10 Nisan 2014
İbrahim Fidanoğlu
Yağmura gebe bir günde, sabah 10 civarında Karşıyaka’dan yola çıktık.
Hava kapalı, sıcaklı 20 derece civarındaydı. Meteorolojik tahminlere göre; öğle
vakti beklenen sağanak, öğleden sonraya kayınca, yemek için verdiğimiz mola
dışında, yürüyüş boyunca havadan yana pek de bir sıkıntımız olmadı. Ama o yemek
anı yok mu; Yamanlar Dağı’nın kuzeye bakan arka yüzünde nerdeyse her yönden
görünen yekpare kaya, muhteşem Gökkaya’nın
dibinde aniden bastıran sağanak yağış bize yetti de arttı bile.
Menemen – Manisa asfaltını takiben ulaştığımız Emirâlem’de, daha önceki
haftalarda Görece Kale yürüyüşünde uğradığımız Eski Emirâlem Köyü Camisi
yakınlarında arabamızı park ederek, Yamanlar Dağı’nın kuzey yakasına doğru
10.45 civarında yürüyüşe başladık.
Biraz yükselince önce bir yangın göletine, daha sonra ise Orman İşletme
Müdürlüğü tarafından Yamanlar’ın eteklerine doğru uzanan kızıl çamlar ve kara
servilerle örülmüş genç bir ağaçlandırma sahasının sınırlarını belirleyen beton
çitlere ulaştık. Çitin kenarından bir süre yürüdükten sonra, kaybolduğu bir
noktadan bir yangın yolunu belirleyen dik rampadan Yamanlar Dağı’na doğru
tırmanmaya başladık. Yoldan gideceğiz derken, gerekli gereksiz bütün tepeleri
ve vadi koyaklarını aşarak yolumuzu bir hayli uzattık. Dönüp arkamıza
baktığımızda oldukça yükseldiğimizi fark ettik. Artık yürüdüğümüz yönün
tersine; kuzey yönünde Görece Kalesi’nin konumlandığı Dumanlı Dağ’ın
eteklerinde yalçın kayalıklarla kaplı tepeyi bu bulutlu havada bile
seçebiliyorduk.
Güzergahın güney-kuzey doğrultusundan görünüşü (Google Earth'da çizilmiştir)
Baharın coşkusu Yamanlar yolunda...
Uzaklardan Göktepe Köyü'ne doğru baktık.
Yamanlar Dağı'nın vadilerinde dolaştık.
Asarlık üstündeki tepelerden Menemen'e ve civarına baktık.
Uzun süre batı ve güney-batı yönünde yürüdük. Bu seyir esnasında
çoğunlukla yangın yollarını takip ederken, batı yönünde Yamanlar Dağı’nın
tepelerinden birisi üzerinde yer alan aktarma antenini kendimize referans seçtik
ve o noktaya dek tırmandık. Rüzgâr özellikle bu noktada şiddetini oldukça
artırmıştı; ancak yağmur baskısı henüz kendini hissettirmiyordu.
Dağdan ovaya doğru bakış
Gezginler, anten yolunda...
İşte anten!
Sağımızda uzanan manzaraya; Buruncuk’tan Menemen ve ötesindeki Koyundere
ve Ulukent yerleşimleri ile denize doğru sıralanmış Seyrekköy, İlkçağ’da
denizin ortasında bir ada olan Panaztepe yerleşimi, Maltepe ve Ege Koop’un
Villakent Evleri girmekteydi. Menemen’in en eski mahallelerinin çevrelerine
sıralandığı Değirmendağ, Kubilay
Anıtı’nın da yer aldığı Yıldız Tepe
ve en arkada üzerinde bir mahalleye de ismini vermiş Ahi Hıdır isminde bir dede mezarının da bulunduğu Hıdır Tepe tam karşımızdaydı. Görüş
mesafesinin çok iyi olmamasına rağmen, çevremizdeki topografyaya ve
yerleşimlere dair tespitlerimizi yaparak antenin bulunduğu noktadan itibaren
aşağıya; bir vadinin dibine doğru yöneldik.
Bir çobanın mekanı
Dağ yolunda şoseyi ararken yürüdüğümüz sevimli patika
Gezginler, patikadan şoseye inerken
Ve Karagöl'e giden şose...
Vadiye ulaştığımızda, düzlükte bir açık ağıl olarak işlev gördüğünü
düşündüğümüz yem tavaları, hayvanlara su vermek için bidonları ikiye bölerek
elde edilmiş su kapları ve diğer malzemeler vardı. Biraz ilerde bir yaşlı çamın
dibinde; belli ki çobanın konaklama mekânı olarak kullandığı; bir somya eskisi,
bir arı kovanından arta kalanlar ve birkaç kırık tahta parçasının bulunduğu
andezit taşlarla çevrili bir konfor alanı vardı. Duraklamadan yola devam ettik.
Ormanın içinde ilerleyen bir patikanın izinden ilerleyerek Emirâlem yönünden
Karagöl’e doğru çıkan şoseye ulaştık.
Yol üstünde bir erguvan
Bir lale
ve Yamanlar'ın ağaçların gölgesinde büyüyen sarı papatyaları
Yamanlar'dan ovaya su taşıyan künkler
Şoseden ilerlerken yolun kenarında yükselen toprak yamaçta; yolun yapımı
sırasında ortaya çıkmış eski bir su yolunun işareti olan pişmiş topraktan künk
parçalarına rastladık. İhtimal ki; Yamanlar Dağı’nın su kaynaklarından gelen
su, bu topraktan boru hattı aracılığıyla, dağın kuzey yüzüne bakan aşağıdaki
düzlüklere doğru taşınmaktaydı. Yol yapımı sırasında kepçeye takılan tarih, her
zaman olduğu gibi hoyratça yok edilmişti. Ancak yine de göründüğü kadarıyla bu
boru hattının bir kısmının toprağın içinde saklı kalmış olması da ihtimal dâhilindeydi.
Topraktan başını kaldırmış künkler-daha yakından...
kırılmışlar, kırmışlar.
Su yolundan parçalar
Su yolu biraz ilerleyince kayboldu; sonra yeniden toprağın içinden bize
göz kırptı zaman zaman. Ama sonra toprağın derinliklerinde tamamen kaybolup yok
oldu gitti.
Yamanlar Dağı'nın kuzey yüzündeki Gökkaya
Gökkaya-daha yakından...
Biraz daha ilerleyince bir yol çatısına geldik. Sağa giden yol, yaklaşık
3 km. kadar sonra Karşıyaka yönünden gelip Karagöl’e devam eden asfalt yola
kavuşuyordu. Biz ise sola; Gökkaya’ya
doğru yöneldik. Az ilerde derin bir uçurumun kıyısında yükselen ve yönünü
kuzeye dönmüş yekpare kaya; Gökkaya,
bütün ihtişamı ile göründü. Solumuzdaki uçuruma doğru alçalan vadinin hemen üst
düzleminde, kızılçamların altında; andezit kesme taşlardan oluşan yıkıntılar,
M.Ö. 6.yy.dan kalma; belki de Smyrna’nın
ileri karakollarından Aiol yerleşimi Melanpagos’un ilk habercisiydi.
Surların dışındaki Melanpagos kalıntıları
Gökkaya'nın güney yamacına yayılmış Melanpagos yerleşimi
Melanpagos'un yapı taşları
Aioller, M.Ö. 11.yy.dan başlayarak Kıta Yunanistanı’ndan
Trakya ve Boğazlar yoluyla Batı Anadolu’ya yönelen göçün sonucunda Aigai, Temnos yada Neontheikos
yerleşimlerinde olduğu gibi savunması kolay, çevredeki topografyaya egemen
yüksek tepelerin üstünde çoğunlukla hayvancılıkla geçinen kolonize olmuş bir
çoban halk olarak karşımıza çıkar. Nerede arasak; Aiol yerleşimlerini yalçın
kayalıkların tepesinde yada onun hemen eteklerinde uzanan düzlüklerde buluruz. Bunun
belki de tek istisnası, Aiolya’nın başkenti ve bu bölgede kıyıya ilk çıktıkları
nokta olan Aliağa yakınlarındaki Kyme
olmalıdır.
Melanpagos'un alt düzleminde duvar örgülü sekiler
Kesme taştan sur duvarının yapı malzemeleri
Melanpagos'un güney-batı sur duvarları
İşte; Melanpagos da Yamanlar’ın kuzeye bakan yüzündeki sarp
ve yekpare bir kayanın dibinde bu çoban halk tarafından kurulmuş bir yerleşim
olarak biliniyor. Neredeyse 100 yıl arayla saptanmış üç sınır taşı ile
tarihteki varlığı kesinleşen kente dair ilk keşif, 1880 yılında William Ramsay tarafından yapılmış. 1998
yılında; bölge arkeolojisi üzerinde en yetkin isimlerden biri olan Prof. Ersin Döğer’in Göktepe Köyü’nden
bir bakkalın yardımıyla saptadığı ve Melanpagos
ile Emirâlem yakınlarındaki Herakleia
ve Palaudis yerleşimleri arasındaki
sınır anlaşmazlıklarını sonlandıran sınır taşlarından son ikisi bulunmuş. Prof. Ersin Döğer’e göre “Melanpagos, M.Ö. 6.yy.dan Hellenistik
Dönemin sonuna (M.Ö. 1.yy.) dek varlığını sürdürmüş olmalıdır. Sınır taşlarının
da gösterdiği gibi Pers yönetimine Büyük İskender tarafından son verilince,
Hermos (Gediz) Vadisi’nin güney kıyısı boyunca yer alan Herakleia ve Palaudis ile
arazi anlaşmazlığına düşmüşe benzemektedir.”(1)
Definecilerin yaptıkları
Bir defineci çukuru daha
Alt düzlemde duvarlarla tahkim edilmiş sekiler
Bugün Gökkaya’nın zirvesinde salınan kırmızı-beyaz ay yıldızlı bayrağa rağmen, Yamanlar’ın bu ıssız köşesindeki korunmasız ve çaresiz Melanpagos’un toprağın altında bugüne ulaşabilmiş son izleri, Gökkaya’nın güney-batı yönünde surların çevirdiği yamaçta ve sur dışında; kızılçamların altında kalan geniş düzlükte definecilerin delik deşik ettiği topraktan dışarı fışkırıyor.
Kızılçamlar altında yerleşim izleri
Gökkaya’nın hemen dibindeki parçalar halinde izlenebilen surlar, yerleşimin
kuzey yönünü kayaya vermesiyle sağladığı emniyeti, güney ve batı yönünden
teminat altına almış olmalı. Melanpagos,
yine Ersin Döğer Hoca’nın yaklaşımına göre, İlkçağ İzmir’ini; kuzey yönünden
gelecek saldırılara karşı korumaya yönelik bir ileri karakol konumunda
tasarlanmış olmalı.
Gökkaya ve Melanpagos'a bütünsel bir bakış
Yerleşime dair üç adet sınır taşı dışında herhangibir yazılı kayıt
bulunmamakta. Yine Ersin Döğer’den
öğrendiğimize göre; “adı, Hellence Karataş-Karatepe veya Laciverttepe anlamına
gelen Melanpagos, hiçbir dönem bir
kent statüsüne yükselememiş. Bu yerleşmede bulunan en erken buluntu, M.Ö.
6.yy.a tarihlenen önemli bir yapıya (muhtemelen bir tapınak) ait ante başlığıdır. Gökkaya’nın dibindeki Melanpagos Kalesi, Hellenistik
Dönem’in sonuna kadar kullanılmış ve Roma Dönemi’nin başında da terk edilmiştir.”(2)
Bu kayayı başını yukarı doğru kaldırmış bir ördek gagasına benzettik.
Melanpagos’un sırtını verdiği Gökkaya’nın
güney ve batı yönünde yer alan ve defineci faaliyetleri sonucunda ortaya çıkmış,
yerel kesme taştan sur parçaları üzerinde oluşmuş daracık alanda; batıdan esen
şiddetli rüzgâr altında azığımızı yemeğe karar verdik. Menemen Ovası’na ve
ötesindeki topografyaya egemen bir noktada; eli kulağında yağmurun habercisi
kapkara bulutların altında, hızla yenen yemeğin son anlarında beklenen sağanak
bastırdı. Yaklaşık 10 dakika kadar süren yağmur, üstümüzdeki yağmurluklara
rağmen bizi ıslatmaya yetti. Yağmur kısa süre içinde kesilmesine rağmen, arkası
gelecekti. Surların dışında aşağıdaki düzlükte geniş bir alana yayılmış yerleşim
izlerini takip ederek ören yerini inceledik. Sahipsiz Melanpagos, diğer ören yerlerinde karşılaştığımız gibi
definecilerin insafsızca tahribatı altındaydı.
Daha şiddetli bir sağanak potansiyelini taşıyan hava şartları nedeniyle,
dönüş zamanı gelmişti. Bir uçurumun kıyısında yükselen dev Gökkaya’nın ihtişamlı görüntüsünü arkamızda bırakarak, bu kez Emirâlem Deresi’nin aktığı vadiye
paralel bir seyirle Emirâlem Ovası’na inen şoseyi takip ederek inişe geçtik.
Yamanlar'da bir sandal ağacı
Mor ve beyaz bayır gülleri birlikte...
Bir doğa aranjmanı; beyazlar ve morlar
Yaklaşık 25 km.lik parkurda 7 saat kadar yürümüştük. Yukarıda Gökkaya’nın dibinde yediğimiz yağmurdan
üstümüzde eser kalmamıştı. Aşağı doğru inerken Emirâlem Deresi üzerine kurulmakta olan barajın ana gövde inşaatı
ile ilgili hummalı bir faaliyete rastladık. İnşaat nedeniyle Yamanlar’dan Emirâlem’e
inen yolun güzergâhı da değişmişti. Vadinin dibine doğru derenin üstündeki
dağılıp gitmiş köprünün üstünden geçerek, vadinin karşı yakasından yürümeye
başladık. Baraja hâkim bu yakada yükseklik giderek arttı ve bir noktada baraj
inşaatının tüm ayrıntıları ortaya çıktı. Sağ yanımızdaki yamaçta ise, Koç
Holding’in desteğinde oluşturulmuş bir ağaçlandırma sahası uzanıp gidiyordu.
Yamanlar vadilerine son bakış
Emiralem Deresi ve üzerine kurulmakta olan baraj
Eski Emiralem Köyü'nün Yamanlar yönündeki girişinde Cavit'in cenneti
Eski Emiralem Köyü Camisi
Cami avlusunun sessiz sakinleri
Baraj şantiyesini geride bıraktıktan sonra Eski Emirâlem Köyü’nün Camisi
uzaktan göründü. Köyün sınırlarında birkaç ağıl, kendi cennetini yaratmış Cavit’in
Köşkü ve köyün eski zamanlarından kalma birkaç eski kerpiç evin yıkıntısı
karşıladı bizi. Günün yorgunluğu ve bedenlerimizi ele geçiren susuzluk bizi neredeyse
bitirmişti. Emirâlem-Manisa asfaltına çıkış noktasındaki ilk kahveye zor attık
kendimizi. Doya doya içtik suyu… Daha sonra Ayvacık girişinde bir kamyoncu
lokantasında verdiğimiz esas dinlenme molasında susuzluğumuzu arka arkasına
yuvarladığımız tavşankanı çaylarla ancak bastırabildik. Artık İzmir’e dönme
vakti gelmişti; alacakaranlık zamanıydı. İlkçağ İzmir’inin ileri karakolu,
kayalar başındaki yapayalnız Melanpagos,
gece misafirlerini bekliyor olmalıydı artık; sessiz ve yalnız… Biz ise Çiğli
girişinde, akşamın ve şehrin karmaşasına dalmıştık bile.
Ve son durak; Alaniçi Köyü Göleti
Dipnotlar
(1)
Bilmece Antik Kentler I, AİOLİS Şiirleri ve
Meraklısına Notlar, Ersin DÖĞER; Ege Yayınları, 2010; sayfa:45-46
(2)
Menemen yada Tarhaniyat Tarihi, Ersin DÖĞER; Sergi
Yayınevi, 1997; sayfa: 285
(3)
Fotoğraflar, yürüyüş esnasında A. Aydemir tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC