LEKOBAN YAYLASI’NDA İKİ GÜN İKİ GECE(1)
30-31 Temmuz 2012
İbrahim Fidanoğlu
Lekoban’a doğru
Sisin dağları ele geçirdiği bir andı. Kuzeye doğruydu yolculuk. Derin
vadilerle kaplı bir topografyada sanki göğe yaklaştıkça bizden uzaklaşıyordu
dağlar. Altımızdaki derin vadide akmakta olan bir dere, uzun süre boyunca eşlik
etti bize. Karşımıza ilk çıkan hayat belirtisi, yarın başındaki yamaca tutunmuş
bir dizi ahşap evdi. Tek tip bir mimariye sahip evler, derin bir vadinin
kıyısında yükselen dik bir yamaca yaslanmışlardı sanki.
Sisin dağları ele geçirdiği an; Karçallar'ın zirveleri
Lekoban yolunda
En arkada Karçallar
Lekoban'da yağmurdan sonra gökkuşağı
(Fotoğraf: Ayşenur Oktay Alfatlı)
Şavşat’tan; benzersiz bir ekosisteme sahip Macahel Vadisi’nin doğusunda yükselen 2300 metre rakımlı Lekoban Yaylası’na doğru yönelen
yolculuğumuz, derin bir vadinin kıyısındaki kıvrımlarda ilerleyen bu dar ve
bozuk toprak yolda başladı. Gittikçe yükselen, yükseldikçe bükülen bu yol
taşıdı sonunda bizi Lekoban’a. Ama
Macahelli rehberimizin anlattığına göre şimdiki hali sanki bir otobandı. Belki
de 10-15 yıl öncesine kadar destansı yürüyüşlerle yapılırdı yayla yolculukları,
Lekoban’a doğru.
Lekoban yolunda rastladığımız yayla evleri
Aynı noktadan bir başka görünüm
Aşağılarda 30 derece civarında seyreden sıcak ve nemli hava, yükseldikçe
üzerinden yükünü atarcasına rahatlattı bizleri. Karçallar’ın zirvesindeki beyazdan tüller, Lekoban’ın içimizi ürperten serinliğinin teminatı gibiydi. Ya o
buzul gölleri; derin vadilerle önü kesilen yamaçlarında Karçallar’ın, gizli çukurlarına saklanmış gibiydiler.
Karçallar
Lekoban'dan öteye; Karadeniz'e doğru...
Yaylanın çiçekleri
Karçallar’ın eteğinden süzülerek 2700 metrelerden güney batıdaki Artvin ve
çevresinin topografyasını değiştiren barajlardan biri olan Deriner Barajı’nın bulunduğu vadilere doğru akar Lekoban Yaylası’nın mütevazı deresi… Aktıkça çoğalır ve beslenir Karçallar’dan; başka derelerle birleşir
ve Artvin önlerinde şimdi önü betondan bir duvarla kesilmiş bulunan Deriner Baraj Gölü’nde soluklanır;
eninde sonunda vardığı yer, deli Çoruh
ve Karadeniz’in hırçın sularıdır.
Naçadirev sırtlarında
Lekoban Yaylası
Lekoban'da yayla evleri
Bizim yayla; Lekoban
Yayla evlerinin üst düzlemden görünümü; yağmur altında...
Tipik Macahelli; ev sahiplerimizden...
Yolun engebelerine uygun sıçrayışlarla havalanıp indiğimiz minibüsün
koltuğundaki heyecan dolu yolculuğumuz, Lekoban
Yaylası’nın yayla evlerinin arasına doğru ilerleyen toprak bir patikada
sonlandı. Öğleyi geçmişti Lekoban
yayla evlerine ulaşmamız. Yaylaya vardığımızda dikkatimizi ilk çeken mutlu ve
özgür danacıklardı. Yeşile boyanmış yamaçlarda özgürce otlayan hayvanların
huzuru ve mutluluğu görülmeliydi. Dere yatağının üzerindeki yamaca yaslanmış
bir sıra ahşaptan yayla evi bulunmaktaydı. Bunlardan biri bize ev sahipliği
edecekti bu gece. Çatılarında ve bazısının ön cephelerinde yer alan çinko
kaplamalar, bu kadar yükseklikteki doğanın yıkıcı koşullarına karşı koymak
içindi. Yükümüzü pansiyona bıraktık ve günün kalan kısmını değerlendirmek
kaygısıyla hemen attık kendimizi dışarı. Dere yatağına paralel ilerleyen
patikayı takip ederek başladık yürümeye.
Lekoban Yaylası ve çevresi (Google Earth'den alınmıştır.)
Yürüyüş kolu Kuyruklu Göl'e doğru yürürken; zemin orman gülleriyle kaplı...
Lekoban Yaylası'nda kampana çiçekleri
Lekoban'ın çiçekleri
Lekoban çiçekleri; ismini bilemedik.
Öğleye dek ısınan ve su buharıyla zenginleşen hava genellikle yazları;
ikindiye doğru bir sağanakla sonlandırıyor günü yaylada. Hatta geceleri gök
gürültülü, şimşekli yağmurlar dövüyor yayla evlerinin çinkodan çatılarını.
Gecenin karanlığında, dışarıda havlayan köpeklerin sesleri, bazen çakallar, bir
tufanı andıran gök gürültüleri ve şimşeklerin pencerelerden vuran ışığı; sanki
gökte kopan panayırın yere vuran aksi gibi… Ardından patlayan hava ile birlikte
çatıda patırdayan yağmurun dehşetli sesleri yankılanmakta vadinin
derinliklerinde geceleri. Sabah uyandığınızda ise, o tufan hiç yaşanmamış gibi;
her şey süt liman ve dingin; gökte pürüzsüz bir mavilik; derinliklerini
okşamakta ruhumuzun. Ne güzel bir doğa ve nasıl bir hayat yarabbi…
Vadim o kadar yeşildi ki...
Doğanın fırçası ile atılmış beyazlar...
Sisin içine doğru...
Lekoban papatyaları
Lekoban'dan Kuyruklu Göl'e doğru
Kuyruklu Göl
Tepeye doğru tırmandıkça her yanı kaplayan sisin içinde birer hayalet
haline gelen bizler, ayağımıza takılan binlerce, on binlerce orman gülünü (Rhododendron) o anda fark ettik. Adına şarkılar yakılan komar
yaprakları, üstüne sevgilerin kazındığı o güzelim yaban örtüsü her yanımızı
sarmıştı. Arada rastladığımız buraya has pembe orkideler, sapsarı papatyayı
andıran büyük olasılıkla endemik başka çiçekler; bütün bunların hepsi bizi
tepenin Kuyruklu Göl’ün bulunduğu
çukura nazır yamacına sürükleyiverdi ansızın.
Komar yaprakları için yazılan şarkılardan; Nayino ve Karmate
(YouTube'dan alınmıştır.)
Kuyruklu Göl yolunda rastladık.
Kuyruklu Göl
Kuyruklu Göl sırtlarında...
Lekoban aranjmanı
Sis, bu hayal içinde fark ettiğimiz renkleriyle çiçekler ve tatlı bir
eğimle alçalan yamacın dibinde yer alan ve ana gövdeden adeta kuyruk şeklindeki
bir derecikle aşağılara doğru boşalmakta olan Kuyruklu Göl; işte şimdi Karçal
eteklerinde manzara tam tekmil hazırdı. Aşağıdaki vadiye doğru alçalmakta olan
sisin üstümüzden çekilmesiyle, havanın kapandığını ve şiddetli bir yağmurun
yaklaşmakta olduğunu anladık. Geldiğimiz yoldan yayla evlerine doğru inerken,
beklenen sağanak aniden bastırdı. Sanki gök delinmiş, yağmur olup inmişti üstümüze;
gün boyu yükselen sıcak havanın içindeki nem. Ama ne yağmur; yaklaşık 1 saati
aşkın süren dönüş yürüyüşü sonunda pansiyona ulaştığımızda, aldığımız bütün
önlemlere rağmen ıslanmadık yerimiz kalmamıştı. Kaldığımız pansiyonun salonunda
yanmakta olan sobanın çevresine dizildi bütün çamaşırlar ve ayakkabılar… Sabaha
kadar zor kurudu hepsi.
Lekoban çiçeklerinden...
Kuyruklu Göl; geniş açıdan...
Kuyruklu Göl'e doğru yürürken; sis ve yağmur bir arada; komar yaprakları üstündeyiz.
(Fotoğraf: Ayşenur Oktay Alfatlı)
Sarı sarı Lekoban çiçekleri; katırtırnaklarına benziyor.
Sağanak yağmur altında Lekoban'a dönüş
Yaylaya akşam çökerken
Lekoban'dan aklımızda kalan...
Kuyruklu Göl sırtlarında beyaz örtüden yaza kalanlar
Anadolu’nun en doğusunda olduğumuzdan gün çok erken ağarıyor buralarda
yaz sabahları. Neredeyse 4.30 gibi günün ilk ışıkları vuruyor pencereden
içeriye. Evin içinde erkenden başlayan bir hareketlilik; elle çevrilen yatay
pozisyondaki dibekte, sütün içindeki kaymağı ayırıyor evin kadınları. Sabahın
bu kör vaktinde; Lekoban Yaylası’na
özgü balı, tereyağı, kaymağı ile son derece besleyici bir kahvaltının
hazırlıkları sürmekte evin mutfağında.
Naçadirev Gölleri
Naçadirev, Karçal Dağı kütlesinin alçaklarında yer alan bir geçide ve onun
bağrındaki göllere verilen bir isim. Büyük olasılıkla Gürcü dilinde bir anlamı
olan Naçadirev, yöredeki halkın
kullandığı birçok yer ve mevkii adı gibi Gürcüce. Borçka’nın doğusunda; neredeyse dışa kapalı bir havzada yer alan Macahel Vadisi’ndeki Gürcü asıllı
yurttaşlarımızın yaşadığı altı köy, 1921 yılında bölgede yapılan referandum
sonrasında Müslüman oldukları için Türkiye sınırları içinde kalmayı
yeğlemişler. Gürcü dilinde avuç içi
anlamına geliyormuş Macahel. Gerçekten de Borçka’dan
1850 metre yüksekliğindeki; yazın bile karların erimediği bir geçitten (Batamya Geçidi) ulaşılan Macahel Vadisi’nin bulunduğu çukur aynen
bir avuç içini andırıyor.
Naçadirev Gölü
Naçadirev ve çevresi
Naçadirev Gölü; maddenin duru hali
Naçadirev florası; orkideler
Karçallar ve Naçadirev Gölü
Karçallarla başbaşayız.
Macahel’de yer alan altı köy; Düzenli,
Camili, Efeler, Kayalar, Maral ve Uğurköy’den
oluşuyor. Macahel’in merkezi
sayılabilecek Camili yaklaşık 450
metrelik bir rakıma sahip. Ancak, sıcak yaz günlerinde yöre halkı, buralardan
daha yükseklerdeki yaylalarına çıkıyorlar. Yüzlerce yıllık bir geleneğin son
temsilcileri olan yöre halkı, atalarının son derece zahmetli yürüyüşlerle
gerçekleştirdikleri bu yolculukları, şimdi yayla yollarının açılması ve motorlu
taşıtların sağladığı olanaklar çerçevesinde daha kolayca yapabiliyor. Lekoban ve çevredeki diğer yaylalarda bu
köylerin ayrı ayrı kendi yaylaları var. Örneğin bizim konakladığımız yayla, Kayalar Lekoban Yaylası olarak anılıyor.
Demek ki, bu yayla Kayalar
köylülerinin. Ama bu köylerin isimleri Cumhuriyet döneminde konulmuş yeni
isimler; aslında her köyün Gürcü dilinde eski isimleri bulunmakta. Örneğin Kayalar’ın eski ismi Kuvabitav imiş. Yöre halkı, Türkçenin
yanında ana dilleri olan Gürcüce’yi ve kendi kültürlerini de halen yaşatıyor.
Buna olanak sağlayan nedenlerden biri de bölgenin dışa kapalı ve ulaşılması
oldukça zor olan topografyası olsa gerek.
Naçadirev florası; arkada buzullar
Naçadirev kıyısında
Naçadirev gölü; 3000 metreden bakış...
Gezginler, karda buzda; yaz mevsiminde kar topu oynamak...
Karçallar'dan aşağı; derin vadilere doğru
Önde Naçadirev Gölü; arkada Karçallar...
Naçadirev sırtlarında; Karçallar'ın önündeyiz.
Karçal Dağları
Bir Naçadirev hatırası
Naçadirev Gölü’nün bulunduğu yükselti 2750 metre kadar. Biz ise hemen güneyinden gölün
bulunduğu havzayı çeviren yaklaşık 3000 metrelik bir sırta tırmandık. Buradan
gölü seyretmenin keyfi bir başkaydı. Bu sırtı takip ederek yaklaşık 3200 metre
yüksekliğindeki Ziyaret Tepe’ye
gitmek de mümkün. Ancak; 3000 metre bizim nefesimizi kesmişti bile. Bugünlük
bize bu kadarı yetmişti. Kalan zamanı aşağıdaki vadilerden yükselerek gelen
sisin, tepeye doğru ilerleyişini izleyerek geçirdik. Rehberimizin anlatımına
göre; kuzey yönündeki tepelerin ardında Batum’un
yüksek binaları seçiliyordu. Doğanın bağrında geçen ve bitmesini istemediğimiz
bir andı.
Ziyaret Tepe'ye doğru...
Lekoban'dan öteye; Karadeniz'e, Batum'a doğru...
Dün de görmüştük; bugün de...
Sırttan geçen kervanlar gibi...
Lekoban çiçekleri
Kadın aynası mı?
Bunlardan bir başka tür; ballıbabaları andırıyor.
Sisin Karçallar'ı ele geçirdiği an
Bize doğru; vadinin aşağılarından yükselerek gelen sis
Naçadirev Geçidi, Karçallar’ı ve Lekoban Yaylası’nı daha aşağılardaki Fındık Yaylası’na ve Macahel Vadisi’ne bağlıyor. Fındık
Yaylası, yaklaşık 2000 metrelik bir yükseklikte yer alan Macahel geçişindeki önemli bir yaylak. Bu yaylada bol miktarda
mersin üzümü var; ama bitkinin formu Ege Bölgesi’nde görmeye alışık olduğumuz
türlerden daha farklı. Fındık Yaylası’nda da çevreye yayılmış çok sayıda yayla
evi ve buna koşut bir hayat var. Yaylaya çıkan araçlar, ulaşımı zor ve aralıklı
seyreden bu yörede; bir anlamda posta servisi de yapıyorlar. Aşağıdan yukarıya,
yukarıdan da Macahel’e sürekli bir
şeyler taşınıyor. Yardımlaşma ruhunun doğayla uyumlu bir şekilde yaşatıldığı
bir yer burası.
Fındık Yaylası
Gezginler, Fındık Yaylaı'nda bir tür mersin üzümü topluyor.
işte bundan; mersin üzümü...
Fındık Yaylası
Gezginler, Fındık Yaylası sakinleriyle muhabbette...
Fındık Yaylası'nda bir kulübe ve bir yayla sakini
Rehberimiz Murat, Fındık Yaylası'nda dinleniyor.
Fındık Yaylası'nda tüten bacalar
Fındık Yaylası
Yayladan bir başka görünüm
Yayla evleri
Fındık Yaylası'nda huzur
Yayla evlerinden birinin içinden görünüş
Fındık Yaylası’ndan Macahel’e
doğru
Taban örtüsü eğrelti otları ve orman gülleri arasından tatlı bir meyille
alçalan bir zeminde ucu görünmeyen bir yara doğru yürüyorduk sanki. Yaylada
bıraktıklarımız, ses olup takip etti bir süre bizleri. Ama sonra çılgın ve sık
bir yeşil denizin içinde kaybolduk gittik. İçinde zaman zaman boğuşarak yürüdüğümüz
bu yeşil deniz, Fındık Yaylası’ndan Macahel Vadisi’ne doğru indiğimiz yağmur
ormanlarıyla kaplı dik bir yamaçtı. Rehberimiz Murat’ın verdiği güvenle içine
daldığımız bu bilinmez dünyaya bir süre sonra alıştık. Doğanın kucağında,
yapayalnız ve sadece onun varlığını hissederek yürümek; bu müthiş bir duyguydu.
Fındık Yaylası'ndan Macahel'e doğru
Fındık Yaylası'nın mutlu ve özgür danacıkları
Macahel'e doğru iniş başladı; eğreltiotları arasında...
Kampanaların güzelliği
Macahel yolundayız; yamaçlardan aşağı...
Her yer eğreltiotu kaplı; karşıdan sis geliyor.
Ladinler, göknarlar, kestaneler, gürgenler; ormanın en sık rastlanan
ağaçlarından. Bir de aniden önümüze çıkan çiçekler var; mor, beyaz ve mavi ya
da başka renklerde önümüze serilen ve ismini bilemediğimiz o canım güzellikler.
Kolay değil anlatması; bu yeşil denizde aniden karşınıza çıkıveren sürprizlerin
hepsini. Kestane ağaçlarının yüksek gövdelerinde kara kovanlar var; bu bölgenin
iğnesi uzun Kafkas ırkı arılarından elde edilen balını toplamak için. Bir küçük
fıçıyı andıran ahşaptan kovanları, kestanelerin en yüksek noktalarına koymuş
köylüler. Bölgede özgürce dolaşan ayılardan kovanları korumak için ise, yöre
halkı ağacın gövdesinin belli yerlerini hayvanın tırmanmasını önlemek için çinko
levhalarla kaplamışlar.
Yağmur ormanlarındayız.
Yine sis geliyor.
Mor çiçekler ve sis
ormanda...
orkideler
çiğdemler
Yürüyüş kolu intikal halinde...
Ağaçların tepesinde bal kovanları
Sağımızdan, solumuzdan akan küçük derecikler; her şey Macahel'e doğru...
Çevremiz bir görünüyor, bir kayboluveriyor sanki. Çünkü aşağılardaki
vadinin yukarılarına doğru yükselmekte olan sis tabakası, aniden kuşatıveriyor
çevremizi. Gerçeküstü bir yolculukta gibiyiz; böyle anlarda sadece rehberi ve
önümüzdeki sık yeşillikler arasındaki daracık patikaları fark edebiliyoruz
ancak. Böğürtlen çalıları en tehlikeleri; takılıverdiniz mi onların dikenli
kollarına; sizi bir çuval gibi sarıp sarmalayıp bayırdan aşağıya fırlatıverir
bir anda. Neye uğradığınızı anlayıncaya kadar; zaten iş işten geçmiş demektir.
Ama ne olursa olsun; bir güzel yolculuktur Fındık
Yaylası’ndan Macahel’e iniş.
Ağaçlarda kara kovanlar...
Vadi tabanına yaklaştık.
Efeler'e doğru yayla evleri; turistik amaçlı...
Dereye kadar indik. Vadi tabanındayız.
Camili Yolu ve dere; bir arada
Derenin yatağı değişmiş; köprü yalnız kalmış.
2000 metrelerden 500 metrelere kadar inişimiz, aşağı yukarı 4-5
saatimizi alıyor. Güneş yok, ışık zaman zaman hissediliyor. Ağaçların göğe
doğru uzayan dev gövdelerinin arasında yaptığımız Macahel tabanına iniş
yolculuğumuz, bir dere kıyısında son buluyor. Derenin üstündeki tahta köprü,
yağışlar sırasında hasar görmüş olmalı. Şimdi sadece derenin iki yakasını
birleştiren bir ağaç gövdesi var. Yaz için hiç de fena olmayan su seviyesi,
akış debisini de düşündüğümüzde oldukça güçlü bir akışı işaret ediyor. Kimimiz
suya dalarken yalın ayak; kimimiz derenin üstüne uzatılmış ağaç gövdesinin üzerinden,
bir tür cambazlık yaparak geçiyor karşı kıyıya. Şakalarla, tatlı yorgunluklarla
nihayete eren bir yolculuğun sonu; ne mutlu yaşayanlara…
Sırtta Macahel evlerinden biri
Dere ve taş köprü
Camili yolundaki köprü; dere yerine yol geçiyor.
Macahel köyleri; Efeler köyü
Camili (Macahel) Vadisi; karşıda Düzenli; pansiyondan bakış...
Camili'ye ismini veren camiden...
Camili evleri
Camili'de bir serender
Camili Camisi
Kapıdan detay
İşte Macahel
Macahel Vadisi’ndeyiz artık. Yüksek dağların arasından kıvrılarak akmakta olan dere,
bize Camili’ye kadar eşlik ediyor.
Yol boyunca geçtiğimiz taş köprülerden bir ikisi oldukça göz alıcı. Derenin
yatağının zaman içinde değişmesinden olsa gerek; bazısı yolun üstünde kalmış
şimdi. Çevrede 1000 metrelik yamaçlara saçılmış Macahel köyleri; Efeler, Uğurlu, Maral ve diğerlerini
birer ikişer arkamızda bırakıyoruz. Gece Macahel’in
kalbi; Camili’de ayıları kovan kuru
sıkı top sesleri arasında ve tatlı bir yorgunluğun döşeğinde uyumak sevdasıyla
güne veda ediyoruz.
Dipnotlar
(1) Bir Ebrulitur organizasyonudur.
(2) Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi sırasında İF /NF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC