23 Mart 2018 Cuma

KAYADİBİ’NDEN HOMEROS VADİSİ’NE


20 Mart 2018
İbrahim Fidanoğlu

Hava iyiden iyiye ısındı artık. Yarın İlkbahar’ın ilk günü; yani Nevruz… Hayatın yeniden doğuşu; kışa karşı yaz, ölüme karşı yaşam. Bademlerin meydan okuması soğuğa ve ölüme karşı; yine onlar kazandı. Özsu usul usul, ana gövdeye ve dallara yürüdü. Artık dönüşü yok; patladı çiçekler ve giderek bayramlık giysilerini kuşandı doğa. Şimdi dağlarda ahlatların zamanı; o dikensi çıkıntıları ve bembeyaz kar topu gibi çiçekleriyle Kayadibi’nin güneye doğru bakan ahlatları, hep beraber uyandılar bu sabah ansızın. Bademler yapraklandı bile. Şimdi ovada sırasıyla erikler, kirazlar, şeftaliler çiçekte. Belevi’den Tire’ye giderken bu sıralar, bir renk cümbüşü karşılar yollarda yolcusunu. Pembenin tonlarına bürünmüş şeftalilerin resmi geçidi insanın aklını başından alır gider. O ne müthiş görüntüdür, hangi ressamın elinden çıkar böylesine kusursuz bir manzara? Bilinmez ama…

 
Yamanlar Dağı'nın eteğinde yer alan Kayadibi köyü

Bugün İzmir’de Bornova’nın sırtlarından Yamanlar Dağı’na doğru yükselen topografyanın en güzel yerinde; bir volkanik kaya kütlesinin dibine konumlanmış, deniz seviyesinden yaklaşık 700 metre yüksekte İzmir Körfezi’ne hâkim bir noktadan bakan Kayadibi köyündeydik. Bornova’yı yukarılardan bir yay gibi çepeçevre saran Eğridere, Çamiçi ve Karaçam köyleriyle birlikte yaklaşık 700 yıllık bir Yörük yerleşimi olan Kayadibi, Yamanlar Dağı’nın arka dünyasında saklı bilinmezlere karşı şehrin birer ileri karakolu gibidir yüzlerce yıldır. Ağırlıklı olarak hayvancılık ve zeytincilik üzerine bina edilmiş geçim kapıları, şehre giden gençlerin ancak emeklilik döneminde köye dönüşleriyle açılır, kapanır. Kayadibi, son yıllarda şehrin yorucu yaşamından kaçarak bu yükseklere sığınan yeni sakinlerine kucak açmış gibi. Ancak işin bir de kötü yanı var elbette; köydeki yapılaşma bu hızla giderse eğer, pek yakında Körfez’e nazır bütün yamaçlarında bir evlik boş yer kalmayacak gibi.

 
Kayadibi'nde Körfez'e nazır bir keyif anı


Yürüyüş rotası; 4 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

İlkçağ’da Tantalos söylenceleriyle İzmir’in kuruluşuna ebelik eden İkizgöl(1), hemen Kayadibi ile Çamiçi arasında Karagöl’e dek uzanan bir vadinin kuytu bir köşesinde yer alır. Tanrıların sofrasına oturmuş, onların sohbetine ortak olmuş Tantalos’un sadece tanrılara has yiyeceklerden bal ile şarabı tanrıların sofrasından aşırıp ölümlülere sunması; ayrıca oğlu Pelops’u doğrayıp tanrılara yemek diye çıkarması tanrıların; onu, kendi adıyla anılan benzersiz işkence yöntemi ile cezalandırması sonucunu doğurur. İlkçağ’ın büyük ozanı, hemşerimiz Homeros ise, Odysseia’da şöyle anlatır bu meşhur Tantalos işkencesini:

 
İzmir'in tarihi başlangıcında önemli bir yere sahip İkizgöl
(Fotoğraf:İF; Ocak-2016)

Tantalos’u gördüm korkunç işkenceler çekerken:
Duruyordu bir gölün içinde, ayakta
yüksele yüksele çıkıyordu su çenesine kadar,
ama içmek için davrandı mıydı, damlasını alamıyordu suyun,
ihtiyar adam eğiliyor, eğiliyor, eğiliyordu,
su da çekiliyor, çekiliyor, yok oluyordu emen toprakta,
ve bir çamur peyda oluyordu ayaklarının dibinde, kapkara,
o saat bir tanrı kurutuveriyordu gölü.
Yemişler sarkıyordu başının önünde dallı budaklı ağaçlardan,
armutlar, narlar, pırıl pırıl elmalar,
ballı incirler, tombul zeytinler sarkıyordu,
ama ihtiyar adam, koparayım diye ellerini uzattı mıydı,
bir yel geliyor, savuruyordu onları kara bulutlara.(2)

 
Homeros Vadisi'nde yer alan göletlerden biri
(Fotoğraf:İF; Ocak-2016)

Bütün bu hikâyelerin serpilip geliştiği bu coğrafyada Kayadibi ile Çamiçi köylerinin arasındaki Bornova Çayı’nın aktığı derin vadi, bugün artık yamaçlarındaki kireç taşı mağaralarda olası bir münzevi yaşamla özdeşleştirilmiş olan İlkçağ’ın büyük ozanı Homeros’un adıyla anılmaktadır. Yaşanmış mıdır, yoksa hepsi bir söylenceden mi ibarettir bilinmez, ama modern çağlarda da çoğu kez böyle popüler hikâyelere ihtiyaç duymaktadır insan; aynı eskisi gibi.

 
Kayadibi'nden Körfez'e bakış

Bugün şehrin günlük hay huyu içinde ayırabildiğimiz bir dar zamanda Kayadibi’ne kaçtık. İlk uğrak yerimiz, köyün içinde; doğrudan Körfez’e hâkim bir noktadaki köyün yerlisi Mustafa Bey’in çay ve gözleme eviydi. Eşiyle birlikte birkaç yıldır burayı işleten bu çalışkan insanlar, mekânı eski derbeder halinden kurtarıp adam ettiler. Hafta sonları kahvaltı veriyorlar; gözlemeleri de oldukça leziz. Tabii ki bu toparlanma sürecinde mülkün sahibi Bornova Belediyesi’nin de katkılarını ayrıca not etmek gerek. Sonuçta güzel bir yer ortaya çıktı. Özellikle yazları; akşam karanlığı çöktükten sonra, İzmir’in şıkır şıkır ışıklı halini buradan izlemenin keyfine doyum olmuyor doğrusu.

 
Kayadibi mezarlığı

Körfeze karşı içilen keyifli çaylarla başladı Kayadibi köyündeki anlarımız. Amacımız, Atlı Vadi’nin karşısındaki toprak yoldan başlayarak Homeros Vadisi’ne kadar inmek; o noktada Homeros Vadisi’nin Bornova yönündeki başlangıcından başlayıp vadinin yukarılarına doğru tırmanan sevimli bir patikaya ulaşarak bir süre onu takip etmek ve daha sonra oradan hareketle kızılçamların içinden ilerleyerek yeniden Atlı Vadi’ye ulaşmaktı.

 
Yürüdüğümüz toprak yolun başlangıcındayız.

 
Kızılçamlar başladı.

Kayadibi’nden ayrıldıktan bir süre sonra, planladığımız gibi Atlı Vadi’nin karşısındaki toprak yoldan Homeros Vadisi’ne doğru yürümeye başladık. Yol boyunca iki yanda; ağaçların altına bırakılmış her türlü çöp canımızı sıksa da doğanın uyanışına bir kez daha tanıklık ettiğimiz bu yürüyüşün keyfini hiçbir şey kaçıramazdı. İlk önce çiçeğe durmuş ahlatlar karşıladı bizi. Bulundukları konuma göre kimi açmıştı çiçeklerini, kiminin de tomurcukları patlamak üzereydi. Biraz ilerde yemyeşil çimenlerin arasında bir koloni şeklinde serpilmiş bir sürü mor Arap sümbülünü fark ettik. Küçücük alanda binlerce nebat hayata merhaba derken, bizler bu anın farkındalığı içinde keyifle ilerledik.

Arap sümbülleri

 
Yürüyüş güzergahımızdan Homeros Vadisi ve Körfez'in görünüşü

 
Erkenci katırtırnakları

Kızılçamların biraz aralandığı bir boşluktan vadinin aşağılarına doğru baktık. Altımızda sel zamanlarında İkizgöller’den çağıldayıp gelen Bornova Çayı’nın durup dinlendiği bir dizi havuz ve bent görüş alanımız içindeydi. Sağ yanımızda ise; Körfez, onu kısmen gölgeleyen EVKA blokları ve Eğridere’nin silueti durmaktaydı. Yol kıyısındaki erkenci katırtırnaklarının insanı ele geçiren o güzelim kokusunu o zaman fark ettik. Bezelyegillerden olan katırtırnakları, düşük dudaklı sapsarı çiçekleri ve dikensi dallarıyla rüzgâra uymuş; hafifçe sallanırken iki yana doğru, sanki bizi selamlar gibiydiler. Keyifle doldurduk içimizi o mis gibi kokularıyla…

 
Katırtırnakları ve Homeros Vadisi

 
Katırtırnakları o kadar güzeldi ki...

 
Kayadibi'nden Homeros Vadisi'ne inerken her yanımızı sarmıştı ot kokusu 

Bir süre sonra toprak yol, topografyanın tatlı bir eğimle vadiye doğru alçaldığı bir anda son buldu. Burası bir zeytinliğin başlangıcıydı ve yol, zeytinliğe ulaşmak için açılmıştı. Bundan sonra vadinin dibine doğru dikleşen topografyada tamamen arazinin davranışına uygun olarak hareket ettik. Ama ne gam, bahar hep yanımızdaydı. Taç yaprakları dökülmeye başlamış geçkin anemonlar, henüz yeni baş vermiş yabani sarımsaklar, yeni yeni filizlenerek hayata yeniden merhaba demiş kekik yatakları kompozit bir ot kokusunun üyesi olarak dört bir yanımızı çevirmişlerdi. Kimini tattık, kimini kokladık. Bu ilerleyişin tarifi yoktu. Doğada azla yetinip, farkında olmak yeterliydi sadece.

 
Yıldız çiçekleri

 
Homeros Vadisi'nin üstünde yer alan Homeros mağaraları
(Fotoğraf:İF; Ocak-2016)

 
Homeros mağaralarından birinin ağzı
(Fotoğraf:İF; Ocak-2016)

Bayır aşağı inen yamaçlarda zeytin sekilerinin sanatkârane dizilişi, sele ve erozyona karşı güvence altına alınmış olmasının rahatlığı içindeki zeytin ağaçlarının üzerinde toplanmamış zeytinlerin çokluğu ile ne büyük bir zıtlık içindeydi. Neydi bu Anadolu’nun üstüne çöken karabasan; toplanmayan meyveleriyle ağaçların üzerinde biriken yük, ne zaman kalkacaktı bu topraklardan, ne zaman? Tire’de, Kiraz’da toplanmadan dallarında bırakılmış ayvalar, narlar; badem ağaçlarının yükü, geçen yıldan kalmış taş bademler; bir hüzün kaplar bahçeleri hasat zamanı; hiçbir şey para etmezken, köylü de toplamaz doğanın kendine sunduğu bu güzelim nimeti ve bırakır gider dallarında kendi geleceğini. Gider şehirlerde kölelik yapmaya çaresiz…


Bayırdan indikten sonra kavuştuğumuz patika

 
Homeros Vadisi'ndeki İZSU'nun göletlerinin birinden dökülen su

Bayırdan aşağıya usul usul indik. Homeros Vadisi’nin dibindeki göletlerin bulunduğu koda ulaştığımızda, beklediğimiz gibi daha önceki yıllarda vadi boyunca yürüdüğümüz sevimli bir patikaya kavuşmuştuk. Bu noktadan itibaren yeniden kuzeye doğru dönerek göletlere paralel yürümeye başladık. Birbirine kavuşmuş yaşlı zeytin gövdeleri, üzerlerindeki türlü şekillerdeki yumrularıyla yaşadıklarını ele verir gibiydiler. İzlerine basarak yürüdüğümüz patika, Kayadibi köylülerini yüzlerce yıl merkep sırtında Bornova’ya taşımıştı. Farkındaydık her şeyin; bütün yaşanmışlıkların...

 
Görmüş geçirmiş bilge zeytin ağaçları

 
Bu da bir diğeri; ikiz gibiler. 

Pırnarlar, kesme çalıları ve kızılçamlar arasından göletlere doğru inen patikadan bir süre sonra ayrılarak kızılçam örtüsünün yoğunlaştığı yukarılara doğru yöneldik. Yürüdüğümüz patikanın yer yer iri taşlarla önü kesilmişti. Bunun motokros sporu ile uğraşanları engellemek amacıyla yapılmış olabileceğini düşündük. Kuzeye bakan yamaçlar, henüz daha uykudaydı; üstüne üstlük kızılçamların gölgesi de cabasıydı. Yine de kızılçamlar arasında kendine yer bulmuş bir ahlat, kuzeye karşı da olsa iki arada bir derede çiçeklenmişti. Tabii ki fotoğraflamak bize düşerdi.

 
Ahlatlar çiçekte...

 
Atlı Vadi'nin tepelerine doğru ilerleyen keçi sürüsü

Biraz ilerde arazinin eğimi iyice dikleşti; yağmurların neden olduğu tahribatla patika düzlemi yer yer bozulsa da yine de keyifliydi kızılçamların altında yürümek yukarılara doğru. Zaten biraz sonra ışık göründü. Önümüzden bir keçi sürüsü yolu atlayarak Atlı Vadi’nin kuzeyindeki tepelere doğru ilerledi. O sırada bir ahlatın en tepesinde; dişisine kur yapmakta olan küçücük bir saka kuşu çılgınca ötmekteydi biteviye. Altından usulca geçtik. Baharın coşkusunu yakalamıştı saka; tek bir derdi vardı; neslini sürdürmek için üremek…

 
Bornova Çayı'nın kıyısındaki Levanten bahçelerinden kalan bir kapı; ama içinde evi yok. Zaten yakında bunlar da yok olacak!


Bu da bitişik bahçenin kapısı...


Bu da üçüncü bahçenin kapısı; hiç birinin içinde orijinal evleri kalmamış. Ama yerine dikilen "apartumanlar" mevcuttur.

 
Bornova Çayı kıyısında yan yana üç bahçenin yekpare duvarı ve arkadaki yıllar önce yıkılıp yerine yapılan apartmanlar

 
Yerle yeksan oldular gaga taşlı avlular...
(Fotoğraf; Ebruli Turizm'in web sitesinden alınmıştır.)

 
Durumun tek fotoğraf kalesindeki anlatımı; Kayadibi'nden Kızılay Mahallesi'ne inerken, "kentsel dönüşüm" kıskacındaki hayatın ifadesi duvarda yazıyor!

Yaklaşık 2 saattir Homeros Vadisi’nin yamaçlarında durmaksızın yürümüş, doğada baharın sevincini paylaşmış; kuşun, otun, böceğin kaygısına ortak olmuştuk sessizce. İnsanoğlunun kaygısız bencilliğine hayıflanarak ve çöplerle kirletilmiş güzelliklerin içinden geçerek Kayadibi asfaltının kıyısında bıraktığımız aracımıza ulaşmıştık bile. Bundan sonrası; Bornova düzlüğüne doğru inmekten ibaretti. 19.yy.dan kalma eski bir kiremit fabrikasının hala ayaktaki dev bacasının yanından aşağı doğru akarak, gaga taşlı avlularını ve güzelim sakız tipi eski zaman evlerini "ham" yapan kentsel dönüşüm rüzgârlarıyla kendi cehennemine doğru yol almakta olan biçare Bornova’ya indik.

Dipnotlar:
(2)  Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Remzi Kitabevi, 11.Basım-Kasım-2002; Tantalis maddesi, sayfa:278
(3)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında M. Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

19 Mart 2018 Pazartesi

ARKEOLOG ŞÜKRÜ TÜL İLE BUCA’YI GEZERKEN…


15 Mart 2018(1)
İbrahim Fidanoğlu 
Giriş

Bu hafta değerli öğretmenimiz Arkeolog Şükrü Tül’ün aramızdan ayrılışının üçüncü seneyi devriyesi. 13 Mart 2015’de her şeyi ardında bırakarak bilgi yüklü, irfan yüklü o dev gibi adam aramızdan uçup gitti sonsuzluğa. Birlikte yaptığımız her gezi rotasını bizim için unutulmaz kıldı Şükrü Hoca. O öyle kendine özgü; eskilerin nevi şahsına münhasır dediği türden bir insandı ki; arkada bıraktığı izler ondan uzaklaştıkça daha bir keskinleşiyor, belirginleşiyor ve Şükrü Tül’ün çileler, belki de kavgalarla geçen o hayatını bizim daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. O kısacık hayatında kendince inandığı doğrular çerçevesinde üretti, yaşadı ve mücadele etti; ardında da onu sevenlerine ve anlayanlarına bir kucak dolusu kitap, sevgi ve aydınlık umutlar bıraktı. İyi ki onu tanıdık ve iyi ki yıllarca onunla şehirde ve dağlarda gezdik. Ne mutlu bize… Bu haftaki yazımızı onunla 2005 yılında Buca’da yaptığımız bir geziye ayırdık. Bu yazıda yer alan bilgilerin çoğu, o gün Şükrü Tül’ün bize anlattıklarına dairdir.

 
Şükrü Tül, 8 Ocak 2011 günü İzmir Kaleleri gezisinde Yamanlar Dağı'nda Sancakkale'de...

 
Buca'dan İzmir Körfezi'ne bakış; 19.yy.
(Kaynak: internet ortamı)

Suyollarının kesiştiği yer; İzmir’in yükseklerinde Buca’da…

Buca, tarih boyunca hem Nif Dağı’nın eteklerindeki Karapınar’dan şehre taşınan suyollarının kesiştiği ve hem de kendi iç bölgesinde yer alan sulak alanların varlığı ile öne çıkmış bir coğrafyada yer alıyor. Bir tarafta; belki de şehre su sağlayan kaynakları işaret eden Kaynaklar köyü ile Altındağ – Işıkkent istikametinde giderek yükselen ve Tıngırtepe’den sonra Belediye’nin yaptırdığı Evka toplu konut alanını aşarak birden dik bir şekilde Altındağ’a doğru alçalan topografya arasında kalan Buca yaygın olarak kireç taşı ve marn çökelti alanlarından oluşuyor.

  
Kaynaklar sırtlarından Kaynaklar köyüne ve Buca'ya doğru bakış
(Nisan-2011)


Kaynaklar sırtlarında Karapınar'a doğru Porta geçişi
(Nisan-2011)


"Garabunar"ın suları Arap Deresi'nden Kaynaklar'a doğru akar.
(Nisan-2011)

Kaynaklar ve Buca arasında güneye doğru uzanan otoyol, Romalılar döneminde şehrin su ihtiyacını karşılamak için Nif Dağı’nın eteklerinden getirilen suyu taşımak amacıyla yapılan kemerlerle aşılıyordu. (9 Eylül Üniversitesi Tınaztepe Kampusü’nün kuzeyinde yer alan ve Kemerçay adıyla anılan vadinin varlığı) Antik dönemde, bu vadinin ve Nif Dağı’nın güvenliğini sağlamak amacıyla iki kale vardı. Bu kalelerin önemi Pers işgaline ve Büyük İskender dönemine kadar sürdü. İskender’in İzmir’i bugünkü Kadifekale’deki Pagos tepesinde yeniden kurdurması ile Nif Dağı’ndan gelen su, şehir için daha önemli bir hale geldi. Kemer ve sifon sistemleri ile Kadifekale’ye kadar taşınan su, buradan tüm kente veriliyordu. Bir başka kaynak ise, Karabağlar istikametinden gelen kimilerinin Melez (Bu Melez, Halkapınar Gölü'nden doğup gelen Meles değildir), kimilerinin Kızılçullu deresi ya da Yeşildere ismini verdiği çay idi. Bu sistemin günümüze ulaşan en bariz örnekleri Kızılçullu Su Kemerleri’ne ait kalıntılardır.

 
Eski bir İzmir kartpostalından; Romalılardan kalma Kızılçullu su kemerleri
(Kaynak: internet ortamı)

 
Kızılçullu su kemerleri; 1920'ler...
(Kaynak: internet ortamı)

 
Buca'da bir su dağıtım noktası; Dokuzçeşmeler'de bir su terazisi...
(Mart-2009)

 
Yeşildere Vadisi'nde yer alan Aziz İlyas Manastırı
(Kaynak: internet ortamı)

 
Bugün Yeşildere geçişinde yol kıyısında ve tel örgülerin arkasında bulunan; Cumhuriyet döneminde bir süre askeri hapishane olarak da kullanılmış olan Aziz İlyas Manastırı'nın bugünkü hali
(Şubat-2011)

Yeşildere’den Karabağlar’a doğru ilerleyen vadiyi (Aya Anna Vadisi) takiben ilerlerken, Buca’ya doğru saptığımızda, Kızılçullu Su Kemerleri’ne ulaşırız. Kemerler, bugün NATO tesislerinin yer aldığı arazinin hemen altında Melez ya da Yeşildere'nin üzerinde yer alıyor. Kızılçullu Su Kemerleri; Roma dönemi su yapıları olup, yapım tarihi İmparator Avgustus dönemine kadar uzanıyor. Kemerler, üzerinde yüzyıllar boyunca taşınan suyun içindeki kalkerin çökelmesi ile oluşan köfeki kayaların bulunduğu bölgeler, Roma döneminden kalan izlerdir. Oval kemerler; Roma, sivri kemerler ise Osmanlı döneminden kalmadır. Yüzyıllar boyunca şehre su getirmek için kullanılan kemerler, tarih boyunca defalarca onarılmıştır. Osmanlı dönemi onarımları Girit’in fethedildiği döneme denk düşen bir onarım da Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa zamanında yaptırılmış ve sadrazama atfen bir süre kemer sistemi ile şehre taşınan bu su Vezir Suyu olarak anılmıştır.

  
 Buca'da üzüm bağları; arkadaki tepede Forbes Köşkü seçiliyor. 1910 yılları...
(Kaynak: internet ortamı)

Roma çağında Buca’nın tepeleri üstünde küçük villalar ya da çiftlik evlerinin bulunduğu, bugün Forbes Köşkü civarında yapılan kazılarda elde edilen sikke ve terra sigillatalar sayesinde anlaşılmaktadır. Arkeolojik bulgu olarak; Buca’nın kuzeyinde, arkadaki Pınarbaşı – Bornova ovasına bakan yüzdeki bir mağaradan Kybele kabartması bulunmuş ve yerinden sökülerek British Museum’a götürülmüştür. (Kaynak: Arkeolog Şükrü TÜL; 30 Ocak 2005)

 
Cumhuriyet döneminden bir eski Buca fotoğrafı; arkada Tıngırtepe...
(Kaynak: internet ortamı)

Buca'nın arka dünyası; Nif'e doğru...
(Nisan-2011)

Antik dönemde de Buca arazisi bağlık bahçelik bir yer olarak biliniyordu. (Lembos Manastırı kayıtları, Pınarbaşı üzerindeki kayalık) Helene Arweiller, Roma döneminde İzmir’in bu güney bölgesine Psithyra dendiğini belirtmektedir. Roma döneminde bir çiftlik sahibinin isminden hareketle bu yörede çıkan yeşil renkli kalkerlere Theodoteion adı verildiği bilinmektedir. Şimdi Buca ile Karabağlar – Sevdiköy hattı arasında izleyebileceğimiz bu yeşil tabakalar bize o döneme ait izler sunmaktadır. (Oto Sanayi Sitesi) Buca ismi, bir rivayete göre; yine Lembos Manastırı kayıtlarında geçen Rouze (kırmızı, kızıl topraklar) isminden gelmektedir. Buca’da bu tür kırmızı toprak oluşumlarına rastlanmaktadır.

19.yy.da Buca; Levantenlerin Sayfiyesi

Buca, tarih boyunca 20 yy.a kadar hep bağlar ve bahçeler diyarı, yeşilin ve sulak alanların egemen olduğu bir bölge olarak bilinmektedir. 18 ve 19.yy.da bu özelliği, İzmir’in ekonomik yaşamına damgasını vuran Levanten ailelerin yaşadığı, malikâneler ve köşklerle bezenmiş çiftliklerin yer aldığı bir yerleşim yeri haline gelmiştir. 19 yy.da Rum, Türk mahalleleri ve Levanten malikâneleri, Buca’nın toplumsal hayatına damgasını vurmuştur.

 
19.yy.da özellikle meyankökü ticaretini elinde bulunduran Forbes ailesinin malikanesi; Forbes Köşkü; eski bir İzmir kartpostalından...
(Kaynak: internet ortamı)

Osmanlı döneminde Buca’nın ilk yerleşim çekirdeğini Rumlar oluşturmuş. Yöredeki bağların varlığı, Rumların bu alanda sosyolojik olarak tutunmalarına yardımcı olmuş. İzmir’de ticaretle uğraşan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Hollandalı aileler, Buca’nın sayfiye görünümüne sahip atmosferine vurularak yöreye büyük ölçekli köşkler yaptırmışlar. 1805 yılında Vaftizci Yahya Kilisesi’nin yaptırılması, burada Katolik nüfusun artışına neden olmuş; daha sonraki yıllarda (1838’den itibaren) Protestan topluluklar da Buca’ya yerleşmeye başlamışlar. 1865’de aralarında topladıkları paralarla Protestan cemaat, Buca’ya Azizler Kilisesi diye bilinen Protestan St. Mary Kilisesi’ni yaptırmışlar. Ayrıca 1884 yılında İtalyan Kapucinler tarafından; şimdi Kız Yetiştirme Yurdu olarak kullanılan bir manastır kurulmuş. Bu manastırın ismi Kapucinler Manastırı olarak biliniyor.

 
Buca'da Vaftizci Yahya Kilisesi ya da DOM Kilisesi
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house36.htm)


Vaftizci Yahya Kilisesi'nin içi
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house36.htm)


İtalyanların 1884'de kurduğu Kapucinler Manastırı; şimdi Kız Yetiştirme Yurdu...
(kaynak: http://www.levantineheritage.com/house9.htm)

 
Kapucinler Manastırı
(kaynak: http://www.levantineheritage.com/house9.htm)


Daha yakın zamana ait bir fotoğraf; Kapucinler Manastırı
(http://www.levantineheritage.com/house9.htm)

Rumların Ortodoks kiliseleri yukarı mahallede Atadan Caddesi’nin (ya da Uğur Mumcu Caddesi) üst tarafında yer alan; şimdiki Dumlupınar mahallesinde bulunmaktaydı. Bu kiliseler; Timios Prodromos ile Agios İoannis ve Evangelistria kiliseleridir. O günlerden bu güne kalan tek iz; sadece Evangelistria kilisesinin bulunduğu yere yapılan caminin avlu kapısıdır.

  
Yukarı Mahalle'deki Evangelistria Kilisesi
(Şubat-2011)

 
Şükrü Hoca anlatıyor; Evangelistria Kilisesi'nin önündeyiz. 
(Şubat-2011)

 
Müjdeci (Prodromos) Yahya Rum Ortodoks Kilisesi'nin o günden kalan yegane unsuru; avlu kapısı; şimdi yerinde Muradiye Camisi var. Yanık Kahveler'e doğru...
(Ocak-2005)

 
Müjdeci Yahya Kilisesi'nin avlusunun diğer kapısı; orijinal...
(Şubat-2011)

 
Müjdeci Yahya Kilisesi'nin avlusundan bir başka görünüm
(Şubat-2011)

 
Muradiye Camisi'nin avlusunda rastladığımız bir su dağıtıcısı
(Şubat-2011)

Türklerin Buca’da ilk yerleştikleri mahalleler ise, Tıngırtepe ve Dokuzçeşmeler civarıdır. Tıngırtepe’de 19.yy.da büyük bir havuz bulunmaktaydı. Kaynaklar’dan şehre taşınan su, bu havuza gelmekte; buradan bir kısmı Buca’ya verilmekteydi. Bu dağıtım sistemi içinde yer alan su terazilerinden ikisi Dokuzçeşmeler’de bugün de birer kule görünümünde varlığını korumaktadır. Bunlardan kırmızı tuğla ile örülmüş birisi Dokuzçeşmeler’de tam kavşakta, diğeri ise biraz ilerde bahçe içinde ve daha kötü durumda yer almaktadır.

 
Dokuzçeşmeler'de 19.yy.dan kalma bir su terazisi
(Mart-2009)

 
19.yy.da Buca'ya uzanan tren yolu ve Buca İstasyonu
(Kaynak:www.levantineheritage.com/station.htm)

Buca’nın 19.yy.da toplumsal çizgisini şekillendiren en önemli olaylardan birisi de İngilizler tarafından yapılan İzmir – Aydın demiryolundan ayrılan bir hattın Buca’ya kadar getirilmesidir. İlkin Forbes Köşkü’nün olduğu yere kadar döşenen demiryolu hattı, daha sonra Rees ailesinin isteği üzerine; bugün faal durumda bulunmayan Buca İstasyonu’nun bulunduğu yere kadar (yaklaşık 500 metre daha) uzatılmıştır.

  
Rees ailesinin Pasaport'ta halen varlığını koruyan ofis binaları
(Kaynak:www.levantineheritage.com)


Rees ailesinin de içinde bulunduğu birçok Levanten ailesinin iş yerlerinin bulunduğu İzmir Rıhtımı
(Kaynak: internet ortamı)


Pasaport; İzmir iş hayatının kalbinin attığı yer; 19.yy.
(Kaynak: internet ortamı)

Sultan Abdülaziz’in Mısır yolculuğu dönüşünde 24 Nisan 1863’de Buca’ya gelişi nedeniyle açılan ve Yunan işgali sırasında ıslah edilen Komnenos Bulvarı’nın (daha sonra bu yolu onartan Ispartalı Ermenilerden  Ispartalıyan ailesine atfen Ispartalı Caddesi, şimdi Atadan Caddesi) iki yanında uzanan ve Buca tren istasyonuna yakın bir pozisyonda konumlandırılmış Levanten köşklerinde yaşayan Buca’nın zengin sakinleri, demiryolu hattı ile akşamları Alsancak’ta, Pasaport’ta yer alan işyerlerinden kısa bir süre içinde evlerine ulaşabiliyorlardı. Ayrıca şehrin tempolu yaşamından uzaklaşarak bu sayfiye banliyösünde yaşam kalitesini de yükseltmişlerdi. Demiryolu sayesinde mesafe o kadar kısalmıştı ki; öğleden sonra siestaya gelenleri bile vardı içlerinde.

  
Buca Hipodromu; 1930'lu yıllar
(Kaynak: internet ortamı)

  
Eski bir İzmir kartpostalından; Buca hipodromu önünde limonata satıcıları ve kebapçılar
(Kaynak: internet ortamı)

Forbes, Whittall, Rees, Giraud, Balladur, Baltazzi, Farkoh, Borghese, Aliberti, Maltass, Sponza, Missir aileleri Buca’nın 19.yy. Levanten yaşamına damgasını vuran en önemli isimlerdi. Levanten aileleri, Buca’daki sosyal yaşamlarında birbirleriyle akrabalık ilişkileri kurdular. Çiftliklerinde at yetiştiriciliği ile uğraştılar. At yarışları, özellikle Forbes ve Rees ailelerinin özel bir ilgi alanı idi. Bu amaçla Padişah’ın da desteğini alarak bugünkü Şirinyer’de (o zaman Paradiso; daha sonra Kızılçullu) bir hipodrom yaptırdılar. Buralarda at yarışları düzenlediler. Buca’nın at yarışları geleneği o yıllarda tesis edildi. 1849 yılında İzmir’i ziyaret eden Sultan Abdülmecit’in şerefine at yarışları düzenlenmişti. İzmirli Levanten tüccar Whittall’ın çabalarıyla gerçekleştirilen yarışları izleyen Sultan Abdülmecit, koşuları çok beğenmiş. Bu günün şerefine İzmir’deki atçılık camiası, Sultan için İstanbul’a biri İngiliz, diğeri Arap olmak üzere iki tay göndermişler.

 
Baltazzi Köşkü; yakın zamanlar...
(Kaynak: Buca Belediyesi Web Sitesi)

Vaftizci Yahya Kilisesi'nin arkaları; Dutlu Sokak civarı; eski bir köşkün bahçesindeyiz.
(Ocak-2005)

 
Köşkün kendisi
(Ocak-2005)

 
Köşkün harap olmuş merdivenleri
(Ocak-2005)

 
Aynı köşkün tavan korniş süslemeleri
(Ocak-2005)

1853 yılında Sultan Abdülmecit’in Buca’ya ikinci gelişinde sultanın şerefine tekrar büyük bir at yarışı düzenlenmiş. Yarışlardan etkilenen Sultan da; İzmir koşularının daha iyi yapılabilmesi için hazineden her sene 20 altın verilmesini emretmiş. Yarış düzenleyicileri bu tarihten itibaren programlarına “Sultan Kupası Koşusu” diye yeni bir koşu ilave etmişler. (Sabri YETKİN; Milliyet Ege; 22 Şubat 2004)

  
Buca Azizler Kilisesi
(Ocak-2005)

Bugün bu Levanten ailelerinin birçok mensubu Azizler Kilisesi’nin bahçesindeki mezarlıkta yatmaktadır. Buca Azizler Kilisesi; Levanten nüfus, Buca’yı terk ettikten sonra uzun yıllar Belediye’nin kontrolünde kalmış, daha sonraları yapılan tamiratla kültür merkezi hüviyetine sokulmuş, en son olarak İzmir’de yakın geçmişte giderek artan misyoner faaliyetlerinin de etkisi ile oluşan Türk Protestan cemaatinin talebi ve mülki makamların izni ile Protestan cemaatinin ibadetine teslim edilmiş.

 
Buca Protestan Azizler Kilisesi
(Ocak-2005)

 
Kilisenin orgu
(Ocak-2005)

Kilisede yer alan ve  Padişah Abdülaziz'in kilisenin kuruluşuna dair yayınladığı fermanın Türkçe metni
(Ocak-2005)

 
Kilisenin bahçesindeki Levanten mezarlığı
(Kaynak: www.ebruliturizm.com.tr/buca-album158.html)

Kiliseyi bir Pazar günü, ayin öncesi; saat 10.30 gibi ziyaret ettik. Ayin saat 11’de olurmuş. Küçük bir İngiliz kır kilisesi formatında inşa edildiğini söyledi Pastör Ertan Çevik. Pastör, bizi kilisenin bahçesinde serbest bir hafta sonu kıyafetiyle karşıladı. Daha sonra kilisenin içinde karşılaştığımız cemaat de benzer durumdaydılar. Bahçede yer alan panolar üzerinde onarım öncesi mezarların ve kilisenin harap vaziyeti vardı. Panoda, pastörün kendisinin de yer aldığı çalışmalar esnasında mermer kapakları kırılan mezarların ve bahçedeki pespaye görünümün nasıl yeniden düzenlendiğine dair fotoğraf kareleri yer alıyordu. Kiliseye ilk girdiğimizde, iki üç çocuk başlarında bir kadın gözetmen ile iki gitar, bir elektronik org ve flüt eşliğinde dinsel bir şarkıya çalışıyorlardı. Cemaat ile ilgili dikkat çeken gözlemim; cemaatin daha çok gelir düzeyi düşük; toplumun alt gelir katmanlarına mensup olan kişilerden oluşmasıydı. İçlerinde oldukça yoksul, güney doğulu oldukları izlenimini veren aileler de vardı. Çoluk çoçuk aileler, karı koca ya da yalnız kadınlar saat 11’e doğru kilisenin sıralarında Pastör Ertan Çevik’in konuşmasını dinleyen bizlerin arasına biraz da şaşırarak karıştılar.

 
İzmir-Aydın Demiryolu Şirketi'nin genel müdürü olan İngiliz Edward Purser'in kilise bahçesindeki mezarı
(Ocak-2005)

 
Edward Purser'in karısı Sofia'nın mezarı
(Ocak-2005)

 
Rees aile üyelerine ait bir mezar taşı
(Ocak-2005)

 
John Langdon Rees'in mezar taşı
(Ocak-2005)

 
William George Maltass'a ait mezar taşı; hepsi taş işçiliğinin birer nadide örneği
(Ocak-2005)

 
Mezar taşının yazıtı
(Ocak-2005)

Mezarlıkta; Buca’nın Levanten döneminden kalma Forbes (George King Forbes; 1838 – 1884), Whittall, Rees (Thomas Langdon Rees; 1860-1891), Borghese, Sponza, Giraud, De Jong gibi tanınmış ailelerinin mensuplarının mezarları yanında İzmir’in diğer Hıristiyan mezarlıklarında göze çarpan Birinci Dünya Savaşı’nda ölen İngiliz askerlerine ait mezar taşları da bulunmaktaydı. Mezarların birçoğu, zamanın zengin Levanten aileleri tarafından mermerden birer sanat eseri duyarlılığı ile yaptırılırken, bazılarının üstüne Mısır’dan getirtilen granit mermerler konulmuştu. İlginç mezarlardan birisi de; Dublinli Edward Purser’in mezarıydı. Bu kişi 16.12.1821 ile 26.10.1906 tarihleri arasında yaşamış, İngilizlerin Osmanlı Aydın Demiryolu Şirketi’nin Genel Müdür ve Başmühendisi idi. Yaşamı İzmir’de sonlanmış ve burada ebediyete intikal etmişti. Sakızlı ikinci eşi de yanında gömülü imiş, ancak biz ziyaretimiz esnasında mezar taşına rastlayamadık. Aynı zamanda arkeolojiye de düşkün birsi olan Mr. Purser; demiryolu inşaatı sırasında özellikle Tralleis – Efes hattında epey faaliyet göstermiş olsa gerek.

 
Kilisenin bahçesinde William Griffitt'e ait bir başka mezar; mermerin dile gelişi...
(Ocak-2005)

 
Yontu sanatının en güzel örneklerinden biri; Azizler Kilisesi avlusunda bir melek şeklinde tasvir edilmiş.
(Ocak-2005)

Levanten mezarlarını incelerken zaman zaman Sakızlı Rum kadınların mezarlarına da rastladık. Bu kadınlar, genellikle Levanten zenginlerin ölen ilk eşlerinin ardından geride kalan çocuklarına bakmak için tercih edilen, çalışkan ve itaatkâr ikinci eşlermiş. Bu durum o zamanlarda o kadar yaygınlaşmış ki, Sakızlı bir ikinci eşin Sakız adasında bıraktığı çocuklarına yazdığı hasret dolu mektuplardan ve Sakız’daki çocuklara para gönderme muhabbetlerinden söz edilmektedir.

 
Levanten köşklerinden; Uğur Mumcu Caddesi üzerindeki Davut Farkoh Köşkü; bugün Buca Belediyesi kültür amaçlı kullanıyor.
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house10.htm)

Levanten Dönemden İzler; Levanten Köşkleri

Levanten ailelerden Forbes’lerin köşkü, Buca- İzmir demiryoluna yakın bir konumda bir tepede yer alıyordu. Buca’daki Levanten köşklerinin en büyüğüydü. Köşk, aslında bir çiftlik içindeydi. Forbes ailesi, İzmir’in en zengin ailelerinden biriydi. Meyan kökü yetiştiriciliği ve ihracatı ile uğraşıyorlardı. Söke – Tire ekseninde, Aydın’da ve Küçük Menderes ovasında geniş arazileri vardı. Buralardan kaldırdıkları meyankökünü, işlenmeden İzmir Limanı’ndan İngiltere ve Amerika’ya ihraç ediyorlardı. Bu ürünün işlenip ihraç edilmesi ise, ABD’nin yüzyılın başında işlettiği sömürgeci kanunlarla engelleniyordu. Bu şekilde elde edilen zenginlikler, Buca’da köşklere, çiftliklere ve at haralarına harcanıyordu. Forbes ailesi, at yetiştiriciliğine çok meraklıydı. Bu amaçla çiftliğinin eteklerinde yer alan düzlüklerde; ahırları ve atların yayıldığı çayırlar mevcuttu. Forbes’ler, diğer Levanten aileler ile birlikte şimdiki Şirinyer’de (o zaman ismi Paradiso idi) atları yarıştırmak amacıyla bir de hipodrom yaptırdılar. Buca’da hala varlığını koruyan bu gelenek, o günlerden kalmadır.

 
Buca'daki Forbes Köşkü; yakın zamanlar...
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house4.htm)

 
Forbes Köşkü'nden bir başka görünüm
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house4.htm)

 
Forbes Köşkü; dış cephe süslemeleri
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house4.htm)

Forbes Köşkü, 1908 yılında yaptırılmış, 1909’da evin baş hizmetkarı ve kıskanç metresinin sebep olduğu rivayet edilen yangın sonrası 1910’da tekrar yaptırılmıştır. Bu tarihleri bugün de binanın güney tarafında yer alan yan kapısının üstünde görmek mümkündür. Alt alta binanın girişinin üstünde aynen şöyle yazıyor: “GRACE ME GUIDE”; “BUILT BURNT REBUILT”; “1908 1909 1910

 
Binanın girişindeki yazı; "zerafet rehberim olsun"
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house4.htm)

 
Köşkün bahçesinde yer alan sarnıç
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house4.htm)

 
Forbes Köşkü'nün 19.yy.daki hali; bir başka İzmir kartpostalından...
(Kaynak: internet ortamı)

Bina ilgili bir diğer rivayet de; demiryolunun yapımı sırasında; Forbes ailesinin nüfuzunu kullanarak çiftliğin olduğu mevkide yol köşke yakın olsun diye kavis verdirdiği iddiasıdır. Oysaki demiryolu 1870’de, köşk ise 1908’de yaptırılmıştır. Forbes ailesi, meyankökü ticareti ile 1920’lere kadar İzmir’de uğraştılar ve zenginliklerine zenginlik kattılar. Ancak Yunan işgali sonrası, onlar da işlerini ve evlerini Atina’ya taşıdılar. Forbes’lerin ayrılması sonrası; evde, 1942 -1952 yılları arasında Albert – Agnes Whitthall çifti yaşadı. Daha sonra devlete satılan bina, Sanatoryum ve bahçesinde inşa edilen Sosyal Sigorta Hastanesi’nin lojmanı olarak işlev gördü. Şu anda hastane bahçesinde metruk halde yaşamını sürdürmeye çalışan bina, Kültür Bakanlığı tarafından sürdürülen ve bitmek bilmeyen bir restorasyon sürecini yaşıyor. Binaya ait ilginç noktalardan biri de, girişte basamakların iki yanında yer alan mermer sütunların üzerindeki mermerden yapılmış; biri yılan diğeri kurbağa kabartmaları... Ne yazık ki; ilk yapılışından beri birilerinin hasetini çeken binanın kaderi olsa gerek; bu mermer kabartmalar da tahrip edilmiş durumda.

 
Rees Köşkü; eski bir kartpostaldan kalan...
(Kaynak: internet ortamı)

 
Rees Köşkü; bugün Eğitim Fakültesi'nin dekanlık binası olarak kullanılıyor.
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

 
Köşkün içinden görünüm
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

 
Rees Köşkü'nün alt balkon korkuluğunda yer alan girland süslemeleri
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

 
Köşkün salonunda yer alan tavan süslemeleri
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

 
Köşkün ön cephesinde yer alan bir balkonun taşıyıcı konsolları
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

 
Rees Köşkü'nün şömineli salonu
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

  
Rees Köşkü'nün üst kata çıkan trabzanlı ahşap merdivenleri
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

 
Salondaki şömine
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)
 
 
Balkondaki svastika desenleri
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house5.htm)

Levanten ailelerin en önemlilerinden biri de Rees ailesi idi. Rees ailesinin yaptırdığı köşk, bugünkü Buca tren istasyonuna çok yakın pozisyonda yer almaktaydı. Demiryolu, Forbes’lerin köşküne kadar geldiğinden, Bayan Rees’in ricasıyla şimdiki Buca tren istasyonunun bulunduğu yere kadar 500 metre kadar uzatıldı. Köşk, 1900 yılları civarında yapılmış bir yapı olup, ailenin deniz ticareti yoluyla elde ettiği zenginlik sonrası yaptırdığı ikinci evleriydi. İtalyan stilli bir mimari çizgiye sahip bu köşkte ayrıca Büyük Britanya Kraliçesi Victoria’nın Osborne’daki yazlık şatosundan etkilenmişe benzeyen izler taşıyordu. Malikâne; üç katlı bir yapıydı. En üst katta küçük küçük pencerelerle çevrilmiş cephe, basık bir görüntüye sahip iken, doğu cephesinde üçüncü katta üstü açık (şimdi pergole ile kapatılmış) sütunlu bir balkon yer almaktaydı. Doğu cephesindeki balkon birinci ve ikinci katta kare kesitli sütunlarla devam ediyordu ve tamamen açıktaydı. Ancak ailenin ayrılmasından sonraki dönemde yapılan restorasyonlar esnasında, bu balkonlar camekânla kaplanmış durumda şimdi. Bu da binanın bütün havasını bozmuş. Kuzey cephesinde binanın yüksekliğini aşan kare kesitli bir kule var. Binaya önden birkaç mermer basamakla ulaşılan geniş verandaya açılan bir kapıdan giriliyor. Giriş kapısının üstünde yer alan mermer konsoldan balkona çift kanatlı bir kapı açılıyor. Bu balkonun iki yanında daha geniş ebatlı aynı konsol formatında başka şık balkonlar da mevcut. 20. yy.ın başlarında; İttihat Terakki döneminde İzmir Valiliği yapan Rahmi Bey; Rees ailesi ülkeyi terk ettikten sonra, köşke el koymuş ve Yatılı Kız Muallim Mektebi olarak kullanılmasını temin etmiş. Bina şimdi Buca Eğitim Fakültesi’nin dekanlık binası olarak kullanılıyor.

 
Manoli Otel
(Ocak-2005)

 
Manoli Otel'in giriş kapısı ve üstündeki  1838 tarihi
(Ocak-2005)

Davut Farkoh Kökü'nün üst kata çıkan merdivenleri
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house10.htm)

Bir diğer önemli köşk de Hacı Davut Farkoh’a ait olan köşk idi. Atadan Caddesi üzerinde yer alan, bahçesinde demirden yapılmış bir kameriyesi (Gazebo) ve ana binanın arkasında mevcut müştemilat içinde mevcut hamamı ile dikkat çeken bu binanın üçe bölünmüş ön cephesinde, üç kolonlu bir giriş mevcut. Arkasında ise orijinal durumundan ayrıca bir takım ilaveler yapılmış. Binanın yapım tarihi 1889 yılı olup; 1952 -2000 yılları arasında Buca Belediye Binası olarak kullanılmış. Şu anda Buca Belediyesi Kültür Merkezi olarak hizmet veriyor. Hacı Davut Farkoh; Suriyeli Hristiyan bir iş adamı imiş. 1898 – 1914 yılları arasında İzmir Ticaret Odası Başkanlığı görevinde bulunmuş. 20. yy.ın başında Ege ve Akdeniz’de deniz taşımacılığı ile uğraşan Hacı Davut Farkoh’un vapurları; Ege ya da Akdeniz sahillerindeki her iskeleye uğrayıp yük ve yolcu alırmış. Yükleme bitinceye kadar iskelede bekleyen ve bu nedenle haftalarca süren yolculuklar nedeniyle dura kalka yük ve yolcu taşıyan bu vapurlara atfen dilimize “Hacı Davut Vapuru gibi...” deyimi yerleşmiş. Zavallı insancıklar; kabotaj hakkının yabancıların elinde olması ve de başka bir ulaşım imkânının da olmaması nedeniyle bu feribot şirketlerinin vapurlarına mahkûm olmuşlar.

 
De Jong Malikanesi; yakın zamanlar...
 (Kaynak:www.levantineheritage.com/house2.htm)

De Jong Malikanesi; 19.yy.
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house2.htm)

Evin içinin eski hali; 19.yy.
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house2.htm)

Evin içinin yakın zamanlardaki hali
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house2.htm)

De Jong Evi; üst kata çıkış ve üst kat tavanı
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house2.htm)

Bir başka köşk, şimdilerde SSK’nın malı olduğu söylenen ve Buca’da Atatürk Heykeli’ne yakın konumda bulunan De Jong Malikânesi’dir. Edward De Jong; İngiliz asıllı olup, Buca doğmuş bir kişiydi. Fethiye’deki krom yataklarını işleten ve bu işten büyük servet yapan İskoç asıllı Paterson ailesi ile akrabalık ilişkileri vardı. 1800'lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen malikâne 20.yy.ın başlarında De Jongh ailesinin Buca'dan ayrılmasından sonra bir İtalyan iş adamına satılmış, daha sonraları tenis kulübü ve sanatoryum olarak hizmet vermiş. Ardından Sağlık Meslek Lisesi olarak yıllarca kullanılan bina bu okulun kapatılmasından beri boş duruyor.

 
Baltazzi Evi; şimdi Buca Fen Lisesi
(Ocak-2005)

 
Bir zamanlar bahçesinde yer alan; şimdi 9 Eylül Üniversitesi Edebiyet Fakültesi'nin girişine taşınan Venüs heykeli
(Ocak-2005) 

 
Baltazzi Köşkü bahçesinde yer alan heykellerden biri daha
(Ocak-2005)

 
Köşkün içinden bir görünüm
(Ocak-2005)

Buca’nın yakın tarihinde önemli bir yeri olan bir başka yapı da Demonstene Baltazzi konağıdır. Demonstene Baltazzi, İzmir’de çok tanınan ve Osmanlı yönetimi ile de iyi geçinen bir aileye mensuptu. Ailesinin son mensupları halen Türkiye’de; İstanbul’da yaşamaktadır. Demonstene Baltazzi, arkeolojiye çok meraklı ve bu konuda çok yetkin bir kişiydi. Osmanlı’nın son dönemlerinde Suriye ve Lübnan’da arkeolojik kazılar yürüten Osman Hamdi Bey ile kazılara katıldı ve önemli arkeolojik eserlerin Anadolu’ya getirilmesinde yardımcı oldu. Baltazzi ailesinin Aliağa civarında tuz yatakları vardı. Deve kervanları ile Aliağa iskelesine taşınan tuz, buraya yanaşan gemilere yükleniyordu. Şimdi, Aliağa İskelesi’ne doğru giden yol üzerinde Baltazzi ailesinden kalma olduğu söylenen ve arkadaki bahçesine kemerli bir kapıdan geçilerek ulaşılan güzel bir konak bulunmaktadır. 

  
Baltazzi Köşkü'nden bir başka görünüm
(Kaynak: Buca Belediyesi Web Sitesi)

 
Baltazzi Köşkü'nün bahçesinden...
(Ocak-2005)

 
Baltazzi Köşkü; bahçeden bir görünüm
(Ocak-2005)

Demonstene Baltazzi’nın köşkü; o yıllarda Buca’nın en göze çarpan yapılarından biriydi. Padişah Abdülaziz bile 24 Nisan 1863’de Buca’ya geldiğinde Baltazzi ailesinin bu köşkünde kalmıştı. Abdülaziz’in köşke girdiği bahçe kapısı bir daha açılmamak üzere sembolik olarak Demonstene Baltazzi tarafından duvar ördürülerek kapatılmıştır. Köşk, iki katlı ve önünde yonca yaprağı şeklinde havuzlu bahçeye sahiptir. Havuzun ortasında yer alan mermer kaidenin üstünde son yıllara kadar Ermeni heykeltıraş Papazyan tarafından yapılan bir Venüs heykeli vardı. Heykel, şimdi 9 Eylül Üniversitesi’nin Tınaztepe Kampüsü’nde yer alan Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nde Arkeolog Şükrü TÜL tarafından oluşturulan müzenin bahçesine İzmir Valiliği izniyle taşınmış bulunuyor. (Ocak 2005)

 
Baltazzi Köşkü; ön cepheye yandan bakış
(Ocak-2005)


Baltazzi Köşkü ya da burada kalması nedeniyle Atatürk'den esinlenerek Gazi Paşa Konağı
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house6.htm)

Baltazzi evi, 1890’larda; Ermeni asıllı Ispartalıyan ailesi’ne geçmiş. Bu ailenin mensuplarından Tekvor Ispartalıyan bu köşkte yaşamış. Bu aile zamanında Komnenos Bulvarı onarılmış ve bu nedenle de şimdi Atatürk heykelinden istasyona giden ve Atadan Caddesi diye anılan bulvar; bir süre Ispartalı Bulvarı olarak adlandırılmış. Yunan işgali sırasında Yunan Milli Bankası tarafından satın alınan bina, bir süre öksüzler yurdu olarak; Yunanlılar’ın Batı Anadolu’yu terk etmesi sonrası ise, Amerikalılar tarafından mübadelede Yunanistan’a gönderilecek insanların tutulduğu geçici bir barınak olarak kullanıldı. Cumhuriyet döneminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mülkü haline gelen ve Atatürk’ün de kalması nedeniyle Gazi Paşa Konağı (resimdeki Osmanlıca yazı da bu ifade yazıyor.)olarak da anılan köşk; daha sonra Buca Lisesi olarak hizmet verdi. Halen Buca Lisesi’nin ek binası olarak kullanılmaktadır.

 
Aliberti Evi
(kaynak:http://www.levantineheritage.com/house53.htm)

 
Azizler Kilisesi karşısında yer alan Blackler Evi'nin avlu giriş kapısı
(Ocak-2005)

 
Aynı kapının eski hali
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house15.htm)

 
Blackler Evi; 1910 yılları...
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house15.htm) 

Buca’daki Levanten kökşlerinin bir kısmında imzası bulunan zamanın ünlü bir mimarı vardır: Mimar Vafiyadis… Bu Rum mimarın kendine özgü mimari stili ile yaptığı yapılardan bazıları, hala zamanın yıkıcı etkisine karşılık bugün Buca ve Bayraklı’da günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bunlardan biri de Buca’daki yanda resmi görülen Yunanlı Costa Gavrili Konağı’dır. Zemin ve üst katların yüzey dokularının kesin ayrımı, yapıyı dört yüzünde çeviren tuğla friz, pencere üzerindeki yarım daire kemer ve alınlıkları, pencere altlarındaki rozet motifler, tümüyle bu yapıya ait özelliklerdir. 1922 sonrası bina Pengelley ailesine geçen bina; şimdilerde Yapı Kredi Bankası’nın misafirhanesi olarak hizmet vermektedir. Pengelley ailesi ise 1930’ların ortalarında Kenya’da bir çiftlik işletmek üzere Türkiye’den ayrılmışlar. Mimar Vafiyadis’e ait Buca’daki binalardan diğer örnekler olarak; zamanında İzmir – Aydın Demiryolu Şirketi’nde görevli mühendislerin kaldığı misafirhane binası (Guest House) ile şimdi İzmir Valiliği tarafından restore edilerek Ekin Kız Öğrenci Yurdu haline getirilen Dokuzçeşmeler’deki bina verilebilir. (Prof. Feyyaz ERPİ; Buca’da Konut Mimarisi; ODTÜ Yayınları)

 
Mimar Vafiyadis saçaklarıyla meşhur evlerden biri; İzmir-Aydın demiryolu inşaatında çalışan mühendislerin misafirhanesi ya da Guest House
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house25.htm)

 
Vafiyadis saçaklarıyla meşhur Costa Gavrili (1922'ye kadar) ya da Pengelley Evi (1930'larda)
(Kaynak:www.levantineheritage.com/house11.htm)

 
Gabriel Russo Evi
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house3.htm)

Bugün Taşıtlar Vergi Dairesi ile Tıngırtepe arasındaki bir mevkide, mahalleler arasında kalmış ilginç bir yapı da yörede Kız Kulesi olarak anılan ve dıştan bakıldığında ağız kısmına doğru giderek daralan bir süt şişesine benzeyen konik taş duvarlı binadır. Aşağıda genişçe bir tabana oturan ve konik bir formda yapılmış olan bu taş yapının üst kısmına dıştan dolanan bir merdivenle çıkılmakta ve tepede dairesel, minare şerefesi şeklindeki teras üzerinde konik bir külah çatı bulunmaktadır. Eskiden buraların bağlık bahçelik olduğu dönemden kalma yapının bir bağ kulesi olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Hacı Andonyadis isimli bir Rum’a ait olduğu söylenen yapının çevresinde ve en üstünde demir parmaklıklar bulunmaktadır.

 
Kız Kulesi
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house1.htm)

Kule ile ilgili değişik söylenceler vardır. Bunlardan birine göre; bu kulenin aşağı yukarı tam karşısına düşen ve SSK hastanesinin yakınlarında şimdi tinercilerin uğrak yeri haline gelmiş bulunan harap vaziyetteki değirmen kulesinde bulunan bir papaz ile buradaki bir papaz geceleri ışıkla haberleşmektedirler. Bu işgal dönemine denk düşen bir hikâye midir? Bilinmez..

Kız Kulesi
(Kaynak: www.ebruliturizm.com.tr/buca-album158.html)

Bir başka hikâyeye göre ise; kule eski zamanlarda cüzamlıların kapatıldığı bir yer olarak geçmektedir. Yine bir başka rivayete göre; Hacı Andoniyadis öldükten sonra sahipsiz kalan bu kule, gençlerin buluşma yeri halini gelir. Hafta sonlarında yörenin evlilik çağına gelmiş kızları kulede, erkekleri ise etrafında toplanırlarmış. Bundan dolayı da Kız Kulesi dendiği söylenmektedir.

 
Eski Amerikan Koleji; Kızılçullu Köy Enstitüsü; 1940'lı yıllar
(Kaynak: internet ortamı)

 
Amerikan Koleji inşa aşamasında; 1912
(Kaynak: internet ortamı)

Buca’da 1869 yıllarında yapılan Amerikan Koleji, Levanten azınlıkların çocuklarını gönderdikleri bir okul özelliği taşıması açısından önemli idi. Bugün Şirinyer’deki NATO tesisleri içinde yer alan bu kolejde Lübnan asıllı yazar Amin Maooluf’un babası da öğretmenlik yapmıştı. Yunan işgali sonrası Cumhuriyet hükümetinin yönetimine devredilen bina, bir süre Kızılçullu Köy Enstitüsü olarak kullanıldı. 1953’de Türkiye’nin NATO’ya girişi ile bina NATO yönetimine devredildi.

 
Dutlu Sokak; eski Buca evleriyle kaplı hala...
(Ocak-2005)

 
Dutlu Sokak'ta bir başka Buca evi
(Ocak-2005)

 
Dutlu Sokak'ta bir evin kapısı
(Ocak-2005)

 
Kapıdan detay...
(Ocak-2005)

 
Aynı adada zamana direnen bir başka metruk ev
(Ocak-2005)

Buca’da Atadan Caddesi ile Hasanağa Bahçesi arasında kalan adada sokaklarda dolaşırken çok sayıda eski evi görmek mümkün… Bunların en tipik örnekleri şimdilerde gençlerin el sanatlarını sergiledikleri bir açık pazar haline gelen Dutlu Sokak’ta yer alıyor. Bu sokaklardaki bazı evlerin kapılarında (Vaftizci Yahya Kilisesi’nin manastırının arkasındaki sokakta) bu evin Londra’daki Lancashire Fire sigorta şirketine yangına karşı sigortalandığını belirten bir plaka çakılmış; üzerindeki yazı asla çıkmayacak kabara usulü ile işlenmiş. Yazı aynen şöyle; “LONDON LANCASHIRE FIRE 1865”

 
Nicola Aliotti Evi
(Ocak-2005)

 
Hanson Evi; Uğur Mumcu Caddesi üzerinde...
(Kaynak: http://www.levantineheritage.com/house54.htm)

 
Marcel Balladur Evi
(Kaynak:http://www.levantineheritage.com/house47.htm)

Russo Evi
(Kaynak: www.levantineheritage.com/house8.htm)

19. Yüzyılda kurulan ve yaklaşık 100 bin metrekarelik bir alana sahip "Hasanağa Bahçesi"nin ilk sahibi İtalyan Aliotti ailesi idi. Aynı ailenin bugün Selçuk Yaşar’a ait olan Karşıyaka sahilinde bir başka köşkü daha vardı. Aliotti ailesinin ülkeden ayrılması sonrası, 1926'da Ödemiş eşrafından Sarıgöllü Hasan Ağa bahçeyi satın almış. O dönemde bile düzenli bir altyapıya sahip oluşu, yer altında bulunan su kanalları, bahçedeki havuz şelalesinin çalıştırılmasıyla tepeden bakıldığında gözlemlenebilen bir kadın silueti ile hayret uyandırırmış. Bahçe öyle tasarlanmış ki; gökyüzünden bakıldığında ağaçların dizilişi bir haç şeklini veriyormuş. Bahçede bir arada bulunan 12 servinin ise, 12 havariyi simgelediğine inanılırmış.

 
Hasan Ağa Parkı; eski zamanlar
(Kaynak: Buca Belediyesi Web Sitesi)

 
Hasan Ağa Parkı'nda bir eski köprü
(Kaynak: www.ebruliturizm.com.tr/buca-album158.html) 

 Aliotti'lerden bahçeyi satın alarak adını veren Ödemiş eşrafından  Sarıgöllü Hasan Ağa'nın Buca Mezarlığı'ndaki mezarı
(Kaynak: www.ebruliturizm.com.tr/buca-album158.html)

Bahçede bulunan Aliotti’lerin köşkü 1930’larda çıkan bir yangında tamamen yanmış, günümüze sadece verandasına çıkan merdivenlerin bir sütun parçacığı kalmış. Bahçede o günlerden kalma; Scarlattit’li Grotto havuzlar bulunmaktadır. Her ne kadar bugün üzeri yeşil renkli badana ile boyanmışsa da yapı orijinalmiş. Serviler olduğu gibi duruyor; ip gibi dizilmiş iki sıra servi bir yürüyüş koridoru oluşturuyor. Şükrü Hoca’yı yağmurlu bir havada burada oturarak içilecek bir çayda kolonyal düşlere sürükleyen Demonstene Baltazzi dinlenme evi de o günlerden bugüne ulaşan Hasanağa Bahçesi yapılarından bir diğeri… Bir de içinde bir takım kuşlar ve diğer ufak tefek hayvanların yer aldığı orijinal demir işçiliği ile dikkat çeken bir kafes de o zamandan kalma imiş.

 
İzmir Valisi Rahmi Bey
(Kaynak: internet ortamı)

Buca’da 20.yy. başında yaşamış önemli kişilerden birisi de İttihat Terakki dönemi İzmir valilerinden Rahmi Bey’dir (Rahmi Evrenos). Rahmi Bey; valilik yaptığı dönemde bugünkü İzmir Kız Lisesi’nden başlayıp Bahribaba Parkı (Maşatlık diye bilinirdi) boyunca devam ederek Mezarlıkbaşı’na kadar uzanan Yahudi ve Müslüman mezarlıklarını şehrin içinden kaldıran yönetici olarak bilinmektedir. Ayrıca 20.yy.ın başında Rahmi Bey’in oğlunun kaçırılması da İzmir’de çalkantı yaratan önemli bir olay olarak dikkat çeker. Hollandalı bir çiftlik sahibinin çiftliğini haraç amaçlı basması nedeniyle Rahmi Bey tarafından takibata uğrayan Çerkez Ethem ve arkadaşları, bunun intikamını almak amacıyla 1919’da fidye almak için Rahmi Bey’in oğlu Alpaslan’ı Bornova’da okuduğu bir Levanten mektebinden kaçırırlar ve yine bir başka önde gelen İttihatçının; Kuşçubaşı Eşref’in bağ kulesinde saklarlar. O yıllarda İttihatçılar iktidardan düşmüş, Rahmi Bey ise Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunmaktadır. Oğlu Alpaslan’ı Çerkez Ethem’in elinden kurtarmak için, Rahmi Bey’in İzmir’deki Giraud ailesinin de içinde bulunduğu eski tanıdıkları devreye girer ve 53.000 Reşat altını karşılığında Alpaslan’ın serbest bırakılmasını sağlarlar. Rahmi Bey, Cumhuriyet döneminde İzmir’e yerleşmiş, burada Rees’lerin eski evine yerleşmiş, öldüğü tarih olan 1947’e kadar bu evde yaşamış. Oğlunun isminden dolayı Alpaslan Evi olarak da bilinen bu evde Vali Rahmi Bey’in ünlü İtalyan ressamı Zonaro tarafından yapılan bir portre resminin olduğunu Şükrü TÜL hocadan öğrendik. Dökülmüş boya ve sıvaları, uzun zamandır hiç açılmamış izlenimi veren alt kattaki yıpranmış tahta kepenkler nedeniyle dıştan oldukça harap durumda olduğu izlenimini aldığımız evde şimdilerde Rahmi Bey’in kızı Esma Hanım yaşıyormuş. (Bu bilgi 2005 yılı için geçerlidir.)


Yanıkkahveler, körüklü çizme ve Şükrü Hoca; aynı karedeler...
(Kaynak: www.ebruliturizm.com.tr/buca-album158.html)

Buca’nın göçmen mahalleleri; Yanıkkahveler

Buca’nın toplumsal hayatında etkin olan sadece Levantenler midir? Elbette ki değil… 93 harbi ve Balkan savaşları ile başlayan Osmanlı’nın çöküş süreci Rumeli ve Kafkasya’daki Müslüman ve Türk azınlıkların bu topraklardan koparılarak Anadolu’ya savrulmalarına neden oldu. Bu mülteci ve mübadil göçlerinin insanları savurduğu yerlerden biri de Buca’dır. Tarihin akışı içinde Buca’nın muhtelif mahalleleri ve civardaki köyler bu insanların gelip sığındıkları yerler oldu. Bugün Dumlupınar Mahallesi sınırları içinde; Atadan Caddesi ile Hasanağa Bahçesi arasında kalan adada; Buca Lisesi ve Baltazzi Köşkü’nden sonra yer alan göçmen mahalleleri Yanık Kahveler diye anılır. Burada Giritli ve Selanikli mübadillerin, Boşnak ve Arnavut göçmenlerin çocukları yaşarlar. Şimdi oldukça yoksul ve derbeder bir görünüme sahip sokaklarda o günlerden kalma klasik İzmir evlerine rastlamak pek mümkündür. Burada Girit’ten gelip hala el yapımı ayakkabılar yapan iki ustayı anmak gerek… Bir zamanların oldukça fazla sayıdaki kundura imalatçıları şimdilerde iki kişi kalmışlar. Bir de bir köşe başındaki mahalleye adını veren kahvehaneyi; yani Yanık Kahve’yi…

Dipnotlar:
(1)     Bu yazıda anlatılanların çoğu, 2005 yılında Ebruli Turizm’in kent kültürü gezileri kapsamında düzenlediği Buca gezisi esnasında rahmetli hocamız Arkeolog Şükrü Tül’ün anlatımların yola çıkılarak hazırlanmıştır. Ayrıca yazı, başka eklentileri de içermektedir.
(2)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Derleyip yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC