1 Nisan 2012
İbrahim
Fidanoğlu
İzmir – Aydın
otoyolundan Söke’ye doğru kıvrıldığımızda, bizi kısa bir süre sonra göz
alabildiğine uzanan Büyük Menderes Ovası’nın verimli toprakları karşılar. Bir
yanda Dilek Yarımadası boyunca uzanan Samsun (Mycale) Dağı, diğer yanda ise Beşparmaklar (Latmos) arasında Büyük Menderes Irmağı’nın denize doğru taşıdığı bu
toprakları tam ortadan aşarak ve binlerce yıllık bir serüvenin sonunda tarih
sahnesinden silinmiş kayıp kentleri ardımızda bırakarak Milas rampasına doğru
tırmanmaya başlarız.
Herakleia, Bafa Gölü ve
Manastırlar
Denizin
toprakla yer değiştirip açığa çekildiği tarihsel süreçte, bölgenin coğrafyası tümüyle
değişmiştir. Büyük Menderes Irmağı’nın denize döküldüğü yerde, nehrin yatak
değiştirmesi ve taşıdığı alüvyonların eski koy ve körfezlerin önüne tıkayarak bunları
denizden ayırması sonucunda irili ufaklı pek çok göl oluşmuştur. Bu göllerden
biri de bölgenin en önemli sulak alanlarından olan Bafa Gölü’dür.
Antik dönemde
Ege Denizi ile birleşik konumda olan Bafa Gölü, zamanla Büyük Menderes’in alüvyonlarının
körfezin ağzını kapatmasıyla bir göl halini almıştır. Şimdi denizle bağlantısı
kalmayan o döneme ait yöre yerleşimlerinden Miletos (Milet), Latmos Herakleia’sı,
Myus, Priene ve Menderes Magnesia’sı hep deniz kıyısında önemli birer kültür ve
ticaret merkeziydiler. Büyük Menderes Irmağı’nın yüzyıllar
boyunca taşıdığı alüvyonlar, tarihsel süreçte Magnesia’dan başlayarak Miletos
ve Herakleia’ya kadar tüm kentlerin Ege Denizi ile bağlantısını keserek,
ekonomik ve kültürel önemlerinin giderek azalmasına ve tarih sahnesinden
çekilmelerine neden olmuştur. Bugünkü Söke Ovası ve Söke – Didim karayolunun
her iki yakası bir zamanlar tamamen denizdi ve ticaret gemileri, Myus ve Herakleia
limanlarına kadar yanaşabilmekteydiler. Coğrafyacı ve gezgin Amasyalı Strabon,
Myus kentine azmak şeklinde bir kanalla ulaşılabildiğini, kentte bir Diyonisos
Tapınağı’nın bulunduğunu belirtmektedir. Menderes’in taşıdığı çamurların
ilerleyişine paralel olarak da zaman içinde adı geçen kentlerin birçoğu daha
yüksek ve suyun ulaşamadığı kesimlerde yeniden kurulmuştur. Örneğin; Eski
Magnesia önce bugünkü Sazlıköy’de, daha sonra Ortaklar’a yaklaşarak bugünkü
yerinde yeniden kurulmuştu. Osmanlı Dönemi’nden kalan Sazlıköy’deki Ramazan
Paşa Köprüsü, Menderes’in bir ara buralardan da aktığına işaret etmektedir. Keza,
Priene de; önce Söke Ovası’nın Miletos’a doğru bir yerinde, daha sonra
çamurların altında kalmadan hemen önce de Mykale (Samsun) Dağı’nın dik yamaçlarına yaslanmış bir şekilde,
bugünkü yerinde kurulmuş bulunmaktaydı. Menderes Irmağı’nın ovaya bereket
taşıyan alüvyonlu çamurları, tarihin bu önemli kentlerini yok eden bir felakete
dönüşmüştür. Bugün Menderes’in taşıdığı çamurların Latmos Körfezi’nin Ege
Denizi’ne açılan ağzını kapatmasıyla, Ege Denizi; iki bölgede kapalı bir alanda
sıkışarak bugüne kadar ulaşmış bulunmaktadır. Bunlardan birisi Bafa Gölü, diğeri ise Myus Antik Kenti’nin kıyısında yer aldığı Azap Gölü’dür.
Kral Yolu’ndan Bafa
Gölü’ne bakış
Bafa; bir
yandan insanın üzerine devrilecekmiş gibi duran dev kayalardan oluşmuş yeryüzü
şekilleri, gölün oluşumundaki dramatik süreç, bütün bu tarihsel derinlikte
saklı bir İlkçağ uygarlık merkezi olan Latmos Herakleia’sı ve Arap akınlarından
kaçarak Anadolu’ya sığınan Hristiyan keşişlerin saklandığı ve münzevi yaşam
sürdükleri manastırlarla apayrı bir arka plana sahiptir.
Latmos Hearakleia’sı
Bafa Gölü
civarı, İlk Çağ’da Karya diye anılan bölgenin içinde yer almaktaydı. Büyük
Menderes’in hemen güneyinden başlayarak bir yandan bugünkü Uşak ve Denizli illerinin
bir bölümünü de kapsayacak kadar doğuya uzanan; bir yandan da Dalaman Çayı’na
kadar dayanan bu bölgeye Karya, burada yaşayan halklara da Karyalılar adı
verilmekteydi.
Bafa Gölü’nde Manastır kalıntıları…
Karyalıların
bir kolu dağlarda yaşayan ve daha çok çobanlık ve arıcılık gibi faaliyetlerle
uğraşan göçerlerdi. Bunlar Lelegler diye anılmaktadır. Bu halkın M.Ö. 16
yy.larda Santorini yanardağının patlaması sonucu ortaya çıkan kültürel
farklılaşmalara dayandığı sanılmaktadır. Tarihçilerin tezlerine göre; bu
felaket sonrası Girit’teki Minos uygarlığı dağılmış, halkın bir kısmı Kıta
Yunanistanı’na, bir kısmı ise Ege Adaları yolunu izleyerek Anadolu’nun Batı
kıyılarına ulaşmıştır. Anadolu’ya ayak basan halkın bir kısmının Bodrum Yarımadası,
Çeşme – Ildırı gibi kıyı bölgelerde yerleştikleri; diğer bir kolun ise Çine,
Muğla üzerinden güney-doğuya ilerleyerek Akdeniz’e ulaştığını ve burada Likya
topraklarında yerli halk ile kaynaşarak bu uygarlığı yarattıkları ileri
sürülmektedir. Lelegler’in M.Ö. 8 yy. civarı, şimdiki Bafa Gölü’nün kıyısında
Beşparmak Dağları’nın üstünde ilk yerleşimlerini (Eski Latmos)
kurdukları bilinmektedir. Lelegler, burada zamanın savunma standartlarına göre
oldukça ileri düzeyde tahkim edilmiş ve çepeçevre surlar ve kulelerle çevrilmiş
bir kent yarattılar. Kentin mimari düzeni basit ve dağınık bir yapıdaydı. Helen
mimarisinin estetiği ve kentsel yaklaşımı bulunmamaktaydı.
M.Ö. 4.yy.
Karyalılar için önemli bir dönüm noktasıdır. Persler, Anadolu istilası sonrası
Anadolu’yu eyaletlere böldüler ve kendileri çekilip giderken, yönetimi Satrap
adı verilen eyalet valilerine bıraktılar. Bunlardan biri de Milas’ta hüküm
süren Karya Satraplığı idi. Bu satraplığın idaresi Milaslı Hekatomnos ailesine
aitti. Bu ailenin en bilinen üyesi, M.Ö. 4.yy.da yaşayan Mausolos’tur.
Mausolos, Kıta
Yunanistanı’ndan gelen teknolojik ve kültürel yeniliklere açık bir yönetici
idi. Bazı yazarlara göre; İlkçağda bir Karya Rönesansı’nın yaratıcısı olarak
adlandırılmaktadır. Yönetimin merkezini, Milas’tan Bodrum’a (Halikarnassos)
taşıdı. Ayrıca, o zaman Ege Denizi’ne birleşik olan Bafa Gölü kıyısında (Latmos
Körfezi’nde) Helen şehircilik normlarına uygun olarak dağdaki Latmos’u deniz
kıyısında yeniden kurdu. (Latmos Herakleia’sı) Kentin ismini de bir
Yunan tanrısı olan Herakles’e izafeten Herakleia olarak verdi. Eski Latmos’da
da kimsenin kalmaması ve kurulan yeni kente yerleşmesi için tüm kenti yıktırdı
ve sadece eski şehrin kahramanı çoban Endymion’un mezarını bıraktı. Aynı
zamanda, bu kültü yeni şehre de taşıyarak şimdiki Endymion Sunağı’nı
yaptırdı. Halikarnassos’da zamanının en önemli yontu sanatçılarını (Skopas,
Bryaksis) ve mimarlarını bir araya topladı. Onlara önemli yapıtlar
yaptırdı. Kendi ölümünden sonra eşi Artemisia tarafından anısına yaptırılan ve
dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Mausolos’un Anıt Mezarı (Mimarları
Pytheos ve Satyros’dur) da bunlardan biri idi.
Resim; John Atkinson Grimshaw; 1879; 32*47cm
Latmos Herakleia’sı;
tam anlamıyla bir Hellenistik dönem kentidir. Kentte bu dönemden kalma çok
katlı bir agora, Athena Tapınağı, şehir meclisi, küçük bir tiyatro, askeri
savunma sisteminin dünyadaki en iyi korunmuş örneklerinden olan surlar ve
gözetleme kuleleri, kıyıya inerken eski şehrin kültü çoban Endymion anısına
yapılmış Endymion Sunağı bulunmaktadır. Romalılar, Menderes Irmağı’nın alüvyonlarıyla
körfezin ağzının kapandığı ve ekonomik öneminin azaldığı bir dönemde şehre bir
su sarnıcı ve hamam dışında (vergi toplamak gayesiyle) herhangi bir yapı
yaptırmamışlardır. Hristiyanlık döneminde şehir bir piskoposluk merkezi olarak
yaşamış olup, bu döneme ait Piskoposluk Binası’nın kalıntıları kıyıda yer
almaktadır. Hristiyan Bizans döneminde Manastırlar ve Piskoposluk Dönemi,
M.S.14.yy.a kadar sürmüştür. Bu tarihlerde doğudan batıya doğru ilerleyen
Menteşeoğulları, güneyden; Fethiye ve Milas üzerinden gelerek bölgeyi ele
geçirmiş, Miletos’a kadar gelerek Balat’a yerleşmişler, giderek bir azmak
haline gelen ve Menderes’in çamurlarıyla kaplanan bu limandan İspanyol ve
İtalyan limanlarıyla ticaret yapmışlardır. (Balatya ya da Balat)
Bu döneme ait bir yüzü Arapça, diğer yüzü de Latince olarak Menteşe Beyliği
tarafından bastırılmış gümüş sikkeler bulunmaktadır.
Latmos’da Çoban Endymion’un Mezarı
Çoban
Endymion ve Ören Yeri Bekçisi Mehmet Gümüştekin
Yunan Mitolojisi’nde yeri olan kişiliklerden birisi de Çoban Endymion’dur.
Endymion, Latmos Dağı’nda sürülerinin peşinde dolaşan genç bir avcı ve
çobandır. Mitolojideki söylenceye göre; Endymion'un büyük aşkı
Ay Tanrıçası Selene, iki atın çektiği
gümüş tekerlekli bir araba ile gökyüzünü dolaşan güzel bir kadındır. Birçok
sevgilisi vardır. Zeus ile beraber
olduğu ve Pandia adında bir kızı olduğu,
Arkadya'da Tanrı Pan ile seviştiği
bilinir. Mitolojiye göre Ay
Tanrıçası Selene, bir gece göl kıyısında uyuyan çoban Endymion’u
görmüş ve ona vurulmuş. Tanrılar Tanrısı Zeus, Selene’nin aşkını kıskanmış ve öfkeyle bir ceza vermiş genç çobana.
Çobanı hiç uyanmamaya, sonsuz bir gençlik uykusunda uyumaya mahkûm etmiş. O
günden sonra oracıkta uyumuş kalmış Endymion, hiç uyanmadan. O derin
uykusunda düşler görürken, Ay Tanrıçası Selene her gece gelip yanına
yatarmış. Selene, böylece Endymion’a tam elli çocuk doğurmuş. Rivayet edilir ki, o gün bu gündür ayın
dolunaya döndüğü gecelerde, gölün üzerinde oluşan ışık oyunları ve yakamozlar,
Ay Tanrıçası Selene ile Çoban Endymion’un buluşup seviştiğine dair
işaretlerdir.
Bugün Bafa Gölü’nün kıyısında, Herakleia Antik Kenti’nin tam üstünde
Kapıkırı Köyü yer almaktadır. Bu köyde, yakın zamana kadar gönüllü ören yeri
bekçisi olarak da görev yapan Mehmet
Gümüştekin isminde romantik bir ihtiyar yaşardı. Onunla ilk tanıştığım
1999 yılında kendi deyimiyle 80 ya da 85 yaşındaydı. O zamanlar anlattığı
çağdaş Endymion öyküsü, kendisini bu topraklardaki yaşanmışlıklarla ne
denli özdeşleştirdiğinin bir kanıtı gibiydi.
Mehmet Gümüştekin (solda) ve İbrahim Fidanoğlu (1999 yılında)
“O güne kadar Ay Tanrıçası Selene ile Çoban
Endymion arasındaki bu gizli buluşmayı çok dinlemiştim. Bir gece yarısı
kunduz avındaydım. Endymion Sunağı’nın hemen alt taraflarındaydım. Ay,
dolunaydı. Ortalığa gecenin sessizliği egemendi. Tam o anda, denizde sanki
balıkların oynaşmasına benzer kıpırtılar oldu ve ayın göle vuran ışığı altında rüzgârla
birlikte bu buluşmaya şahit oldum.” Bu yoğun olarak alınan alkolün de etkisi
altında geliştirilmiş bir diyonisyak açıklama idi ve çağdaş Endymion
aslında kendisiydi.
Mehmet
Gümüştekin; Ödemiş nüfusuna kayıtlıydı. İkinci Dünya Savaşı öncesi (kendisi; Alman
Harbi diyordu) Muğla’da askerliğini yaparken Herakleia’ya Muğla Müze Müdürlüğü
tarafından bekçi olarak görevlendirilir ve daha sonra Devlet, onu orada kendi
deyimiyle unutur. O, bu işi benimsemiştir. Bir daha da Kapıkırı köyünden
ayrılmaz. Burayı mekân beller ve gönüllü olarak ören yerinin bekçiliğini
sürdürür. Milas Müzesi de zaman içinde sembolik bir maaş bağlar. Üç ayda bir Milas
Müzesi’nden maaşını almaya gider ve yine köyüne döner. Bütün dünyası, Bafa ve
Beşparmaklardır. Eşi, 25 sene önce ölmüştür (1970’lerde). Hayatta tek başına
kalmış, kendini Herakleia Öreni’ni korumaya adamış, burayı çocuğu gibi seven;
Athena Tapınağı’nın hemen yanında bulunan bir zeytin ağacının gölgesindeki
kırık dökük masasında bütün vaktini geçiren ilginç bir adamdır Mehmet
Gümüştekin.
Athena Tapınağı ve Gümüştekin’in zeytin ağacı…
Öldükten sonra
burayı kim koruyacak diye sürekli endişe ederdi. Çocukları ve yaslanabileceği
başka kimsesi yoktu. Köylülerle, ören yerinin korunması ile ilgili olarak sürekli
çatışma halindeydi. Mehmet Gümüştekin, bütün bu girişimlere naifçe karşı koyar,
ören yerini cansiperane korurdu. Athena Tapınağı, sanki onun kalesiydi.
Tapınağa hiçbir köylüyü yaklaştırmayan; ancak dışardan gelen ziyaretçilere son
derece düzgün davranan bu adam, yerin tarihçesi ile ilgili bilgileri de kısaca
aktarırdı. Bu dönem, tek dostu alkol ve birlikte yaşadığı köpekleriydi. Ölünceye
kadar, Athena Tapınağı’nın dibinde tek gözlü bir odada köpek dostlarıyla
birlikte yaşadı. Son anlarında kulübeden çıkamaz oldu; yandaki komşuları yemek
verdiler, bakımı ile ilgilendiler. Yatak döşek yatarken bile gelenden gidenden
şarap istedi. 2002 yılında Kurban Bayramında ölen Mehmet Gümüştekin’i, Athena
Tapınağı’na asla sokmadığı Kapıkırılı köylüler, Bafa Gölü kıyısında ovadaki
mezarlığa gömdüler.
Köylülerin döşeme yol dediği Kral Yolu
Artık onun
ruhu sonsuz dinginliğine ermiş bir şekilde, dolunay akşamlarında, göl
kıyısındaki Ay Tanrıçası Selene ile Çoban Endymion’un Tanrılar Tanrısı Zeus’dan
gizli buluşmalarına tanıklık etmektedir. Çoban Endymion bu topraklarda yaşadı
mı? Bu bir mitolojik kahraman mıydı? Mausolos, Lelegler tarafından kurulmuş
Eski Latmos kentini kıyıda Herakleia adıyla yeniden kurduğunda dağdaki halkı
yeni kente yerleşmeye zorlarken, Endymion kültünü neden yok etmedi? Bunların hepsi,
mitolojinin ve tarihin gelgitleri arasında kaybolup gittiler. Ancak, bu
tarihsel derinlik 20.yy.da bu topraklarda yaşamış Mehmet Gümüştekin’i besledi,
basitçe yaşadı, bu uygarlık mirasına sahip çıktı ve bu toprakların bağrına geri
döndü.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Düzenleyen: MYC
mükemmel..
YanıtlaSilİlginiz ve takdirleriniz için teşekkür eder, yorumlarınızın devamını dileriz.İF
Sil