23 Nisan 2013 Salı

YAĞMURLU KARABURUN



3 Nisan 2013
İbrahim Fidanoğlu

Doğa yürüyüşü niyetiyle çıktığımız Karaburun seferi, iki gündür beklenen yağmurun aniden sağanaklar halinde bastırması ile Rüzgârlı Mimas’ın çevresinde yaptığımız bir yarımada gezintisine dönüştü. Nergis ve sümbül diyarı Karaburun Yarımadası’nda Akdağ’ın (antik dünyanın Mimas’ı) eteklerine serpilmiş saklı köylerine girdik çıktık, Bazen lodosla kabaran denizin kıyıcığında; küçük molalarla renklendirdik günümüzü. Bazen de denize tepeden bakan köy kahvehanelerinde soluklandık; yağmurun hafiflemesini bekledik; köylülerle lafladık. Velhasıl bugünün özeti; Karaburun kıyılarında tatlı ve ıslak bir tembellik oldu çoğunlukla.

 Balıklıova'da sabah yağmuru

Sabah erken saatlerde Urla – Gülbahçe yoluyla ulaştığımız Balıklıova’da yağmur altında kahvaltımızı yaptık. Deniz suyu, lodosun etkisiyle epey kabarmıştı. Balıklıova’daki kahvehanenin önünde; denize uzanan derme çatma iskele, tamamen sular altında kalmıştı.

Kahvaltı sonrası kıyıyı takip ederek Kuzeye doğru yola çıktık. Yağmur sürekli yağıyordu. Yapılacak tek şey; Akdağ eteklerine serpilmiş köylere birer birer girip çıkmak, bu saklı dünyadaki yaşamı yağmurlu bir günde gözlemekti.

 Kösedere Köyü Camisi'nin 2008 yılındaki eski hali

Mordoğan sapağına yaklaşırken solumuzda Çatalkaya ve sapağı geçtikten yaklaşık 1 km. kadar sonra da süslemeleri ile meşhur Ayşe Kadın Camisi’nin de bulunduğu Eski Mordoğan Köyü’nü ardımızda bıraktık. Eğlenhoca (bu kadar güzel köy ismi olur mu?) Köyü levhasından yukarı döndük. Köyün merkezindeki camide iskeleler kuruluydu. Belli ki bir restorasyon faaliyeti sürmekteydi. Köyde durmadık; zaten yağmurdan dolayı da ortalarda kimsecikler yoktu. Kösedere’ye doğru devam ettik. Baharın bütün güzelliği, yağmurla yıkanmışlık içinde göz alıcı manzaralar sunuyordu. Erguvanlar, doğayı kendi adlarıyla anılan renklere boyamışlardı. Kösedere Köyü’nün girişindeki mezarlığı geçerek köy meydanına ulaştık.

 Kösedere Köyü Camisi'nin girişteki kitabesi

Dikkatimizi çeken konu camiyle ilgiliydi. 18.yy.dan kalma caminin daha sonraki yüzyıllarda hemen yanına yapılmış bina yıkılmıştı. Üzerinde güvercin yuvasını andıran bir rölyefle dikkat çeken caminin kemerli kapısı açıktı; içeri girdik. Caminin 19.yy.da adalı Rum ustalar tarafından yapılması kuvvetle muhtemel mihrabındaki barok alçı süslemeleri ve duvarlarda yer alan deniz ve doğayı konu alan duvar resimleri oldukça etkileyiciydi. Mihrabın solunda 19.yy.dan kalma İzmirli Rum saat ustalarının el ürünü bir ahşap gövdeli saat durmaktaydı. Camideyken bizi merak edip içeri gelen köy ihtiyar heyetinden bir köylüyle köyün kahvehanesinde sohbet ettik. Caminin yanındaki eklenti binanın kendileri tarafından yıkıldığını, Anıtlar Kurulu’ndan ilgililerin cami ile ilgili incelemelerde bulunduğunu, proje çalışmalarının yürütüldüğünü, yakın zamanda bir restorasyon planlandığını anlattı. Caminin orijinal halinde camiye bitişik halde bulunan Abdülhamit dönemi minaresinin 1940’lı yıllarda yaşanan deprem sırasında tamamen yıkıldığını, minarenin daha sonra bugün yıkılmış olan eklenti binanın ötesine ve camiden ayrık konumda yeniden yapıldığını köy azasından öğrendik. Caminin etrafında çevreden çıkarılmış olan çok sayıda mezar taşı ve antik malzeme bulunuyordu. Bunların koruma altına alınması gerektiği konusundaki temennilerimizi azaya bir kez daha söyledik ve yola devam ettik. Yağmur kısa bir süre ara vermişti. Bunu fırsat bilerek belki yürüyebiliriz umuduyla; Meli’ye doğru yarımadanın arka yüzüne, yönümüzü çevirdik.

 Caminin kemerli giriş kapısının üstündeki rölyef

Karaburun’u geçtikten sonra Tepeboz altındaki Yeni Liman’a yaklaşırken berbat bir yağmur yeniden başladı. Lodos ve Batıyla birlikte çılgın bir şekilde yağan yağmur nedeniyle köyün limana yakın kahvehanesine sığındık. Balıkçı tekneleri sıra sıra limana dizilmişti. Bugün hayat, Karaburun Yarımadası’nda sanki durmuş gibiydi; yada yağmurun etkisiyle bize öyle göründü. Çayların eşliğinde denize küçük şapkalar şeklinde düşen yağmuru uzun süre keyifle seyrettik. Biraz hafifleyince Hasseki’ye doğru yola çıktık.

 Yeni Liman'da yağmuru seyreden gezgin

Vadiye inen sis içinden ilerlerken, bayıra doğru terk edilmişlik içinde yalnızlığına sarılmış, kente akın akın göçen gençlerin ardında kalan birkaç yaşlı nüfusu ve bazı şehir kaçkınları ile yüzyılların yorgunluğunu taşıyan silüetini gösterdi bize Hasseki.

 Yağmurda Yeni Liman

Akdağ’ın Ege Denizi’ne doğru uzanan derin vadilerinde 19.yy.da sürdürülen yoğun bağcılıktan eser yok artık buralarda. Sökülen bağların sekileri zaman zaman seçilmiyor değil aslında. Ancak, son yıllarda bu derin vadilerin yamaçlarında merkezi hükümetin teşvikiyle makilik alanların sökülerek zeytin dikilmesi operasyonu yürütülüyor. Bu amansızca ve hunharca sürdürülen doğa katliamı sonunda, iktidara yakınlığın avantajlarından da yararlanılarak devlet bankalarından elde edilen teşviklerle bu güzelim yamaçlar, tamamen o doğal örtüsünden arındırılmış ve kel bir başa döndürülmüş durumda. Ancak, doğa her zamanki gibi uyarılarını ve derslerini vermekte. Yağan şiddetli yağmurlar sonrasında bu doğa tahribatının ceremesini ve sonuçlarını Badembükü, Hamzabükü gibi cennet köşesi koylara doğru akan dereciklerin taşıdığı zemin toprağının, denizi boyadığı kahverengi sularda aramak gerek. Ne diyelim sözün bittiği noktadayız artık.


Hasseki; 2008 yılında...

Karaburun Yarımadası’nın Batıya bakan yüzünde; kendini bu vadilerin korsan akınlarına kapamış saklı koyaklarında gizlemiş bir dizi köy yer alıyor. Hepsi de; II. Abdülhamit dönemi tek tip minareleri ile dikkat çeken 19.yy. camileri ve yerel malzeme kayrak taşlardan yapılmış sivil mimari örneği güzelim evleri ile ortak bir ayar tutturmuşlar sanki. Hasseki, Sarpıncık, Parlak, Salman ve Küçükbahçe bunlardan bazıları… Bazıları da var ki; Rumların Türklerle birlikte yaşamının sonlandığı 1922 sonrasındaki Mübadele’den sonra kaderleri hepten değişmiş ve doğanın ve insanın tahribatı ile günümüze kadar devam eden bir yok oluş sürecine sürüklenmişler.

 Salman Köyü Camisi; 2008 yazı

Parlak’ı geçince, yalısı olan Badembükü’ne doğru inen bayır aşağı yoldan çok rahatlıkla seçilebilen ve bize her geçişimizde Fethiye’deki Kayaköy’ü hatırlatan Sazak Köyü bunlardan en dikkate değer olanı diyebilirim. Bir de bugün yazlık sitelerin istilasına uğramış haldeki Kara Reis Çifliği’nin üstünde; terk edilmiş eski Rum Köyü Meli var. Aslında Hasseki, Parlak ve hatta Küçükbahçe’nin kendisi de; iki halkın bu ortak yaşamına yüzlerce yıl tanıklık etmiş köylerdir. Ancak, 1922’de yaşanan o büyük travma, Ege’nin her iki yakasında da bugüne dek uzanan onulmaz yaralar açmış ve zihinlerde hiç silinmeyecek izler bırakmıştır.


 Badembükü yolundan Sazak Köyü harabelerine bakış; 2008 yazı

Sazak yada Rumların verdiği isimle Sazaki, mübadeleye kadar Rumların ve Türklerin birlikte yaşadığı, ağırlıklı olarak bağ tarımının yapıldığı müreffeh bir köymüş. 450 kişilik bir nüfusu varmış. Mübadele sonrası, Kayaköy’e benzer bir kaderi paylaşmış. Bağ terasları toprağın aşınan izleri arasında hala seçilebiliyor. Köy şu anda harabe halinde... Yamaçta kurulduğu için evler arasında daracık taşlı patikalardan geçilerek bir üst terastaki ev grubuna ulaşılabiliniyor. Köyün altında bir kilise yıkıntısı var. Evlerin formatları birbirine benziyor. Yıkılan evlerin duvarlarında ise nişler dikkat çekiyor.

 Kumtaşları üzerinde Badembükü martıları; 2010 Ocak ayı

Sazak Köyü’nün eski yalısı Badembükü, yağan yağmurlarla kahverengiye dönüşen kıyısındaki sularında geçmişini arıyor aslında. Hiç bir şeyin kıymetini bilmeyen bir insanlık var şimdi bu topraklarda. Oysaki Tanrı’nın bize armağan ettiği ve asla bizim olmayan o cennet köşeler, bizim bozuk para gibi harcayıp kenara atacağımız bir miras değildir bizlere. Ancak, bu gözü dönmüşlük ve doymamışlık hali bizi toplumca bu noktaya getirdi ne yazık ki. Tufeyli takımı ve bir çapulcular sürüsü, elbirlik memleketin her yanında bu cennet yurdun bir şekilde yağmasını sürdürmekteler. Ne demiş Tevfik Fikret ustamız tam yüzyıl önce; ibretlik olsun diye…

Han-ı Yağma

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazr!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Tevfik Fikret

Büyük Usta, yüzyıl önce söylemiş; ne farkı var o günden bugünün; belki yöntemler biraz değişti; belki daha teknik yöntemler kullanılıyor soygunda o kadar. Ama işin özü aynen sürüyor bu topraklarda. Ne diyelim “benim zavallı ve yalnız yurdum” nasıl kıydılar sana…


Badembükü Yalısı; 2010 Ocak

Badembükü, 1922’de terk edilmiş Sazak Köyü’nün yalısı konumunda. Parlak Köyü’nün yanından sapılan bir yolla bayır aşağıya iniliyor. Sarıyar Çeşmesi, yörenin tek tatlı su kaynağı. Bu yörede yamaçlara saçılmış, bu türden çoban çeşmelerine rastlamak pek mümkün. Küçükbahçe’ye tırmanırken Ege’yi tepeden seyreden böyle heybetli bir çeşme daha var. Andezit taşlardan örülmüş çeşmelerin yıllara meydan okuyan vakur duruşu, bu sessiz yamaçlarda daha bir anlamlı sanki.

 Badembükü'ne inerken Sarıyar Çeşmesi ve Ege Denizi; Ocak 2010

Karaburun’un arka yüzünde, Badembükü’nün önünde Sakız Adası önünde sıçrama noktaları teşkil eden adacıklar uzanıyor. Bunlar, bize Börklüce’nin direniş günlerini ve Sakız ile kurulan ilişkiler yumağını hatırlatıyor. Mağaza Dağı önündeki Doğuya mihrap yapan bir silik kilise izi, o günlerden bugüne uzanan bir hikâyeyi bize fısıldıyor. Sakız Adası’ndan Bedrettin yiğitlerine ve Karaburun direnişine destek olmak üzere Börklüce Mustafa’ya gönderilen mancınığın karaya çıkarıldığı plaj burası olmalı. Bedrettin yiğitlerinin Sakızlı Rum gemicilerin desteğinde I.Mehmet’e karşı ayaklandığı topraklar burası. On binlerin ak libaslarıyla “Edirne Sarayı’nda sulanmış atların” nalları altında acımasızca ezildikleri topraklar burası.

 Badembükü; Mağaza Dağı'ndan plaja bakış; 2010 Ocak

Badembükü’ne doğru bayır aşağı inen yolda ilerlerken koyun keçi otlatma nişangâhları dikkatimizi çekiyor. Üst üste konulan taşlarla uzaktan bir baca izlenimini veren bu yapılar otlakların konumunu ve sınırlarını belirliyor olmalı. 

 Badembükü; Kilisenin temel izlerinin bulunduğu tepe; 2010 Ocak

Seyrek evlerle kaplı; bol ağaçlı ve verimli tarım arazileriyle kaplı bir yer Badembükü. İsmini de düzlükte yoğun şekilde yer alan badem ağaçlarından almış. Rivayete göre; Süveyş Kanalı’nın açılması ile 19.yy.da sular aniden Badembükü’nden çekilmiş. Eskilerin günümüze taşıdığı bir hikâye bu; doğru mudur bilinmez? Bizden aktarması…

 Badembükü'nde Mağaza Dağı'nda kilisenin temel izleri; Ocak 2010

Badembükü’nün arazisinden yukarıdaki Salman ve Parlak köylerinin sakinleri yararlanıyor. Deniz kıyısında; tuzlu suyun ve kumun, denizin gelgitleri ile yükselip alçalması sonucunda oluşturduğu kumtaşı oluşumlar yer alıyor. Yaz günleri doyumsuz ve sakin plajı ile buraları, hala çok az kişinin bildiği bir saklı cennet olarak dikkat çekiyor.

 Badembükü'nün seyrek evleri ve tarımsal alanlar

Salman Köyü’nden ilerde; sahilde Denizgiren’e sapıyoruz. Bir kuyunun başında ve yağmur altında o eşsiz çınarı ziyaret ediyoruz. Yağmur bütün hızıyla yağıyor. Ortalıkta kimsecikler yok; ardıçlar, bir dizi boyunca bulunduğumuz yerden denize doğru yol boyunca uzanıp gidiyor. Baharla birlikte doğanın uyanışına bizim anıt çınar da katılmış.

 Denizgiren'deki Kuyulu Çınar'da yağmurun altındayız

Narenciye bahçelerinin içinden ilerleyerek, dağdan denize doğru akan ve yağmur sularıyla beraber toprağı denize sürükleyen bir dere yatağının üstündeki köprüden geçiyoruz. Köpüre köpüre kahverengi toprağın rengine bulanmış sular Küçükbahçe’nin yalısına doğru ilerliyor. Yol, Karaburun Yarımadası’nı bir hallaç pamuğu gibi atmakta olan balık çiftliği ve madenci kamyonları tarafından lime lime edilmiş. 

 Karaburun'un traşlanan vadileri; 2008 yazı

Keklik yetiştirme sahalarının yakınından ilerleyerek Küçükbahçe’nin sisler arasından seçilen eski evlerine doğru yol alıyoruz. Köyün arka yüzünde Rumlardan kalma eski mahalle yer alıyor. Bir vadinin koyağında saklı Rum evlerinin yıkık dökük halleri, eski bir çeşme, akan bir dere; evlerin birisinden sallanan ay yıldızlı bayrağımız bu zapt edilmişlik içinde hangi zafer türkülerini söyletiyor bizlere? Terk edilmiş evler ve kıyıya inmiş Küçükbahçe artık buralarda değil. Jandarma karakolu ile devlet ise, dimdik ayakta ama… Hüzün dolaşıyor Küçükbahçe’nin terk edilmiş sokaklarında. Birkaç evden tüten duman buralarda sürüp giden yaşamı ele veriyor bize. Karakolun önünden arabamızla dönüş yapıp Kara Reis Çiftliği’ne doğru yola çıkıyoruz. Yolda sis iyice bastırıyor. 

 Küçükbahçe sisler altında...

Kara Reis Çiftliği’ne giden en kısa yolu, Balıklıova - Ildır sapağından itibaren 17 km. içerde yer alan ve Gerence Körfezi’ni dolanan bir yolla Karaburun Yarımadası’nın Çeşme-Ilıca’ya bakan kıyısını dolaşarak ulaşılan güzergâh oluşturuyor. Bizim bugün yaptığımız ise, tam tersine; tüm Karaburun Yarımadası’nın Doğusunu ve Kuzeyini dolaşarak Kara Reis’e varmak oldu.

 Küçükbahçe yolunda anıt çitlembik

Şu anda yazlık kooperatifler ve balık çiftlikleri tarafından ele geçirilme süreci tamamlanmakta olan Karaburun kıyılarının bu yakasında eskiye dair ilginç bilgiler yer alıyor. Kara Reis, rivayete göre Mısırlı, denize ve balıkçılığa düşkün bir zat, Osmanlı döneminde bu topraklara devlet tarafından yerleştirilmiş. Buranın bir tür sahibi; ancak padişah tapusu altında… Yani padişah adına buraları yöneten bir bey diyelim. Kara Reis Çiftliği diye anılan ve denize doğru uzanan yaklaşık 10 000 dönüm genişliğinde arazide zamanında çok zengin badem, incir ve zeytin ağaçları varmış. 

 Küçükbahçe'de bir kır çeşmesi; 2007 Ekim

Kara Reis Çiftliği’ni tepeden gören konumda bulunan bugün yıkıntılar içindeki Meli Köyü’nde mübadeleye kadar Rumlar yaşamışlar. Köyü, önceki yazlardan birinde gezerken eski bir kilise yıkıntısı da görmüştük. Burası vakti zamanında oldukça zengin bir köymüş. Yunan İşgali sırasında; Rumlar, işgal kuvvetleri ile işbirliği yaparak civar köylerdeki Türklerin köylerinden kaçmalarına neden olmuşlar. Kurtuluştan sonra, Rumların hepsi evlerini bırakıp Sakız’a kaçmışlar kayıklarla. Mübadele sonrası köye gelen ilgililerin 750 eve hane numarası vurduğu söyleniyor. Bu da 750 ev ve yaklaşık 3000-4000 arasında nüfus demek... Köy içinde Rumlar zamanından kalma Alanaki, Kuruçeşme ve Kolado Mevkii adları hala biliniyor. Kilise yıkıntısının karşısında dev bir çınar ve çam ağacı, buraları dolaştığımız o yaz mevsiminde; cehennem sıcağında bize ayazma serinliği vermişti. Gerçekten de çevrede hala içinde su olan, ancak muzır insanlar tarafından taş ve tahta atılarak kapatılmış üç yada dört kuyu görmüştük. Kuyulardan biri kare şeklinde açılmıştı. 

 Kara Reis'e doğru eşşsiz koylardan biri; 2008 yazı

1950’li yıllarda Küçükbahçe’den ilerde bulunan Yaylaköy’de heyelan olmuş, evler kaymış. Ankara’dan ilgililer gelmişler, Yaylaköy’de bu durumda oturulamayacağına karar vermişler. Köylüler, Kara Reis’e taşınmak istememişler. Ankara’dan gelen yetkililer ise, gelin sizi ovaya indirelim, ayağınıza deniz değsin demişler. Köylüler kabul etmemişler. “Biz bu dağdaki taşları kullanır, evleri yaparız” demişler. En sonunda Rumların 1922’de terk ettiği Meli’nin bulunduğu yere iskan izni verilmiş. Ancak kadastro geçirmek amacıyla bütün eskiden kalan Rum evlerini yıkmışlar. Zaten o güne kadar dağda hayvan otlatan çobanlar, yakmak için yada işe yarar gördükleri ahşap malzemeyi tamamen söküp almışlar. Böylece evlerin taş duvarları da bu olayla yerle bir olunca, Fethiye’de Kayaköy’deki manzaranın çok daha kötüsü burada oluşmuş. Devlet, köylülere 750m2 yer ve o zamanın parasıyla 10.000 TL. vermiş. (Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı sırasında) Üç kağıtçı bir müteahhit denk gelmiş, evleri son derece çürük bir şekilde yapmaya başlamış, işi bitirmeden de kaçmış ve köylüleri dolandırmış. Köylülerin bir kısmı bu yarım kalan evleri tamamlayarak burada oturmuş, bir kısmı Yaylaköy’deki evlerine dönmüş, kimisi de İzmir’e göçmüş.

 Yaylaköy Çeşmesi; 2008 yazı

Zamanla Cumhuriyet dönemindeki bir takım arazi spekülatörlerinin köylüden deniz kıyısındaki 10 bin dönümlük bu araziyi ele geçirmeleri ve Ankara’dan aldıkları verimsiz arazi raporları ile tescil ettirmeleri sonucunda, güzelim ağaçlar bir çırpıda yerlerinden sökülüvermiş. Bir ara yerine mandalina ağaçları dikilmiş, ancak bunlar da kısa zamanda kurumuşlar ve onlar da söküldüğünde Kara Reis Çiftliği, tamamıyla rant avcılarının kucağına düşüvermiş.

 İris Gölü; Kara Reis sisler altında

Eski Rum köyü Meli’den Yaylaköy’e bir dağ yolu var. Orman içi bir yol bu. Meli’den yaklaşık 1,5 km. sonra yolun sağında zeytinlikler civarında, yol kenarında bir su kaynağı var. Zamanla İzmir’den gelen hali vakti yerinde kişiler, bu yarım kalan evleri satın almışlar, kimisi restore ettirerek, kimisi de tamamen farklı tarzda yeniden yaparak dağdaki köye yerleşmişler. Bu şekilde eski köyün yıkıntıları arasında 5-6 ev var. Aşağıda ise denize doğru Kara Reis Çiftliği’nin yeni sahipleri yazlık siteler…

 İris Gölü sisler altında

Kara Reis Çiftliği’ni ardımızda bırakarak sazlıklar ve eflatun renkli süsenler arasında seçilebilen İris Gölü’ne ulaşmak çok az bir zamana karşılık geliyor. Neredeyse 5 dakika içinde bu yılki bereketli yağmurlarla zenginleşen İris Gölü’ne ulaşıveriyoruz. Genellikle yazın bastıran sıcaklarla birlikte kuruyan göl kışın yağışlarla beraber geri dönüyor. Ancak bu yılki görüntüsünün oldukça tatminkâr düzeyde olduğu söylenebilir.

 Gülbahçe erguvanları

Gerence Körfezi’ni dolana dolana ve bazen bu körfez için büyük bir tehdit haline gelmiş olan balık çiftliklerini ardımızda bırakarak Kara Reis’den bu yana 17 km.lik yolu tamamlıyor ve Ildır – Balıklıova sapağına ulaşıyoruz. Artık rotamız belli; Balıklıova’da yağan yağmurun eşliğinde kıyıdaki salaş balıkçı lokantalarından birinde bir iki barbunla günü sonlandırmak… Suya düşen yağmur damlalarının oluşturduğu baloncuklar eşliğinde; yağmurlu bir günde Karaburun yarımadasını dolaşmış olmanın keyfiyle günümüzü noktalıyoruz. Esintili hava, hafiften ürpertiyor içimizi; lokantadan kalkıyoruz ve tertemiz bir havada akşama doğru keyifle direksiyonu Gülbahçe üzerinden İzmir – Çeşme otoyoluna doğru çeviriyoruz. Nasipli geziler olsun diye…

Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu








4 yorum:

  1. Bir izmirli olarak bende bu anlattğınız yerleri ilk defa gezdim(utanıyorum)
    Karaburun yarım adası gerçekten mükemmel bir yer.Heryerden tarih fışkırıyor.
    iki türlü gidebilirsiniz buraya.
    Birincisi urla üzerinden gülbahçe,balıklıova,mordoğan,karaburun
    İkincisi ise daha çok doğa severler için.Çok bakir bir yol,kendinizi karadenizde zannedersiniz.Mükemmel bir doğa yapısı var,ufak köyler cabası.Buraya ise çeşme ıldırı dan gidiliyor.bazen deniz kenarından bazen ise dağların ve ovalarından geçmek çok güzel.Zeytin ve zeytinyağı çok meşhurdur.Tavsiye ederim
    Her iki yoluda mutlaka deneyin.Karaburun gerçekten cennet gibi bir yer.

    YanıtlaSil
  2. Katkınız için teşekkürler... Yeni yorumlarınızı bekleriz. İyi geziler...

    YanıtlaSil
  3. Bu yaziyi okuduktan sonra oralara yerlesmeye karar verdim

    YanıtlaSil
  4. Değerli takipçimiz, yalnız elinizi çabuk tutun; çünkü yarımadada talan hızlandı. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginizin sürekliliğini dileriz. İF

    YanıtlaSil