23 Temmuz 2013 Salı

GÜME DAĞI’NDA BİR HUZUR YUVASI: ARAPPINARI




11 Haziran 2013
İbrahim Fidanoğlu

Tire, Türkmenlerin Batıya yönelen büyük göçünün neredeyse son bulduğu Ege Denizi’ne yakın noktada; bu göçün şifrelerini saklayan önemli merkezlerden birisidir. Burası geçmişten günümüze uzanan bu ruhani hayatın ağırlığı altında ezilmiş, şekil değiştirmiş; belki de bugün için biraz da şehirli hayatın ve tüketim ekonomisinin etkisi altında bozunarak ülkeye egemen hale gelen toplumsal yönlendirmelerin bir aracı haline de dönüşmüş denilebilir. Ama aslında bu mudur Tire’deki ruhani hayatın özgünlüğü ve insanları bir zamanlar huzur dolu ama çileli yolculuklara sürükleyen ve kökleri belki de çok derinlerde ve o büyük göçün genetiğinde saklı inançlar sistematiği…


Arappınarı'nın çağlara tanık kara servileri

Tire’nin sırtını dayadığı Aydın Dağları’nın bir parçası olan Güme Dağı’nın Tire’ye bakan yamaçlarında; asırlık kara servilerin arasına gizlenmiş bir konumdaki Arappınarı Tekkesi de bu mekânlardan biridir aslında. Kaynaklarda, günümüze yıkık dökük de olsa ulaşabilmiş bu önemli ruhani mekânın, Evliya Çelebi’nin Tire’ye uğradığı zamanlara dek uzanan bir geçmişe sahip olduğundan söz ediliyor.



Arappınarı'nda Seha Hoca ile birlikte Küçük Menderes Ovası'na karşı bir dinlenme anındayız.

Bugün bizim için ayrıca anlamlıydı; çünkü Arappınarı’na çıkarken bizimle birlikte Tire’nin yaşayan bilge adamlarından Seha Gidel Hoca da yanımızdaydı. Onun için; Arappınarı’nın anlamı bambaşkaydı. İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olduktan sonra nihayetinde Tire gibi bir taşra kasabasında resim öğretmenliğini sürdürürken, kasaba hayatlarının o anlatılmaz dinginliği ve bir anlamda “bitmeyen” tekrarları içinde bir münevver olmanın dayanılmaz sıkıntısını da yaşadı. Ancak; Tire’nin kadim uygarlıkları zamanından günümüze aktarılan birikim ve o günlerin bugünlere üflediği tılsım; belki de Seha Hoca’nın Tire’nin her santimetrekaresine basarken, yeniden keşfettiği bir hayata dönüştü. Balkanlar’da Vardar Yenicesi’ne dayanan kökleri nedeniyle her zaman insan merkezli bir düşünce sistematiğine açık bir coğrafyada ve aile ortamında şekillenen bir hayatın; bugün bile hala varlığını o coğrafyada yoğunlukla sürdürebilen Bektaşilik felsefesinden de uzakta değildi. İşte bir Bektaşi makamı olarak bilinen Arappınarı da onun sevgili dostlarıyla sıkça uğrayıp derin felsefi ve sanata dair sohbetler yaparak yerelden evrensele ulaşmak adına giriştikleri düşsel yolculukların mekânlarından en önemlisiydi belki de.

 Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek, Seha Hoca ve diğerleri Arappınarı'nda

Güme aslında, Roma’nın kırsaldaki en küçük idari yapılanması olan “kome”nin günümüz diline evrilmiş şekli. Bu sözcüğün halkın hafızasında yer etmiş yer adlarının içine nasıl gömüldüğünü; Adagüme, Bezdegüme, Mendegüme gibi Ödemiş civarındaki yerleşimlerin yüzlerce yıllık adlarına bakıldığında da anlamak mümkün. Ancak ne yazık ki, halkın unutmadığı ve tarihin süzgecinden süzülerek günümüze ulaşan bu isimleri, yakın tarihimizin “işbilir” yönetimleri, tuhaf kaygıları hatırlatan çocukça isimlerle değiştirmişler. Ama nafile; hiçbir çaba o eski isimleri yok edemiyor; halk hala inatla eskisini kullanmaya devam ediyor ve olur olmaz nedenlerle yerleşim adlarını değiştiren bu iradeyi de aslında tanımıyor. 

 Seha Hoca, çeşmenin detayı hakkında Başkan'a anlatıyor

Toptepe’yi arkamızda bıraktıktan sonra Güme’ye doğru tırmanışımızı sürdürdük. Arappınarı Mevkii’ne geldiğimizde Tire Belediyesi’nin yeni asfaltladığı tekkeye yönelen yola saptık. Tekkenin bulunduğu alanda Tire Belediyesi’nin yürüttüğü hummalı bir faaliyet vardı. Tesadüf o ya; Belediye Başkanı Tayfur Çiçek de ekibiyle oradaydı. Tire’de herkesin öğretmeni Seha Gidel’i karşısında görünce önce şaşırdı; daha sonra da büyük sevinç duydu. Bu karşılaşma, bizler için de birinci ağızdan yürütülen faaliyetleri ve amacını dinlemek açısından yararlı oldu. Başkanın anlattığına göre, Derekahve’nin arka planında yer alan Arappınarı ve içinde bulunduğu vadi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arazileri içindeymiş. Vakıflar’dan alınan vadinin her iki yamacındaki arazilere karadut, ceviz ve kestane dikmişler. Arappınarı Tekkesi’nin restorasyonu da kendisi için bir ideali temsil ediyormuş. Kendisi burasını bir huzur yuvası olarak tanımlıyor. Aynı düşünce Seha Hoca’da da mevcut.

 Seha Hoca, tekkenin önündeki çeşmeyi incelerken...


Alanda şu anda restorasyonu devam eden ve kayrak taşlarla örgü duvar şeklinde bir yeniden kapalı bir mekâna dönüştürülen bir türbe, türbenin ovaya bakan ön cephesine bitişik tuğla ve taş örgülü ve mermer hazneli bir çeşme ve yine biraz daha beride bir başka çeşme daha yer alıyor. Bunun yanında, daha alt bir düzlemde; bir müştemilat binası da düşünülmüş. Ayrıca; şimdilerde ağaçlar ve sık çalılar arasında kalmış ve çok sayıda mezar da bu alanda bulunuyor. Suyun kaynağı ise biraz yukarılarda… Su boruyla kaynaktan aşağılara taşınıyor.

 Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek ve öğretmeni Seha Gidel Hoca Arappınarı'nda birarada...

Alanın, topoğrafyaya olan hâkimiyetinden ve egemen bitki örtüsünün muhteşemliğinden kaynaklanan etkileyiciliğini anlatmak gerçekten güç olsa gerek. Adından da anlaşılacağı gibi son derece önemli su kaynaklarının bulunduğu mevkide; ceviz, kestane, çınar, akasya v.b. muhtelif ağaçlarla kaplı zengin bir ormanlık alandan söz edilebilir. Bütün bu yeşil örtünün içinden, ayaklarımızın altında uzayıp giden vadiye ve onun ötesindeki Küçük Menderes Ovası’na bakma anlatılmaz bir duygudur.

 Arappınarı Tekkesi, Türbe

Restorasyona kadar, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kiraya verilen tekke ve arazisi içinde yer alan türbede üç kabir bulunuyor. Bunlar soldan sağa sırasıyla; tekkenin büyük olasılıkla kurucusu Horasanlı Halil İbrahim Baba, Tekkenin Halveti döneminden kalma; 17.yy.ın ünlü dervişlerinden ve Evliya Çelebi’yi tekkede ağırlayan Halil İbrahim Baba ve 19.yy.da yaşamış; Seha Hoca’nın da sıkça adını andığı ünlü Hüsnü Baba’ya ait mezarlar.  Çevrede de yukarıda belirttiğimiz gibi çalılar arasında çok sayıda başka mezar taşları da yer alıyor.

 Sevdalısı olduğu doğanın kucağında; ceviz ağaçlarının altında Seha Hoca ile birlikteyiz.

Tireli araştırmacı yazar Munis Armağan’ın Tire Vakfiye Defterleri’nden elde ettiği bilgilere göre tekke aslında bir Bektaşi Tekkesi… Ancak belli bir dönem Halvetilerin de bu tekke de faaliyette bulundukları anlaşılıyor. Munis Armağan’a göre Horasan erenlerinden Halil İbrahim Baba’nın tekkesi, Aydınoğulları döneminde en ünlü Bektaşi tekkelerinden biriydi. Arappınarı ve Kalpakkaya isimleri ile anılan tekke doğal güzelliği ve ovaya egemen konumu ile dikkat çekmekteydi. Kalpakkaya, Osmanlı döneminde tekkenin bulunduğu alana verilen isim olmalıdır.

 Dede Babaların kabirleri; Arappınarı Türbesi'nin içi; restorasyon anı

Evliya Çelebi, Tire ziyaretinde uğradığı tekkeye Seyahatnamesi’nde geniş bir yer ayırmıştır. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre tekke, Bursa’da Halveti Şeyhi Üftade Efendi’ye bağlı olup, çevrede 20.000’den fazla müridi vardı ve tekkenin sırtındaki kestanelikler, tekkenin vakfiyesini oluşturmaktaydı. Evliya Çelebi, tekkede 200 kişinin hizmet gördüğünü ve yakınında 70-80 odalı bir “fakirhane”nin yer aldığını belirtmekteydi. Ayrıca, tekkenin en önemli gelir kaynaklarında biri de vadide dere üzerinde bulunan onlarca değirmendi. Munis Armağan’a göre; sicil defterlerinde, bu değirmenlerin yakın zamanlara kadar çalıştığı izlenimi edinilmektedir.

 Türbe köşe detayı-restorasyon sürüyor.

Diğer yandan, Orhan Fuat Köprülü’nün yayınlanmamış olan, Ustazade Yunus Bey’in meçhul kalmış bir makalesinde “Bektaşiliğin Girid’de İntişarı” adlı yapıtında “Ne zaman ki dergâhın mürşidi Abidin Baba 1918 (H 1334) tarihinde vefat etti ve arzuladığı posta oturamadı. O, dahi İzmir’in Tire kasabasına gitti ve oradaki dergâhın mürşidi Halife İbrahim Hüsnü Baba’dan mürşit payesini ihraz ve icazetnamesini alıp, İbrahim Baba olarak Horasanlı Dergâhı’na avdet etti” denilerek Arappınarı Tekkesi’nin çağındaki önemi vurgulanmaktadır.(1)

Arappınarı'nın kara servileri

“Mürşid Hüsnü Baba (eşşeyh Hüseyin Efendi İbnil hac Ahmet namı diğer Hüsnü Baba; ölümü 1914, Hicri 1332) 1903 tarihinde düzenlediği ek vakfiyede, Arappınarı Tekkesi’nin gelirlerinden bir bölümünü Hacı Bektaşi Veli Dergâhı ve Türbesi’ne akar koydurduğu görülmektedir. Yine vakfiyesinde; İstanbul Merdivenköy’deki Şahkulu Tekkesi’ne de gelir katkısı sağladığı anlaşılmaktadır.”(2)

19.yy.şeyhi Hüsnü Baba'nın kabri

Vakfiye kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, bir yanda Bursa ve Girit ile, diğer yanda gelir temini açısından Hacıbektaş ve İstanbul Merdivenköy Bektaşi Dergahları ile ilişkili olan Arappınarı Tekkesi, çağında bu büyük coğrafyada adı ve sözü geçen bir konuma sahipti. Tarihsel arka planı bu kadar zengin bir mekânın yeniden ayağa kaldırılması, gerçekten bu açıdan takdir edilecek bir davranıştır. Ancak, her iyi niyetle başlanılan şeyin arkası da getirilmelidir. Burada vurgulanmak istenen, yürütülmekte olan restorasyon ve düzenleme faaliyetleri sonrasında; buranın çevre sakinleri tarafından bir piknik alanı ve yeme içme mekânı haline dönüştürülmesinin önünün alınmasıdır. Aksi takdirde, bu kutsal mekânın; farkında olmaksızın burada yiyip içen kişiler tarafından pislik içinde bir alana dönüştürülmesine yol açabilecektir. Bu tehlike ne yazık ki, bugün için ülkemizin her yanında mevcuttur. Bu anlamda, yürütülmekte olan projenin bu safhayı da kapsaması, bu kutsal mekân için hayati bir önem taşımaktadır.

 Çeşme başında estetik dersindeyiz.

Seha Hoca, tekkeye bitişik konumdaki çeşmenin karşısına geçti, uzun uzun inceledi ve mermer haznenin çeşme konturu boyunca iki yana doğru uzatılmasının ön cepheden görünümü daha güçlendireceğini ve şu andaki solda ve sağdaki zayıflık yaratan boşlukları da ortadan kaldıracağını söyledi. Bu hepimizi hayrete düşüren ve Hocamızın parlak zekâsını ve estetik bakışını hala dışa vurabildiğini gösteren güzel bir örnekti. Bizler de onun bu yaşına rağmen, koruduğu güçlü hafızasını ve çalışan beynini idrak ederek gururlandık.

 Arappınarı Tekkesi'nin haziresindeki mezar taşlarından biri

Tekkeyi ve çevreye yayılmış tekkenin haziresini bir süre dolaştıktan sonra, bir alt düzlemde yer alan ve ovaya tamamen egemen durumdaki alan bekçisinin yaşadığı mekânda oturduk. Anladığımız kadarıyla bu bina da restorasyon sonrasında daha işlevsel bir hale getirilecek; belki de küçük bir servis alanına dönüştürülecekti. Bir süre burada soluklanarak, Hasan Hoca’nın Cambazlı’dan dostu Ünal Bey’in getirdiği yorgunluk çaylarını kadim Kaystros Ovası’na bakarak yudumladık. Bu eşsiz manzara eşliğinde Seha Hoca’nın yıllar öncesinde arkadaşlarıyla bu mekânda yaptığı sohbetleri ve yarenlikleri andık. Hocamız, sanki yaşayan bir tarih abidesi gibiydi. Anlattıkça coştu, coştukça anlatmaya devam etti. .(3)Zaman nasıl geçmişti, anlamadık. Bu sırada aşağıdaki ovada; Büyükkale’den ötede sert lodosun da etkisiyle alevlenen bir ova yangınını gözlerimizle takip ettik.


Çalılar arasında kalmış mezarlardan biri daha

Seha Hoca, kalkmaya yakın, benden birkaç tane ceviz yaprağı koparmamı istedi. Kopardığım ceviz yapraklarını hocamız, iki eline aldı ve uzun uzun ovuşturdu ve daha sonra kokusunu derin derin içine çekti. Bu koku onu gençlik yıllarına götürmüştü sanki. Bu hareket dahi, onun ne kadar doğa dostu olduğunun ve doğaya ne derin bir saygıyla bağlandığının bir göstergesiydi. Biz de onun bu sevgi dolu davranışına gıpta ettik ve arabaya doğru ağır ağır ilerledik.

 Seha Hoca ile müştemilata doğru yürürken...

Dönüş yolunda Tire’nin bir başka tabiat harikası Değirmendere Vadisi’ne uğradık. Seha Hoca’nın vazgeçemediği bir başka eşsiz mekândı burası. Zamanında bitmek bilmeyen çağıltısına ve eksik olmayan bülbül seslerine karşılık; şimdi zapturapt altına alınmış haliyle bir dilsiz biçareye dönüşmüş Değirmendere üzerinde ne ona ismini veren değirmenlerden eser kalmıştı ne de o değirmenlerin çarklarını çeviren suyundan… 

 Arkamızdaki yaşlı servi her şeyi anlatıyor

Oysa daha dün kadar yakındı her şey; vadi içinde 37 adet değirmeni ile birlikte gürül gürül akan suyun sesinin Tire’ye ulaştığı noktada; 14.yy.dan kalma Hafsa Hatun Külliyesi ile birlikte Ekinhisarı Semti ve bu semtin sakinleri; hepsi, bu ekolojik denge içinde yaşamlarını mutlu bir şekilde sürdürüyorlardı. Ekinhisarı, bir zamanlar yüzlerce tarihi beledi dokuma tezgâhının çalıştığı ve onu besleyen diğer lojistik noktaların bulunduğu bir yerdi. Ama artık bugün ne o tezgâhlardan ne de o tezgahların kıymetli ürünü Beledi dokumasından bir haber var. Dokumanın son temsilcisi Saim Amca da güçten düşmüş bir halde, bu dokuma işini çoktan bıraktı. Sözün kısası; artık her şey gibi Değirmendere de bozuldu ve şimdi akşamüstü yoldaşları uğruyor buralara; ellerindeki şişelerle… Ama ne yazık ki; “buldukları gibi bırakıyorlar her şeyi”; çünkü buldukları da pis, bıraktıkları da…

 Arappınarı'nda bir akşam vakti; hüzünlü mü hüzünlü...

Dipnotlar:
1.       Egenin Gizli Tarihi Horasaniler; A. Munis Armağan; Tüze Yayıncılık 2001 Ankara; sayfa 170-171
2.      a.g.e. sayfa: 171
3.      Seha Gidel ile ilgili diğer yazımız için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/04/seha-gidel-bir-ulu-cnar.html
4.      Fotoğraflar, ziyaret günü Hasan Doğan tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC









3 yorum:

  1. ANADOLU'NUN halen bozulmamış yerleri var.

    YanıtlaSil
  2. güzel memleketim; öyle çok özledim ki... bir yudum su gibi yazınız, hasretimi körükledi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli takipçimiz,
      Size bu duyguyu yaşatabildiysek ne mutlu bize... Tam da yapmak istediğimiz şeylerden biridir bu. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginizin ve katkılarınızın devamını dileriz.İF

      Sil