27 Ocak 2014 Pazartesi

KEMALPAŞA BAYRAMLI - KAMBERLER YÜRÜYÜŞÜ

16 Ocak 2014
Mehmet Yavuzcezzar

Perşembe sabahı yola biraz geç koyulduk. Bu haftaki yürüyüşümüzü havanın yağışlı olmasına karşın gerçekleştirmeye karar vermiştik, daha doğrusu yürüyüş için gezginler ancak bu gün uygun idi. Meteoroloji raporlarına da güvenerek yağışın kesildiği saat 9.30 gibi hareket ettik. Kemalpaşa'da fırından taze çıkmış ekmeklerimizi aldıktan sonra Armutlu yolunu takiple yönümüzü yukarıya Bayramlı köyüne çevirdik. Hemen her mevsim çok güzel görüntüler veren ve vadiler arasında kıvrım kıvrım yükselen bu yolda; meşe ve çam ormanlarının yanı sıra, çınar ve kavak ağaçları ile bezenmiş dereleri geçerek yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra köye ulaştık.
 
Bayramlı Köyü, Kemalpaşa'nın merkezine 22 km uzaklıkta ve Bayındır sınırında yer alan küçük bir dağ köyü. 


Bayramlı

Sabah çayımızı köyün açık olan tek kahvehanesinde yudumlarken, bir taraftan da misafirperver köylülerle sohbet ederek köy ve yaşayanları hakkında bilgiler aldık. 60-70 haneden oluşan köy, yaklaşık 120 yıl önce Bulgaristan'dan göçen Pomaklar tarafından kurulmuş ve hala bu homojen yapısının korunduğu söyleniyor. Üzüm ve kirazın yetiştirildiği köyde hayvancılık da yapıldığını öğreniyoruz. Çaylarımızı ve sohbetimizi sonlandırdıktan sonra, yağmur baskısının azaldığı saat 11 gibi, yürüyüşümüze başladık.


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Hemen köy meydanının karşısında; kuzeydoğu yönündeki parke taş sokağa girdik ve birkaç yüz metre yükselerek yürüdükten sonra toprak orman yoluna ulaştık. Sağımıza ormanı, solumuza da üzüm bağları ile kiraz bahçelerini alarak yarım saat kadar yürüdüğümüzde orman yangınlarına müdahale göletine vardık, yolu ve göleti fotoğrafladıktan sonra yolumuza devam ettik.


Yangın söndürme göleti

Dağlar, ormanlar, vadiler ve derelerle çevrili bu coğrafya; Akdeniz ikliminin tipik bitki örtüsü olan makiliklerin yanı sıra, alçaklarda meşe ve kızılçam, yükseklerde karaçam orman ağaçlarından oluşmakta. Yol boyunca kestane, vişne ve çınar ağaçlarına da rastladık.



Vadiye bakış

Sürekli yükselen yolun yaklaşık 3. kilometresinde 960 m rakımda, dağın sırtına yaslanmış küçük bir düzlükte 8-10 evden oluşan Bayramlı köylülerinin "yayla evleri"ne vardık. Bir taraftan Bayramlı'yı gören diğer taraftan Armutlu'ya kadar tüm vadi manzarasına hakim bu evleri geçip, önce kuzeye sonra da doğuya Kamberler yönüne doğru yürüyüşümüze devam ettik. 



Gezginler Kamberler'e doğru iniş yolunda

15-20 dakikalık yürüyüşten sonra "Tombak Tepe" mevkiine ulaştık. Tepe ve civarının keşfini dönüşe bırakarak yolumuza devam ettik. Gökyüzü bulutlu, yağmur yağacak gibiydi.

Oldukça rahat ve keyifli geçen yaklaşık bir saatlik yürüyüşten sonra, ağaçların arasından uzaktaki Kamberler Köyü'nün silüeti göründü. 


Uzakta ağaçların arkasında Kamberler

Kamberler'e yaklaştığımızda solumuzda; orman içinde yamaçta kale duvarını andıran güzel ve düzenli işlenmiş bir taş duvar gördük. Yanına çıktığımızda ana kayadan da yararlanılarak çevresi taşlarla örülmüş, oldukça büyük bir hayvan ağılıyla karşılaştık. 


Kayalar arasına örülmüş taş duvar

Taş ağılın içi

Taş ağılda birkaç dakika mola verip inceleme yaptığımız sırada yağmur çiselemeye başladı; biz de zaman kaybetmeden tekrar orman yoluna inip yürüyüşümüzü sürdürdük. Kamberler Köyü uzaktan görünmesine karşın kıvrım kıvrım inen yolda köye varmamız 45 dakikayı buldu.


Kamberler


Kamberler Köyü'ne ulaştığımızda hemen tüm köylerde gördüğümüz gibi parke taşlarla döşenmiş yollara rastladık. Köyün girişinde kayrak taşlarla ustaca işlenerek yapılmış evleri gördük; saat 14.30 idi. Kemalpaşa'ya 29 km uzaklıktaki Kamberler de tıpkı Bayramlı gibi küçük bir Pomak köyü ve yine diğer dağ köyleri gibi gençlerini kente göç veren köylerden birisi. Köyün işlenebilir arazisi Bayramlı Köyü'ne göre bir hayli fazla, burada da kiraz ve üzüm ana geçim kaynağı. 



Kayrak taşlarla kaplı evler


Kamberler Camisi ve köy meydanında oynayan çocuklar

200 civarındaki nüfusuyla yörenin küçük köylerinden olan Kamberler'in içimi çok hoş bir suya sahip olan çeşmesi pek meşhurmuş. Bazı kentliler, sırf bu çeşmeden su doldurmak için buraya gelirlermiş. Biz de daha önceki gelişlerimizde olduğu gibi suyundan içtik. İki yıl önce Kamberler-Osmanlar yürüyüşünü yapmak üzere geldiğimizde köylülerin misafirperverliği bizi pek mutlu etmişti, bu kez de oldukça memnun olduk. Yürüyüşümüzün ilk etabını tamamladığımız bu durakta köy meydanındaki kahvehanede yanımızdaki nevaleleri bir masaya serip taze çaylar eşliğinde bir güzel karnımızı doyurduktan ve bir süre dinlendikten sonra saat 15.30 gibi dönüş yoluna koyulduk.


Köy Çeşmesi


Meydandaki diğer çeşme

Geldiğimiz rotayı takiple; Köy mezarlığının hemen yanından doğuya yönelip önce köy okulunu, sonra da bağ ve bahçeleri geçip, çalışanları selamlayarak orman yoluna saptık. Hava hep bulutlu ve yağmur yağacak gibi görünüyordu, ama bu ana kadar öyle pek fazla yağmamıştı. 1 saati biraz aşan yürüyüşle rotamızın en yüksek rakımlı noktası olan Tombak Tepe mevkiine vardık. 


Tepeye doğru taş ağıl

Akşam karanlığı baskısı nedeniyle tepeye çıkıp inmek için zamanımız yeterli değildi, ancak merakımızı gidermek için kuzeyimizdeki zirveye doğru 15 dakika kadar yürüyüp geri dönmeye karar verdik. Burada da bir taş ağıla rastladık, zirveye yakın bir düzlükte terden ıslanan çamaşırlarımızı değiştirip biraz da dinlendik. 


Gezgin Tombak Tepe yolunda

Diğer gezgin de orada

Bulunduğumuz yerden Armutlu ve Yukarı Kızılca Köyü'nü görebiliyorduk. Vadileri ve ormanları seyredip, kuşları dinledikten sonra tekrar yola koyulduk. Geldiğimiz yolu takip ederek, yaklaşık 16 kilometrelik yürüyüşümüzü sonlandırırken Bayramlı Köyü'ne ulaştığımızda akşam ezanı okunuyordu. Sabah çayını içtiğimiz kahvehanede akşam çaylarını da yudumladık. İzmir ve civarının sağanak yağış etkisinde kaldığı bu günde; hemen hiç ıslanmadan yürüyüşümüzü tamamlamak, bizi oldukça mutlu ettiği gibi meteoroloji raporlarına olan güvenimizi de arttırmıştı. Kaslarımız ne kadar yorulduysa, kafamız da bir o kadar dingindi. Akşam karanlığı çökerken,  Armutlu asfaltında yol alıyorduk, Kemalpaşa üzerinden İzmir'e yöneldiğimizde şehrin gürültüsü ve keşmekeşliği kafamızdaki dinginliğin birazını alıp götürmüştü bile...




Yazan ve düzenleyen: M.YC

Edit: İF









16 Ocak 2014 Perşembe

KAYNAKLAR-ÇOCUKTUMARI MEVKİİ-NİF ZİRVE ALTI YÜRÜYÜŞÜ




9 Ocak 2014
İbrahim Fidanoğlu

Bugün İzmir’in tarihi su kaynaklarından biri olan Karapınar’ın civarında; Arap Deresi’nden Nif Dağı’na uzanan bir rota üzerinde; Kaynaklar’ın arka dünyasında dolaştık. Amacımız; 2 yıl önce Porta Kapı’dan geçerek ulaştığımız Arap Deresi kıyısınca yaptığımız yürüyüşü, bu kez Nif zirvesine taşımaktı. Ancak; güne biraz geç başlamamız nedeniyle yürüyüşümüz Nif’in zirvesinden yaklaşık 100 metre kadar aşağısında bulunan bir düzlükte; tüm çevreye ve Spil’e kadar uzanan bir görüş açısına sahip Çocuktumarı Mevkii’nde son buldu. Çıkışta ve iniş sırasında orman yollarından sapıp sırtlara vurarak yolu kısaltma gayretlerimiz, bazen hüsranla sonuçlansa da akşam 5 civarında ve alaca karanlıkta yolumuzu doğrultup Porta Kapı’ya ulaştık.


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

 Gökdere Vadisi'nin üstünden sisin perdelediği İzmir Körfezi'ne bakış

İki yıl önceki yürüyüşümüz sırasında Arapderesi’nin yatağı, yine bu aylarda olmakla birlikte bayağı su barındırmaktaydı. Ama bu kez genel olarak tüm yurtta yaşadığımız kuraklık nedeniyle, derede neredeyse hiç su yoktu. İZSU’nun özellikle Nif Dağı’nın kaynaklarına son yıllarda vurduğu gemler nedeniyle, Kemalpaşa derelerinin çoğu akmaz hala geldi. Bu iyi niyetli çalışmaların tümü, İzmir’i kurak mevsimlerde susuz bırakmamak adına olumlu gibi görünse de, bunların tümü toplamda; doğanın dengesini hayvan ve bitki yaşamı açısından ne şekilde etkiliyor; bunu da etraflı bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. Yoksa bu durum doğada telafisi mümkün olmayan izler bırakacak.

 Ekip bu kez takviyeli; Nif yolundayız şimdi.

Tarihte İzmir’i besleyen önemli su kaynaklarını barındıran Nif Dağı’nın eteklerinde yer alan Kaynaklar’ın adı da buradan geliyor. Karapınar ve Halkapınar bu kaynaklardan en önemlileri… Son yüzyıllık tüketim temposu içinde bu kaynaklar, şehri beslemek açısından artık devre dışı kalmış durumda. 19.yy.da Alman Arkeolog Weber’in yaptığı araştırmalarda önemli yer bulan Karapınar ve Arap Deresi, artık bazen akan cılız bir dereye dönmüş durumda.(1)

Kızılçamların arasından vadilere doğru bakarken...

Gezgin sırtta zorlanıyor; ama alışacak. 

Kaynaklar ise; son yıllarda moda olan kır düğünü mekânları ve kahvaltı salonlarıyla öne çıksa da; Buca’nın hemen arka dünyasında yer alan bu cennet köşe, ne yazık ki üstüne gelen bu ağır yükü taşımakta zorlanıyor.

 Nif'e doğru sırtı tırmanarak ulaştığımız yangın yolunda gezginler tırmanışta...

 Nif eteklerinde erken gelen bahar mı?

Sırtı tırmanırken; Aynalı Kaya ismini verdiğimiz kireç taşı kayalık kütle...

İki yıl önceki yürüyüş parkurumuzun bir kısmını bu kez arabayla geçtik. Arap Deresi’ni Gökdere ( eski ismi zaten Arap Deresi idi) Köyü yönünde atlayan toprak yolu ve dere boyunca devam eden istinat duvarını da arkamızda bıraktıktan sonra, Vişneli Köyü yönünde yukarı dönen orman yolu sapağında arabayı uygun bir yere bırakarak yürümeye başladık.

 Çocuktumarı Mevkii'ne doğru bir kısa soluklanma

Sıra sıra çiğdemler

Çınarcık yönüne inen yol

İki yıl önce yemek molası verdiğimiz çınarlar altındaki düzlüğe geldiğimizde oradaki dere yatağında da su olmadığını gördük. Gökdere yönüne dönen toprak yol, diğer yandan Nif’in eteklerini Batı yönünde yalayarak dönen bir rotayı izliyordu. Uzun bir süre yüksek basıncın etkisiyle şehrin üstüne çökmüş sisin ardındaki körfezin izlerini solumuzda bırakarak yola devam ettik. Yürüyüş öncesi rota çalışması sırasında tespit ettiğimiz patikadan, Nif Dağı yönünde yükselen küçük bir sırta doğru tırmandık. Mesafe kısa olmakla birlikte, eğim oldukça dikti ve bizi biraz zorladı. Sırtı tırmandığımızda önümüze Nif Dağı’na doğru kıvrılan bir orman yolu çıktı.

 Çocuktumarı Mevkii'ne doğru ilerleyen yol

Çocuktumarı Mevkii

10 Ocak 2014 Cuma

ORTA ANADOLU NOTLARI-3




BOZKIRDA BİR FIRÇA DARBESİ
AH ARAPGİR ARAPGİR
24-29 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu

Bir Orta Anadolu seyahati sırasında düştü yolumuz Arapgir’e. Keban üzerinden; Elazığ’dan Kemaliye’ye doğru giderken, yemyeşil kavaklıklar içinde, doğu batı eksenindeki bir vadiye saklanmış bu güzelim kasabaya rastladık ansızın. Sanıyorum Kozluk Çayı’ydı adı; vadinin dibinde akıp giden; belki de ilerde Fırat’a kavuşmak için acelesi olan bu bozkırın hayat kaynağı suyun kıyıcığında kurulmuştu Arapgir. İçinde sakladığı eşsiz değerlerini, hüznünü ve kadim tarihini bağrına gömmüş bu kasabaya kısa zaman diliminde uğramak için şeytan dürttü bizi. Ne iyi de etmişiz; güzel insanları, Kemaliye’yi andıran sessiz ve dingin atmosferi, çoğu yok olsa da, bugüne kalanlarla; ben buradayım diyen kültürel derinliğiyle dikkat çeken bu güzelim kasabayı görmekle…

Orgeneral Cevat Çobanlı Konağı'ndan Arapgir'in görünüşü

Zamana direnen bir eski Arapgir Konağı

Pazarıydı o gün kasabanın. Karasu’ya doğru ilerleyen asfalttan aşağı doğru sarkıverince, hemen Arapgir’in canlı hayatına dalıverdik. Belediye’nin önündeki mütevazı parkına yayıldı kimimiz; kimimiz ise yerel ürünlerin peşinde kasabanın pazarında aldı soluğu. Arapgir’in dillere destan küçük siyah üzümü, sert ve sulu kırmızı elmaları ve kuru dut; pazardaki dikkatimizi çeken en gözde ürünlerdi. Pazar için kasabaya inen köylüler, küçücük kasabayı panayır yerine çevirmişlerdi. Bütün bunların üstüne, meydanda Kaymakamlık ve Belediye ilgililerinin gerçekleştirdikleri yangın tatbikatı ise, bütün bu hareketliliğin orta yerinde taşradaki “neme lazımcılık” dersi gibiydi. 

Arapgir'in elması

Çevredeki özenden yoksun kimi kamu binaları ve onların arasında kendine yer bulmaya çalışan derme çatma bugünün sivil yapıları içinde boğulmuş sokaklar, bu kalabalık günde sıradan bir taşra kasabasından farklı manzaralar sunmamıştı ilk bakışta. Ama ne bilirdik; zenginlik ve Arapgir’i Arapgir yapan değerlerden bugüne ulaşan izler aşağılarda; vadiye doğruydu.

 Restorasyonu süren Ulu Cami

Ulu Cami'ye doğru inen sokak

Ulu Cami'nin mihrabı

İlk önce restorasyonu devam eden bir eski hamam ve hemen ilerisinde ise Ulu Cami çıktı karşımıza. Küçük şirin bir yokuşun iki yanındaki sivil mimari örneği güzelim evler de harap vaziyetteydi. Herhalde bu restorasyon sürecinde bir gün onlara da belki sıra gelecekti. Bu arada, Ulu Cami’nin de restorasyonu halen devam etmekteydi. Bizi gören çalışan ustalardan biri, Arapgir Belediyesi’ne haber vermeye gitti. Biraz sonra yanımızda upuzun boylu bir zabıta bitiverdi hemen. Güleç yüzlü, konuksever zabıtanın isminin Mustafa Bulut olduğunu sonradan öğrendik. Bize Arapgir’in sevimli mekânlarını tanıtan ve yemyeşil bahçeler içindeki güzelim sokaklarda dolaştıran O oldu. 

Millet Hanı'nın da bulunduğu Arapgir'de sağlıklılaştırma çalışmalarının sürdüğü sokak

O sokakta bakım geçirmiş evlerden biri

 Sokaktan bir başka görünüm

Konukevi olarak kullanılmak üzere restorasyonu yeni tamamlanmış ve yakınlarda TRT-6’da gösterimi gerçekleştirilen Mem-u Zin dizisinin çekiminin yapıldığı Millet Hanı, ilk ziyaret ettiğimiz mekân oldu. İç avlusuna bakan odaların yer aldığı iki katlı binanın kimi odalarında Arapgirli ailelerin yadigârları arasından seçilmiş etnografik malzemeler, daha henüz tam yerleştirilmemişti bile. Atmosfere açık iç avlunun ortasında yer alan küçük şadırvandan sürekli akan su ve suyun akışına göre üstünde dönüp duran bir küçük küre, Millet Hanı’ndaki bir konfor alanını işaret ediyordu. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından Cevat Çobanlı Paşa’nın bazı özel eşyalarını da burada görmek fırsatını elde ettik. Rehberimizin anlattığına göre kısa süre içinde burası konaklama mekânı olarak hizmet verecekti.

 Millet Hanı, iç avlu

Millet Hanı, avluya bakan odalar

Millet Hanı, avlunun ortasındaki şadırvan

Millet Hanı; odalardan birinde eski bir konsol

Millet Hanı’nın köşesinde yer aldığı sokak son yıllarda sokak sağlıklılaştırma çalışmalarının uygulandığı bir pilot bölge imiş. Sokağın iki yanında yer alan evlerin bu çalışmalar sırasında ötesi berisi toparlanmış; girişim, biraz Kemaliye deneyimini hatırlattı bize. Bu arada Arapgir’in, Tarihi Kentler Birliği üyesi olduğunu ve ÇEKÜL Vakfı ve benzeri sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’nin birçok kasabasında olduğu gibi buradaki iyileştirme çalışmalarında da katkısı olduğunu öğrendik. Bütün bunların hepsi, aslında bozkıra atılmış birer fırça darbesi gibiydi ve ümitlendirici idi.

Bahçeler arasında bir Arapgir sokağı 

 Arapgir evi

Sırtta kalmış bir eski ev daha; bu da boş

Ama sokaklarda dolaştıkça anladık ki; Arapgir’in sırları vardı; yorgun taş(bazen kerpiç)-ahşap kardeşliği konakların ardında. Çürümüş tahtaların içine sinmişti sanki gizler. Ermeniler diye fısıldadı zaman kulağımıza; burada çoktular bir zaman. 10 civarı kiliseleri vardı; bir de Arapgir Katedrali… Şimdi Malatya’dan Ermenistan’a göçüp yerleşen Ermenilerin çocukları orada Arapkir diye bir yerleşim kurmuşlar, orada yaşarlarmış; içlerinde hala o büyük acıyı, hüznü ve yok oluşu içlerinde taşıyarak.

 Arapgir'in çanları
Arapgir Katedrali’nin hikâyesi ise başka bir hazin öykü; 13.yy.dan kalma bir yapı olarak, Batı’da yaşayan Ermeniler için en gösterişli ibadethanelerden biriymiş zamanında. 3000 kişilik bir kapasitesi olduğundan söz ediyor kaynaklar. 1915 Ermeni Tehciri sırasındaki olaylarda kilise; saldırıya uğramış, yağma edilmiş ve yakılmış. Ermeniler bu toprakları terk ettikten sonra ise, bina yeniden onarılarak 1950 yılına kadar okul olarak hizmet vermiş. 1950 Eylül’ünde ise idarenin aldığı bir karar çerçevesinde bina yıkılarak ortadan kaldırılmış ve boş bir arazi haline dönüştürülmüş.

 Arapgir Katedrali; 19.yy.sonları(1)