2 Ocak 2017 Pazartesi

URLA DEMİRCİLİ SAHİLLERİNDE…



DEMİRCİLİ PLAJI’NDAN DEMİRCİLİ KÖYÜ’NE ÇİZİLEN BİR YAYIN HİKÂYESİ
 
15 Aralık 2016
İbrahim Fidanoğlu

Demirci sahilleri, Bugün Urla’nın güneyinde, bakir koylarındaki akvaryumu andıran berrak deniziyle tanınır. Yazın nispeten Çeşme sendromundan uzaklarda; sakin bir deniz imkânı arayanlar için biçilmiş kaftan gibidir Demircili. Oraya şimdi bir viraneliği andıran; Urla’nın 19.yy.dan kalma Rum Pepe’nin fabrikasını Ovacık yönüne doğru geçtikten sonra, Kuşçular yol ayrımından saparak ulaşmak, seçeneklerden birisidir. Bir diğer seçenek ise; Urla İçmeler Mevkii’nden Demircili yol levhalarını ve otoyolun altından geçen virajlı bir asfaltı takip ederek Demircili gibi yine bir Yörük köyü olan Yağcılar’dan sonra Demircili’ye ulaşmaktır.

 
Demircili köyünün güney batısında yer alan Sarıkaya Tepesi'ne tırmanırken, İlkçağ yerleşimi Airai'nin bulunduğu yarımadanın görünümü

Demircili kıyısında ana karaya daracık bir kıstakla bağlı bir yarımadanın üzerinde kurulu Airai(1) gibi Teos ve Klozemenai’nin kırsaldaki demos’u görümündeki kıyı yerleşimleri, bu sahillerdeki İlkçağ yaşamına dair ipuçlarına ve bu yerleşimlerin önemine dikkat çeker. Demircili koylarından biriyle sonlanan bir vadiyi aşarak ulaşılan biraz daha içerlerdeki Söğüt Mevkii Kutsal Alanı(2) da bu bölgenin pagan ve Hristiyanlık dönemlerinde bir kült merkezi olarak önemsendiğini ve burada bir mağara oyuğunun içinde yer alan sunağın İlkçağ’dan beri bir ibadet alanı olarak benimsendiğini göstermektedir.

  
Söğüt Mevkii Kutsal Alanı
(Fotoğraf: İF; Ocak-2015)

Tarihi açıdan bu bölgeyi ilginç kılan noktalardan biri de Büyük İskender’e atfedilen hayata geçirilememiş; yarımadayı kuzey-güney ekseni boyunca ikiye ayıracak bir kanal projesidir. Kanalın yeri tam olarak bugün için saptanamamış olsa da; varsayımsal olarak Demircili-İçmeler arasındaki bir vadi, proje için en uygun rota için önerilmektedir.(2)

 
Demircili koyları; Taşada Koyu

Bölgeye Türkmenlerin ilk ulaştığı zamanlar 13-14.yy.lar civarı olmalıdır. Aydınoğulları’nın bölgede tutundukları noktalardan birisi olan Urla ve çevresindeki ilk yerleşimlerden Kuşçular civarı ve Denizli köyleri dikkat çekicidir. Kuşçular – Yağcılar – Demircili yayındaki Yörük obalarıyla öne çıkan ilk yerleşimler, bugün Urla çevresindeki banliyö yerleşimleriyle iç içe geçmiş bir modern hayatın lojistik ikmal kaynakları gibidir. Tüketim ekonomisinin dinamikleriyle Urla kırsalındaki sürekli dönüşmekte olan bu modern hayat, Yörüklerin torunlarını da bir şekilde içine çekerek genişlemeye devam eder, durur.

 
 (Google Earth'de çizlmiştir. by MYC)

Pepe’nin fabrikasının kıyısından sapılan bir başka yol ise, uydu kentlerle donatılmış bir dünyanın arasından bizi bir Türkmen babasının saygıdeğer makamına doğru götürür. Son yıllarda geçirdiği restorasyonla kızılçamlar arasındaki yalnız mekânı daha belirgin hale gelmiş bu türbe, Batı Anadolu’ya yönelik Türkmen göçünün 13.yy. önderlerinden birine ait olmalıdır. Türbenin içinde yer alan bilgi panosundaki anlatıma göre; yaşamı ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamakla birlikte türbenin Samud Baba’ya ait olduğu belirtilmektedir. Halk arasında efsaneleşmiş bir anlatıma göre; Samud Baba, Urla’ya uzak diyarlardan gelerek bu yörede düşmanla çarpışmış, bu çarpışmalardan birinde başını kaybetmesine rağmen, savaşı bırakmayıp zafere ulaşmış ve elinde tuttuğu başıyla birlikte olduğu yere yığılıp oracığa gömülmüş bir yiğit ve bilge kişidir. Osmanlı kayıtlarında ilk olarak 16.yy.da Piri Reis’in Samud Baba Türbesi’nin yerini işaretlediği, 17.yy.da ise Evliya Çelebi’nin türbeyi ziyaret etmese de varlığından haberdar olduğu, ayrıca şehzadeler şehri Manisa’dan türbeye yönelik önemli ziyaretlerin yapıldığı vurgulanmaktadır.

 
Samud Baba Türbesi

Hayatı türlü mucizelerle bezenmiş Samud Baba’nın bu ulu kişiliği karşısında; bölgede etkin olan Yunan işgali sırasında dahi türbeye dokunulmadığı, ancak daha sonraki ahir zamanlarda ise türbenin ayyaşların ve uyuşturucu müptelalarının uğrak yeri haline geldiği; ancak koruma önlemleri kapsamında gerçekleştirilen restorasyon sonrasında türbenin bu tehditlerden şimdilik kurtulduğu türbenin gönüllü hizmetkarı tarafından belirtilmekte. Ayrıca; daha alt düzlemde yakın zamanda yapılan ek binalarla; türbeye gelen ziyaretçilere kapalı mekânlarda rahatça ibadetlerini gerçekleştirme imkânı da sağlanmış bulunuyor.

 
Samud Baba Türbesi'nin çevresi

 
Ada soğanları

Sabahın erken saatlerinde uğradığımız Samud Baba’nın kızılçamlar arasındaki ıssız mekânından bir süre sonra ayrıldık ve yönümüzü Demircili sahillerine doğru çevirdik. Kuşçular köyünü geçtikten sonra sahile paralel seyreden ve üzerinde bir dizi kır lokantasının bulunduğu asfaltı takip ederek Demircili köyüne ulaştık. Demircili sahili, yaklaşık 3 km kadar daha aşağıda yer alıyordu. Sola doğru hafif bir meyille yükselen Airai sapağını geçtikten sonra, sahile doğru kıvrıldık ve arabayı plajın girişindeki park yerine bıraktık. Amacımız, bizi; önümüzdeki yaklaşık 70 metre rakımlı Sarıkaya tepesinin ardındaki koylara götürecek plajın sonundaki patikaya doğru yürümekti. Bunun için plajın hemen arkasındaki zeytin ağaçlarının altında yer alan kamping alanına doğru ilerledik. Burada bizi bekleyen dar toprak yol, iki tarla arasından bir geçişle batıda yer alan tepeye doğru tatlı bir meyille yükselen bir patikaya ulaştırdı. Artık yolumuzu bulmuştuk. Ağaç çilekleri, üzerinde kırmızıya çalan meyveleriyle sakız çalıları, deliceler ve mersinler, bize Sarıkaya tepesine kadar eşlik ettiler. Patikanın iki yanında; yer yer rastladığımız zambağı andıran ada soğanları, özellikle plaj düzlemindeki sonbaharda açan eflatun rengi çiçekleriyle göz alıcı piren kolonileri dikkat çekiciydiler. Sırta geldiğimizde solumuzda Airai kalıntılarının yer aldığı küçük yarımada, Demircili Plajı; önümüzde ise hedeflerimizden ilki olan ıpıssız bir koy vardı. Plajdaki irili ufaklı rengârenk çakıl taşlarının güzelliğini görünce toplamadan duramazdınız. Dönüşte toplarız diye el sürmedik, ama dönüşte de Demircili’ye ulaşan bir yay çizince, bu koya yeniden uğrama fırsatımız ne yazık ki olmadı.

 
Demircili Plajı'ndan Sarıkaya Tepesi'ne giden toprak yoldayız.

 
Tire yöresinde sıkça karşılaştığımız zilcanlar

Ağaç çilekleri

  
Uzaklarda balık çiftlikleri; Sarıkaya'ya tırmanırken...

 
Sakız çalıları

Bizi Demircili Plajı’ndan bu koya ulaştıran patikadan inişimiz sırasında; koya nazır bir noktada, eski bir kulübenin yıkıntıları arasından geçtik. Sık makilerin arasında geniş bir alana yayılmış taş yığınları, bu yöredeki geçmiş yaşam izlerinin işareti gibiydi. Koyun biraz açığında uzaktan bakıldığında; simsiyah bir kaya kütlesi şeklinde görünen küçük bir ada ve ondan daha beride doğal bir iskele izlenimi veren bir dizi taş yığını vardı. Ada, yörede Taşada ya da Kapıkaya olarak biliniyor. Bu isimler, aynı zamanda koy için de kullanılmakta. Sakız çalılarının arasından ilerleyen patikayı takip ederek kıyıya kadar indik. Akvaryum berraklığındaki masmavi deniz, tertemiz bir görünüme sahipti.

 
Gezginler, Sarıkaya yolunda...

 
Sarıkaya sırtlarında yaşam izleri

 
Sarıkaya'dan Taşada Koyu'na doğru ilerleyen toprak yol

 
Taşada Koyu ve koya adını veren siyah taştan adacık

Patika, kıyıdan ötede; pirenlerin arkasından dolanarak önümüzdeki diğer sırta doğru yükseliyordu. Biz de bu koydan ayrılarak patikayı izledik. Makilerin arasından ilerleyen patika, son yağmurlardan sonra oldukça bozulmuştu. Yer yer İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin Rotamız Yarımada projesi kapsamında işaretlenmiş olan güzergâhta yürüyerek deniz seviyesinden yeniden yükseldik ve arkamızdaki ve önümüzdeki her iki koya hâkim bir diğer sırta ulaştık. Kızılçamların gölgesindeki bir burundan sert eğimle alçalan kayalıklar, kumsalla sonlanan bir yay şeklindeki kıyıya doğru iniyordu. Bildiğimiz kadarıyla; plajın kumsal özelliği nedeniyle olsa gerek; bu koy da Kumsal Koyu adı ile anılıyordu. Kıyı boyunca diğer örneklerine göre az da olsa, günü birlikçilerin bıraktıkları; yazdan kalma plastik şişeler, bira kutuları v.b. atıklar gözümüze çarpmaktaydı. Bu kadar bakir bir doğa köşesine bu pisliği reva görmek biz insanlara yakışır mıydı? Ne yazık ki her yerde karşılaştığımız manzara buralarda da mevcuttu. Yolumuza devam ettik.

 
Taşada Koyu'nda rastladığımız pirenler

 
Taşada "selfie"si

 
İkinci koy; Kumsal Koyu

 
Kumsal Koyu'nun üst düzleminden akvaryuma bakarken...

Koyun batısında kocaman siyah renkli bir kaya vardı. Yüzeyi oldukça gözenekli bir yapıdaydı. Onun kenarından küçük bir geçiş yolu kestirdik. Sık makiliklerin arasından bu patikayı tırmandık. Buralarda zaman zaman izlediğimiz yol çatallanıp karışıyordu. Yukarıda kireç taşından büyük bir kaya kütlesi ve çevresinde taş yığınlarıyla karşılaştık. Arazide yürürken dikkatimizi çeken bir diğer konu ise zeminde rastladığımız düzgün teraslama izleriydi. Bu da bir zamanlar buralarda bir takım tarımsal faaliyetler için, topografyanın kademelendirilmiş olabileceği düşüncesini aklımıza getirdi. 19.yy.da bu bölgenin biraz yukarısında yaşam olan Söğüt köyü, yine Demircili köyünün üstünde terk edilmiş Rum yerleşimleri vardı. Gördüklerimiz, onlarla ilişkili olabilirdi. Şimdilerde kızılçamların ve maki bitki örtüsünün yayılımı içinde olan bölgede gözlem yapmak bu anlamda zorlaşıyordu.

 
Önde Kumsal Koyu ve arka planda Taşada Koyu; güney batıdan çekim...

  
Kumsal Koyu

 
Papaz Koyu'na doğru rastladığımız teras izleri

 
Köylüler tarafından ağıl olarak kullanılmış bir alan; kireç taşından ana kaya üzerinde yer alan yaşam izleri

 
Zongurlu Boğazı'na doğru teras duvarlar

Kireç taşı kayalığın arkasındaki boşlukta üçüncü koy; Papaz koyu göründü. Ancak; bulunduğumuz noktanın batısında yer alan kayalıklardan koya erişmemiz oldukça zordu. Yürüyüş yolu izlerini de kaybetmiştik. Yeniden tepeye ilk ulaştığımız noktaya döndük. Bu kez kuzey-doğu yönünde yürümeye başladık. Makilik alanda boğuşmayla geçen bu ilerleyişimiz, bizi bir süre sonra bir patikaya ve biraz ilerisinde ise Papaz Koyu ile birleşen ve arkaya doğru sarp kireç taşı kütlelerle ağzı kapanmış derin bir vadinin başlangıcındaki düzlüğe doğru indirecek yürüyüş yoluna ulaştırdı. Bu vadinin ismi haritalarda Zongurlu Boğazı olarak geçmekteydi. Zaten kaybettiğimiz yol işaretlerini de bulmuştuk. Bundan sonrası artık kolaydı. Arazinin dik eğiminden de istifade ederek, kendimizi dik yamaçtan aşağı bırakıverdik. Yaklaşık on dakikalık bir iniş sonrası Zongurlu Boğazı’nın başlangıcındaki tarlalara gelmiştik. Burası günümüzde de ekilip dikilen bir alandı. Ancak gerçekten Papaz Koyu, doğal güzelliği ile göz alıcıydı. Yazın bu güzelim koyların yatla yanaşan çok sayıda ziyaretçisi olmalıydı.

 
Zongurlu Boğazı

  
Zongurlu Boğazı önündeki düzlüğe inerken

Bayırdan indiğimiz patikadan; Papaz Koyu'nun görünümü

 
Papaz Koyu

Koyun kıyısındaki kayalıkların üzerinden ilerleyen geçişi takip ederek, Papaz Koyu’nu Yağcılar köyüne bağlayan toprak yola doğru ilerledik. Yolun başlangıcında daha önceleri turistik amaçla kullanıldığını düşündüğümüz bir yapının yıkıntıları vardı. Bu güzelim koyun girişindeki; büyük olasılıkla kaçak olarak yapılmış bu yapı, şimdi artık yoktu. Yol, traktör ve arazi araçları için uygun gibi göründü ilkten; ancak biraz daha ilerleyince yamaçlardan yağmurlarla inen toprağın ve taşın yolun bir bölümünü kapattığını fark ettik. Aynı zamanda koyun eski zamanlarda bir şekilde gasp edilmesi sürecinden kaldığını düşündüğümüz bidonlarla sınırlandırılmış geçiş noktaları ve bariyerler de vardı. Ne güzel işti doğrusu; adam burada cenneti satarak bedavadan para kazanıyordu; hem de Papaz koyunda...

 
Papaz Koyu - Yağcılar yolu

 
Ulu bir zeytin gövdesinin korumasındaki siklamenler

Yürüyüş öncesinde harita üzerinden yaptığımız çalışmada Söğüt Mevkii Kutsal Alanı’na ayrılan bir sapağı fark etmiştik. Amacımız o sapaktan sola doğru ayrılan bu yola girmek ve iki yıl önce İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü arazisinin sınırlarından başlayıp Tatar Deresi’ni takip ederek yürüdüğümüz Söğüt Mevkii Kutsal Alanı’na bu kez güneyden ulaşmaktı. Ancak bunu başaramadık; çünkü bu sapağı yürürken fark edemeyerek geçmiş ve Yağcılar köyüne doğru ilerleyen; zaman zaman tatlı bir eğimle seyreden güzel bir yürüyüş yolunun çekiciliğine kaptırmıştık kendimizi. Söğüt yolundan uzaklaştığımızı çok sonraları anladık. İş işten geçmişti; ama yine de güzel bir rotada yürüyorduk; bu da bizim için yeterliydi. Uzun süre bu yoldan devam ettik.

 
 Yağcılar'a doğru yürüdüğümüz yol düzleminden Sığacık Körfezi'nin görünümü

 
Gezginler, Demircili yolundaki bir zeytinlikte dinlenme anında...
(Otomatik çekim)

Arazinin en üst kodlarına ulaştığımızda, güneyimizde Sığacık Körfezi ve Azmak Koyu göründü. Üç yol ağzında yer alan bu noktada topografyaya hâkim bir konumdaydık. Bu sırada yakınlarda sürüsünü otlatmakta olan Yağcılar köyünden bir çoban yanımıza geldi. Biz de o sıralar yemek için hazırlık yapmaktaydık; sofraya buyur ettik, ancak tok olduğunu söyledi. Köylüye Demircili yönüne giden yolu sorduk. Amacımız bir yay şeklinde gelişen yürüyüşümüzü Demircili köyünde sonlandırmaktı. Köylüden aldığımız tarife göre; bulunduğumuz noktadan güneye doğru dönen ve daha az kullanıldığı izlenimini veren yola girecek; aşağılarda bulunan ve kendisine ait olduğunu söylediği bir zeytinliğin içinden geçerek bir su kuyusuna ulaşacaktık. Kuyudan sonra güney yönünde; kızılçam korusuna doğru giden bir patika vardı; onu izleyip Demircili köyünün kuzeyinde yer alan Yağhane Tepesi’ni aşacak ve Demircili köyüne doğru alçalarak kolaylıkla ulaşacaktık. Yemek sonrası köylünün tarifine uygun olarak güneye doğru hareket ettik.

 
Ada soğanları her yerde...

 
Gezgin, su kuyusunun başında...

 
Yürürken yolda rastladığımız bir kayanın ağı andıran yüzey görünümü 

Bayır aşağı ilerleyen yol bizi önce bir zeytinliğe, daha sonra da sürülmüş bir tarlanın en üstünde ve kızılçamların kıyısında yer alan su kuyusuna götürdü. Kuyu halen çalışır vaziyetteydi; içinde su vardı. Kuyudan güney batı yönüne doğru ilerleyerek patikayı bulduk; kızılçamların arasından ilerleyen patika, bizi sırta kadar çıkardı. Demircili köyü artık görüş alanımız içindeydi. Ama ona ulaşan yola çıkabilmek için, bir süre daha makilik arazide mücadele etmemiz gerekti. Yaklaşık yarım saatlik bir uğraş sonrası, köye doğru inen ve zaman zaman motokros yarışları için de kullanılan bir toprak yola eriştik. Bayır aşağı inen ve oldukça konforlu bir durumdaki yol, bizi kısa sürede önce köyün enginar tarlalarına; daha sonra da ilk evlerine ulaştırdı.

 
Demircili köyü göründü.

 
Çevre topografyanın görünüşü

 
Sakız ağacının ıslahı

Köye paralel ve Demircili Plajı’na doğru ilerleyen yol üzerinde çok sayıda aşılanmış ve etiketlenmiş sakız ağacı ile karşılaştık. Asfalt yola kavuştuğumuz noktada Orman Bölge Müdürlüğü’nün bilgi levhası da bu alanın sakız ağacının ıslahı için kullanıldığını doğruluyordu.

 
Demircili köyü

Köy, plajdan yaklaşık 3 km kadar uzaklıktaydı. Bu yolu da asfaltın kıyısını takip ederek kısa sürede tamamladık ve saat 18 gibi plaj girişindeki arabamıza ulaştık. Vakit oldukça ilerlemiş; gün boyu yaklaşık 6 saat kadar yürümüş ve toplamda 18 km yol yapmıştık. Gördüğümüz güzellikler ve doğanın bağrında geçirdiğimiz zaman, bizim için günün ödülü gibiydi. Bundan daha iyisi olabilir miydi? Günü yorgun, ama huzurlu bir şekilde tamamlamanın keyfiyle İzmir’e doğru hareket ettik.


Dipnotlar
(1)       Demircili-Airai yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2011/03/demircili-airai-yuruyusu.html
(2)      Söğüt Kutsal Alanı ile ilgili yürüyüş yazısı için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/02/sogut-mevkii-kutsal-alani-ve-mubadele.html
(3)      Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında MYC tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

2 yorum:

  1. Çevre hakkında yararlı bilgiler, parkur kaydı ve çok güzel fotoğraflar için teşekkür ederiz. Biz den kısa zamanda bu rotayı yürür, çevreyi yakından görürüz umarım. Emekleriniz için, tekrar teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizlere yeni yürüyüş rotaları için esin kaynağı olabildiysek ne mutlu bizlere. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz için teşekkür eder, sürekliliğini dileriz.İF

      Sil