5 Aralık 2018 Çarşamba

İÇ ANADOLU'DA; KIZILIRMAK YAYINDA DOLAŞIRKEN-1


SONBAHARDA BOZKIRDA; ÇANKIRI

11-14 Ekim 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bozkırda sonbahar günleri… Henüz yağmurlar başlamadı. Sular çekilmiş derelerden. Her yanımız kahverengine çalan bir sarı… Git git bitmiyor yollar. Bir sonbahar vakti; Anadolu Platosu’nu kuzeyden güneye doğru bir yay çizerek bölen Kızılırmak’ın yayının içinde ve dışında dolaşırken, ilk önce Çankırı’ya uğradık. Çankırı, Kurtuluş Savaşı’nda Ankara ile Kastamonu arasındaki Kuvayı Milliye’nin lojistik ihtiyacının karşılandığı önemli bir geçiş yolu üzerinde bulunması ile yakın tarihimizde önemli bir yere sahip aslında. Ama bilinen kadim tarihi çok eski zamanlara; Hititlere dek uzanıyor. İ.Ö. 3.yy.da Gangra adıyla anılan kentin bu isminin, Anadolu’nun yerli halkı Luvilere dayandığı söyleniyor. Strabon, Geographika adlı eserinde Çankırı’dan; Morzeos isimli bir hükümdarın krallık ikametgâhının Gangra olduğunu ve bu küçük kent ve kalenin Paflogonyalı Kastor’un oğlu Deiotaros tarafından ele geçirildiği şeklinde söz ediyor.(1)

 
Kaya tuzu madenleri yolundan Çankırı'nın genel görünüşü

Çankırı, bugün kuzeybatıda; burada gömülü Emir Karatekin’in ismi ile anılan Karatekin Tepesi’nin eteklerinde, kuzeyden gelen Tatlıçay ve kuzeydoğudan gelen Acıçay’ın birleştiği bir noktada yer alıyor. Uzaktan bakıldığında, çatı kiremitlerinden anlaşıldığı kadarıyla; şehrin en eski mahalleleri bu tepenin eteklerinde konumlanmış. Bizans’ın elinden şehri ele geçiren Türkmen komutan Emir Karatekin’in türbesi ve antik Gangra kentinin ilk kurulduğu yer olarak tanımlanan Çankırı Kalesi de bu tepe üzerinde bulunuyor. Tepedeki koruluk ise son yıllarda Çankırı Belediyesi tarafından büyük bir park haline getirilmiş.

 
Çankırı şehir merkezindeki bir kavşakta yer alan İnandıktepe höyüğünde bulunan Hitit vazosunun replikası; aslı Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde yer alıyor.

İslam Ansiklopedisi’nde Danişmendliler maddesinde mimari alt başlığı altında Karatekin Türbesi ve diğer Danişmendli türbeleri hakkında şu bilgiler veriliyor:

Dânişmendli eseri olan mezar anıtlarının en eskisi, Dânişmend Gazi’ye ait Niksar Melik Gazi Kümbeti’dir. Kare planlı yapı bir kısmı devşirme olan kesme taşlarla inşa edilmiş, Türk üçgenlerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Basık kemerli kapının çevresindeki izlerden, burada üç birimli ve kubbeli bir giriş revakının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dânişmend Gazi’nin emîrlerinden 1106’da vefat eden Karategin’in Çankırı Kalesi’ndeki kümbeti, bilinçsiz onarımlar sonucunda ilk mimari özelliklerini hemen bütünüyle yitirmiştir. Buna karşılık Niksar’da Melik Gazi Kümbeti’nin yakınında yükselen ve XII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen, Dânişmendli emîrlerinden Arslandoğmuş’a ait Kulak Kümbeti devrinin özelliklerini yansıtır. Burada moloz taşlarla örülmüş olan duvarların dışı, itinalı bir işçilik gösteren kesme taş tabakası ile kaplanmıştır. Sekizgen planlı mekânı örten kubbe sekizgen piramit biçiminde bir külâhla donatılmış, kuzeybatı kenarındaki giriş sivri kemerli, pencereler yuvarlak kemerli olarak yapılmıştır. Girişte yer alan kitâbede örgülü kûfî yazı dikkati çekmektedir.”(2)

  
Çankırı'nın sırtını dayadığı Emir Karatekin'in türbesi ve Çankırı Kalesi'nin bulunduğu  Karatekin Tepesi 

Geçmişten sisli izler; Emir Karatekin, Danişmend Gazi, Kılıç Arslan ve diğerleri

Şehirde bugün Emir Karatekin’in adıyla anılan bir üniversite kurulmuş. Peki ama Çankırı Kalesi’nin bulunduğu tepede son derece mütevazı bir türbesinin bulunduğu bu Emir Karatekin kimdir acaba?

“Üzerinde tarih kitabesi olmayan bu türbede yattığı söylenen Emir Karatekin, 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra, Selçuklu ailesinden Kutalmışoğlu Süleyman Bey başkanlığında birçok Türkmen beyi ile birlikte bazı müstahkem kaleleri alarak, Anadolu’nun Türk Yurdu olmasını sağlayanlardandır (Kafalı 2002: 182). Karatekin, Danişmendname’de ve Anna Komnena’da da Çankırı, Kastamonu ve Sinop fatihi olarak anılmaktadır (Turan 1993: 67). Anna Comnena’nın Sinop’u fetheden kişi olarak bahsettiği Charatiles adlı emirin, Türkçe Kara Tigin olduğu kabul edilir (Sümer 1999: 722). Danişmendname’ye göre, Hz. Peygamberin bir işareti ile Anadolu’nun fethine görevlendirilen Danişmend Gazi ve Artuk’un arkadaşları arasında Karatekin de vardır (Turan 1993: 86, 123). Bu eserde Kara Tigin (Tekin) için Battal Gazi zamanından sonra Çankırı yakınlarındaki Tamasun köyüne yerleşen Müslüman tacir Sa’id’in oğlu, El Tigin’in kardeşi, Çankırı fatihlerinden olduğu, Meryem Hatun ile evlendiği ve türbesinin Çankırı Kalesi’nde bulunduğu yazılıdır (Demir 2002: 122-127, 220), (Yinanç 1944: 126, 133).


Çankırı'daki Selçuklu Dönemi eserlerinden biri; Taş Mescit

Danişmendname’de, Emir Karatekin’in Danişmend Gazi’ye bağlı olduğu bildirilmekle birlikte, Bizans kaynakları ve bazı kaynaklarda, onun, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah’a bağlı olduğuna işaret edilmektedir (Yücel vd. 1990: 64-78). Karatekin’in haçlılarla yaptığı savaşlardan birinde öldüğü zannedilmektedir (Ayhan 1998: 100-104).”(3)
 
 
Çankırı'da Arasta'da bir köşe kahvehanesi

Bazı kaynaklarda Emir Karatekin’in; onun bir komutanı olarak tanımlandığı, Danişmendlilerin özellikle Haçlı Seferleri sırasında Anadolu’da bir güç odağı haline gelmesini sağlayan bilge kurucuları Danişmend Gazi ile ilgili olarak Arap kaynaklarından derlenen bilgilerden birisi şu şekilde:

“Bu belirsizlik zamanlarında özelikle doğuda, Anadolu yaylasının ıssız yükseltilerinde Danişmend (“bilgili, bilge kişi”) adında tuhaf bir şahsiyet hüküm sürmektedir. Aslı meçhul bu maceracı adam, çoğunun okuması yazması olmayan öteki Türk emirlerinin aksine, çok çeşitli ilim dallarında eğitim görmüştür. Kısa süre sonra Danişmendname adında meşhur bir destanın da kahramanı olacaktır. Ankara’nın güney doğusundaki bir Ermeni şehri olan Malatya’nın fethini anlatan bu destanın yazarlarına göre(4), bu şehrin düşmesi geleceğin Türkiye’sinin İslamlaştırılmasında bir dönüm noktasıdır. 1097’nin ilk aylarında yeni bir Frenk seferinin haberi Kılıç Arslan’a (I. Kılıç Arslan kast ediliyor) ulaştırıldığında, Malatya Savaşı başlamıştır bile. Danişmend, kenti kuşatır ve genç sultan, babasının ölümünü fırsat bilip Anadolu’nun kuzey doğusunu olduğu gibi işgal eden bu rakibin böylesine şanlı bir zafer kazanması düşüncesini kabullenemez. Bunu engelleme kararlılığı içinde atlılarının başında Malatya civarına yönelir ve Danişmend’i yıldırmak amacıyla onun hemen yakınına ordugâh kurar. Gerilim yükselir, küçük çatışmalar çoğalır, bu çatışmalardaki ölü sayısı artmaya başlar.”(5)

 
Çankırı; Çivitçioğlu Medresesi

Bu sırada Frenklerin İznik’i kuşattıkları haberi, Kılıç Arslan’ın Danişmend Gazi ile olan bu çekişmesine son verip İznik’e dönmesine yol açar. Danişmend Gazi de onunla ittifak yaparak Malatya kuşatmasına son vererek arkalarındaki “küffar”a yönelir. 11.yy. da Anadolu Selçukluları ile Danişmendliler arasındaki bu güç mücadelesi uzun bir süre devam eder. Ta ki Frenkler Eskişehir yakınlarında Kılıçarslan’ın kuvvetlerini bozguna uğratana dek…

 
Bir eski Çankırı evi

Yine aynı kaynakta bu ricat şu şekilde aktarılmaktadır:

“Kılıç Arslan kaçarken, onun safında savaşmak üzere Suriye’den gelen bir grup atlı savaşçıyla karşılaşır. Artık çok geç, diye itiraf eder, bu Frenkler çok kalabalık ve çok güçlü, artık onları durdurmak için yapacak bir şey kalmadı. Sözünün davranışlarıyla destekleyen ve fırtına yatışıncaya kadar beklemeye kararlı olan sultan, uçsuz bucaksız Anadolu yaylalarında gözden kaybolur. Öcünü almak için tam dört yıl bekleyecektir.”(6)

 
Çankırı sokaklarında...

İslam Ansiklopedisi’nin Danişmend Gazi maddesinde ise Danişmenlilerin kurucu atası hakkında aşağıdaki bilgiler aktarılırken, farklı kaynaklardan derlenen bilgilerin ışığında Emir Karatekin’in de Danişmend Gazi tarafından Anadolu’daki fütuhat hareketi içinde görevlendirilen komutanlarından biri olduğu belirtilmektedir:

  
Çankırı çarşısından bir köşe; neredeyse birbirine dokunacak kadar yakın iki eski Çankırı evi

“Bazı tarihçiler kalem erbabının kumandan olamayacağını, Dânişmend Gazi’ye sadece okuma yazma bildiği için Dânişmend denildiğini söylerlerse de zaman zaman başka örnekleri de görüldüğü gibi Dânişmend Gazi’nin hem âlim hem de mücahid vasfını haiz müstesna şahsiyetlerden biri olduğu kabul edilebilir.

 
Buğdaypazarı Medresesi'nde yer alan yaran kültürüne ait canlandırma odası 

Sultan Alparslan’ın savaşa katılan emîrlerinden Anadolu’da fetihlerde bulunmalarını istemesi ve fethedecekleri yerlerin kendilerine iktâ edileceğini bildirmesi üzerine zaferden sonra fetihlere girişen beyler arasında Dânişmend Gazi de vardı. XII. yüzyıl müelliflerinden Zahîrüddin Nîsâbûrî, Malazgirt Zaferi’nin ardından Sultan Alparslan’ın Erzurum ve civarını Saltuk Bey’e; Mardin ve Harput yörelerini Artuk Bey’e; Erzincan, Kemah ve Şebinkarahisar’ı Mengücük Gazi’ye; Maraş ve civarını Emîr Çavuldur’a; Sivas, Tokat, Amasya ve Kayseri’yi de Dânişmend Gazi’ye iktâ ettiğini söyler (Selçuknâme, s. 25). Sultan Alparslan’ın, fethedeceği yerleri vergiden muaf tutacağı, Dânişmendoğulları’nı hiçbir şekilde huzursuz etmeyeceği ve herhangi bir mükellefiyet yüklemeyeceği, Selçuklu hânedanına mensup şehzadelerin de onun ülkesine müdahale etmeyeceği taahhüdünde bulunduğu Dânişmend Gazi, zaferden sonra kendisine iktâ edilen ve Malazgirt seferi esnasında Bizans İmparatoru Romanos Diogenes tarafından tahrip edilen Sivas’ı fazla bir mukavemetle karşılaşmadan ele geçirerek Dânişmendli hânedanını kurdu (1071). Daha sonra Sivas’ı bir üs olarak kullanıp Çaka, Turasan, Kara Doğan, Osmancık, İltegin ve Kara Tegin adlı emîrleriyle Amasya, Tokat, Niksar, Kayseri, Zamantı, Elbistan, Develi ve Çorum’u zapt etti ve Dânişmendli topraklarına kattı.

 
Çankırı Çamaşırhanesi'nden bir görünüm

Hayatı cihad ve fetihlerle geçen Dânişmend Gazi’nin ölüm tarihi de kesin olarak belli değildir. Süryânî Mihail onun 1085’te Kapadokya’ya hâkim olduğunu söylemektedir (Süryânî Keşiş Mihail’in Vekāyi‘nâmesi, II, 30). Dânişmend Gazi’nin oğlu ve halefi Gümüştegin Gazi’nin Anadolu Selçuklu hükümdarı Süleyman Şah’ın ölümünden (479/1086) sonra Anadolu’daki bazı yerleri ele geçirdiğine dair bilgiler ve ona ait sikkeler (Ahmed Tevhid, s. 84-85) dikkate alınırsa Dânişmend Gazi’nin 477’de (1085) vefat ettiği söylenebilir.”(7)

 
Çivitçioğlu Medresesi'nin önünde yer alan mermer çeşme

Çankırı Kaya Tuzu Madenleri

Çankırı şehir merkezinin güneyinden başlayarak, doğuya doğru kilometrelerce uzanan (kimileri Çorum’a kadar uzandığını belirtiyorlar) geniş bir alana yayılmış ve 5000 yıllık bir kadim geçmişinin varlığından söz edilen tuz madenleri, Çankırı’nın ekonomik hayatında tarih boyunca her zaman önemli bir yer tutmuş. Tuz madenlerinin Hititler döneminden beri kullanıldığına dair bilgiler mevcut kaynaklarda. Cumhuriyet döneminde uzun yıllar TEKEL tarafından işletilen tuz madenleri, son yıllardaki özelleştirme furyası esnasında Ürdünlü bir işadamına satılmış.

 
Tuz madeninin bulunduğu topografya

 
Madenin girişindeki galerileriden biri

 
Kaya tuzunun oda-topuk sistemine göre yer altından çıkarıldığı galeriler

 
Tuz kayaçlarına kazınmış bir keçi rölyefi 

Çankırı kaya tuzu madenleri, yıllardır topuk-oda sistemi diye adlandırılan bir yaklaşıma göre kazılmış. Madenin geniş galeriler şeklinde oyularak açılan bölmelerine oda ismi verilmiş. Ana kayanın çökmesini önleyen ve bir anlamda taşıyıcı görevi yapan son derece geniş gövdeli kolonlar ise topuk olarak adlandırılmış.

 
Turizme açılan galerilerdeki tuz heykellerinden biri; tavşan

  
Tuz kayaçları

 
Sanat galerisi haline getirilmiş; bir zamanlar kaya tuzunun çıkarıldığı madenden bir görünüm

 
Düşünen adam gibi...

 
Bir koç heykeli; kaya tuzundan...

Bizim de Çankırı’da ilk uğradığımız mekân, son yıllarda ekonomik ömrünü tamamlayıp Valilik tarafından turizme kazandırılma çalışmalarının yürütüldüğü bu tuz madenlerinin ziyarete açık olan galerileriydi. Bugün turizm ve sağlık amaçlı kullanımı hedeflenen tuz mağaralarının içindeki galerilerin bazılarında Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin kaya tuzu kütlelerinden yaptığı heykeller yer alıyor. Tuz kayaçlarına kazınmış keçi rölyefleri, kaplan, yılan ve tavşan heykelleri; Orhun Yazıtları’ndan esinlenilmiş tematik heykeller, galeriyi bize gezdiren heykeltıraş Sefer Oruç’un yaptığı ve hayvan boynuzlarının malzeme olarak kullanıldığı başka eserleri; hepsi bu kaya tuzu galerilerinde sergileniyor.

 
Orhun Yazıtları'na bir öykünme

 
Selçuklu eseri kadehten su içen yılan betimlemesine öykünme

 
 Kaya tuzuna işlenmiş bir at rölyefi

 
Tuz madeninin galerilerini gösteren eski bir yerleşim planı

 
Madende ayağı kırılarak ölüp gitmiş ama vücudu kaya tuzu nedeniyle bozunmamış bir "mumya" eşek

Sergi alanında en ilginç objelerden biri ise, madende yaklaşık 200 yıl önce ayağı kırılıp orada kalmış bir eşeğe ait; kısmen bozulmuş olsa da vücut bütünlüğü kaybolmamış bir “mumya”… Tuzun çürümeyi engelleyen özelliğinden ötürü eşek, bunca yıl bozulmadan günümüze ulaşmış; ancak 1970’li yıllarda madenden çıkarılarak madendeki ortam koşullarının aynısına sahip olmayan Çankırı Müzesi’ne taşınması nedeniyle, kısa süre içinde eşeğin vücudu hızla bozulmaya başlamış. Bu nedenle tekrar tuz madenindeki yerine konan eşek, bugünkü haliyle tuzun koruyucu etkisi altında sergi alanında muhafaza edilmeye devam ediliyor.

 
Boynuzdan heykeller; Sefer Oruç elinden...

 
Boynuzdan balıklar

 
Doğadan esinlenme

 
Bir başka galeri

Bir zamanlar madenin müdürünün faytonu imiş.

 
Faytonun eski halini gösteren fotoğrafı

 
Bir dönem Fransızlar tarafından çalıştırılan kaya tuzu madeninde kullanılan dekovil hattı ve yük vagonları 

Birbirine bağlanan labirent gibi kaya tuzu galerileri içinde rehber olmasa kaybolmak işten bile değil. Madene ilk kez giren biri için, her yer birbirini andırıyor. Geçen yüzyıldan kalma; çıkarılan kaya tuzunun madenden tahliyesi için yapılmış dekovil hattı, kaya tuzu madeninin zamanının yöneticisine ait eski bir fayton “ölü”sü; onun eski halini gösteren bir fotoğraf; içinde hafriyat kamyonlarının dolaştığını ele veren tekerlek izleri; aklımızda bir madenden kalan silik izler gibi… Kayaya kazınmış tiftik keçisi rölyefine bir kez daha bakarak madeni terk etme vakti; Çankırı’nın merkezindeki ilk Türkmenlerin dokunuşuna dair başka izleri aramaya doğru…

 
Taş Mescit; mezarlara açılan kapılar

 
Aynı yapının bir başka görünümü

Bu izlerden biri tepedeki Emir Karatekin’in türbesi ise, diğeri de kuzeyden gelip şehri ikiye bölen Tatlıçay’dan doğuya doğru ilerleyen ve kendi adıyla anılan cadde üzerinde yer alan Taş Mescit

 
Taş Mescit'ten Çankırı'ya doğru bakış; en arkada Karatekin Tepesi

Çankırı Şehir Merkezi'nde dolaşırken...

Taş Mescit, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat döneminde Çankırı Atabeyi Cemalettin Ferruh tarafından 1235 yılında ilkin şifahane olarak yaptırılmış. 7 yıl sonra da şifahanenin ön tarafına bir hadis okulu (Darü’l-Hadis) eklenmiş. Moloz taştan yapılan şifahane zaman içinde tamamen yok olurken, bir taş yapı olarak inşa edilmiş olan Darü’l-Hadis bölümü ise nerdeyse bütünüyle günümüze ulaşabilmiş.

 
Taş Mescit; arkada Şifahane, önde Darü'l-Hadis; restorasyon sürüyor.

Bugünlerde Taş Mescit’te ağırlıklı olarak şifahanenin merkezinde olduğu bir restorasyon ve yeniden inşa süreci devam ediyor. Binanın girişinde yer alan Çankırı Belediyesi tarafından konulmuş bulunan tanıtım levhasında yapı ile ilgili şu bilgiler veriliyor:

“Taş Mescit’in içerisinde farklı mekânlarda mezarlar bulunmaktadır. Asıl cemaat yerinde bulunan sanduka, Cemalettin Ferruh Atabey’e ait olup asıl defin Selçuklu geleneğine uygun olarak mezar odasına (kripta) yaptırılmıştır. İki bölümden oluşan orta kattaki mezar odasına dışarıdan basık bir kapıdan girilmekte olup mumyalanmış 6 mezar bulunmaktadır. Batı yönünde zemin katta tek mezarın ise binanın mimarı Şehabettin İnal Bin Cemali’ye ait olduğu sanılmaktadır.

 
Darü'l-Hadis; mukarnaslar ve birbirine dolanmış ejder(yılan) rölyefleri

Tekkelerin kapatılmasına kadar Çankırı Mevlevihanesi olarak da kullanılan Taş Mescit, Çankırı Mevlevihanesi olarak kullanıldığı yıllarda Balkan Harbi’nde mücadele veren Osmanlı Ordusu’na her türlü maddi ve manevi yardımı göstermekten geri kalmamıştır. Şeyh Hasip Dede kendilerine düşen bu ulvi görevi yerine getirebilmek için derhal harekete geçerek bir hafta gibi kısa bir sürede 20 Kasım 1912 tarihinde kendi nezaretinde bir yardım defteri açtırmıştır. Zamanın yokluk ve kıtlık şartları içinde Çankırı halkı ve ileri gelenleri ellerinden gelen yardımı yapmışlardır. Hasip Dede, 33 gönüllü Mevlevi ile Mücahidin-i Mevlevi Alayı’na katılmıştır. Balkan Savaşlarının başlangıcından itibaren Çankırı Mevlevihanesi’nin gösterdiği bu duyarlılık ve vatanperverlik Taş Mescit’in tarihi misyonunu daha da artırmıştır.

 
Ebruli gezginleri, Taş Mescit'te...
(Ebruli Arşivi)

Darü’l-Hadis ile bitişik Şifahane’nin yıkılmasına moloz taştan yapılmasının ve arazinin durumunun sebep olduğu tahmin edilmektedir. Buna karşılık olarak ön tarafa 7 yıl sonra iki katlı olarak kesme taştan yapılmış dışarıdan iki duvar ve köşe kulesi ile desteklenmiştir. Taş mescidin taç kapı mahallinde altlı üstlü iki kapı yer almaktadır. Asıl cemaat yerinin kuzeyinde yer alan taç kapıya her iki tarafından çıkılan bir merdivenle ulaşılmaktadır. Bu alan, bir görev halinde ana yapıya göre öne çıkmakta, yapının tavanında çokgen bir kubbe yer almaktadır. Uzaktan bakıldığında büyük hacimli klosal zarif bir bibloyu andırmaktadır.

 
Modern tıbbın simgesi kabul edilen ejder(yılan) rölyefi; yakından...

Bu yapıların bir diğer önemi de; yapı üzerinde yer alan iki adet figürlü parçadan ileri gelmektedir. Bunlardan birinin boyutu 1 m*0,25 m.dir. Bu kabartmanın özelliği, gövdeleri birbirine dolanmış iki ejder (yılan) motifidir. Ejderin başları karşılıklı gelecek şekilde biçimlendirilmiştir. Günümüzde tıp sembolü olarak kullanılmaktadır. Halk arasında “su içen yılan” olarak adlandırılan ve Çankırı Müzesi’nde muhafaza edilen ikinci parça ise başlı başına bir heykel görünümündedir. Darü’l-Hadis’te kullanılan gözenekli taştan yapılmış olan parça kupa şeklinde olup; gövdesine bir yılan sarılmakta, üst kısmında uzantı yaparak sonuçlanmaktadır. Bu motif de günümüzde eczacılığın sembolü olarak kullanılmaktadır.”(8)

 
Çankırı Atatürk Heykeli 

 
Ulu Cami'ye doğru çıkan Şemsiyeli Sokak

 
Arasta'daki kaya tuzu dükkanlarından biri

Taş Mescit’ten ayrıldıktan sonra Çankırı’nın arastasına ve sivil mimari örneklerinin yer aldığı ara sokaklarında tarih kokan bir yolculuğa çıktık. Önce üzerinde güzel bir Atatürk heykeli ve Çankırı Müzesi’nin bulunduğu Atatürk Bulvarı’ndan yukarı doğru; üzeri şemsiyelerle kaplı bir sokaktan, Ulu Cami ya da Sultan Süleyman Camii’ne doğru yürüdük. Geniş avlusu, çevresine yayılmış kahvehaneleri, özellikle tuz lambaları ve kaya tuzu ile dikkat çeken dükkânların bulunduğu arastanın ortasında bir çekim merkezi gibiydi.

 
Ulu Cami

 
Ulu Cami; avludan bir görünüm

 
Ulu Cami; harim

  
Ulu Cami; kubbe

 
Ulu Cami; mihrap ve minber bir arada...

  
Ulu Cami; mihrap, yakından...

  
Ulu Cami; kadınlar mahfili

 
Ulu Cami; devşirme malzemenin kullanılışına örnek...

Cami, 16.yy.da Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olduğu söylenen Sadık Kalfa isimli bir mimara yaptırılmış. Caminin yerinde Selçuklu döneminden kalma eski bir mescit varmış. Kanuni Sultan Süleyman, 1522 yılında Bağdat seferine giderken yöreden geçtiği sıralarda, caminin yapımı için talimat vermiş. Kare planlı, kesme taştan, tek kubbeli ve tek minareli cami; çevresine göre yüksek bir tepeciğin üzerinde yer alması nedeniyle, çevresel ilişkileri açısından mekânsal bir ihtişama sahip bulunuyor. Ayrıca avluda 19.yy.dan kalma eski bir şadırvan, Rokoko tarzı iç mekân süslemeleri ve mukarnaslı taş mihrap dikkat çekici. Asırlık çınarlar ve servilerle kaplı avlusundan ayrılarak caminin yakın çevresinde yer alan Çankırı evleri ve 19.yy. Çankırı yaşamına dair izlerin saklı olduğu sokaklarına doğru yürüyoruz usulca.

 
Çivitçioğlu Medresesi'ndeyiz.

 
Çivitçioğlu Medresesi; mezarların bulunduğu avlu

 
Çivitçioğlu Medresesi

Yakın zamanlarda restore edilen eski bir çamaşırhane, avlusunda eski bir mezarlığın da bulunduğu iki katlı Çivitçioğlu Medresesi, halen bir restorasyon faaliyetinin sürdürüldüğü Buğdaypazarı Camisi ve Medresesi, arastada dolaşırken gözümüze çarpan önemli tarihi yapılardan bazıları idi.

 
Ebruli Gezginleri, Çankırı Çivitçioğlu Medresesi'nde...
(Ebruli Arşivi)
 
 
Çankırı; çarşıdan bir görünüm

 
Çankırı kaya tuzu satan dükkanlardan bir diğeri

 
Çankırı evleri 

19.yy.daki sosyal hayatın bir parçası olarak işlev gören çamaşırhane, evlerden sabahın erken vaktinde önce gelip çamaşır taşlarında yer tutulması, daha sonra eve yeniden gidip çamaşırların, leğenlerin, kül, kil, çivit ve çöğen otu gibi çamaşırları yıkamakta kullanılan malzemelerin evden getirilmesi, sıcak suyun temini için kazanların altının yakılması, meşe külüyle beyaz çamaşırların kazanda kaynatılması, beyaz çamaşırların tokaçlarla çamaşır taşının üstünde dövülüp durulanmaları, renkli çamaşırların çöğen otu ile kirinden ovularak arındırılması ve durulması, yanlarında getirdikleri evin küçük çocuklarının çamaşırhanede yıkanması gibi Çankırılı kadınların hummalı faaliyetlerini topluca gerçekleştirdikleri bir mekân olarak öne çıkmaktaydı.

 
Çankırı Çamaşırhanesi; ıldızım taşından imal edilmiş çamaşır taşları

  
Çamaşırhanede beyazların ayrılması

Çamaşır yıkamada kullanılan malzemeler; tokaçlar, kepçeler; halıların yıkanması v.s.

1885 yılında II. Abdülhamit döneminde yaptırılan çamaşırhanenin dışında mermerden çok musluklu büyük bir çeşme de vardı. Bu çeşmenin suyu ile çamaşırhanenin ortasındaki ahşap yalaktan akan suyun tadı birbirinden farklıydı. Dışarıda bulunan çeşmenin suyu içilebilir nitelikte ve tatlı idi. Çankırı Belediyesi tarafından 2016 yılında restore edilen çamaşırhane, bugün artık bir müze olarak hizmet veriyor. Çamaşırhanede 6 adet ocak, Çankırı’nın Korgun ilçesinden elde edilen “ıldızım” taşından imal edilmiş 8 adet çamaşır taşı ya da tezgâhı ve biri dışarıda diğeri de içerde olmak üzere iki adet çeşme bulunuyor. Anlatılanlara göre; bir dönem girişte bulunan bir çamaşır taşı, geçmiş zaman içinde cenazelerin yıkanılmasında da kullanılmış.

 
Çamaşırhanede yemek vakti...

 
Çamaşırhanenin içindeki çeşme ve ahşap yalağı; hayat ve ölüm...

 
Çamaşırhanenin dışındaki tatlı su çeşmesi

 
Çankırı Çamaşırhanesi; dıştan görünüşü 

Çarşıda birbirinin üstüne yıkılacakmış gibi duran iki katlı, yüksek tavanlı ahşap ve kerpiç karışımı eski Türk evleri, kaya tuzu satan bir sürü dükkân, Buğdaypazarı Medresesi’nde ve Çankırı Müzesi’nde örneklerini gördüğümüz; yöre de yaren kültürü olarak adlandırılan, özellikle kış akşamlarında gerçekleştirilen, sevgi ve saygı ilişkisi temelinde; sohbet, müzik ve eğitim paylaşımlarının yapıldığı dost meclislerinin temsil edildiği mekânlar, Çivitçioğlu Medresesi ve Buğdaypazarı Medresesi’nde geleneksel el sanatlarının eğitiminin verildiği ve icra edildiği etkinlik alanları Çankırı’ya dair söz edilmesi gereken unsurlardı.

  
Buğdaypazarı  Medresesi

 
Buğdaypazarı Camisi

Çankırı Müzesi; eski Hükümet Konağı binası

 
Çankırı Müzesi'nin avlusundaki Hitit aslan heykeli ve steller

 
Çankırı yakınlarındaki Hititlerin fırtına tanrısına ait kült merkezi olarak kabul edilen İnandıktepe Höyüğü'nün coğrafik konumu-müze panolarından...
 
 
İnandık Vazosu
 
Çankırı şehir merkezinde uğradığımız son yer, eski Hükümet Konağı binasında hizmet veren Çankırı Müzesi oldu. Böyle güzel bir tarihi yapının korunarak müze şeklinde değerlendirilmiş olması, oldukça iyi bir fikirdi. 2017 yılında hizmete açılan Çankırı Müzesi’nin sergi düzeni ve objelerin sergilenme biçimleri de oldukça profesyonelce hazırlanmıştı. Açıklama panoları ve görsel malzemelerle desteklenen galeriler, doğa tarihi, arkeoloji ve etnografya olmak üzere üç ayrı bölümden oluşmaktaydı. Müzede dikkatimizi en çok çeken objelerden birisi, replikası da olsa İnandık Vazosu oldu. Çankırı yakınlarında İnandıktepe Höyüğü’nde 1960’lı yıllarda yürütülen kazılardan elde edilen vazonun aslı, Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.

 
İnandık Vazosu; bir başka yönden


 
 Hitit kursu, idoller, ağırşaklar ve taş balta uçları

 
Pithos; Eski Tunç Çağı

İ.Ö. 2 binli yıllara ait olduğu söylenen vazonun üzerinde kabartmalı desenlerle Hititlerin kutsal olarak kabul ettikleri evlilik törenine dair sahneler resmedilmiş. Kabartmalardaki insan figürleri, belli bir iş bölümü içinde bu törenle ilgili olarak görevlerini gerçekleştirirken betimlenmişler. Bu icra faaliyetlerinin içinde bir boğa heykeli önünde bir hayvanın kurban edilmesine dair ritüeller, düğün yemeğinde kullanılacak mutfak gereçlerinin hazırlanmaları, müzik ve dans sahneleri, üreme ve bereketin sembolize edildiği sahneler vazo üzerindeki betimlemelerde yer almış.

 
Bir dağ keçisini betimleyen bir friz

 
Bir kurdun ağzındaki keçi, koyun da yerde duruyor; bir stelden...

 
Keçilerin konu edildiği çok güzel bir friz daha; ortada hayat ağacı...

Eczacılığın sembolü olan kadehe sarılı yılan heykeli; Selçuklu Dönemi

Süs eşyaları; bilezik ve kolyeler

Çankırı Müzesi'nde yer alan yaran meclisi

 
Yaran Kültürü üzerine; Çankırı Müzesi etnografya bölümü panosundan...

19.yy.Çankırı yöresi giysileri

Nalın ve hamam tasları

halılar

kilimler

Müzedeki önemli eserlerden bir diğeri ise, eczacılığın simgesi olarak kullanılan; dolandığı bir kaptan su için yılan heykeli… Bunun dışında Hitit, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemine ait toprak kaplar, steller, heykel ve süs eşyaları, cam parçalar ve sikkeler müzede yer alan objelerden bazılarını oluşturuyor. Etnografik bölümde ise, 19.yy. Çankırı yaşamına dair muhtelif parçalar bulunuyor. Bunların arasında el dokuması Çankırı halıları, mutfak eşyaları, giysiler, silahlar, Yaran Kültürü üzerine canlandırma bölümü ve Mevlevilik üzerine objeler yer alıyor. Kurtuluş Savaşı’nda İstiklal Yolu’nda Karadeniz kıyısındaki İnebolu’dan Ankara’ya; silahtan mühimmata türlü hayati savaş malzemesini taşıyan kağnıların bir benzeri de bu bölümde sergilenen önemli eserlerden. Sonuç olarak Çankırı Müzesi, tarihin derinliklerinden günümüze dek şehrin öne çıkan bütün kültürel unsurlarını bir şekilde derleyip ziyaretçisine sunmakta.

Çankırı Müzesi'ndeki bir panodan; Kastamonu ve Çankırı üzerinden;  İnebolu'dan Ankara'ya uzanan İstiklal Yolu rotası
Çankırı’nın içinde gördüklerimizden başka bir de Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Ankara’ya ve cephelere; kağnılarda ve sırtta silah ve mühimmat taşınan, bir ulusun makûs talihin tersine çevrildiği isimsiz kahramanların bu yollarda ve bu topraklarda binbir zahmetle seve seve katlandıkları benzersiz bir mücadele de vardı. Bugün Ilgaz ve Köroğlu Dağları’nın vadi koyaklarından kuzeye, Kastamonu’ya ve liman kasabası İnebolu’ya doğru uzanan İstiklal Yolu, o günlerin hatırası için düzenlenmiş olmalıdır.

 
Çankırı Müzesi'nde yer alan İstiklal Yolu kağnılarından biri

Kendisinden sonra bütün mazlum halklara örnek olacak denli önem taşıyan Türk ulusunun bağımsızlık mücadelesini adı üzerinde Kurtuluş Savaşı Destanı’nda; benzersiz epik anlatımıyla dile getiren modern Türk şiirinin büyük ozanı Nazım Hikmet, destanda 3.bapta; “Yıl 1920 ve Arhaveli İsmail’in Hikâyesi” başlığı altında bu cesaret savaşçılarının öyküsünü şöyle ifade eder:

“Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz’e.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı k

Bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…”
Nazım Hikmet / Kurtuluş Savaşı Destanı

Bir kısmı bir yürüyüş parkuru olarak belirlenip işaretlenmiş olan İstiklal Yolu, bir başka zaman gündemimize alacağımız yeni bir rota olarak önümüzde duruyor.

 
Çankırı'ya veda vakti...
(Ebruli Arşivi)

Çankırı’da gün bazında dolaşma imkânımızın olduğu bu seyahatte uğradığımız bir esnaf lokantası olan Derya Lokantası’ndan da kısaca söz etmeliyiz. Çarşının ortasındaki Ulu Cami’nin hemen arkasına düşen bir konumda bulunan Derya Lokantası, aslında oldukça küçük bir mekân… Dip dibe masalarla kaplı küçücük lokantada; öğle vakti önceden yapılmış bir rezervasyonumuz olmasa her halde yer bulamazdık. Bunun neden böyle olduğunu yemeklerinden tadınca anladık. Sarmısaklı dana güveci, kaburga, incik kebabı, bamya çorbası; hele o muhteşem kuru fasulyesi gerçekten enfesti. İlginç olan; bamya çorbasının geleneksel olarak hazım için yemek sonrasında servis edilmesi… Özetle söylemek gerekirse, Sefer Usta’nın; bu küçücük mekânda eşiyle birlikte yarattığı lezzet çeşitliliği, fazlasıyla takdiri hak ediyor.

 Çankırı bozkırında Yozgat'a doğru bir köyden geçerken...

Kısa ve hızlı seyreden bir günde yeni sürprizlere gebe bir İç Anadolu gezisinin ilk etabı olan Çankırı turunu sonlandırma anındayız. Elbette gidilecek çok yer, bakılacak daha bir hayli konu var Çankırı ve çevresinde. Ama yolumuz bozkırın bir başka şehri Yozgat’a doğru… Orada olağanüstü güzellikte bir Roma hamamını görebilme telaşı içindeyiz. Geceleme ise akşam Yozgat’ta…


Dipnotlar:

(1)   Strabon; Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren: Prof. Dr. Adnan BEKMAN; Arkeoloji ve Sanat Yayınları; 3.Baskı: İstanbul 1993; sayfa:41

(2) İslam Ansiklopedisi; Danişmendliler/mimari maddesi; Yazan: Baha Tanman; bkz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=080476

(3)  Doç. Dr. Alev Çakmakoğlu Kuru, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi; Emir Karatekin Türbesi; bkz. http://bilig.yesevi.edu.tr/yonetim/icerik/makaleler/2824-published.pdf

(4) Danişmendname’nin yazımı ile ilgili olarak İslam Ansiklopedisi’nde Danişmendname maddesinde Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak tarafından şu bilgi aktarılmaktadır: “Dânişmendnâme’nin, Melik Dânişmend’in o zamanlar hâlâ dillerden düşmeyen menkıbelerine ilgi duyan Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. İzzeddin Keykâvus’un emriyle, münşîlerinden İbn Alâ tarafından 642 (1245) yılında, gaziler arasında dolaşan menkıbelerin derlenmesi sonucu kaleme alındığı (XVII. yüzyılda Evliya Çelebi bile o yörede Dânişmend Gazi’nin menkıbelerinin halk arasında yaşadığını belirtir [Seyahatnâme, IX, 49, 183]), Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Mirkātü’l-Cihâd’ına dayanılarak hemen hemen bütün araştırmacılar tarafından kabul edilmiştir.”

(5)  Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri; Çeviren: Ali Berktay; Yapı Kredi Yayınları; 8. Baskı; İstanbul, Ocak 2011; sayfa: 25-26

(6)  Amin Maalouf; a.g.e. ; sayfa: 31

(7) İslam Ansiklopedisi; Danişmend Gazi maddesi; Yazan: Abdülkerim Özaydın; bkz. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=080468

(8)  Taş Mescit hakkındaki bilgiler, Çankırı Belediyesi’nin bina önüne konulmuş tanıtım levhasından alınmıştır.

(9)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC