25 Ekim 2017 Çarşamba

ORTA YUNANİSTAN’DA GEZERKEN-6



YANYA’NIN DAMI; METSOVO
(BÖLÜM-3)
12-19 Eylül 2012
İbrahim Fidanoğlu 
Giriş

Yanya’yı terk ederken, son olarak; Pindus Dağları’nın yükseklerinde yer alan bir dağ köyüne uğradık. Köy demek ne kadar doğrudur, bilinmez; ama kasaba ölçeğinde, Pindus’un yamaçlarına yaslanmış bir Ulah (Vlah) köyü olan Metsovo (ya da Maçova) gerçekten hem topografyası ve doğası; hem de köyden yetişen tarihi şahsiyetleri ve son derece turistik bir arka plana sahip olması ile dikkat çekiciydi. Yaklaşık 1250 metreye varan bir yükseltide; dağın yamaçlarına saçılmış evleri, şirin meydanları ve turistik otelleriyle gerçekten görülmeye değer bir köşeydi Metsovo… Deniz seviyesinden yüksekliği nedeniyle de yazının başlığına da Yanya’ya yaklaşık 50 km kadar uzaklıktaki bu dağ köyüne biz Yanya’nın Damı; Metsovo adını taşıdık.

 
Pinduslar'a yaslanmış Metsovo

 
Metsovo'ya tırmanırken; tepeleri sisli Pinduslar

Metsovo’ya doğru

Ardımızda bıraktığımız mavi göl Pamvotis, Pindus’un kıvrımlarına tutunurken; otobüsün arada bir hırlaması, bilhassa bir üst düzleme taşırken bizi virajlarda; başımızı döndüren Yanya mıydı, yoksa bu biteviye dönüp durduğumuz virajlar mı sorusu aklımızda… Sisin tepelerini örttüğü Pindus’un eteklerindeyiz hala. Ama sanki dağa asılı gibi duran bu evler Metsovo’nın mı ne? Köyün ana meydanına ulaştığımız an burnumuzun ucunda biten kızarmış et kokuları; tandırlar, kontosouvli ismiyle anılan şişe dizilmiş, nar gibi kızarmış sıra sıra kuzu etleri, sözde Avrupa Birliği standartlarına göre yasak bellenen kokoreçlerin midelerin öz sularını salgılatacak denli baştan çıkarıcı davetkâr çağrıları. Meydanı çeviren irili ufaklı tavernalardan aşağılara doğru nüfuz eden bu koku, köyü ele geçirmiş gibi sanki.

 
Metsovo köy meydanı ve üst üste tavernalar

 
 Kokoreçler ve şişe dizilmiş kuzu etleri; Metsovo'nun lezzetleri

Meydandaki bir sundurmanın altındaki sıralara; ellerinde Metsovo işi ucu kıvrık, ahşap bastonlarıyla dizilmiş yan yana oturan Metsovo yaşlıları, bize bir Anadolu kasabasının arastasındaki aylak zamanları hatırlatıyor sanki. Biraz ileride ise meydanı çepeçevre saran Metsovo’nın hediyelikleri; ahşap bastonlar, türlü türlü ev makarnaları, yün keçeden yapılmış; şeklen Gaziantep yemenilerini hatırlatan Metsovo pantuflaları, bir copu andıran ambalajları içinde meşhur isli Metsovo peynirleri, Metsovone; hepsi dükkânların vitrinlerinde alıcılarını beklemekte bugün.

 
Metsovo bastonları

 
Metsovo'nın yaşlıları; ellerinde baston Metsovo meydanında Ulahça kaynatırken...

 
Metsovo'nın hediyeliklerinden; ev makarnaları...

Bir Ulah yerleşimi; Metsovo

Metsovo, Ulahların yaşadığı; geçmişi yüzyıllara dayanan oldukça eski bir köy… Biz ona Osmanlı Dönemi’nde Maçova demişiz. Ama Yunanlar tarafından Metsovo olarak adlandırılıyor. Anlamı ise; ayıların diyarı… Yerleşimin Ulah dilindeki ismi ise Aminciu… Özellikle meydanda vakit geçiren köyün yaşlıları, kendi aralarında Yunanca’dan farklı; Ulah diyalekti ile konuşuyorlar. Örneğin “Buona” yerli halkın ağzıyla “güle güle” demekmiş. Köyün daha yukarılarına doğru yürüdüğümüzde ise, bizi Arnavut kaldırımlı sokaklar ve geleneksel köy mimarisine sahip evler karşılıyor. Bizim Kemalpaşa’nın yükseklerindeki Pomak köylerinde sıkça rastladığımız kayrak taşlarla örtülmüş gri renkli çatıları, sokağa doğru uzanmış ahşap balkonlarıyla göz alıcı Metsovo’nın yine gri taştan evleri, sağa sola kaybolup giden yılan gibi kıvrım kıvrım dar geçitler… Yukarı doğru tırmandığınız yürümesi güzel bir yokuş, sizi sonunda Pinduslar’ın florası ile kaplı bir ağaçlık alana doğru taşıyor. Meydanda yine gri renkli taş malzemeden yapılmış; 18.yy.dan kalma Agias Paraskevi Kilisesi bulunmakta. Meydan da zaten bu kilisenin adıyla anılıyor.

 
Metsovo'nın evleri

 
Metsovo köy meydanında; bir çinarın altında...

 
Metsovo'nın gri renkli kayrak taşlı çatılarıyla öne çıkan gri taştan evleri  

Metsovo’nın tarihsel geleneği ve kişilikler

Metsovo’yı bizim için ilginç kılan kişiliklerden birisi de Balkan Savaşı’nda Ege adalarının birer birer Yunanistan’ın eline geçmesini sağlayan meşhur Averof Zırhlısı’nın finansörü ve ona adını veren Georgios (Yorgo) Averoff’un (1815-1899) yurdu olması… Aslında hayatının çoğunu ticaret ve tefecilik yaparak bir servet elde ettiği Mısır’da geçirmiş olmasına rağmen, doğduğu yer olan Metsovo ile adı anılan bir kişilik Averoff. 1896 yılında Modern Olimpiyatların ilk kez düzenlendiği Atina’daki Panathenian Stadyumu’nun da sponsoru olarak tarihe geçen bu kişinin şimdi Atina’da Sintagma Meydanı’nda bir heykeli bulunuyor. İlginç olan; heykelin üzerinde yer alan bir grafiti… Hayata soldan bakan isimsiz bir Yunan’ın kazıdığı grafitide Georgios Averof’un Yunanistan’ın kuruluş sürecindeki katkı ve bağışlarıyla tefeci kimliği arasındaki çelişkiyi vurgulayan “Daha ödenecek çok borcun var” ifadesi yer alıyor.

 
Georgios Averoff'un heykeli ve kaidesinde yer alan grafiti; Atina Sintagma Meydanı


Averof Zırhlısı İtalya'da denize indirilirken; 12 Mart 1910
(http://lcivelekoglu.blogspot.com.tr/2015/11/97-yil-once-bugun-istanbul-sadece.html) 

 
Metsovo'da yukarılara doğru

 
Metsovo'nın hediyeliklerinden; pantuflalar...

Ama zaman içinde hayat pratiğiyle; adı Georgios Averoff’un önüne geçen ve Metsovo’ya Averofeios Botanik Bahçesi, Neahellenic Sanatlar Müzesi ve Katogi şarapları gibi çekim merkezleriyle anılan izler bırakmış bir başka Averoff daha var Metsovo’da. O da Georgios Averoff’un yeğeni, Yunan Sağı’nın önemli ismi; muhafazakâr politikacı; Yeni Demokrasi Partisi’nin liderlerinden ve eski Savunma Bakanı Evangelos Averoff (1908-1990)… Önemli bir koleksiyoner, yazar ve şarap üreticisi olarak da bilinen Evangelos Averoff’un koleksiyonunda yer alan resim ve heykellerden örnekler, bugün Metsovo’daki Averoff Neahellenic Sanatlar Müzesi’nde sergileniyor.(1) Pindus’un yaylalarında yetiştirilen üzümlerden elde edilen meşhur Katogi şarapları da bugün yine Metsovo’da Averoff’un ismi ile anılan bir şaraphanede üretiliyor ve satılıyor.

Gezgin Metsovo'da...

 
Önde Tosistsa'ların mekanı; arka planda sisli Pinduslar... 

Metsovo’da Averoff’lar gibi bir başka tanınmış aile de Tosistsa ailesi… Georgios Averoff gibi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ında palazlanarak büyük bir servete sahip olan; bu aileye mensup Michalis Tosistsa (1787-1856) Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden kopuş sürecinde yaptığı büyük bağışlarla öne çıkar. Esasen Metsovo çıkışlı bir kürk tüccarı olan Michalis Tosistsa’nın Mısır’daki bir toprak zengini ve spekülatör haline geliş süreci de oldukça ilginçtir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın özel danışmanı olacak kadar gözüne girmesi ise, bu süreçte ona büyük bir avantaj sağlayacaktır. Tosistsa, bağımsızlık sonrasında Yunanistan’ın sağlık ve eğitim alanlarındaki yatırımlarına verdiği destek ile neredeyse ülkede bir milli kahraman haline gelir. Bugün Metsovo’da adını taşıyan bir müze, Metsovo ve çevresindeki Ulah kültürünü yansıtan etnografik eşya ve malzemelerin sergilendiği bir mekân olarak hizmet vermektedir.

 
Agios Paraskevi Meydanı'na doğru...

 
Metsovo'nın hoş konaklama mekanlarından biri

4 Mevsim Metsovo

Yunan kaynaklarında; Osmanlı Dönemi’nde askeri birliklerin Epir’den Tesalya ve Makedonya’ya güvenli bir şekilde geçişi açısından Epir coğrafyasında sahip olduğu stratejik avantaj nedeniyle; Metsovo’nın, merkezi yönetim tarafından ekonomik ve sosyal açıdan gelişiminin desteklendiği belirtiliyor(2). Bu tarihsel gelişim süreci ise, Metsovo’nın bugünkü göz alıcı konuma ulaşmasında belki de en önemli paya sahip. Üstüne üstlük; Yunanistan’ın bağımsızlık mücadelesinde, hem bu sürece katkı koyan tarihi kişiliklerin bu bölgeden çıkmış olması ve ayrıca isyan ateşinin körüklendiği önemli noktaların bu coğrafyada yer alması nedeniyle de kırsaldaki bu tür yerleşimler giderek öne çıkmış.

 
Agias Paraskevi Kilisesi ve Meydanı
(http://web-greece.gr/de/destinations/metsovo-griechenland/)

 
Metsovo'nın çınarları her yerde...

Metsovo, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi sözcük anlamı itibariyle ayıların diyarı anlamına geliyormuş. Köyün, Pindusların zirvelerine bu denli yakın bir yükseltide; hem de yoğun ormanlarla kaplı bir topografyada yer alması, büyük olasılıkla bu isme esin kaynağı olmuş olmalı. 1200 metreyi aşkın yükseklikteki konumu itibariyle Metsovo kışın da önemli bir turizm merkezi olarak öne çıkıyor. Metsovo’nun hemen yakınlarındaki Politsa Dağı’nda ve karşısındaki Anilio köyünde bulunan kayak merkezleri, ziyaretçilerine 1500-1600 metre yüksekliklerde kış sporları için bu olanağı sunmakta.

 
Metsovo'da kış
(http://www.visitgreece.gr/en/main_cities/metsovo)

 
Metsovo Meydanı

 
Metsovolı Ulahlar yerel kıyafetleriyle...
(http://www.greece-is.com/metsovo-the-jewel-of-epirus/) 

Hayvancılık ve tarım Metsovo’nın hayatında önemli bir yere sahip. Pindus’un eteklerine saçılmış bağ terasları ve buna bağlı olarak bölgede gelişen şarapçılık da bir başka geçim kaynağını oluşturuyor. Ahşap işlemeciliği ve hepsinin üzerinde Metsovo’nın yukarıda sözü edilen tarihsel arka planından kaynaklanan avantajlar nedeniyle turizm faaliyetleri de bölgedeki ekonomik etkinlik alanları arasında öne çıkıyor. Yaz kış demeden yurt içinden ve yurt dışından yüz binlerce turist bölgeye akın ediyor. Kısacık bir zaman diliminde uğrayıp hayran kaldığımız; sırtını Pinduslar’a yaslamış bu şirin dağ köyünü görüp de memleketimizdeki benzerleri için hayıflanmamak elde değil. 1000 yıldan fazla Anadolu yarımadasında yaşayıp da bu toprakların ruhuna varamamış olmak; herhalde bu farkı yaratan… Ne diyelim; çalış, belki senin de olur? Ama önce yaşadığın yeri benimse; o coğrafyaya kök sal, sana bırakılan kültür mirasını yok etme ve çalış… Aksi halde bir gün sen de yok olursun; senden öncekilerin yok olup gittikleri gibi.

Dipnotlar:
(1)    Averoff Neahellenic Art Museum için bkz. http://www.averoffmuseum.gr/site/content.php?setlocale=2&sel=25
(3)    Yazıda belirtilenler dışında tüm fotoğraflar gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

18 Ekim 2017 Çarşamba

ORTA YUNANİSTAN’DA GEZERKEN-5


YANYA SAVUNMASI ve BUGÜNKÜ YANYA
(BÖLÜM-2)
12-19 Eylül 2012
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Yanya’yı merkezine aldığımız yazılara devam ediyoruz. İlk bölümde ağırlıklı olarak Tepedelenli Ali Paşa’nın bir modern tiran gibi Yanya merkezli Balkanlar coğrafyasında Manastır ve Selanik’ten Arnavutluk’a, Epir’den Tesalya ve Mora’ya kadar uzanan geniş bir alanda tesis ettiği iktidar yıllarından söz etmiştik. Hırs, entrika ve zorbalıkla geçen bir hayat, Yanya’da Pamvotis Gölü’nün ortasındaki bir adada; Ali Paşa’nın yazlık evinde hazin bir şekilde son bulmuştu. Paşanın başı İstanbul’a giderken, gövdesi ise Yanya Kalesi’ndeki şanı ile pek de yakışmayacak şekilde bir demir örgünün ardında sonsuzluk uykusuna yatacaktı. Ancak ne yazık ki, yorgan gitmiş; ama Yanya’da kavga bitmemişti. Aynı döneme denk düşen ve İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından sistematik bir şekilde desteklenerek büyütülen Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlık süreci, belki de Ali Paşa’nın yaşamının sonlarına doğru verdiği destekle de ivmelenerek yetkinlik kazanmıştı. Ta ki; 1913 Mart’ın da II. Balkan Savaşı sırasında Yanya Savunması’nın meşhur komutanı Esat Paşa tarafından şehrin Veliaht Prens Konstantin’e teslimine kadar…

 
Ali Paşa'nın ve iki oğlunun Yanya Kalesi'ndeki sarayları; 1820 yılına ait, İngiliz gezgini Thomas Hughes tarafından çizilen gravür
( http://tr.travelogues.gr/item.php?view=44974) 

İşte 1912 Ekim’inden 1913 Mart’ına kadar devam eden bu acılı günlerde Yanya’da Fransız Konsolosu olarak görev yapmakta olan M. Dussap’ın eşi Guy Chantepleure’nin Yanya Savunması sırasında tuttuğu günlüklerden oluşan ve dilimizi de çevrilen Kuşatılmış Kent Yanya(1) isimli kitapta savaş sırasında Yanya sokaklarına ve şehirdeki hayata yansıyan izleriyle ilgili ibretlik tanıklıklar anlatılmaktadır. Yazar, kitaptaki anlatım tarzından da anlaşıldığı üzere, her ne kadar Yunan yanlısı olsa da; günlükler, edebi bir dille yazılmış ve çağının Yanya’sını betimleyen ustaca anlatımlarla zenginleştirilmiştir. Özellikle gerek teçhizat ve gerekse asker sayısı bakımından; Batı’dan aldığı büyük destekle, Osmanlı Ordusu’ndan en azından donanım açısından çok daha güçlü bir konuma gelen Yunan Ordusu’nun bitirici darbeyi vurduğu Mart 1913’de; şehre yönelik saldırılar sonrasında, Yanya’nın tüm sokaklarına sinmiş yenilmişlik duygusunun ve çaresizliğinin anlatıldığı bölümler son derece çarpıcıdır.

 
Yanya Kalesi'nde şimdi; göle nazır bir köşede ne bir ses, ne bir haber verirler.

Kuşatılmış Kent Yanya

Yazarın 1913 Sonbaharında; Yanya kırlarında ve şehirde yaptığı gezintilerden izlenimler:

Yanya’yı Yunan hududundan sadece kuş uçuşu yirmi beş ya da otuz kilometre ayırır. Kederli yükseltileri göle hâkim Mitchikeli Tepelerinin ötesinde, en yüksek, en muhteşem zirve Pindus’tur… Akşam karanlığı çöktüğünde, doğu tepeleri pembeliğe, sonra da morluğa boyanır. Batıdakiler, neredeyse siyah gibi bir mor renge bürünürken opal rengi bir fon kararmış şekillerin konturlarını sertleştirir, netleştirir gibi yapar… Ve tatlı bir serinlikle, akşamın sükûneti her şeyin üstüne çöker… Buraları beklerken, yağmur altındaki kent, ne kadar da hüzünlü! Gri bir kefen, Pindus’un tepelerini örtmüş. Bulutların ağır örtüsü Yanya’yı ve gölünü, dağların ve tepelerin oluşturduğu kutuya kapatmış.(2)

 
Pindus'un tepelerinden birinden Yanya'ya ve Pamvotis Gölü'ne bakış
(Kaynak: https://www.travelioannina.com) 

Güneş batarken, tüccarlar ve “kahveciler” iş yerlerini kapatmakla yükümlü. İki saat sonra kentte dolaşmak kesinlikle yasak… Sadece özel izinli kişiler sokağa çıkabilir. Onlar da oldukça az.

Saat yediden itibaren, Yanya kimsenin yaşamadığı ölü bir kenttir. O ne boşluk, ne sessizliktir! Evlerden dışarıya hiçbir ses sızmaz. Pencereler karadır. Hayatı temsil eden ışığın içeri girmesine izin verilmesinden sanki korkulmakta… Arada bir, her zamankinden daha az aydınlatılmış sokaklarda düdük sesleri duyuluyor. Devriyeler geziyor. Ayak sesleri tuhaf şekilde çınlıyor. Bir köpeğin havlaması şaşırtıyor. Gayriihtiyari sesler alçaltılıyor. İç karartıcı ve neredeyse eğlenceli bir durum.”(3)

 
Yanya Kalesi'ne bakış; 1832 yılı-Gezginler  Robert Walsh ve Thomas Allom gravürü
(http://tr.travelogues.gr/item.php?view=38949) 

Yanya’da 1912 Ekim-Kasım ayları; hava “kurşun” gibi ağır. Ekim ayının başları; redifler ani olarak silah altına alınıyor. Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan ediyor. Yunan kuvvetlerinin amacı, Yanya’yı çeviren dağları aşarak kuşatmak ve onu çaresiz bırakarak teslime zorlamak… Türkler, bu kuşatmayı yarmak amacıyla zaman zaman saldırılarda bulunarak iyi teçhiz edilmiş Yunan kuvvetlerini püskürtüyor. Gelgitler şeklinde seyreden saldırılar ve ricat birbiri ardına ekleniyor. Karadağlılar, Sırplar ve Bulgarlarla savaşarak gelen ve Manastır’dan güneye kaydırılan yorgun Türk birlikleri, şehrin çevresindeki çadırlarda bekleyişte.

 
Yanya'da bir camide Türk esirler bekleyişte...
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)

“Türkler yeniden saldırıya geçtiler. (7 Kasım 1912) İleriye doğru yeni bir yürüyüş; iki gün savaş, sonra, yeniden ricat.

İtaatsiz, şedit, kurnaz, her tür disipline isyankâr ve katkıları olan mağlubiyet nedeniyle cesaretini kaybetmiş Arnavutlar, çevreye dağılıyorlar, köyleri yağmalıyorlar, yakıyorlar. Her yerden aşırılıklarına dair haberler geliyor… Arnavutlar, birliklerinden kaçacaklar ve sürüler halinde Yanya’ya girecekler.

Halk (Yunanlar kast ediliyor. İF) dehşet içinde… Çok kimse-imkânı olanlar- mesken değiştirerek konsoloslukların yakınına taşınıyor. İlk uyarıda bu geleneksel sığınaklar kendini kaybetmiş yığınlarca işgal edilecek. Bu arada, herkes giysiler dâhil evlerdeki en değerli eşyalarını mahzenlerinin dibine saklıyor. Bu iş tamamlandığında kapıların önüne duvar örülüyor.”(4)

Yanya-1854
(Kaynak: http://tr.travelogues.gr)


Yanya’yı çeviren tepelerin üstündeki mevzilerde üstlenmiş Osmanlı kuvvetlerine yönelik saldırılar gün be gün artıyor. Taraflar, 10 Kasım 1912’de Yanya’nın yaklaşık 30 km kadar uzağında çarpışıyorlar. Şehir içindeki olağanüstü koşullar her yerde kendini hissettiriyor. Yanyalı Yunanlardan bazıları işledikleri ihanet suçlamalarıyla (Türk ordusunun konumlanması ve savaş planları ile ilgili istihbarat bilgilerini düşmana vermek) Divanı Harp tarafından mahkûm edilerek sokaktaki ağaçlara ibret olsun diye asılıyorlar. Türkler, yakınlardaki Pentepigadia’yı terk etmiş durumdalar. Yunanlar, Yanya savunma hatlarının birkaç kilometre uzağında kamp kuruyorlar. Arnavut askerler arasında disiplinsizlik ve firar artıyor. Yakalananlar kurşuna diziliyorlar. Kuşatılmış şehirde mahrumiyet giderek derinleşiyor. Fırınlarda beyaz ekmek yok; gıcırdayan ve kumu andıran mısır ekmeği bulunuyor ancak. Şehre posta ulaşmıyor artık.

 
Yanya sokaklarında Türk esirleri kafilelerle geçerken...
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)

Savaşın sürdüğü tepelere doğru diplomatik dokunulmazlıklarla desteklenen bir keşif gezintisi anı… Merakla Yunanların zaferi kovalanıyor:

“Yol yükseliyor. Pindus’un zirveleri, doğrudan ışık altında sert bir parlamayla, uzaktaki kararsız buharlardan net olarak sınırlarını ayırıyor…Gölü sol tarafımızda bırakıyoruz. Diğer tarafta gene her biçimde, her yükseklikte tepeler ve dağlar… Sanki Yanya çevresinde dağlar sayıyla değil ve kederli krallıkları ebedi.

 
 Yanya civarında Pindus'un en acımasız uçurumu; Vikos Kanyonu
(Kaynak:https://www.travelioannina.com/natural-beauty)
 
Ama işte bir kamp, çadırlar, barakalar, Kızılay’ın bayrağı… Burası Osmanlı cankurtaranlarının kampı... Burada bazı yaralılar tedavi ediliyor, Yanya’ya nakledilmelerine imkân olmayanların ilk bakımları yapılıyor.

Şimdi Yanya’yı savunan beş devden en korkulanı, en iyi silahlandırılmış olanı, Türk ordusunun ümidi olduğu söylenen ele geçirilemez dağ Bizani- Bizani’nin sarp eteğinin yakınından geçiyoruz… Biraz ileriden, ama her taraftan dağlar, tepeler devamlı olarak bizi sarıyor. Farklı yükseklikte dorukların dizildiği sol tarafta, uzun çıplak bir zirvenin hâkim olduğu geniş bir amfitiyatronun dibinde, Esat Paşa’nın Rovigliasto Han’ın kare binasını çevreleyen kampı.

 
Yanya Savunması'nda önemli bir yere sahip Bizani Kalesi'nin Alman Goltz Paşa tarafından planlanan tahkimatı
(https://www.travelioannina.com/historical_locations)

Sesli kayalardan yuvarlanan, dar vadileri dolduran, katılaşmış atmosferde uzaklara dağılan korkunun, katliamın, ölümün habercisi kızgın sesleri, birkaç kilometre ötede cereyan eden savaşın gürültüsünden bizi ayıran, sadece birkaç tepeydi sanki.”(5)

 
Yanya şehir meydanında Yunan bayrakları
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)

Yunan kuvvetlerinin Dryscos ve Condrovraki tepelerini ele geçirmelerinden sonra Gastritza’daki Türk savunmasına karşı yönelen büyük saldırı geri püskürtülür. Boğaz boğaza bir çarpışmadan sonra Yunan kuvvetleri geri çekilirler. Yunan birlikleri içinde İtalyan Garibaldi’nin 1500 civarındaki gerillasının bulunduğu, Türk savunma mevzileri üstünde uçan Fransız yapımı keşif ve bombardıman uçaklarının varlığının yazar tarafından açıklıkla ifade edilmiş olması, Batı’nın bu savaşta Yunanistan’ın yanında nasıl saf tuttuğunu da belgelemektedir.(6)

 
Nisan 1913 itibariyle 2.Balkan Savaşı'nda işgal edilmiş Osmanlı toprakları
(Kaynak: internet ortamı)

Aşağıdaki satırlarda; savaşın izlerinin peşinden Yanya çevresindeki tepeleri dolaşan Fransız misyonunun içindeki yazarın eşsiz bir Yanya betimlemesini bulacaksınız:

“Batı yamaçlarına hâkim konumda bulunduğumuz Dryscos Tepeleri, yarıklar ve çukurlarla, uçurumlar ve pürüzlü yüzeylerle, derelerin çizdiği Barcomadi Ovası’na iniyor. Onun ötesinde, her tarafta, dağlar ve tepeler…

 
Yanya çevresinde yarıklar ve uçurumlarla betimlenen hırçın topografya; Vikos Kanyonu
(Kaynak:https://www.travelioannina.com/natural-beauty) 

Karşımızda, iki devasa ucuyla uzunlamasına Dodoni Tepesi’ne hâkim Tomaros’un ardında, birazdan güneş batacak ve kırmızı gökyüzü alev alev yanıyor.

 
Bizani Kalesi; arkada Pinduslar
(https://www.travelioannina.com/historical_locations)

Yansımalar serpiliyor. Ayaklarımızın altında, gölün aydınlık aynası, kararmaya başlayan vadinin çukurundan tatlı bir pembelikle ayrılıyor. Ve, suya doğru ilerlerken, büyük altın meşaleleri andıran minarelerin pembe bir zafer, yarı saydam buğu, ışıklı toz içinde su yüzüne çıktığı Yanya, bir efsane kenti ya da peri kızı masalı misali, pembe ve altın yaldızlı, gerçek dışı ve muhteşem görünüyor… Dolambaçlı yollar, sarmaşığın örttüğü çöken duvarlar, kurumuş kireçten kaba sıvalı evler, siyahımsı kiremitli fakir damlar nerede? Saraylar düşlüyorum, mermerlerin parlak opaklığını, kıymetli taşların göz kamaştıran saydamlığını, emayelerin ve mozaiklerin çok renkliliğini, işlenmiş taşın en değerli mucizelerini, yabancı ve saygın bir mimariyi, bütün ihtişamları, bütün lütufları, Doğu’nun bütün çiçeklerini. Ejderlerin kızı, başta korku salan Bizani olmak üzere beş kara devin koruduğu mutlu gölün kıyısında uyuyan deniz kızı, uzakta ve alaca karanlık içinde, ulaşılmaz bir serap güzelliğinde Yanya.”(7)

 
Mutlu gölün kıyısında uyuyan deniz kızı; Yanya
(https://www.travelioannina.com)

Bir gelgit şeklinde ilerleyen savaş, taraflar için ne kadar yıpratıcı da olsa o acımasız sona doğru sürüklenmekte. Aralık ortalarında Yunan birlikleri Pista’yı ele geçirirler. Bir süreliğine Esat Paşa’nın sahadaki harekât merkezi olarak işlev gören Rovigliasto, Yunanlar tarafından işgal edilir. Yunan birlikleri, artık korkunç Bizani’nin çevresindeki tepelerde görünmeye başlarlar. Çarpışmaların sesleri Yanya’dan duyulmaktadır. Yanya’ya sürekli yeni Türk takviye birlikleri gelmektedir.

 
Beyaz bayrak çekilmiş; teslim olan Türk siperlerinden biri
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)

“Cuma günü yeni takviyeler geldi. Anadoluluların taburları… Ama Manastır’dan gelen bu askerler için merhaleler çok uzun, yemekler çok seyrekti. Ne kadar da yorgundular! Kente girerken bazıları ayakta zor duruyordu. Lahana yaprağı artıklarını çamurdan çıkarıp iştahla yiyenler olduğunu gördük… Zavallı Asyalı askerler! Soru sorulduğunda, en genç olanlarının yüzünde hüzünlü bir safiyet tebessümü beliriyor. Oraya neden sevk edildiklerini, neden oraya geldiklerini, neden her yerde savaş olduğunu bilmiyormuş gibiler. Teslimiyet içindeki büyük çocuklara benziyorlar… Ve arslanlar gibi dövüşüyorlar. Olaylardan habersiz gözleri ölümün doğrudan yüzüne bakıyor. Sırplarla, Karadağlılarla savaştılar. Mücadeleden, geri çekilmeyen yorgun düşmüş, mideleri hiçbir zaman doymamış haldeyken, Yunanla savaşmaya gönderildiler.”(8)

 
 Yanya Savunması'nın Başkumandanı Mehmet Esat (Bülkat) Paşa
(Kaynak: internet ortamı)

Yanya Savunması’nın kumandanı Mehmet Esat Paşa (1862-1952) da Yanyalıdır aslında. Yanya Belediye Başkanı Mehmet Emin Efendi’nin oğlu olan Esat (Bülkat) Paşa’nın kardeşi Kaçi Vehip Paşa da Yanya Savunması’nda Yanya Kalesi’nin kumandanı olarak görev alır. Fransız yazarın her ikisi ile ilgili izlenimleri de ilginçtir.

 
 Esat Paşa ve Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı'nda...
(Kaynak: internet ortamı)

Bizani’deki karargâhında Esat Paşa tarafından ağırlanışları esnasında;

“Size bakıyorum: Hareketlerinize, duruşunuza, kendini teşhir etmeyen ve güçlü kişilere has, inceden inceye hissedilen ölçülü ve derin otoritenize. Davranışlarınız, kalıbınız zarafeten yitirdiğinizi gurur olarak kazandı. Açık renk gözleriniz biraz dalgın, yaşlanmış bir adamın biraz melankolik ve sevimli yürek temizliğiyle gülümsüyorsunuz ve birden, bu erken ihtiyarlık, gülümsemenizdeki bu melankoli, bu iç yorgunluğu, bakışınızdaki tarif edilemez “uzaklık”, bana garip bir şekilde etkili görünüyor.”(9)

 
Yanyalı Esat Paşa
(Kaynak: internet ortamı)

Yanya Kalesi’nde Vehip Paşa tarafından kabul edilişleri sırasındaki ilgili izlenimleri ise şöyle;

“Biraz yeşile çalan gri gözlerinin, bakışlarının içine dönermiş gibi yaparak ya da saklayarak değişikliğe uğrayan sırayla aydınlattığı ya da kararttığı yüzünü koyu renk bir sakal çerçeveliyor. Yüzünün kemik yapısı geniş, güçlü... Gülümsediğinde dudakları hafifçe yukarı kıvrılıyor ve çok beyaz ve güçlü dişlerini ortaya çıkartıyor. Bu savaş adamı yüzü, bana anlaşılmaz ve biz Batılılarca anlaşılması mümkün olmayan bir ruhun gizemiymiş gibi geliyor.

 
Yanya Savunması'na ağabeyi Esat Paşa ile birlikte katılan Vehip Paşa
(Kaynak: internet ortamı)
 
Vehip Bey’e savaşın tahmini süresi hakkında fikrini sorduğumuzda şöyle diyor:

-Bilmiyorum… General Sabuncaki (Yunan Komutanı) olsaydım, geri püskürtüldükten sonra tekrar gelirdim… Ama General Sabuncaki geri gelirse, tekrar püskürtürüz… Ve böyle sürer… Sonsuza dek!”(10)

 
Yanya Kalesi'nde Türk şehitleri
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057) 

19 Ocak 1913; savaş başlayalı 3 ay olmuş durumda. Yanya, yorgun ve aç… Yaralı ve ölüler kent merkezindeki hastanelere ve mezarlıklara taşınıyor. Yanya’nın mezarlıkları dolmuş durumda. Artık çevredeki tepelerin eteklerine doğru genişliyor mezarlıklar.

Savaşın sonuna doğru yaklaşılırken neredeyse göğüs göğüse süren çarpışmaların ve siperlerin ardındaki insani korku ve duyguların durumu aşağı satırlarda saklı:

 
Yanya'da Türk esirleri
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)

“Bazı noktalarda, Türkler ve Yunanlar, aralarında uçurumla ayrılmış iki tepenin üstünde, kuş uçuşu elli ya da iki yüz metre mesafedeler. Ele geçirdikleri bir tepenin dik duvarlarının arkasına saklanmış olanlar, uçurumun diğer yakasından tüfek atışları gelmeden kıpırdayamıyorlar… En küçük harekette, en küçük seste; ava çıkmış gibi ateş ediliyor. Sayısız ölü uçurumun dibinde yatıyor… Onları gömmeyi reddediyorlar… Aralarında yaralılar da olabilir mi?

Bazen karşılıklı selamlaşılıyor, alay ediliyor, şarkılar söyleniyor ya da –çünkü apansız tehlikeye katlanıldığı, farklı kamplara rağmen birlikte görevlerin tamamlandığı saatleri yakınlaştırıyor- basit hediyeler değiş tokuş ediliyor. Türkler tütün, Yunanlar beyaz ekmek veriyorlar.”(11)

 
Yanya ve Pinduslar
(Kaynak: http://tr.travelogues.gr)

Yunan birliklerinin Yanya’yı kuşatma koşulları giderek ağırlaşıyor. Kentte yakıt yok. Kent karanlığa gömülmüş durumda. Yazar, yaklaşmakta olan kentin teslimi arifesinde, şehirde yaptığı bir gezinti sırasındaki gözlemlerini aktarıyor:

“Dün şehirde gezerken gördüğüm ne kadar dokunaklıydı. Her yerde sefalet, hastalık, ızdırap, ölüm.

Dolma toprağın yola taştığı mezarlığın yanından geçerken, çukurlar kazılmakta… Açık çukurların yanına yere konmuş tabutlar var… Askerlerin taşıdığı başka tabutlar hüzün verici çukurlara indiriliyor… Şehir çirkin ve pis… Her yeri kaplayan bir çamur, devamlı askeri birliklerin ve ağır mühimmat ve yiyecek arabalarının geçişi nedeniyle çökmüş yolu kirletiyor. Koyu renkli ahşap kepenkler dar dükkânları sıkı sıkıya kapatıyor. Evler de kapalı ve sanki yastalar. Dışarıda sadece askerler görünüyor… Kahverengi üniformalar; ezilmiş, yırtılmış, kirli, ne şekli kalmış ne rengi…”(12)

 
Yanya Kalucani mahallesinde Yanya'ya giren Yunan taburunun yürüyüş kolu
(https://www.gzt.com/derin-darih/balkanlarin-osmanli-kalesi-yanyanin-dususu-2613057)

Bu koşullarda devam eden savaşı bitirmek üzere Yunan Veliaht Prens Konstantin’in temsilcisi olan bir Yunan parlamenteri, Başkumandan Esat Paşa’nın karargâhına giderek ondan kenti teslim etmesini isteyen bir mektubu iletir. Esat Paşa’nın yanıtı ise, hükümetten bu yönde bir emir gelmedikçe kentin teslim edilmeyeceği doğrultusundadır. Mart ayının başlarında Yanya’nın çevresindeki tepelerde direnen Türk hatlarına karşı Yunanlar, yeniden büyük bir saldırı başlatırlar. Rapsista, Manoliassa ve Bizani tepeleri arka arkaya düşer. Esat Paşa, acilen Yanya’nın merkezine dönmüş durumdadır. Her tarafta bir kargaşa ve dağınıklık havası hâkimdir.

 
Yanya-1890
(Kaynak: http://tr.travelogues.gr) 

6 Mart 1913’de Yunan öncü birliklerinin komutanı General Soutzos, Yanya’yı teslim almak üzere şehre girer. Daha önceden anlaşıldığı gibi Yunan kuvvetlerine karşı herhangi bir direniş olmaz. Fransız konsolosunun eşi olan yazarın yerli Yunan ahalinin coşkulu ruh halini de yansıtan o andaki izlenimleri şöyledir:

 
Yanya topografyası
(https://www.travelioannina.com/historical-info)

“Saat ona doğru kentten arabayla geçtik… Bütün evler şimdiden Helen mavisiyle döşenmişti… Yunanistan Kralı ve Bakan Venizelos’un resimlerini taşıyan madalyalar, mavi beyaz emaye broşlar bayram giysilerini süslüyordu… Bir gün önce ortaya çıkarılan –gizlice dikilmiş bayraklar, kokartlar, sembolik şeyler- hayret verici biçimde, en korkunç cezaları hiçe sayarak Büyük Gün için hazırlanan bütün bu eşyalar gizlendikleri bu yerden çıkarılmıştı. Bütün meydanlar, bütün sokaklar, bütün balkonlar, kalabalık halk kitleleriyle doluydu. “Zito”lar, çanların zafer şarkılarıyla parıltılarını birleştirmeyi sürdürüyorlardı.”(12)

 
Esat Paşa'nın Yanya'yı Prens Konstantin'e teslim edişinin Yunanlar tarafından bir afişle yorumlanışı
 (kaynak: internet ortamı)

Kendisinin de sıkı bir Yunan taraftarı olduğunu açıkça dillendiren yazarın ve Yanyalı Yunanların bu sevinci, 8 Mart 1913 günü Veliaht Prens Konstantin’in; şehri Esat Paşa’dan teslim almak üzere kente girişi sırasında doruğa tırmanır. Bizim için acı olan, 1431’de Padişah II. Murat döneminde Osmanlı topraklarına katılan Yanya’nın 8 Mart 1913’de yabancı gözlemcilerin cesurca ve kahramanca sözcükleriyle niteledikleri tarihi Yanya Savunması’nın sonunda Anadolulu neferlerin sefalet, açlık ve yenilmişlik duygusu içinde uğradığı haksızlıktır. Yaşanan ne kahramanca bir savunmaydı; ama sonuç olarak yenilmiştik. Orduya siyasetin girdiği, ikiliklerin, çekememezliklerin yaşandığı; emperyalist Batı’nın parsel parsel Osmanlı topraklarını paylaştığı ya da paylaşmanın arifesinde olduğu zamanlardır o yıllar. Balkan Savaşı’nda kaybedilen Rumeli, arkasından bir imparatorluğun çöküşüne yol açacak Birinci Dünya Savaşı’nın da habercisi gibidir. Nitekim bir yıl sonra bu coğrafyada bütün haritalar yeniden çizilmek üzere bir büyük savaşa girilecektir; Birinci Dünya Savaşı’na.

 
Bugünkü Yanya; Pamvotis Gölü ve karşıda Yanya şehri
(kaynak: https://www.travelioannina.com)

Bugünkü Yanya

1431 yılında Osmanlı topraklarına katılan, yaklaşık 500 yıl Osmanlı yönetiminde kalan, Roma’yı Asia (Asya) Eyaleti’ne bağlayan Via Egnatia rotası üzerinde bulunan Epir’in kalbi Yanya, bugün farklı kültürlerin bir potada eridiği kozmopolit bir yaşamın mirasını bağrında taşımakta. Çevresi dev kireç taşı dağ kütleleri ile çevrilmiş; bu açıdan doğal bir savunma olanağına sahip kent, geçmiş zamanın çalkantılı günlerini ardında bırakmış; mavi-yeşil bazen de gri tonlara bürünmüş Pamvotis Gölü’nün kıyısında oldukça sakin bir yaşam mekânı olarak dikkat çekiyor. Göle nazır bir tepenin üstünde konumlanmış şehir, göle doğru giderek alçalıyor.

 
Yanya iskelesi ve Pamvotis Gölü

 
Pamvotis Gölü'nde adaya doğru tekneyle ilerlerken Yanya sahiline bakış

100.000’i aşkın nüfusuyla modern Yunanistan’ın önde gelen kentlerinden biri olan Yanya’da eski şehrin izlerini görmek adına Belediye Binası’nın karşısındaki Osmanlı Dönemi’nden kalma Saat Kulesi’nden başlayacak bir yürüyüş, Pamvotis Gölü’nün kıyısında ve Yanya Kalesi’nin duvarlarının önünde sona erecektir. 18.yy.a dek uzanan değerli tarihi yapıların yer aldığı bu cadde, Eski Şehrin ana akslarından birini oluşturur. Ana caddeye açılan her geçit bir sürpriz demektir; gümüş ya da altın takı satan mücevher dükkânları, baston v.b. ahşap işlemeciliği üzerine Yanya işi el sanatları ürünlerini sergileyen hediyelik eşya mağazaları, daracık yaya yolları; bar ve kafeteryalar bunların bazılarıdır.

 
 Yukarı şehirden Pamvotis Gölü'ne doğru...

 
Yanya; çarşı ve meydan
(kaynak: https://www.travelioannina.com) 

Kentte yaklaşık 20.000 civarındaki öğrencisi ile büyük ölçekli sayılabilecek Yanya Üniversitesi’nin varlığı nedeniyle şehrin merkezindeki ve göl kıyısında yer alan kafeteryalarda üniversiteli gençlerin yoğunluğunu fark etmemek mümkün değildir. Bisikletle gezenler ya da bize denk geldiği üzere Yanya Maratonu’na katılmak için sahilde hazırlık koşusu yapan gençlerin varlığı, dingin kentin renklerindendir.

 
Yanya sahilinde genç koşucular

 
 Yanya Çarşısı'ndan araç trafiğine kapalı sokalardan biri
(kaynak: https://www.travelioannina.com)

Yaklaşık 500 yıl Yanya’yı elinde bulunduran Osmanlı’nın kentteki mirasının önemli bir bölümü göl kıyısındaki bir sekide yükselen Yanya Kalesi’nde; kale içindeki sivil mimari örneği Türk evlerinde ve Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa dönemine denk düşen Pamvotis Gölü’ndeki adada yoğunlaşmış durumdadır.

 
Yanya rıhtımındayız; Pamvotis kıyısında...

 
Yanya Çarşısı
(kaynak: https://www.travelioannina.com) 

Yanya Kalesi, aslında kendinden önceki dönemlerde de kentin savunmasında önemli bir rol üstlenmiş; göle hâkim konumda eski bir Bizans Kalesi’nin kalıntıları üstüne oturmuş durumdadır. Kalenin hangi kapısından girerseniz girin; kale içine ulaştığınızda, kentin telaşını yansıtan sesleri arkanızda bırakmışsınız demektir. Daracık sokaklar, sokakların iki yanında zaman zaman rastladığınız iki katlı, bazen cumbalı eski Türk evleri, şimdi Bizans Eserleri Müzesi olarak işlev görev Ali Paşa’nın kentteki sarayından kalan binalar, bir sinagog, hemen önünde onun başsız gövdesinin gömülü olduğu Fethiye Camisi, burçlar ve kaleyi çepçevre saran sur duvarları, 17.yy.da yine kentin o dönemki yöneticisi Aslan Paşa tarafından yaptırılmış olan Aslan Paşa Camisi, medrese ve diğer yapı kalıntıları kale içinde en dikkat çekici unsurlar olarak öne çıkmaktadır.

 
Şimdi Bizans Eserleri Müzesi; Ali Paşa'nın sarayından kalan...

 
Tepedelenli Ali Paşa'nın mezarı

 
Yanya kale içi; çınarlar ve Pamvotis Gölü'ne bakış  

Kale içindeki Ali Paşa’nın sarayı olarak bilinen yapı, Fransız İhtilali’nden sonra inşa edilmiş. Saray, Ali Paşa zamanında iki katlı ve çok odalı bir yapıya sahipmiş. Uzun yıllar kentin idari yönetiminin merkezi olarak işlev gören bina, 1870 yılında geçirdiği bir yangın sonrasında tahrip olmuş. Bugün saraydan geriye fazla bir şey kalmasa da şimdi Bizans Eserleri Müzesi olarak kullanılan yapı, sarayın yıkıntıları üstüne askeri hastane olarak inşa edilmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanan kale içindeki yapılar bu saldırılardan da büyük zarar görmüşler.

 
Yanya kale içinde eski Türk evleri

 
Bizans Eserleri Müzesi; Hz. İsa'yı betimleyen bir ikona örneği

 
Bizans Eserleri Müzesi; Aya Yorgi'nin ejderhayı öldürüşü

Bizans Eserleri Müzesi, Aslan Paşa Camisi’nin içinde yer alan Yanya Etnografya Müzesi ile birlikte kale içindeki iki müzeden biri olarak dikkat çekiyor. 1995 yılında Ali Paşa’nın saray binasının alt katında yedi salondan oluşan bir yapıda düzenlenerek ziyaret açılan müzede Erken Hıristiyanlık döneminden Bizans sonrası dönemlere kadar geniş bir zaman diliminde; farklı yerlerden ve kazılardan elde edilen buluntular sergileniyor. Bunların içinde paralar, seramik kaplar, Hıristiyanlık tarihine ve Hz. İsa’nın yaşamına dair çok sayıda ikona, kiliselerin sütunları, yazıtlar, el yazması İnciller yer alıyor.

 
Bir Bizans sütun başlığı

 
Kale içinde yer alan Yanya'nın ilk İslam ibadethanesi; Fethiye Camisi

 
Yanya kale içinden bir başka görünüm; en arkada Aslan Paşa Camisi'nin minaresi 

Kalenin içinde ve eteklerinde çok sayıda asırlık çınar ağacı dikkat çekiyor. Bu çınarların yaşları dikkate alındığında, Osmanlı Dönemi’nden kaldığı şüphesiz… Dolayısıyla Yanya’daki Osmanlı kültür mirası listesine, güzle birlikte sararan altın sarısı yapraklarıyla göz alıcı bu değerli çınar ağaçlarını da katmak gerek.

 
Yanya Kalesi'nin kapılarından biri

 
Yanya Kalesi; Ali Paşa'nın mezarı, arkada ise saray yapıları-1836; Robert Walsh gravürü
(http://tr.travelogues.gr/item.php?view=38965)

 
Yanya Kalesi'nin kapısının üstünde yer alan aslan rölyefi

 
Yanya Kalesi girişinin önden görünüşü

 
Yanya'yı kale içinden ayıran surlar

İç kaledeki Osmanlı mirası eserlerden bir diğeri ise Yanya’daki Osmanlı Dönemi’nin ilk ibadethanesi olarak bilinen ve adını da Yanya’nın fethinden alan Fethiye Camisi… İç kalenin en doğusunda ve en yüksek noktasında yer alan ve ilk kez 1431'de mescit olarak minaresiz inşa edilen cami, 1795'te Tepedelenli Ali Paşa'nın isteği üzerine bugünkü şeklini almış. Rivayet odur ki; Fethiye Camisi, gelenek üzere kendisinden önceki bir Bizans kilisesinin üzerine inşa edilmiş. Bugün caminin son cemaat yerinin hemen önünde ise, Tepedelenli Ali Paşa’nın demir ferforjeler içine hapsedilmiş mezarı yer alıyor. Pamvotis Gölü’nün ortasındaki adada bulunan yazlık evinde 1822 yılında öldürüldükten sonra, kesilen başının Babıali’ye gönderilmesi nedeniyle; Ali Paşa’nın başsız kalan gövdesi yine de yalnız değil. Geçen bölümde ölümüne neden olduğunu belirttiğimiz ilk eşi Ümmü Gülsüm Hatun’un yanında yatıyor Tepedelenli Ali Paşa

 
Yanya kale içinde; Anadolu'da sıkça rastlanılan bir evin altından geçiş yolu

 
Aslan Paşa Camisi'nin mihrabı

 
Aslan Paşa Camisi; minber

 
Medrese hücreleri

 
Aslan Paşa Camisi'nin içinden mukarnas geçişler

Kale içinde yer alan diğer bir Osmanlı eseri de Aslan Paşa CamisiAslan Paşa Camisi, kentte 1600-1612 yılları arasında yöneticilik yapan Aslan Paşa zamanında yaptırılmış. Kaynaklara göre Fethiye Camisi gibi; İlahiyatçı Yahya (St. Jean) adına ithaf edilmiş, yine eski bir Bizans kilisesinin üstüne yapıldığı belirtiyorlar. Aslan Paşa Külliyesi, zamanında önemli bir dini eğitim merkezi işlevi görmüş. Bunu nereden anlıyoruz; caminin hemen alt düzlemindeki medrese yapılarından… Caminin yakınlarında Aslan Paşa’nın türbesi, hamam, kütüphane ve zamanında mutfak ve aşevi olarak kullanıldığı düşünülen başka yapılar da mevcut.

 
Aslan Paşa Camisi

 
Aslan Paşa Camisi'nin avlusu; sağ yanda medrese ve kütüphane; önde güllelerden bir yığın...

 
Aslan Paşa Camisi'nde yer alan Etnografya Müzesi'nden; dönemin kadın kıyafetlerine örnekler; gümüş kemer göz alıcı...

 
Cam şekerlik ve porselen tabaklar

 
Sedef işlemeli mobilyalar; bir divan ve sehpa örneği

 
Kılıçlar ve yatağanlar

 
Bir erkek kıyafeti

 
Sedef kakmalı eşsiz bir sandık

 
Bir cam vazo

 
Küçük bir halı örneği

 
Müze olarak düzenlenen Aslan Paşa Camisi'nin içinden bir görünüm

Bugün Aslan Paşa Camisi’nin içinde Yanya Belediyesi’nin Etnografya Müzesi yer alıyor. Müzede; Yanya’da birlikte yaşayan Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi toplumlarının 18-20 yy.lardaki yaşamını ve sosyal ilişkilerini yansıtan objeler sergileniyor. Bunların içerisinde; Yanya’nın önemli ailelerinin müzeye bağışladığı porselen tabaklar, metal mutfak eşyaları, takılar, farklı sosyal grupların giysileri, Osmanlı Dönemi’nden kalma silahlar ve giysiler, kiliselere ait gümüş eşyalar, papaz cüppeleri, İnciller, eski sinagogdan kalma Yahudi koleksiyonları, Ali Paşa döneminden kalma mobilyalar, bronz objeler ve dini içerikli kitaplar yer alıyor.

 
Yanya Yahudileri'ne ait bir Torah muhafazası

 
Yanya Etnografya Müzesi'nde yer alan dönemin ateşli silahlarına örnekler

 
Yanya Kalesi'nden Pamvotis'e bakış

Yanya’da; bugüne ulaşabilmiş bir üçüncü cami de Yanya’nın Litharitsia Tepesi’nin güney tarafında bulunuyor. Güneydoğu eteklerine doğru yukarı şehrin geliştiği bu platonun üstünde yer alan kare planlı ve tek kubbeli caminin yakınlarında bir medrese ve Tepedelenli Ali Paşa’nın oğlu Veli Paşa’ya ait saray yapıları yer almaktaymış. Zamanında önemli bir dini eğitim merkezi olarak düşünülmüş medrese binası, bugün Yanya Belediyesi’nin Ulusal Direniş Müzesi olarak kullanılıyor.

 
Veli Paşa Külliyesi; Litharitsi-Yanya
(kaynak:https://www.travelioannina.com) 

 
Veli Paşa Camisi
(kaynak:https://www.travelioannina.com)

 
Veli Paşa Külliyesi; medrese, şimdi Yanya Ulusal Direniş Müzesi
(kaynak:https://www.travelioannina.com)

Yanya’nın bir başka değerli köşesi ise, kıyısında yer aldığı Pamvotis Gölü ve ortasındaki ada… Bazı kaynaklarda Ali Paşa tarafından göle atılarak boğdurulan Kira Frosini ile birlikte anılan; ama çoğu kaynakta ise “ismi olmayan ada” olarak belirtilen bu adada şimdi müze haline getirilmiş olan Tepedelenli Ali Paşa’nın yazlık evi ve Bizans Dönemi’nden kalma birkaç manastır bulunuyor. Bunlardan en bilinenleri ilk bölümde anlattığımız gibi Ali Paşa’nın hayatıyla da kesişen Pandeleimon Manastırı… Adadaki 7 adet manastırdan en büyükleri ise kurucu ailelerin ismi ile anılan Stratigopoulos ve Philanthropinos... Ada bu özelliği ile Yunanistan’da Athos Dağı ve Meteora’dan sonra en çok manastır barındıran mekân olarak da öne çıkıyor.

 
Pamvotis Gölü

 
Tekneden Yanya Kalesi'ne bakış; Aslan Paşa Camisi...

 
Adaya giderken sazlıkların yanından geçtik.

 
Pamvotis'in isimsiz adası; Ali Paşa'nın yazlık mekanı

 
Pamvotis kıyısında çınarlı kahve

 
Adaya yanaşırken...

Yanya İskelesi’nden kalkan teknelerle pastoral bir yolculuk eşliğinde yaklaşık 10-15 dakika içinde adaya ulaşmak mümkün. Zamanında Ali Paşa’nın da kürek sefalarına sahne olmuş bu benzersiz güzellikteki gölün dalgalarını usul usul yararak ve birçok canlıya yaşam mekânı olmuş gölün içindeki sazlıkların yanından geçerek adanın küçük iskelesine yanaşıyoruz. Her yanında asırlık çınar ağaçlarıyla kaplı iskele meydanı ve Ali Paşa’nın yazlık evinin avlusu son derece göz alıcı… İskele meydanında sahil boyunca adanın vazgeçilmezi yılan balığı sunan kır lokantaları ve kafeteryalar mevcut.

 
Köyün içinden bir görünüm

 
Adada çarşı

 
Ali Paşa'nın yazlık evinin avlusuna girerken; arkada 700 yaşındaki çınar...

 
Avludan bir görünüm

 
Tepedelenli Ali Paşa'nın şimdi müze olarak düzenlenen yazlık evi

Her yere yürüyerek ulaşmanın bahtiyarlığı içinde adanın küçük çarşısının içinden geçerek Ali Paşa’nın yazlık evine ulaşmak mümkün. Ali Paşa 1822 yılında öldürüldükten sonra; herhalde bir yangınla harap hale gelen iki katlı bina, Yunan yöneticiler tarafından restore edilerek zamanın ruhunu yansıtan bir müzeye dönüştürülmüş. Yaklaşık 700 yıllık gösterişli bir çınar ağacının bulunduğu avluya açılan girişten geçerek trabzanlı bir merdivenle çıkılan iki katlı yazlık eve ulaşıyoruz. Zamanında yeri göğü titreten Tepedelenli Ali Paşa’nın bu efsunlu mekânına eriştiğinizde, bu havayı teneffüs etmek bir ayrıcalık gibi geliyor insana…

 
Ada sahillerinde...

 
Ali Paşa'nın yazlık evinden bir köşe

 
Dönemin giysilerinden; bir tür gocuk...

Evin içinde Ali Paşa’nın yaşadığı döneme ait porselen tabaklar, bakır ve gümüş işlemeli ev eşyaları, kemerler, elbiseler, takılar v.b. etnografik malzemeler, duvarlarda Yunan Bağımsızlık Savaşı’ndan anları yansıtan ve savaşın önderlerini betimleyen resimler, Ali Paşa ve ikinci karısı Kira Vasiliki’nin tabloları sergileniyor. Silahlara özel bir ilgisi olan Ali Paşa'nın özel gümüş işlemeli tüfeği müzenin en çok ilgi çeken objelerinden. Ali Paşa'ya hediye edilen 1804 yapımı silah ince el işçiliği ile dikkat çekiyor. O döneme ait el yapımı, gümüş işlemeli silahlar ve kılıçlar, hançerler de müzede sergilenen objeler arasında…

 
Müzede sergilenen eşyalara örnekler

 
Ali Paşa'nın yazlık evinin tavanındaki kurşun delikleri

 
Evin altındaki bir tonoz tünel 

Evin tavanında yer alan kurşun deliklerinin ise, Ali Paşa’nın öldürüldüğü ana ait izler olduğu söyleniyor. Ne kadar doğrudur bilinmez, ama harap haldeki binanın restorasyonunda bu ayrıntının gözden kaçırılmadan genel “fotoğrafın” içine dâhil edilmiş olması da; bir değerli ayrıntı olarak öne çıkıyor.

 

 Avludaki muazzam çınar...

 
Yeniden göl kıyısındaki iskele meydanına doğru inerken... 

Çarşıda alışveriş mekanları

Bir döneme damgasını vurmuş; ne olursa olsun Yanya’nın bugünkü geldiği noktada onun da katkısının ve emeklerinin göz ardı edilemeyeceği bu karizmatik adamın fırtınalı yaşamının geçtiği mekânlardan birini daha ardımızda bırakarak iskelede yer alan lokantalardan birine doğru yürüyoruz.

 
Sokak aralarından sahile doğru...

 
Bir şirin adalı sokak daha...

 
Birazdan Yanya'ya döneceğiz.

Birazdan yeniden tekneye binip kısa bir yolculuktan sonra Yanya’ya döneceğiz. Her yerde sonbaharın döktüğü çınar yaprakları… Altın sarısı güzelim çınar yaprakları; yaşanmışlıkların delili, geçmişin üstüne çekilen sünger… Osmanlı’nın mirası bu kentte saklı… 1924 yılında Küçük Asya Felaketi sonrasında gerçekleştirilen Nüfus Mübadelesi sırasında buradan Anadolu’ya göçen Türk ailelerin torunları, şimdi Anadolu’nun hangi köşelerine dağıldılar acaba? Ya onların karşılığında Anadolu’nun dört bir yanından buralara gelenler… Savaşlar ve göçler, unutulmaz hatıralar bırakıyor geride; çoğu da acı… Ama çaresiz yaşanıyor acılar ve bugün de yaşanmakta başka halkların yüreğinde yeniden…

 
Pamvotis Gölü'nün mavi hali...
(kaynak:https://www.travelioannina.com)

Bu gece Yanya’da Yukarı Şehir’de geceliyoruz. Yanya Futbol Kulübü’nün (İoannina FC) bu gece Selanik takımı PAOK ile ligde maçı var. Bıçkın PAOK’lu ve Yanyalı taraftarlar otelin de bulunduğu sokağın köşesinde karşı karşıya geliyorlar aniden… İki taraftar kalabalığı arasında hafiften bir ağız dalaşı; trafiğe yansıyan kaos, taksi düdükleri v.s… Birazdan her şey duruluyor ve kalabalıklar, bağrış çağrış içinde; Yanya’nın merkezindeki barlara ve kafeteryalara doğru akıyor. Bizim ise yorucu bir günün ardından dinlenmemiz gerek. Buna rağmen gecelerin Yanya’sına da bakmak kaygısıyla biz de taraftarların ardından atıyoruz kendimize sokaklara… Bazen kaybolsak da, nasıl olsa bütün yollar göle çıkar Yanya’da… Kaygısızlığın kucağında son durak; bir pastanede Yanya tatlılarının tadına bakmak…

 
Otelden sokağa bakış

 
ve Yanya rıhtımı

Yarın rotamız; 20.yy.ın başındaki meşhur Yunan tefecisi ve Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın elindeki Ege adalarını bombalayan Averof zırhlısını Yunan Ordusu’na hediye eden adam; Averof’un yurdu ve Yanya’nın damı; Mestovo’ya doğru… 1200 metrelerde Pinduslar’ın zirvesine konumlanmış bu Ulah köyü, bizim için hangi güzelliklerini saklıyor acaba? Şu kadarını söyleyelim şimdiden; gitmeye ve görmeye değer bir yerdir Mestovo

(DEVAM EDECEK)

Dipnotlar:
(1)    Guy Chantepleure, Kuşatılmış Kent Yanya; Çeviren: Fazıl Bülent Kocamemi, Bilge Kültür Sanat Yayın; 1. Basım; Mart-2010
(2)    Yanya’nın çevresinde doğal bir savunma hattı oluşturan ve 5 büyük dev olarak adlandırılan tepeler kast ediliyor. Mitchikeli, Bizani, Dodani, Dryscos ve Condrovraki tepeleri bunlardan bazılarının isimleri.
(3)    Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:14-16
(4)    Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:18-19
(5)    Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:38-40
(6)    Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:40 ve 46
(7)    Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:50
(8)   Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:54-55
(9)    Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:59
(10)Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:64
(11) Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:84
(12) Guy Chantepleure, a.g.e., sayfa:110
(13) Yazıda belirtilenler dışında tüm fotoğraflar gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC