sıkıcıydı. Gece vakti ulaştığı cephede gönüllülerin savaş
hattından Keldağ’a doğru
çekildiklerini gördü. Bu iyi haberdi.
Bundan sonrası şöyle gelişti:
Yunanlılar, zeybeklerin geri çekildiğini görünce cephenin çöktüğünü
sanarak ve ihtiyatsızca ilerlemeye başlarlar. Yunanlıların arkadan pervasızca
atış menziline girdiklerini gören zeybekler, Gökçen’in talimatına uyarak gizlendikleri yerlerden düşmanı yoğun
yaylım ateşine tutarlar. Yunan kuvvetleri, neye uğradıklarını şaşırırlar. Gökçen’in kuvvetleri bunu fırsat bilerek,
dağdan dağa atlayıp Gölcük’e; daha sonra da bir gecelik dinlenmenin ardından Birgi üzerinden Kaymakçı kasabasına ulaşırlar. Bu sırada Hacı Halil Ağa da Nazilli’den getirdiği silah ve cephane ile
arkadaşlarına burada katılır.
Bu olaydan üç dört gün sonra Yunanlıların Ödemiş’ten Adagide ve Üçyol cephesine silah ve mühimmat nakledecekleri bilgisi alınır.
Bunun üzerine zeybekler, yol üstünde pusu kurarlar ve baskını yiyen Yunan
birliğini darmadağın ederler. Gökçen Efe,
13 Kasım 1919 günü hastalanır. Efe’nin hastalığını haber alan Yunan birlikleri,
16 Kasım 1919 günü Kaymakçı önlerinde
saldırıya geçer. Bu savaş Gökçen Efe’nin
şahadeti ile son bulacak muharebedir.
Muharebeye katılan zeybeklerden Ödemişli
Mehmet Kara Efe (Hacı Mehmet Kara Erkek) çarpışmayı ve Gökçen Efe’nin vurulmasını şöyle anlatmaktadır:
“Kurucaova arasında Almunlar Tepesi’nde Yunan, istihkâm
kazmış, mevzilenmişti. Aramızdaki çarpışmada ölenin hesabını bilmiyorum. Bir
gece Yunan hazırlanıp baskın yaptı. Her taraftan silah sesleri geliyordu. Daha
önceden hasta olan Gökçen Efe, biraz
tedaviden sonra iyileşir gibi olmuştu. “Hemen atımı getirin” dedi. “Gökçen, sen
gitme” dedilerse de dinlemedi: “Ben gitmeyince olmaz” deyip atına bindi. Almun
Tepesi’nde Yunan askeriyle yirmi metre mesafede karşı karşıya geldik. Atından
inerek diz çöktü ve ateşe başladı. Yedi sekiz düşmanı devirdi. Ayağa kalkınca
mitralyöz kurşununa hedef oldu. Kolundan tutup yüz metre kadar götürdük. Orada
ruhunu teslim etti. Yunanlılar, Gökçen
Efe’yi karşılarında görünce silahlarını bırakıp kaçarlardı. Yerli Rumlar,
Efe’nin şehit olduğunu işitince şenlikler yapmışlardı.”(15)
Albay Şefik Aker; Çanakkale Savaşları günlerinde... (o zaman henüz yarbay)
Albay Şefik Aker’in Genelkurmay Başkanlığı’na genel rapor niteliğindeki 57.Tümen ve Aydın Milli Cidali adlı eserinde Gökçen
Efe’den şu şekilde söz edilmektedir:
“Gökçen Efe, Türk vasıflarını taşıyan, şuurlu, cesur, çok
vatansever bir Türk yiğidiydi.
Onun, ben de derin izler bırakan şu vasıflarını zikretmeden
geçemeyeceğim. O, Yunanlılarla ne şan ve şeref için, ne de herhangi bir menfaat
için çarpışmıştı. Sırf, Türk vatanı, Türk şerefi için çarpışmıştı. Onun bütün
sözleri, bunun etrafında dönerdi. O iki tarafa ayrılmış gibi duran zeybek
partilerinin hiçbirisine taraftarlık göstermemiş, her iki tarafla hoş ve
tarafsız geçinmişti. Şahsi dedikoduları kulağına sokmaz, hiç kimsenin
arkasından atıp tutmaz, söyleyeceği varsa yüzüne karşı söyler, temiz
hareketiyle subayların saygısını sevgisini kazanmıştır. Akli ve haklı mütalaa
ve tavsiyelerini kabul eder, maiyetini halkın hukukuna tecavüzü şiddetle
meneder, kendisinin yüksek izzeti nefsine ve şerefine herkesten nasıl saygı
beklerse, kendisi de herkesin şerefine, izzeti nefsine saygı beslerdi. Bütün
gençliğini zeybeklikte, çarpışmalarda geçirmiş olduğundan küçük cenklerde
mahirdi.
Üzerine gelen düşman, ne kadar çok olursa olsun telaşa kapılmaz, metin
bir azim ve iman ile en çok yapılabilecek işi şuurlu bir cüretle yapmaktan
çekinmez bir yaradılışta idi.
Aydın havalisi milli savaşında Gökçen
Efe, bilaistisna herkesin sevgisini kazanmış bir kahramandı. Onun vatani
kahramanlığına şükran olmak üzere Fata
nahiyesine Gökçen adının verildiği malumdur.
Şehit Gökçen Efe’nin yetim
olan küçük oğlu ile kızını bugün İktisat Vekili olan ve Gökçen’in de bir mürşidi olan İzmir Saylavı (milletvekili) Bay Celal’in himaye ettiğini ve onları
mekteplerde okutmakta olduğunu da derin şükranlarımızla işittik.”(16)
Dereli'nin yıkık evleri
Celal Bayar’ın ifadesiyle; bu sözlere ilave edilecek kelime bulmak zordur. Gökçen
Hüseyin Efe, Küçük ve Büyük Menderes bölgeleri Kuvayı Milliyesi’nin
parlak bir yıldızı idi.
Gökçen Efe, şehit edildikten sonra savaşçılarının başına baş kızanı ve bir anlamda
akıl danıştığı insan; “Hacı Emmim”
diye saygı gösterdiği Hacı Halil Ağa geçer. Kurtuluş
Savaşı’nda Meclis’in düzenli orduya geçiş kararına dek, Hacı Halil Efe’nin yönetiminde çete savaşları sürdürülür.
Dereli köyünün camisinin de yer aldığı meydanlığı
Hacı Halil Efe, Aydın’ın kurtuluşuna Yörük Ali Efe ile birlikte katılır.
Kurtuluş sonrasında çocukluğunda okuduğu medresenin yakınlarındaki
Bahçekahve’ye yerleşir. Soyadı Kanunu çıkınca, Hacı Halil Efe, zayıf olduğundan
ötürü Çöp soyadını alır. Kurtuluş sürecinde göstermiş olduğu fedakârlıklar ve
hizmetlerinden dolayı İstiklal Madalyası töreni için Ankara’ya çağrıldığında;
“Ben mücadelemi madalya ve para için yapmadım. Ne yaptımsa vatan için, namus
için yaptım!” diyerek Ankara’daki törene katılmaz. Hacı Halil, 20 Kasım 1939 tarihinde
bu dünyaya veda eder ve Dereli köyündeki eski köy mezarlığına gömülür. Mezarı,
yukarıda anlattığımız formda ve yaşlı zeytin ağaçlarının arasında
bulunmaktadır.
Hacı Halil Efe'nin Dereli mezarlığındaki mezarı
Dereli mezarlığından dağa doğru ilerleyen bir toprak yola doğru saptık.
Sağımız solumuz üzerinde toplanmamış meyveleriyle dolu badem ağaçlarıyla, son
meyveleriyle bize göz kırpan incir ağaçlarıyla kaplıydı. Ahlatlar henüz
olmuştu. Birkaçını denedik. Tam kıvamındaydı. Üzerinde palamutlarıyla pırnar
meşeleri, kuyulardaki siklamenler, kızlar elması ya da üvez ağaçları,
melengeçler kurak geçen yazdan sonra hayata tutunma telaşındaydılar.
Dereli'de pırnar meşeleri
Üzerinde meyveleri toplanmamış badem ağaçları
Doğu yünündeki düzlükte ürünün kaldırıldığı tarlalar, meyve ağaçları,
cevizlikler hepsi sonbaharın renklerine boyanmıştı. Zeytinler bile susuzluktan
yeterince büyüyememişti. Oysaki üzerleri meyve doluydu. Ne yazık… Susuzluk
kavurmuştu hepsini.
Mezarlıktan öteye yürüdüğümüz vadinin görünümü
Melengeç kızılı
Kızlar elması yada üvezler
Dereli'de bir sokak arasında rastladığımız taş değirmen
Bir başka sokaktan geçerken...
Dereli'de bir sokak arasında rastladığımız taş değirmen
Bir başka sokaktan geçerken...
Dönüşte köy içinde yaptığımız son turda bulgur ezmekte kullanılan bir
değirmen taşına rastladık. Sessiz sokaklardan ilerleyerek köyün yukarılarındaki
evlerine doğru yürüdük. Meraklı bir teyze ne aradığımızı sordu ve dertlerini
anlatmaya başladı. En büyük problemleri içme suyu idi. Eski yıllarda dağdan
getirilen su cıvalı çıkmış ve bütün köyün hastalanmasına yol açmıştı. Şimdi de
iyi kalitede su yoktu. Oysaki yukarıda Karakaya’nın ötesinde Karaçamur Yaylası
bitmek tükenmek bilmeyen bir su kaynağıydı. Ancak onun anlatımına göre suyu
Kemerdereliler uyanık davranıp kapmışlardı. Bizim gördüğümüz manzara ile
kadının anlattıkları örtüşüyordu sanki. Bir yalnızlık, bir terk edilmişlik
iklimi, köye çökmüş gibiydi. Akşama yaklaşan bir vakitte biz de terk edenlere
katıldık ve sürdük Tire’ye doğru…
Dipnotlar
(1)
Pir Veli Beşe hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(2)
A.Munis Armağan; Bozmenderes’ten
Bozdağlar’a, Kuvayı Milliye, Bilge Karınca Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. 1.Baskı-Aralık 2005;
sayfa:154-155
(3)
Celal Bayar, Ben de Yazdım, 6.Cilt; Sabah Kitapları-1997; sayfa:75-76
(4) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:77
(5)
Zincirlikuyu Muharebesi hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/07/sari-sicak-menderes-1.html
(6) Ahmet Rifat Kemerdere’nin ölümle imtihanı ve Ali Orhan İlkkurşun’un anıları
hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/05/tire-yenisehir-goleti-yuruyusu-ve.html
(7)
Ali Orhan İlkkurşun, Zincirlikuyu Muharebesi sırasında
Gökçen Efe’nin Canbazlı köyünde
olduğunu yazarken, Celal Bayar, köyü
Kadife diye tanımlamaktadır. Kadife, şimdi Tire’nin üstünde yer alan
ve batı girişinden ulaşılan Kaplan
köyüdür. Bu tanımlamalarda; Tire’nin Yunan işgali altında olduğu ve Kahrat’tan
Canbazlı’ya ulaşımın daha kolay olması, aynı zamanda Zincirlikuyu Mevkii’ne
hâkim bir noktada bulunması dolayısıyla, bizce Gökçen Efe’nin o gece
konakladığı köy olarak Canbazlı daha uygun gibi görünmektedir.
(8) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:122
(9) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:123
(10) Celal Bayar, Ben de Yazdım, 7.Cilt; Sabah
Kitapları-1997; sayfa:48-49
(11)Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:52
(12) Küçük
Menderes'in kıyısındaki Gümüşlü Çiftliği'nde bulunan Gökçen Efe'nin
yaklaşık 500 civarındaki koyunu, Hacı Halil'in organizasyonu altında; Peşrefli
köyünden Hatip Hüseyin ve Dereli'den bir arkadaşı tarafından
Peşrefli üzerinden Kapan Boğazı'nı aşarak Ovacık Yaylası'na
ulaştırılır. Orada; koyunlar, Karaçamur'da bulunan Yörükler tarafından teslim
alınıp Karaçamur'a götürülür. Kaynak: Hasan Doğan'ın 87
yaşındaki annesi ve Hatip Hüseyin'in torunu Fadime Doğan…
(13) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:53
(14) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:50-51
(15) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:69
(16) Celal Bayar; a.g.e.; sayfa:69-70
(17) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir. Hacı Halil
Efe'nin aile fotoğrafları ise, torununun oğlu Mehmet Devrimci'den alınmıştır.
Kendisine çalışmamıza katkıları nedeniyle teşekkür ederiz.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC