2 Ağustos 2016 Salı

SARI SICAK MENDERES-2



Kireli Hikâyeleri

12 Temmuz 2016
İbrahim Fidanoğlu

Küçük Menderes’in derinliklerindeki Çamlıca Mevkii’nden bir ıssızlık içinde ayrıldık; havadaki sıcak, ağustos böceklerinden başka hiç bir mahlûkatta ses çıkaracak takat bırakmamıştı. Kendimizi bir kuyu başına, bir çınar gölgesine atmalıydık. Hedefimizde Kireli köyü vardı; ancak ilk durağımız hemen Tire-Ödemiş asfaltı üzerinde yer alan Kireli Altı kır kahvehanesi ve yanındaki kuyu başı oldu. Eşi ile birlikte ocakta çalışan kahveci, hemen bize yarım karpuzu parçaladı ve önümüze koydu; arkasından da söylediğimiz çaylar geldi. Bu ne güzel bir konukseverlikti?

 
Kireli Altı kır kahvehanesi önündeki kuyudan su çekiyoruz.

Hasan Hoca, bir urganın ucuna bağlı lastikten kovayı, kuyunu içine atıp suyla dolması için birkaç defa suya daldırıp çıkardı; daha sonra usul usul yukarı doğru çekti. Kuyunun beton bir bilezikle çevrilmiş ağzına dayadığı kovayı şöyle bir yan çevirdi; içinden dökülen buz gibi su, bu yakıcı Temmuz sıcağında bizim için hayat demekti.

 
 Kireli Altı'nda kuyu başındaki gölgelikte sohbet anı

Bir yandan kahvecinin önümüze koyduğu karpuzu yerken, bir yandan da kuyunun dibinde Kireli’den bir köylüyle sohbete koyulduk. Köylü bize yürek titreten bir eski hikâyeyi hatırlattı; Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de Fransızlara esir düşen bir Türk askerinin hikâyesini.

2012 yılında NTV televizyonunda yayınlanan Cem Fakir’in yönetmenliği yaptığı Esaret Günlüğü isimli bir belgeselde anlatılmıştı bu öykü. O hikâyeyi bir kez de Çanakkale Savaşı’nda Fransızlara esir düşen Kireli köyünden Çalık Hüseyin’in köylüsünden dinledik; Kireli Altı’nda bir kuyu başının dibinde…

 
Kireli köyü sokaklarından biri

Hikâye özetle şöyle:

Çalık Hüseyin'in Hikayesi
Çanakkale Savaşı’nın sürdüğü yıllardır. Zaman olarak 1915 civarı diyebiliriz. Bir yandan İngilizler ve onların denizaşırı sömürgelerinden getirilen yüz binlerce asker, bir yandan Fransızların kuvvetleri, İstanbul’un kilidini açma düşüyle Çanakkale’ye saldırırlar. Boğazın iki yakasında çağına göre benzersiz ölçüde kanlı muharebeler yaşanır. Fransızlar, büyük bölümünü Çanakkale kara muharebelerinde aldıkları 2 bin civarı Osmanlı esirini, gemilerle Korsika Adası’na ve Güney Fransa’da kurdukları kamplara götürürler.

 
Çanakkale Cephesi'nde savaşan Osmanlı askeri Çalık Hüseyin(1)

Fransa’ya taşınan bu savaş esiri Türk askerlerinden biri de Tire’nin Kireli köyünden Çalık Hüseyin’dir. Hüseyin, Fransa’daki esaret günleri sırasında, nasıl olduysa; evli ama eşinden ayrı yaşayan Bernadette adında bir Fransız kadına tutulur. Hüseyin’in bu ilişkiden bir de çocuğu dünyaya gelir. Anlaşılıyor ki bu pek de göz önünde olan bir ilişki değil, bir gizli aşktır. Bir Türk esirle aşk yaşadığının öğrenilmesinden çekinen Fransız kadın Bernadette, çocuğu resmen evli gözüktüğü kişinin nüfusuna kaydettirir, ancak yine de ismine “Hüseyin” eklemesini de yapar. Bu durum, herhalde Bernadette’in Hüseyin’e duyduğu sevginin derinliğini göstermektedir.

Çalık Hüseyin, savaşların bitip hayatın yeniden normal bir akışa dönmesiyle anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’ye dönemez ve Fransa’da kalır. 1920’li yıllarda muhtelif işlerde çalışarak hayatını yaban ellerde sürdürmeye çalışır. Seyyar satıcılık, demiryollarında ve tarlalarda tarım işçiliği bunlardan birkaçıdır; Hüseyin’in hayatı Fransa’da bir süre bu şekilde yokluklar içinde sürer.

 
Çalık Hüseyin ve oğlu(1)

Hüseyin’in Fransa’daki hayatına dair aslında çok da fazla bilgi yoktur. Ama yıllar sonra 17 Kasım 1953’de İzmir’de yayınlanan Aydabir Mecmuası’nda Dirilen Şehit başlığı altında Çalık Hüseyin ile yapılan bir röportaj yayınlanır. Fransa’da kesikliğe uğrayan bilinmez hayatı, ömrünün son yıllarında yine Kireli’de su yüzüne çıkar sanki.

Dergideki yazıda “Kırk sene sonra yirmi sekiz yaşında bir Fransız dilberiyle memleketine döndü” alt başlığıyla okuyucuyu ele geçirmeyi hedefleyen anlatıma göre, uzun yıllar Fransa’da yaşayan Çalık Hüseyin, ömrünün son dönemlerinde Türkiye’ye dönmeye uğraşır. Vatan toprağında ölmek isteyen Çalık Hüseyin, kendi anlatımına göre; bürokratik nedenlerle bir yabancı gibi oturma izni almak zorunda kalır. Esir düştüğü savaştan sonra ülkesine dönmeyince, askerlik şubesinde şehit, nüfus dairesinde ise kütüğüne ölü yazılır.

 
Aydabir Mecmuası’nda yayınlanan Çalık Hüseyin röportajı(1)

Röportajı yapan gazetecinin aktarımına göre; köyün kahvehanesinde karşılaştıklarında lacivert beresi, haki renkli montgomeri ve Fransız aksanına çalan Türkçesiyle Kireli köylülerinden hemen ayırt edilebilen Çalık Hüseyin ile ondan bir hayli genç olduğu anlaşılan ikinci Fransız eşi, köydeki akrabalarının yanında birkaç ay konuk olarak kalırlar ve daha sonra Fransa’ya dönerler. Çalık Hüseyin, Türkiye ziyareti sonrası 1955 yılında Fransa’da ölür ve orada toprağa verilir. Çalık Hüseyin’in Kireli’de başlayıp, Çanakkale’de makas değiştiren bu dramatik hikâyesi bu şekilde Fransa topraklarında sonlanır.


  Çalık Hüseyin'in torununun oğlu tarih öğretmeni Vincent Pietererans (1)

NTV’de yayınlanan belgeselde anlatıldığına göre; Fransa’nın kuzeyindeki Lille şehrinde yaşayan Çalık Hüseyin’in torununun oğlu, tarih öğretmeni Vincent Pietererans, herhalde mesleğinin de motivasyonuyla olsa gerek; 1994 yılında büyük dedesinin doğup büyüdüğü Tire’nin Kireli köyündeki akrabalarına ulaşmayı başarır, onları bir kez de o ziyaret eder. Belgeselde onun dedesine dair aktardığı cümleler şu şekildedir:

Tire'den Çanakkale'ye savaşmaya gelmiş ve esir düşmüş. Devamlı nargile çekermiş ve bir seccadesi varmış..."

Çalık Hüseyin’in yürek burkan hikâyesinden başkaları da vardır Kireli’de; sıcağa aldırmadan Kireli köyünün sırtlarında; bu niyetle Kireli Altı kır kahvehanesindekilerle vedalaşarak ayrıldık ve Kireli köyünde bir irimin kıyıcığında yer alan; Çakırcalı Mehmet Efe’nin yatağı olarak işlev görmüş Hacı Ellezlerin evine gitmek üzere yeniden yola çıktık.

Hacı Ellez Oğlu'nun evinin de bulunduğu sokağa açılan bir holün iki yanına yerleşmiş eski Kireli evleri

Kireli ve Dereli köyleri, Küçük Menderes Ovası’na yükseklerden bakan ihtişamlı tepe Karakaya’nın hemen etek uçlarında yer alıyor. Tepeye doğru çıkan patikalar, bizi nice sürprizlerle yükseklere taşır. Bunun hikâyesi geçmişte yaptığımız bir Karakaya tırmanışında(2) kayıt altına alınmıştır. Bugünkü konumuz ise köyün dağa doğru çıkışında yer alan eski bir zeybek yatağında yaşananlara dair.

 
 Karakaya altındaki Dereli Vadisi
(Şubat-2014; İF) 

Köyün düzlüğünde yer alan kahvehaneye ulaştığımızda birkaç kişi vardı; sıcaktan el ayak çekilmişti sanki. Hacı Ellezlerin köyde iki evi varmış; önce ovaya yakın konumdaki aşağıdakine baktık. Ancak aradığımız ev o değildi. Yeniden yukarıya, köyün iç sokaklarına doğru ilerledik. Köyün dağa doğru en üst noktasında bir sıra ev vardı. Biz, önünde tulumba bulunan sarı boyalı iki katlı bir evi arıyorduk. Sokağın iki yanında yerel malzeme kayrak taşlardan örülmüş duvarlarıyla zamanın yorgunluğuna direnen eski evler diziliydi. Sokağın sonunda bahçeler arasından ilerleyen bir irimin köşesinde evi gördük. Önünde de mermerden yalağıyla çalışır halde bir tulumba mevcuttu.

  
Hacı Ellez Oğlu'nun evi

Dibekçiler’den olduğunu öğrendiğimiz yandaki evin sahibi olan kadından evle ilgili bilgi alma fırsatımız oldu. İrimin köşesindeki sarı boyalı, iki katlı evin yanındaki kendi evleri de Hacı Ellezlerin eviydi. Ancak onlar evi satın aldıktan sonra yıktırıp yerine yeni bir ev yaptırmışlardı. Kadın bize, yıkılan evin duvarlarında zaptiyelerle zeybekler arasındaki çatışma sırasında kullanılan mermilerin bıraktığı izlerden söz etti. O günlerden kalan tek yapı, avlunun içindeki şimdi ahır olarak kullanılan kerpiçten bir kulübeydi. İçine şöyle bir bakıp fotoğrafladık. Ama esas hikâye, sarı ev ve arkasındaki dağa doğru yönelen irim civarında gerçekleşmişti.

 
Hacı Ellez Oğlu'nun evinin önündeki tulumba ve mermer yalak

Kireli Baskını
Hacı Ellez Oğlu, Çakıcı Efe’nin Tire civarındaki yataklarından biriydi. Efe ne zaman bu taraflara gelse, mutlaka Hacı Ellez Oğlu’nun evine uğrar, yemek yer, yıkanır; üstü başını düzeltir; yeniden dağlara doğru yola çıkardı. Ancak bu düzen, Çakıcı Efe’nın Karıncalı Dağ’da vurulması sonrasında bozuldu. Çete ikiye bölündü; kızanlarından Hacı Mustafa liderliğindeki bir kolu, bir gece vakti Kireli köyündeki Hacı Ellez Oğlu’nun kapısını yumruklarcasına çaldılar. Bundan sonrasını tanıklıklar üzerinden anlatalım.

 
Hacı Ellez Oğlu Evi ve evin hemen yanından Kireli Tepesi'ne çıkan zeybeklerin kaçtığı irim

Ödemişli merhum öğretmen Halil Dural’ın Sabri Yetkin tarafından yayına hazırlanan Bize de Derler Çakıcı isimli kitabında Hacı Mustafa ve arkadaşlarının Kireli köyüne perişan bir vaziyette gelişleri ve zaptiyeler tarafından evin nasıl baskına uğradığı şu şekilde anlatılıyor:

“Gelelim Hacı Mustafa’nın kurduğu çeteye. Bu çete, Çakırca çetesinin yerine kaim olan çetedir. Yukarıda adı geçen bu altı kişi (Hacı Mustafa Efe, Gökçen, Deli Mehmet, Çamlıcalı Mehmet Ali, Kışlalı Kara Mehmet, Konyalı Kara Mehmet) Hacı Mustafa’nın başlığı altında ve Nazilli’nin Karıncalı Dağı’nda Çakırcalı Mehmet Efe’nin başını gövdesinden ayırmışlardı. Çamlıcalı Mehmet Ali belinden ipekli mendilini çıkarıp bu başı onun içine koymuştu. Gece karanlığında bunlar da diğer arkadaşları gibi muhasara hattını yarıp Aydın havalisinden Ödemiş mıntıkasına geçip, Beydağlarını aşarak Mendegüme’ye gelmişlerdi. Burada biraz dinlenip, Adagüme ovasından Tire’nin Kireli köyüne gelmişler ve doğruca efenin eski yatağı Hacı İlyas Ağa’nın (Hacı Ellez Oğlu) kapısını şiddetle vurmuşlar. Hacı İlyas Ağa uyanmış, böyle gece yarısı kapının şiddetle vuruluşundan korkmuş ve yavaşça kapıya kadar gelmiş ve “kim o?” diyebilmiş.

 
Hacı Ellez Oğlu  Evi; yakından

Bütün gece yol yürüyen, yorgun, bitkin, öfkeli ve ayrıca efenin ölümünden üzüntü içinde çırpınan bu kızan Hacı Mustafa, İlyas Ağa’ya tehevvürle şöyle bir sövmüş:

-Aç ülen kara dinini…!

Bu hitabı işiten İlyas Ağa, hayrete düşmüş ve kapıyı açmış. Zeybekleri hanaya çıkarmış, hoş beşten sonra, İlyas Ağa, Hacı Mustafa’ya sormuş:

-Efemiz nerede ya?
-Arkadan kızanlarla geliyor!

Bu cevap, İlyas Ağa’yı tatmin etmemiş. Yemekler yenmiş, aradan bir hayli zaman geçmiş. Sabah olup efeden (Çakıcı Efe kast ediliyor) bir ses çıkmayınca İlyas Ağa şüpheye düşmüş. Efe, ağanın bunca yıldır dostu idi, efe onu bugüne kadar akşamki gibi küfürle karşılamamıştı. Onu daim tatlı dille okşar ve gönlünü alırdı. Ne diye akşam kapıda bu koca yörük, böyle durup dururken sövmüştü? Bu sövme işi ağanın çok gücüne gitmişti. Bütün gün de efenin gelmeyişi, onu iyice şüphelendirmişti. Böylece efenin öldüğüne kail olmuştu. Şimdi bu koca saygısız yörüğe bir ders vermek zamanı gelip çatmıştı. Sabah olmuş, ağa Hacı Mustafa’ya şöyle demişti:

-Siz oturun, varan bu baklayı (tohum) saçıveren de gelen. Siz rahatınıza bakın!

 
Hacı Ellez Oğlu'nun evinin diğer yarısındaki avluda yer alan ve çatışmanın olduğu günlerden kalma kerpiçten yapı; şimdi ahır olarak kullanılıyor.
 
İlyas Ağa, tarlaya bakla tohumu saçmaya gitmemiş, doğruca Tire’ye varmış, hükümete haber vermişti. Tire’den, Ödemiş’ten ve Bayındır’dan ne kadar zaptiye, asker ve gönüllü Çerkez varsa, akşama kadar Kireli’ye gelmişler, Hacı İlyas Ağa’nın evini muhasara etmişlerdi. Sabaha karşı müsademe başlamış, zeybekler silah sesinden uyanmışlar, o zaman efenin (Çakıcı Efe) eniştesi Deli Mehmet hiddetle Hacı Mustafa’ya bağırmış ve şunları söylemişti:

-Görüyon mu Hacı, kapıda din iman okudun, hada hinci bizi kurtar bakalım!

 
Çakırcalı Mehmet Efe ve kayınbiraderi Çoban Mehmet'in; İzmir'de hapisten çıktıktan sonra çektirdiği yegane canlı fotoğrafı

Zeybekler, müsademeden kurtulma çaresi ararlarken, Çamlıcalı Mehmet Ali ile Kışlalı Kara Mehmet duvar deliğinde bulunan mazgaldan ateş ediyorlardı. Zaptiyelerden birisi arkadan ve yüksek bir mahalden (Bu ev, sokağın aşağılarında hala duruyor) bunları görmüş ve her ikisini de orada öldürmüştü. Hacı Mustafa, Gökçen ve Deli Mehmet üçü bir arada, mutfak duvarını delip sokağa çıkmak isterler. Lakin Hacı Mustafa yaralı ve hem de şişman olduğundan çıkamaz. O zaman Gökçen, dayısı Deli Mehmet’e hitaben şunları söyler:

-Dayı sen duvardan birkaç tane taş sök, ben çıkıp tavuk kümesinin arkasından sizi korurum!

 
Hacı Ellez Oğlu'nun Evi'nin karşısındaki ev grubu

Kümese gider, lakin ne görsün; kümes ardında eli silahlı bir zaptiye beklemekte. Silaha davranmaya meydan kalmaz. Her ikisi de silahlarını yere atarlar ve kucak kucağa boğuşmaya başlarlar. Gökçen, pehlivan olduğu için zaptiyeyi altına alır, belinden tabancasını çeker ve orada zaptiyeyi öldürür. Bu zamana kadar Hacı ve Deli Mehmet ile Konyalı Kara Mehmet de sokağa çıkmış bulunurlar. Dördü de bir arada kaçarlar, ortalık ağarıncaya kadar güç hal ile Kireli mezarlığına varabilirler.

 
Zeybeklerin dağa doğru kaçtığı irim

Mezarlık ile köyün arası dört beş kilometrelik bir mesafedir. Hacı Mustafa yaralı olduğu için, o günü mezarlıkta geçirirler. Akşam Ödemiş’in Yenice köyüne gelip Macar’ın evinde saklanırlar. Lakin yolda Konyalı Kara Mehmet bunlardan ayrılır. (29 Teşrinisani / 7 Kasım 1327-1911) Çetenin Ödemiş’e bu kadar yakın bir yere sokulması şu sebepten ileri gelmekte idi: Hacı Mustafa’nın yaralarını bir cerraha baktıracaklardı. Bir aralık Deli Mehmet su dökmek için dışarı çıkmıştı, bu fırsattan faydalanan Hacı Mustafa, Macar’a şunları söylüyordu:

-Hada Üzümlü’ye git. Hacı Arif’te iki yüz altın param var, al da gel!

Hacı’nın Macar’a söylediklerini Deli Mehmet dışarıdan duymuştu. Öfkeli bir tavır alarak:

-Ülen Hacı, bak neydik, ne olduk. Bugün senin kemerinde sekiz yüz altın para var, ben seni öldürüp bu paraları almaz mıyım? Sen bugün yaralı olduğun halde ardımda taşıyorum, Allah senin gözünü bir kısım toprakla doyursun!

 
Kireli Baskını'nda zaptiyelerin üslendiği yüksek ev

Deli Mehmet Hacı Mustafa’yı öldürmeye kalkmış, lakin araya Gökçen girmiş, bu işe mani olmuş ve onu öldürtmemişti. Deli Mehmet Gökçen’i yanına alıp, o gece Macar’ın evini terk etmiş ve Hacı Mustafa’yı yalnız bırakmıştı. Yolda giderlerken, Deli Mehmet, Gökçen’e bir hayli sitem etmiş ve onu şöyle haşlamıştı:

-Sen bana Hacı Mustafa’yı öldürtmedin değil mi? Onu Macar evinde tutamaz, gider hükümete haber verir!”(3)

 
Kireli Baskını'na mekan olan Hacı Ellez Oğlu Evi; bir başka açıdan...

Gerçekten de öyle olur, zeybeklerin yatağı Macar, Hacı Mustafa’yı daha fazla yanında tutamaz, bir ata bindirerek Ayasuret’e götürerek evine teslim eder. Daha sonra yeniden Tire’nin Çepni köyüne geçen Hacı Mustafa burada tedavi edilir ve yaraları iyileşir. Bir süre sonra, Deli Mehmet ile bozuşan Gökçen yeniden Hacı Mustafa’nın yanına döner. Bu arada Deli Mehmet, Çakıcı Efe’nin peşindeki en önemli iz sürücüsü olan Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi’nin aracılığıyla yüze çıkar.

 
Hacı Ellez Oğlu Evi'nin yanından dağa doğru çıkan patikalar

Hacı Mustafa, Gökçen ile birlikte yanlarına aldıkları birkaç kişiyle birlikte yeni bir muavin çete oluştururlar. Ancak, bir gün zaptiyeler onları yine Ödemiş civarında Macar’ın evinde kıstırırlar. Büyük bir çatışmadan sonra, her nedense zaptiyelerin gözleri önünde ellerini kollarını sallaya sallaya kaçıp gitmelerine izin verilir. Hacı Mustafa Çetesi, bir süre daha dağlarda gezer, ancak sonunda hükümetten af dileyip yüze çıkmak ister; isteği hükümet tarafından kabul görür ve bağışlanır.

 
Kireli evleri

Ancak, su testisi su yolunda kırılır misali; Bozdağ yaylalarında serbestçe dolaşan Hacı Mustafa’yı Çakıcı’nın yanındayken kendisinin vurduğu Kamalı Zeybek’in kızanlarından birisi olan Küçük Mehmet, Bozdağ’ın Çavdar yaylasına patates tohumu götürürken pusu kurarak öldürür. Böylece Çakıcı Çetesi’nin son kızanı da bu şekilde ortadan kaldırılır. Bu durum, aynı zamanda; Batı Anadolu’da neredeyse efsaneleşmiş Çakırcalı Mehmet Efe’nin eşkıyalık günlerinin de sona erdiğinin işaretidir.

 
Kireli Baskını'nı anlatan Kireli köyünden 86 yaşındaki İlyas Özçelik (Topuz Ellez)

Biz yeniden Kireli’ye dönelim. Bu kez diğer kaynağımıza başvuralım. 86 yaşındaki Kireli köyünden Topuz Ellez’in (İlyas Özçelik) anneannesi Emir Ayşe’den dinlediklerine dayanarak anlattıklarına bakalım:

“Her zaman gelirlermiş oraya (Kireli köyü kast ediliyor) bak şimdi. Zeybekler geldiğinde oraya Çakırcalı başlarındaymış bunların. Fakat bunlara iltifat gösteriyormuş Hacı Ellez Oğlu denen adam. Çakıcı kitabı vardı bende; Çakıcı kitabında, Hacı Ahmet Oğlu’nun evi diye yazıyor; değil, Hacı Ellez Oğlu’nun evi…

 
Kireli'de Hacı Ellez Oğlu Evi'nin de bulunduğu sokak

Şimdi bakıyor bir gün, yedi kişi geliyor zeybekler. Geldikleri zaman Çakıcı yok. “Efe nerde” diyor, Hacı Ellez Oğlu… “Efe diyorlar falan yerde kaldı.” Ama Hacı Ellez Oğlu da uyanık bir adammış; demek onların başına geçen zeybek, yani Hacı Mustafa mı; Hacı Mustafa… Yani şöyle olmuş; Çakıcı öldüğü gibi o ben olcam o ben olcam derken bir kısmı şeyin arkasından gitmiş galiba onların. Deyiver şunu ya; İnce Memed’in arkasından; ikiye ayrılmışlar. Bunun (Hacı Mustafa kast ediliyor) arkasından 7 kişi… Geldiği gibi bakıyor (Hacı Ellez Oğlu kast ediliyor) ; Çakıcı’nın saati kösteği, Hacı Mustafa’da. Bu sefer deyo anladın mı bu ölmüş. (Çakıcı’nın ölümü kast ediliyor) Ben diyo, tohum zamanıymış; “ovaya deyo tohum götürem.” Ekin ektiriyo. Telefon yok o zaman ya; Tire’ye muhbirliğe gidiyo. Tire’ye muhbirliğe gittiği gibi Tire’den jandarmalar geliyo.

 
Kireli'de altı sağır; bir kule tipi ev

Geliyorlar buraya; bir çatışma. Şimdi bizim evden; alt tarafta bizim ev varmış nenemin anlattığına göre. Bizim evden zaptiyeler “… koduğumunun kıllı yörükleri, … koduğumunun ayrancıları” deyip basıyorlarmış kurşunu. Öyle atmışlar ki, nenemin deyişine bakarsan; demek ki yedi kişiden beşinin (vurulan bir zaptiyeyi anlatıyor) kurşunu bütün kafaya denk gelmiş. Beş yerinde kurşun yarası vardı öyle. Tak tak tabanca sıkmamış ki buna; beşi birden tüfek atmış. Bizim avluya düşürmüşler (Ninesinin evi, zaptiyelerin üslendiği evin hemen yanındaymış).

 
Bir Kireli evi daha; koca kapının ardında bir yaşanmışlık var.

Bir tane de; alt tarafında bir akarsu çeşme varmış orda; çeşmenin aharına ateş ederken, bir tane jandarma orda vurulmuş. Fakat ilkindiye doğru, Ödemiş zaptiyesi yetişmiş tepeden (Kireli Tepesi) doğru. Benim nenemden dinlediğim… Ödemiş zaptiyesi yetiştiğinde; biz tuz taşları deriz, şu köyün üstünde taşlar vardır; koyunlara tuz veriyoz orda… Onların arasından ateş ederken de bir tane orda vuruyorlar.”(4)

Topuz Ellez, ninesi Emir Ayşe'den dinlediği Kireli Baskını'nı anlatıyor.

Sonuçta Hacı Ellez Oğlu’nun kümesinin duvarını delen zeybekler, evin yanından geçip dağa doğru giden irimden bir şekilde sıvışıp uzaklaşırlar. Burada belki de zaptiyelerin bu kaçışa göz yumması gibi bir durum da söz konusu olabilir. Bu tür bir düşünceye haklılık kazandıracak delil; o günkü baskına katılan ve yıllar sonra köye görevli olarak gelen Mustafa isimli jandarmanın söyledikleri olabilir. Baskında jandarma olarak görev yapan Mustafa, köylülere zeybeklerin çatışmadaki cesurca direnişlerini gördükten sonra onlara kıyamadıklarını söyler. Halil Dural’ın anlatımına göre ise köyden bir hayli uzakta olan mezarlıkta saklanan zeybekler, daha sonra dağdan Ödemiş’e ulaşırlar.

 
Zeybeklerin gece karanlığında dağa doğru kaçtıkları irim ve Hacı Ellez Oğlu'nun evinin arkasındaki müştemilat duvarları

Bugün zeybeklerin gecenin karanlığında dağa doğru kaçtıkları o irim, yine mevcuttur ve sarı badanalı ve iki katlı, eski ve metruk evin yan duvarını yalayarak, bahçeler arasından Kireli Tepesi’ne ve oradan da derin vadilere doğru kaybolup gitmektedir.

Kireli Baskını, yörede o kadar derin izler bırakır ki; olayın ardından türküler yakılır. Topuz Ellez’in anlattığına göre; yıllar sonra bir kına gecesinde köydeki kızlardan birisi çalgıcılardan bu türküyü çalmalarını ister ve der ki;

-Bana bu ev için yakılan türküyü söyleyiverin. Ben onunla oynayacağım.

Yıllar sonra aynı köyde; bir kına gecesinde bu olayın hatırlanması ve o köyden bir genç kızın bu türkü eşliğinde oynamak istemesi ne kadar dikkate değerdir. Bu da toplumsal hafızanın bir şekilde yıllar sonra yeniden su yüzüne çıktığının canlı bir göstergesi değil midir?

Türkünün Kireli köyünden Topuz Ellez’in (İlyas Özçelik) hatırlayıp bize aktardığı bir dörtlüğü şöyledir:

“Cezvemin sapı yeşil,
İçinde kahve pişir,
Hacı emmim baskın geliyor,
Aklını başına devşir.”(5)

Hasan Hoca’nın Peşrefli köyünden annesi Fatma Doğan ise, aynı olay için yakılan türkünün bir başka dörtlüğünü hatırlamaktadır:

“Kireli’yi bastılar,
Çalıya da martin astılar,
Çakırcalı’yı görünce,
Jandarmalar kaçtılar.”(6)

 
Hacı Ellez Oğlu Evi'nin önünde tulumbadan su içen inekler

Çakırcalı Efe’nin yatağı Hacı Ellez Oğlu, sonuç olarak efeyi ortalıkta göremeyince ve de köstekli saatini Hacı Mustafa’nın belinde görünce, soluğu Tire’de alır ve başına ödül konulan zeybekleri ihbar ederek rivayet edildiğine göre; 300 sarı liradan ibaret ödülü alır. Anlatılana göre Hacı Ellez Oğlu, bu olay sonrasında Tire Arastası’nda yer alan eski Çöplüce Hanı ya da Hacı Ali Hasan Hanı’nı satın alır. Bir süre Tire’de yaşayan Hacı Ellez Oğlu, daha sonraki yıllarda yeniden köyüne, Kireli’ye döner ve orada ölür. Ancak, bir süre sahibi olduğu Tire’deki eski Çöplüce Hanı, bugün bile Tireliler tarafından Hacı Ellez Hanı olarak anılmaya devam eder.

 
Kireli evlerinden bir kaçı daha

Bugün Hacı Ellez Evi, Kireli’nin üstünde, bir irimin dibinde zamana karşı direniyor. Evin kalan diğer bölümü yok olmuş ve üstünde başka bir yapı var şimdi. Önündeki tulumbadan hala mermer yalağa buz gibi bir su dökülmekte... İrimin derinliklerinden dağlara doğru seslensek duyarlar mı acaba? O eski eşkıyalar, çalıkakıcılar, zabitanlar ve bilumum Çerkez gönülleri…

Hikâyeleriyle başa başa ardımızda bıraktık Kireli’yi…

 
Dereli hayıtları

 
Bunlar da beyazla lila arası bir renkte...

 
Hayıtların güzelliği

 
Kurumuş dikenler
Kireli çıkışından dönüp girdiğimiz Dereli köyü hayıtlarıyla mest etti bizi. Henüz meyveye durmuş çıtlıklar; beyazdan mora renk ve ahenk içinde o güzelim hayıtlar. Babaannemin güve yemesin diye Makedonya’da yünlülerin içine koyduğu mis gibi kokan hayıt çiçekleri… O zaman naftalin mi vardı? Ama hayıtlar, o güzelim kokusuyla korurdu el emeği göz nuru el dokuması yün kilimleri.

 
Dereli yolunda hayıtlar; yakından...

 
Dereli'nin hayıtları ve sığır kuyrukları yakıcı Temmuz sıcağına direnmede...

 
Dereli kuyusu

 
Kuyu başındaki çıtlıklar

  
Çıtlıklar meyveye durmuş.

Dereli’den inerken bir kuyu başında soluklandık. Tepemizde çıtlıklar, gölgesinde biz; ovada biteviye bir senfoni sürmekte; başrolde şüphesiz ağustos böcekleri… Deve dikenleri geçmiş; kuru birer daldan ibaret, tepelerindeki gösterişli mor çiçekleri kurumuş sapsarı; ama yine de güzel… Çünkü doğanın kendisi güzel…

 
Dikensiz olmaz.

Dipnotlar
(1)    Çalık Hüseyin fotoğrafları http://www.sabah.com.tr/galeri/turkiye/esir-turklerin-yurek-burkan-hikayeleri/10 adresinden alınmıştır.
(2)   Peşrefli-Karakaya yürüyüşü hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(3)   Halil Dural, Bize de Derler Çakıcı-19. ve 20. Yüzyılda Ege’de Efeler; Yayına Hazırlayan: Sabri Yetkin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999; sayfa: 296-299
(4)  Hasan Doğan’ın Kireli köyünden 86 yaşındaki İlyas Özçelik (Topuz Ellez) ile yaptığı mülakat; Temmuz-2016; Anlatım metni, yerel söyleyişe uygun olarak deşifre edilmiştir.
(5)   Kireli köyünden İlyas Özçelik’den (Topuz Ellez) alınmıştır.
(6)  Hasan Doğan’ın Tire Peşrefli köyünden annesi Fatma Doğan’dan alınmıştır.
(7)   Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Bumerang - Yazarkafe

4 yorum:

  1. Yakın tarihimizle ilgili ege köylerinde kaybolmaya yüz tutmuş tarihsel vakaları, sabırla gün yüzüne çıkarmışsınız. İlgiyle okudum, teşekkür ederim. , CD kaydı ile mi olur,kitap haline mi getirilir, bilemiyorum, ama bu sitedeki bütün bilgilerin gelecek kuşakların kullanımı için,bir yerlerde emniyetle korunması gerektiğine inanıyorum.

    YanıtlaSil
  2. Bu bir yaz aktivitesi idi. İlginize teşekkür ederiz. İF

    YanıtlaSil
  3. tarihte buna benzer ne hikayeler, yaşanmışlıklar kaybolup gidiyor. Detaylı çalışmanız için teşekkür ederiz. harika bir yazı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginize teşekkürler...Amacımız yakın çevremizdeki bu yaşanmışlıkları bir şekilde kayıt altına almak, onların unutulmasını engellemek... İF

      Sil