12 Mayıs 2012 Cumartesi

TİRE YENİŞEHİR - KOYUNCULAR YAYLASINA DOĞRU


12 Mayıs 2012
İbrahim Fidanoğlu

Eğridere vadisine yamaçtan bakan Osmancık köyü

Bugün Tire’ye bağlı Yenişehir köyünden başlayarak Aydın Dağları’nın kuzey yamaçlarında yer alan Koyuncular Yaylası’na doğru bir keşif yürüyüşü yaptık. Yenişehir köyü, adından da anlaşılacağı gibi Tire’nin diğer köylerine nispeten daha yeni bir köyü sayılabilir. Köye; Tire – Ödemiş asfaltından Eğridere vadisine ayrılan yolu takip ederek ulaşılabiliyor. Küçük bir tepenin arka yüzüne saklanmış köyün evleri, yukarı tırmanarak düzlükteki köy kahvesinin bulunduğu düzlüğe kadar uzanıyor. Düzlüğe geldiğimizde bizi köyün, böbreklere iyi gelen şifalı suyunun aktığı çeşmesi karşılıyor. Çeşmenin yanına küçük bir bağış kutusu koymuşlar; içenler gönlünden kopanı içine atsın ve bu çeşmenin bakımında kullanılsın diye. 

 Koyuncular Yaylası yolunda katırtırnakları çiçekte…

Çeşmenin bulunduğu düzlükten aşağıya doğru, Eğridere vadisine bakıyoruz. Aydın Dağları’nın kuzey yamaçlarından akıp gelen küçük dereciklerle beslenen Eğridere, bu vadiye hayat veriyor. Burası o kadar verimli ve yemyeşil bir yer ki, tarih boyunca bu vadide önemli yerleşimler olmuş hep. güney - batı yönünde yer alan ve Aydın Dağları’nın zirvelerinden birine yerleşmiş Horasani eren babalardan Çaldede’nin makam mezarının bulunduğu Dibekçiler Yaylası’na giderken, uzaktan gördüğümüz Kara Çamur Yaylası’nın hemen altına denk düşüyor Eğridere Vadisi. Zaten Karaçamur Yaylası da bu vadiyi besleyen kaynakların bulunduğu en önemli noktalardan birini oluşturuyor.

 Önde yöresel adıyla “dallama” papatyaları; arkada vadideki Eğridere Köyü

Çeşmede yanımızda getirdiğimiz bidonlara sularımızı doldurduktan sonra Koyuncular Yaylası’na doğru yürümeye başlıyoruz. Hava oldukça sıcak, ama giderek yükseldiğimizde esinti çıkıyor azar azar. Bu yıl, Mayıs ayı bir tuhaf geçiyor. Bir türlü gelmeyen yaz ve aralıklarla yağmaya devam eden Mayıs yağmurları… Aynı İç Anadolu’daki kırkikindi yağmurlarını andırıyor yağmurlar… Sabahtan öğleye kadar sıcağın etkisi ile buharlaşan topraktaki nem, akşamüstüne doğru yağmur olup üstümüze sağnak halinde yeniden düşüyor.

 Yabangülü; kuşburnu – rosa canina



Bahar ile birlikte uyanan hayat, Eğridere Vadisi ve Koyuncular Yaylası’nda bütün bitki örtüsünü harekete geçirmiş durumda. Bütün meyve ağaçlarının anası; gülgillere ismini veren yaban gülü (rosa canina) pembe çiçekleriyle coşmuş vaziyette. Ovada geçmek üzere olan sapsarı katırtırnakları yaylada yeni yeni çiçeğe durmuşlar. Uzaktan yaklaşırken; insanı önce hafiften yakalayan, sonra giderek ele geçiren o müthiş kokuları anlatılır gibi değil. Bu yörede köylülerin derelerde balık yakalarken kullandıkları bir bitki daha var; yöresel adı şabla, onlar da sapsarı çiçekleri ile bahara merhaba diyorlar. Bu bitkiyi köylüler suya çarptıkları vakit, bitkinin suya bulaşan zehri nedeniyle balıklar sersemleyip suyun yüzüne çıkarlarmış. Bu şekilde de köylüler, balıkları kolaylıkla yüzeyden toplayıp yakalarmış. Pek de adil olmayan bir yöntem ama bu da buralarda anlatılan bir gerçek yani. 

 Köylünün derelerde balık avlamakta kullanığı zehirli şabla

Çitlembikler yeni meyveye durmuşlar. Avuç avuç koparıp çiğniyoruz. İnsanın ağzında içine ferahlık veren bir tat bırakıyor. Melenk olma; kendinden geçme tabiri bu ağaçtan ve meyvesinden kaynaklanan bir deyim olmuş; günümüze kadar ulaşmış. 

 Dişi melengeçler meyveye durmuş.

Biraz yukarılara çıkınca kaya kekiklerini görüyoruz. Henüz yeni çiçeğe durmuşlar. Bembeyaz çiçekleri ve müthiş geometrileri ile insanda hayranlık uyandırıyorlar bodur halleriyle. Kengerler henüz tomurcuktalar. Yakında onlar da mosmor çiçekleri ile bu ıssız coğrafyada gelen geçeni sevgi ile selamlayacaklar. Kelleye duran enginarlar gibi dev tomurcuklarının arasından Kaystros Ovası’na bakıyoruz saygıyla; doyumsuz manzaralar ayaklarımızın altında uzanıp gidiyor İzmir’e doğru.

 Kaya kekikleri çiçekte…

Biraz ilerde, kaya kekiklerinin yanında ballıbabaya benzeyen ve Hasan Hoca’nın “yörüğün ilacı” olarak nitediği, ama adını çıkaramadığımız mor renkli bir başka çiçekle karşılaşıyoruz. Hasan Hoca’nın anlatımına göre Yörük, dağda hastalandığında hemen bu bitkiyi çiğner yada kaynatıp suyunu içermiş. İlginç geldi bize.

 Yörüğün ilacı

Yabani hanımellerini gördük yol boyunca. Çiçekleri bizim şehirdekilere çok benzese de gövdesi daha ağacı andırıyor. Yaprakları ise aynı keçiboynuzu gibi… Bilmeyen, çiçeksiz halinde bu ağacı keçiboynuzu zannedebilir.

 Yabani hanımelleri

Koyuncular yaylasında ağaçlar arasında kaybolmuş çatıları gözüken damlar var. Zaman zaman yukarı çıkan araçlarla karşılaşıyoruz. Eğridere Vadisi’ne hâkim noktadaki bir çeşme başında soluklanıyoruz. Terlemişiz. Aşağıdaki yamaca Yörük, tarlasını açmış. Yamaca ballı incirleri döşemiş. Küçük de bir toprak havuz yapmış. Bu çeşmeden orayı besleyip ağaçlarını suluyor. Doya doya çeşmenin şerbet gibi akan tatlı suyundan içiyoruz. Biraz soluklanıp Eğridere’ye ve karşıdaki yamaca yaslanmış Osmancık Köyü’ne bakarak dinleniyoruz. Bu köyde şirin bir alabalık çiftliği ve lokantası var. Gitmeli; orada balık yemeli…

 Çeşme başında dinlenme anındayız.

Koyuncular Yaylası’ndan kuzey - doğu yönüne doğru Gavur Gediği görünüyor. Gavur Gediği, Yunan işgali sırasında Mendegüme – Tire geçişini tutan işgal kuvvetlerinin kullandıkları önemli bir rotaymış. Adı da bugünlerden kalma… Dağın arkasında Adagüme (Konaklı) – Köşk hattında önemli bir geçiş noktası ve tarihi bir merkez olan Mendegüme yer alıyor. Beş köyün birleşimi olarak anılan Penta Kome’den tarihin içindeki yuvarlanış ile bu sözcük bugüne Mendegüme şeklinde evrilmiş. Kome bilindiği üzere Roma döneminde en küçük yerleşimlere verilen bir isim; yani bugünkü köy yerine geçiyor. Bugün bu merkez Hamamköy olarak kayıtlara geçmiş. Ama nedense bu zorlama köy adları bize hiç ses vermiyor. İlerideki tarihlerde bu geçişi yapmayı aklımızın bir köşesine kaydederek biraz daha Koyuncular Yaylası’na yaklaşıyoruz.

 Kengerlerin arasından Eğridere…

Mayıs ayının gelgitli havası yine baş gösteriyor. Hava iyice kapadı. Yağdı yağacak bir durum var havada… Bugün için çok tedarikli olduğumuz da söylenemez. Yükseldikçe rüzgârın şiddeti de artıyor. Eğimin oldukça sert olduğu parkurda yürürken epey terlemiş durumdayız. Hasta olmamak düşüncesiyle yaylaya oldukça yaklaşmışken yürüyüşü kesme ve dönüşe geçme kararı alıyoruz. Hızlı bir şekilde köye doğru inişe geçiyoruz. Arabaya ulaştığımızda vakit akşama yaklaşıyor. Yenişehir’i arkamızda bırakarak Eğridere vadisinden aşağıya Tire – Ödemiş yoluna doğru hareket ediyoruz. 

 Yenişehir Köyü; yayla yolundan

Yenişehir’de suyu böbreklere iyi geldiği söylenen çeşme

Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

3 yorum: