30 Temmuz 2013 Salı

ZEYTİNOVA’NIN UZAK KÖYLERİ; GAZİLER, ALAN ve LÜTUFLAR


18 Haziran 2013
İbrahim Fidanoğlu

Zeytinova, Bayındır ile Tire arasında yer alan, idari olarak Bayındır’a bağlı 1500 civarı bir nüfusa sahip; daha çok ismiyle de öne çıkan zeytincilik üzerine kurulu küçük ekonomisi ile yaşam mücadelesi veren İzmir’in küçük beldelerinden biri. Hemen Tire – Ödemiş karayolu üstündeki sapaktan sonra birkaç km.lik kısa bir yolculukla ulaşılabilir bir uzaklıkta yer alıyor.

Tire Salı Pazarı'nda dolmalık kabak çiçekleri

Oldukça sıcak bir günde Tire’de buluştuğumuz dostumuz Hasan Hoca ile ne zamandır aklımızda olan ve şimdilerde bir baraj inşaatının sürmekte olduğu; Zeytinova’nın arka dünyasındaki derin vadinin iki yamacına saçılmış köylere doğru rotamızı çevirdik. Buradaki köylerin yaklaşık yüzyıl önce yerel malzeme kullanılarak yapılmış sivil mimari örnekleri ile kaplı olduğunu işitmiştik. Hatta bu vadinin neredeyse tepesinde yer alan Alan Köyü’nün eski bir Rum yerleşimi olduğu yönünde de bilgiler vardı. Bunların tümünü anlamak için o coğrafyaya şöyle bir uğramak gerekiyordu. 

 Tire Salı Pazarı; tezgahlar kuruluyor.

Tire’de bugün Salı Pazarı vardı; şehrin içine arabayla girmek nerdeyse mümkün değildi. Arabayı, istasyon civarında çınar ağaçlarının altındaki koyu gölgelik bir alana bıraktık. Kahvaltı bile yapmadan; sabah erkenden Tire Pazarı’na özgü sabah duasını kayıt altına almak amacıyla; Ali Efe Hanı’na doğru yukarıya yürüdük. Köylüler ve diğer pazarcılar tezgâhlarını yeni yeni kuruyorlardı. Saat 9’a doğru belediye hoparlöründen Pazar duası okunmaya başlandı. Çok eski zamanlardan kalma bir lonca geleneği olan ve alışverişin karşılıklı olarak dürüstlük ve bereket getirmesi dileğiyle dillendirilen sabah duası, bugün için birçok yerde unutulup gitmiş bir eski bir geleneğin yaşatılması açısından ilginçti. 

 Tire Salı Pazarı; Tahtakale'de giysi pazarı

Pazar duası, eski yıllarda Tire’deki camilerin minarelerinden okunurmuş. Zamanla teknolojinin getirdiği imkânlar dâhilinde bu gelenek bugün için artık belediye hoparlörlerinden sürdürülüyor. Pazar duası esnasında; pazarda alışveriş yapan Tirelilerle pazar esnafı ellerini açarak Tanrı’dan kendilerine bereket ve hayırlı kazançlar vermesini diliyorlar. Dua bitiminde de esnaf, birbirlerine hayırlı işler dileyerek günlük satış faaliyetlerine başlıyorlar. Bu sevgi ve doğruluk temelinde gelişen geleneğin; Ege’nin en batıdaki ucunda yer alan ve Türkmenlerin Anadolu’ya yönelik göçünün son bulduğu noktalardan birinde hala yaşatılıyor olmasının da ayrı bir anlamı olsa gerek diye düşünüyor insan.

 Tire Salı Pazarı'ndan sabahleyin yapılan geleneksel pazar duası(izlemek için butonu tıklayınız)

Sabah mahmurluğunu üzerinden atan Salı Pazarı’nda; birbirine karışan pazarcı tezgâhlarından yükselen sesleri ardımızda bırakarak Zeytinova Kasabası’na doğru yola çıktık. Birkaç yıldır bitmek bilmeyen bölünmüş yol çalışmalarının sürdüğü Bayındır yönünden gelen yolla kesişen Tire – Ödemiş asfaltının üzerindeki kavşak çalışmaları da halen devam ediyordu. Zeytinova Tren İstasyonu’nu geçer geçmez Zeytinova levhasından kasaba yoluna saptık. Kasaba, sapaktan 4 km. uzaklıktaydı; girişteki iki katlı belediye binası, birkaç resmi yapı, meydanı bölen kısa bulvar, yolun iki yanına dağılmış dükkânlar ve meydanda yer alan birkaç kahvehane dikkatimizi çeken mekânlardı. Kıt kanaat bir bütçe ile ayakta kalmaya çalışan bir kasaba belediyesinin yaşam mücadelesinin izleri sokaklara ve binalardaki haraplığa yansımıştı. Durmadan, baraj yönünde kasabanın çıkışına doğru devam ettik.

Zeytinova Köyleri; gezdiğimiz güzergah, özellikle Alan Köyü (Google Earth'den alınmıştır)

23 Temmuz 2013 Salı

GÜME DAĞI’NDA BİR HUZUR YUVASI: ARAPPINARI




11 Haziran 2013
İbrahim Fidanoğlu

Tire, Türkmenlerin Batıya yönelen büyük göçünün neredeyse son bulduğu Ege Denizi’ne yakın noktada; bu göçün şifrelerini saklayan önemli merkezlerden birisidir. Burası geçmişten günümüze uzanan bu ruhani hayatın ağırlığı altında ezilmiş, şekil değiştirmiş; belki de bugün için biraz da şehirli hayatın ve tüketim ekonomisinin etkisi altında bozunarak ülkeye egemen hale gelen toplumsal yönlendirmelerin bir aracı haline de dönüşmüş denilebilir. Ama aslında bu mudur Tire’deki ruhani hayatın özgünlüğü ve insanları bir zamanlar huzur dolu ama çileli yolculuklara sürükleyen ve kökleri belki de çok derinlerde ve o büyük göçün genetiğinde saklı inançlar sistematiği…


Arappınarı'nın çağlara tanık kara servileri

Tire’nin sırtını dayadığı Aydın Dağları’nın bir parçası olan Güme Dağı’nın Tire’ye bakan yamaçlarında; asırlık kara servilerin arasına gizlenmiş bir konumdaki Arappınarı Tekkesi de bu mekânlardan biridir aslında. Kaynaklarda, günümüze yıkık dökük de olsa ulaşabilmiş bu önemli ruhani mekânın, Evliya Çelebi’nin Tire’ye uğradığı zamanlara dek uzanan bir geçmişe sahip olduğundan söz ediliyor.



Arappınarı'nda Seha Hoca ile birlikte Küçük Menderes Ovası'na karşı bir dinlenme anındayız.

Bugün bizim için ayrıca anlamlıydı; çünkü Arappınarı’na çıkarken bizimle birlikte Tire’nin yaşayan bilge adamlarından Seha Gidel Hoca da yanımızdaydı. Onun için; Arappınarı’nın anlamı bambaşkaydı. İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olduktan sonra nihayetinde Tire gibi bir taşra kasabasında resim öğretmenliğini sürdürürken, kasaba hayatlarının o anlatılmaz dinginliği ve bir anlamda “bitmeyen” tekrarları içinde bir münevver olmanın dayanılmaz sıkıntısını da yaşadı. Ancak; Tire’nin kadim uygarlıkları zamanından günümüze aktarılan birikim ve o günlerin bugünlere üflediği tılsım; belki de Seha Hoca’nın Tire’nin her santimetrekaresine basarken, yeniden keşfettiği bir hayata dönüştü. Balkanlar’da Vardar Yenicesi’ne dayanan kökleri nedeniyle her zaman insan merkezli bir düşünce sistematiğine açık bir coğrafyada ve aile ortamında şekillenen bir hayatın; bugün bile hala varlığını o coğrafyada yoğunlukla sürdürebilen Bektaşilik felsefesinden de uzakta değildi. İşte bir Bektaşi makamı olarak bilinen Arappınarı da onun sevgili dostlarıyla sıkça uğrayıp derin felsefi ve sanata dair sohbetler yaparak yerelden evrensele ulaşmak adına giriştikleri düşsel yolculukların mekânlarından en önemlisiydi belki de.

 Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek, Seha Hoca ve diğerleri Arappınarı'nda

Güme aslında, Roma’nın kırsaldaki en küçük idari yapılanması olan “kome”nin günümüz diline evrilmiş şekli. Bu sözcüğün halkın hafızasında yer etmiş yer adlarının içine nasıl gömüldüğünü; Adagüme, Bezdegüme, Mendegüme gibi Ödemiş civarındaki yerleşimlerin yüzlerce yıllık adlarına bakıldığında da anlamak mümkün. Ancak ne yazık ki, halkın unutmadığı ve tarihin süzgecinden süzülerek günümüze ulaşan bu isimleri, yakın tarihimizin “işbilir” yönetimleri, tuhaf kaygıları hatırlatan çocukça isimlerle değiştirmişler. Ama nafile; hiçbir çaba o eski isimleri yok edemiyor; halk hala inatla eskisini kullanmaya devam ediyor ve olur olmaz nedenlerle yerleşim adlarını değiştiren bu iradeyi de aslında tanımıyor. 

 Seha Hoca, çeşmenin detayı hakkında Başkan'a anlatıyor

Toptepe’yi arkamızda bıraktıktan sonra Güme’ye doğru tırmanışımızı sürdürdük. Arappınarı Mevkii’ne geldiğimizde Tire Belediyesi’nin yeni asfaltladığı tekkeye yönelen yola saptık. Tekkenin bulunduğu alanda Tire Belediyesi’nin yürüttüğü hummalı bir faaliyet vardı. Tesadüf o ya; Belediye Başkanı Tayfur Çiçek de ekibiyle oradaydı. Tire’de herkesin öğretmeni Seha Gidel’i karşısında görünce önce şaşırdı; daha sonra da büyük sevinç duydu. Bu karşılaşma, bizler için de birinci ağızdan yürütülen faaliyetleri ve amacını dinlemek açısından yararlı oldu. Başkanın anlattığına göre, Derekahve’nin arka planında yer alan Arappınarı ve içinde bulunduğu vadi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arazileri içindeymiş. Vakıflar’dan alınan vadinin her iki yamacındaki arazilere karadut, ceviz ve kestane dikmişler. Arappınarı Tekkesi’nin restorasyonu da kendisi için bir ideali temsil ediyormuş. Kendisi burasını bir huzur yuvası olarak tanımlıyor. Aynı düşünce Seha Hoca’da da mevcut.

 Seha Hoca, tekkenin önündeki çeşmeyi incelerken...

11 Temmuz 2013 Perşembe

KARYA’NIN GÖĞE UZANMIŞ KUTSAL TAHTI; LABRAUNDA yada LABRANDA


15.Mayıs 2013
İbrahim Fidanoğlu

2012 güzünde Girit’e gitmiştik. Herakleion’da Müze’yi gezerken galerilerden bir tanesinin iki köşesinde çift başlı baltalar (labrys) dikkatimizi çekmişti. Kadim Minos uygarlığının Knossoss gibi saray kentlerinde öne çıkan en önemli dinsel simgelerinden çift başlı baltanın yaygın olarak bir tapım unsuru olarak en çok karşımıza çıktığı yerlerden biri de İlkçağ’da Anadolu’nun Karya bölgesi idi. 

 Girit'te Heraklion Arkeoloji Müzesi'nde "Labrys" Zeus'un çift ağızlı baltası; 2012 Ekim

Bugün İlkçağ’daki Karya coğrafyasının kalbi sayılabilecek Milas ile çevresinde ve onun inanç merkezi sayılabilecek dağların üstündeki Labraunda’da dolaştık. Son yıllarda 2008 yılından beri pek de sessiz sedasız denilemeyecek bir şekilde yağmalanan ve Perslerin ilk Karya Satrabı Hekatomnos’a ait olduğu söylenen anıt mezarla da gündeme oturan bu İlkçağ uygarlığının kalbinde dolaşmak her zamanki gibi heyecan vericiydi.

Labraunda'nın genel görünüşü
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)


Labraunda önlerinde bizim gezginler

Sabah geleneksel Belevi kahvaltımızdan sonra bahardan yaza dönen bir havada Bafa Gölü kıyısını takiben, yıllardır sürüp giden bölünmüş yol çalışmaları nedeniyle sıkıntılı bir güzergâhtan Milas’a doğru yöneldik. Saat 11 civarı Karya Ülkesi’nin Bodrum’dan önceki başkenti Milas’a girdik. Milas içindeki planladığımız gezintimizi öğleden sonraya bırakarak kentten 14 km. uzaklıkta ve Aydın’ın Karpuzlu ilçesi (eski Alinda antik kenti) yolu üzerinde yer alan Karya’nın kutsal alanı Labranda’ya yöneldik. 

 Labraunda Kutsal Alanı'ndan Gökova üstündeki Kıran Dağları'na doğru bakış

Milas – Bodrum yolu üzerindeki “şehir merkezi” girişini sağımızda bırakıp döner kavşaktan İzmir yönüne tekrar döndükten sonra, Labranda levhasından Doğu yönüne doğru saptık. Yargının üstünlüğünü (?) vurgulamak için olsa gerek 11 yıllık icraat döneminde Roma döneminin ahalide korku ve eziklik yaratmaya matuf kamu binalarını andıran taşra kasabalarının dev adliye binalarından birini solumuzda bırakarak, Anadolu’daki İlk Çağ’ın kadim inanç merkezlerinden birine doğru; dağa sarmaya başladık. Çift yönlü ve bulvar görünümlü kaliteli bir yol, bir süre sonra Beşparmaklar’dan yakınlardaki Güllük Limanı’na feldispat madeni taşıyan yük kamyonlarının hayli hırpaladığı daracık bir tali asfalta ve ören yerine 1-2 km. kala da yine aynı tahribat sonucu asfaltın kaybolarak engebelerle dolu berbat bir şoseye dönüşüyordu.


 Akropol'den Labraunda Kutsal Alanı ve topoğrafyanın görünüşü

Perslerin Karya Satrapı Maussollos tarafından ören yeri yakınlarındaki Kargıcak Köyü üzerinden yapılan bir döşeme yolla ulaşılan kutsal alan, aslında buluntu çömleklerin yaşları itibariyle M.Ö. 7 yüzyıla kadar dayandırılan bir inanç merkezi olarak kayıtlara geçmiş. Ören yerini 19.yy.da yeniden bulan Avrupalı gezginler de aynı rotayı izlemişler. Bugün bile Kargıcak yönünden yapılacak yürüyüşle bu döşeme yolun günümüze kalan bazı parçalarına rastlamak mümkün.

 Ören yerinin bekçi köpeği ile hasbıhaldeyiz

Beşparmakların uzantıları üzerinde bir kartal yuvası gibi göğe yükselen Labraunda Kutsal Alanı, açık ve temiz bir havada ufka doğru bakıldığında, oldukça geniş bir görüş açısına sahip bir yükseltide ve son derece etkileyici bir konumda yer alıyor. Gözlerimiz ufka doğru etkileyici topografyayı tarıyor. Uzaklarda; Bodrum’un üstünde Torba çöküntüsünü ve Türkbükü’nün arkasındaki Kaplan Dağı’nı, daha da ötelerde Ege Denizi’nde Bodrum yarımadasının hemen dibindeki İstanköy Adası’nın hörgücünü ve en önde uzayıp giden Gökova’nın Kıran Dağları’nın uzantısı Kuru Kümes Dağları’nı bir silsile şeklinde seçmeye çalışıyoruz. Kutsal alan, binlerce yıllık kadim geçmişinde saklı kutsallığını borçlu olduğu ve sanki yıldırımlı yağmurlarla ikiye ayrılmak üzereymiş hissini veren dev bir yarık kaya çekirdeği ile onun dibindeki pınarın altından itibaren geniş bir yaylakta aşağılara doğru uzanıp gidiyor.


Labraunda'nın kutsal kayası; Yarıkkaya

Dağların tepesinde, ıssız bir yaylada İlkçağın hac edilen bir kutsal alanı ve Batı Anadolu’nun eski zaman sakinleri Karyalıların kutsal merkezi olan Labraunda’ya Mylasa’dan, Alinda ve Alabanda’dan gelen ziyaretçiler tanrılarının onuruna yapılan ve muhtemelen beş gün süren şenlikler için buraya yılda bir kez yürüyerek gelirmiş. , Tapınağa Milas yönünden gelenler, Güney Kapısı’ndan (Güney Propylonu); Alinda yönünden gelenler ise Doğu Kapısı’ndan (Doğu Propylonu) ulaşırlarmış. Bu kapılardan girmeden önce temizlenmek, arınmak ve bu kutsal mekâna bir anlamda her türlü “kirinden” arınarak girmek esasmış. Bu amaçla kutsal alanın Kargıcak yönündeki güzergâhında; aşağılarda var olan pınarlardan söz ediliyor. 

 Yarıkkaya'nın Labraunda'nın kutsal pınarı

Labranda’yı eşsiz kılan en önemli özelliklerden biri de, Zeus’a adanmış tapınağın hemen altında ve aynı hizada yer alan iki Andron’u barındırıyor olması. Andronlar yada “erkek meclisleri”, kutsal törenlerde sadece Karyalı halkların ileri gelen soylu temsilcilerinin katılabildiği kurban şölenlerinin düzenlendiği mekanlardı. Güneye doğru uzayıp giden derin vadiye bakan; son derece kalın duvarlara açılmış pencerelerden giren denizden gelen meltem rüzgârı, bu yükseltilere dahi ulaşan Milas’ın yaz aylarındaki kavurucu sıcağına çare olarak düşünülmüş olmalı. 

 Labraunda Kutsal Alanı'nın andronları; alt düzlemde Maussollos, üst düzlemde İdrieus'un Andronları 

“Andronlarda duvarlar boyunca yer alan sedirlere oturan 40 civarı konuk, bu şölenlere katılır, yer içer ve geceleyin de uyur kalırdı. Önemli katılımcılardan belki yüzden fazlası da kutsal alanın doğu kısmındaki stoada yer alan altı yemek salonunda ağırlanırdı. Katılımcıların büyük çoğunluğu, muhtemelen çeşitli teraslar üzerinde kurulan geçici barınak veya çadırlarda yerde yiyip içmek ve yatıp uyumak durumunda olmasına karşın Labranda’daki bu sıra dışı ziyafet tesislerinin benzerleri çoğu antik kutsal alanda bulunmaz.”(1)

  Maussollos Andronu'nun şölen odası

Ören yerinin önündeki düzlüğe geldiğimizde yaylada hafif bir esinti vardı. Yol çatısından itibaren bizi takip eden tasmalı (büyük ihtimalle bekçilerin) iki kurt köpeği arabayı bıraktığımız vadiye nazır düzlükte bizi koklayarak teftiş ettiler. Kutsal alana girmemize bir engel olmadığına karar veren bu hınzırları bir süre sevdik. Hala ötemizde berimizde dolaşan köpeklere bir şeyler vermek için bakındık, ama onlara layık bir şey bulamadık yanımızda. Bir süre Gökova’nın üzerinde yükselen ve uzaktan bir siluet olarak fark edilen Kıran Dağları’nın sırtlarını seyrettik. Arkamızı döndüğümüzde, yamaçta mitolojik hikâyelerin kaynağı Yarıkkaya bütün haşmeti ile karşımızda duruyordu. Hemen sol yanında ise günümüze oldukça sağlam bir şekilde ulaşabilmiş bir mezar yapısı vardı. Rivayetlerden birisi üç sedirli bu mezar anıtının Mausollos’un kardeşi İdrieus’a ve onun ailesine ait olabileceği doğrultusundaydı. Ne olursa olsun içine de girdiğimiz bu yapı günümüze ulaşan sağlamlığı ve kalın duvarları ile eşsiz güzellikteydi.

 Maussollos'un Andronu; şölen odasının girişindeki hayat ve sütunlar

Yarıkkaya’nın üstünde yer alan nişler büyük olasılıkla kült heykelciklerin konulduğu kutsal bölümlerdi. M.Ö. 7.yy. kadar uzanan bir geçmişe sahip kutsal alanın bütün sihri bu kayadan kaynaklanıyor olsa gerekti.